Suriye’nin doğusunda "toplum mühendisliği": SDG, Arap kimliğini mi hedef alıyor?
SDG’nin ABD ile olan yakın askeri ve siyasi ittifakı, özellikle Arap toplumları nezdinde şüpheyle karşılanmaktadır. Bu bağ, SDG’nin Suriye’de yabancı ajandaların taşeronu olduğu algısını güçlendirmekte ve ulusal aidiyet duygusunu zayıflatmaktadır.

İstanbul
Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Muhammed Akif, SDG/YPG'nin Suriye'nin doğusunda yapmaya çalıştığı nüfus mühendisliğini ve Arap toplumunun bu duruma tepkilerini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Suriye’nin doğusunda özellikle de Cezire bölgesinde, son yıllarda toplumsal gerginliklerde ve nefret söylemlerinde kayda değer bir artış yaşanıyor. Oysa bu bölge tarihsel olarak Araplar, Kürtler, Süryaniler, Asuriler ve Yezidiler gibi çeşitli etnik ve dini grupların bir arada yaşadığı çok kültürlü bir yapıya sahipti.
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
"SDG", iç savaş boyunca bu bölgede fiili otorite haline gelmiş ve geniş alanları kontrolü altına almıştır. SDG, söylem düzeyinde çoğulculuk ve demokrasi gibi değerleri savunurken, sahadaki uygulamaları ise toplumsal uyumu zedeleyen, etnik kutuplaşmayı derinleştiren ve nefret söylemini körükleyen sistematik politikalardan oluşmaktadır.
Çoğulculuk görünümü altında tek etnisiteli hakimiyet
SDG’nin resmi söylemi, Arapları, Kürtleri ve Süryanileri içeren bir askeri-siyasi koalisyon görüntüsü sunmaktadır. Ancak fiiliyatta, örgüt üzerindeki hakimiyet, terör örgütü PKK'nın Suriye kolu olan PYD'ye aittir. Bu durum, özellikle Arap nüfusun yoğun olduğu bölgelerde, Arapların marjinalleştirilmesine yol açmıştır. Araplar çoğu zaman yalnızca vitrin figürü olarak sürece dahil edilmekte, gerçek yetki ve temsilden yoksun bırakılmaktadır.
Bu dışlayıcı yaklaşım, yalnızca siyasi temsil düzeyinde kalmayıp, kaynakların dağılımı, kadro atamaları ve yerel idarelerdeki eşitsizlikle de kendini göstermektedir. Bunun sonucu olarak, Arap topluluklarında adaletsizlik ve aidiyetsizlik duyguları artmaktadır. Arap topluluklar bu durumu “Kürt işgali” gibi sert söylemlerle nitelendirerek karşılık vermektedir.
Zorunlu askerlik ve siyasal tutuklamalar
"SDG", kontrolü altındaki bölgelerde yerel meşruiyet veya toplumsal mutabakat arayışına girmeksizin zorunlu askerlik uygulamasına gitmiştir. Arap aşiretlerinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde bu durum, dışsal bir dayatma olarak algılanmakta ve ciddi toplumsal gerilimlere yol açmaktadır.
Ayrıca, Kürt egemenliğine karşı çıkan Arap kanaat önderleri ve aktivistler, “güvenliği tehdit” veya “kışkırtıcılık” gibi gerekçelerle keyfi şekilde gözaltına alınmaktadır. Bu uygulamalar “biz” ve “onlar” ikiliğine dayalı bir psikolojinin oluşmasına zemin hazırlamakta ve nefret söylemini beslemektedir.
İdeolojik müfredatın dayatılması ve diğer kültürel kimliklerin dışlanması
SDG’nin en çok tartışılan uygulamalarından biri, eğitim sistemine yaptığı ideolojik müdahaledir. Terör örgütünün fikirlerinden esinlenen ders materyalleri ve “demokratik ulus” kavramı, ulusal Suriye kimliğine alternatif olarak sunulmaktadır. Ayrıca, okullarda Arapça dil eğitimi zayıflatılmakta, Arap kültürüne ait semboller ve dini unsurlar müfredata alınmamaktadır.
Bu reformlar, yerel halkın görüşü alınmaksızın uygulanmakta; bu da halk arasında büyük hoşnutsuzluk yaratmakta ve SDG’nin kültürel mühendislik yoluyla kimlik dayatması yaptığı algısını güçlendirmektedir.
