Boykotun iki yüzü: Ekonomik mantık, vicdani sorumluluğa engel değil
Bir tüketicinin küçük bir hamlesi önemsiz görünebilir, ama hepsi birleştiğinde suç ortağı kapitalizmin çarklarını yerinden oynatabilir. Soykırıma sırt çevirmenin zamanı geldi, bunu da ürün ürün, adım adım yapmalıyız.

İstanbul
Islamabad'daki SZABIST Üniversitesi'nde Öğretim Üyesi Usman Masood, boykotların ahlaki sorumluluğun yanı sıra ekonomik açıdan da rasyonel olduğunu, tüketici tercihlerindeki küçük değişimlerin bile uzun vadede toplumsal ve ekonomik dönüşüm yaratabileceğini AA Analiz için kaleme aldı.
***
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
Çay molalarımızda ürünleri boykot etmenin mantığını ve ekonomisini tartışırken, Gazze’de insanlar düşünülebilecek en yavaş ve en acı verici ölüm sürecini yaşıyor, dayanılmaz bir açlık çekiyor. En sevdiğim kahvenin kokusu benzersiz olabilir fakat aynı marka İsrail işgali altındaki apartheid topraklarında faaliyet gösteriyorsa, seçimlerimi yeniden gözden geçirme vakti gelmiştir.
Bazen sevdiğimiz markaları vazgeçilmez görür, onlara öyle bağlanırız ki kendimizi onların simgeleriyle tanımlarız. Bazen içimizdeki ekonomist, "Eğer bu şirketin ürünlerini satın almazsak insanlar işsiz kalır" diye düşünür. Bazen de en akıllımız basit bir hesap yapar ve boykotların aslında uygulanabilir ya da sürdürülebilir olmayan duygusal bir tepki olduğunu söyler.
Oysa bir insanın bir markayla tanımlanması doğru değildir. Şirketlerin toplumsal sorumluluklarına karşı hassasiyetin giderek arttığı bir dünyada, markayı tanımlayan şey hizmet ettiği insanlar olmalı, yani özü itibarıyla topluma karşı sorumluluğu.
İnsaniyetçilik makyajı
Bir şirket işgal altındaki topraklarda faaliyet göstermeyi meşru sayıyor, katliam yapan bir orduya hizmet ediyor ve ardından yıkım makinelerinden market paketlerine kadar uzanan "özel fırsatlar” sunuyorsa, böyle bir markanın bizi temsil etmesine izin vermek son derece sakıncalıdır.
Soykırımdan kazandıkları servetin ardından, sosyal sorumluluk adı altında yoksullara göstermelik birkaç yardım dağıtmak, günümüzde bazı şirketlerin sıkça başvurduğu bir "insaniyetçilik makyajı"dır. Sorumlu tüketiciler olarak onlara bu kadar kolay meşruiyet vermemeliyiz. Hayırseverlik kisvesi altında sunulan şey aslında aynı Faustvari bir pazarlıktır, görmezden gelmemiz karşılığında keyif, ürün ve bolluk sağlar, üstelik bunu da apolitiklik üzerinden dayatırlar. Bu ahlaki boyutları bir kenara bıraksanız bile, "ekonomi bu, saf olma" diyerek alışıldık işleyişi savunan pragmatik argümanlar temelden yanlıştır.
Sloganların ötesinde ekonomi
Evet, İsrail’e ve ona ortaklık eden şirketlere karşı çıkmak boykot eden ülkeye iş ve yatırım kaybettirebilir. Ancak bu yalnızca anlık ve durağan maliyetler içindir, uzun vadeli ve dinamik kazanımları görmezden gelir. Boykot kısa süreli işsizliğe yol açsa bile, bir ekonomistin söyleyeceği gibi sermaye akışkanlık gösterir, bir şirketten çıkan yatırım başka birine yönelir ve böylece yeni iş alanları ortaya çıkar.
Üstelik yabancı rakibinin yerine güç kazanan bir yerli şirket, karların ve istihdamın ülkede kalmasını, başka ülkelere aktarılmamasını sağlar. Tarihte olağanüstü büyüme yaşayan birçok ekonomi, daha önce ithal edilen ürünlerin yerine yerli üretimi koyarak iç sanayisini canlandırdı. İthal ikame politikalarının bazı sakıncaları olsa da Japonya, Çin ve Güney Kore örneklerinde bu yaklaşım dönüştürücü oldu. Başlangıçta ithalatı ikame etme amacıyla başlayan yerli üretim zamanla gelişti ve bu ülkeleri küresel ihracatın liderleri konumuna taşıdı.
Ha-Joon Chang, "Sanayileşmenin Gizli Tarihi" adlı kitabında, yerli malı tüketme yönündeki eğilimin toplumun en alt katmanlarına kadar indiğini, bunun sigara gibi önemsiz görülen bir üründe bile kendini gösterdiğini aktarır. Güney Kore’de yerli ürünleri kullanmaya öylesine önem verilmiştir ki yabancı sigara içmek damgalayıcı bir davranışa dönüşmüştür.
Devlet, döviz israfı sayılan bu tür davranışların halk tarafından ihbar edilmesini teşvik ediyordu. Döviz, kıt bir kaynak olarak "sanayi askerlerinin kanı ve teri"ni temsil ediyordu. Bu açıdan bakıldığında boykot bir fırsata dönüşüyor. İsrail’in ya da işgal yanlısı şirketlerin ürünlerini almama eğilimi, Türkiye, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde yerli ürünlere yönelik bir pazarın oluşmasına şimdiden katkı sağlamıştır.
Tüketici tercihinin dönüştürücü gücü
Bugün hala kapsamlı bir boykotun pratikte mümkün olmadığını ve bu yüzden sonuçsuz kalacağını savunanlar var. Oysa "ya hep ya hiç" anlayışının ne anlamı var? Boykotun aşırıya kaçması gerekmez. Her şeyin, her yerde ve sonsuza kadar boykot edilmesi şart değildir. Birkaç üründen başlanabilir, kolayca ikame edilebilen ürünler, ikame edildikleri anda ve gerektiği sürece boykot edilebilir.
Tüketim alışkanlıklarımızdaki küçük ve kademeli değişiklikler önemsiz görünebilir, ancak perakendecilerin satın alma kararlarını, toptancıların stok tercihlerine ve en nihayetinde şirketlerin üretim planlarına kadar uzanan zincirleme etkiler yaratır. Tüketici tercihlerinin etkisi, tedarik zincirinde her basamakta daha da artar. Bu etki literatürde "kamçı etkisi" (bullwhip effect) olarak bilinir. Bir tüketicinin küçük bir hamlesi önemsiz görünebilir, ama hepsi birleştiğinde suç ortağı kapitalizmin çarklarını yerinden oynatabilir. Soykırıma sırt çevirmenin zamanı geldi, bunu da ürün ürün, adım adım yapmalıyız.
[Usman Masood, Islamabad'daki SZABIST Üniversitesi'nde Öğretim Üyesidir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.