Taraflı medya ve muhaliflerin şeytanlaştırılması
SDG’ye bağlı medya organları, muhalif Arap kesimleri “terörist” veya “DEAŞ kalıntısı” gibi sıfatlarla damgalayarak, taraflı ve dışlayıcı bir söylem geliştirmiştir. Arap aşiretleri ise geri kalmışlıkla, cehaletle ve geçmiş rejimlere bağlılıkla ilişkilendirilerek itibarsızlaştırılmaktadır. Bu tür söylemler, toplumsal gruplar arasındaki kültürel kopuşu derinleştirmekte ve karşılıklı düşmanlık duygularını tetiklemektedir.
Arap ve dini sembollerin kamusal alandan uzaklaştırılması
SDG’nin resmi törenlerinde, sokak isimlerinde, heykellerde ve kültürel etkinliklerde Kürt simgeleri belirgin biçimde öne çıkmakta; buna karşılık Arap ulusal ve dini sembollerin görünürlüğü azaltılmaktadır. Rakka ve Deyrizor gibi Arapların çoğunlukta olduğu şehirlerde bile, yerel halkla bağdaşmayan bayrak ve flamaların kullanılması, aidiyet krizine yol açmaktadır.
Yabancı güçlerle ittifak ve ulusal boyutun göz ardı edilmesi
SDG’nin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile olan yakın askeri ve siyasi ittifakı, özellikle Arap toplumları nezdinde şüpheyle karşılanmaktadır. Bu bağ, SDG’nin Suriye’de yabancı ajandaların taşeronu olduğu algısını güçlendirmekte ve ulusal aidiyet duygusunu zayıflatmaktadır. Ayrıca, bazı bölgesel Kürt aktörlerle girilen çıkar birliktelikleri de, SDG’nin yerli bir oluşum olmaktan ziyade, dışarıdan yönlendirilen bir yapı olduğu algısını pekiştirmektedir.
Toplumsal direniş ve Arap halkının sessiz tepkisi
SDG’nin uygulamalarına karşı doğrudan silahlı bir ayaklanma yaşanmasa da, Arap toplumunda artan sessiz direniş dikkate değerdir. Aşiret yapılarının kendi iç dayanışmalarını güçlendirmesi, alternatif eğitim girişimleri, kültürel sembollerin gayriresmi yollarla yaşatılması ve bazı bölgelerde SDG’nin uygulamalarını fiilen tanımama yönündeki eğilimler, bu pasif direnişin başlıca tezahürleridir.
Arap toplumu, tarihi ve sosyolojik olarak merkeziyetçi otoritelere karşı sabırlı ancak derin tepkiler üretme kapasitesine sahiptir. Bu bağlamda, SDG’nin baskıcı politikaları, yalnızca kısa vadeli toplumsal gerginliklere değil; uzun vadede kurumlara ve meşruiyet algısına karşı ciddi bir güven erozyonuna yol açmaktadır. Bu direnç, ilerleyen süreçte daha örgütlü ve açık bir siyasal talepler manzumesine dönüşebilir.
Sonuç: Nefret söyleminin derinleşen yapısal sebepleri
SDG’nin son yıllarda izlediği politikalar Suriye’nin doğu bölgelerinde nefret söyleminin ve toplumsal ayrışmanın derinleşmesine neden olmuştur. Bu süreç, yalnızca Araplar ile Kürtler arasındaki ilişkileri değil; aynı zamanda Süryaniler, Türkmenler ve Yezidiler gibi diğer etnik ve dini gruplar arasındaki uyumu da olumsuz etkilemiştir.
Eğer çoğulculuk gerçekten hedefleniyorsa, uygulamada buna uygun politikaların geliştirilmesi ve tüm toplum kesimlerinin eşit yurttaşlar olarak tanınması gerekir. Aksi takdirde, mevcut gidişat daha büyük toplumsal çatışmalara ve ayrılıkçı eğilimlerin güçlenmesine zemin hazırlayabilir. Bu bağlamda, yapılan eleştiriler düşmanlık değil; ortak bir ulusal zeminin yeniden inşası adına bir uyarı ve sorumluluk çağrısıdır.
[Dr. Muhammed Akif, Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.