Dolar
40.65
Euro
47.11
Altın
3,363.37
ETH/USDT
3,532.30
BTC/USDT
113,773.00
BIST 100
10,746.98
Analiz, Analiz-Filistin

Sömürgeci tahakkümün beden siyaseti: Gazze'deki şiddet neyi amaçlıyor?

Sömürgeci tahakküm, ideolojik olmaktan daha çok, fizikseldir; bedene vurur, bedeni ezer, beden üzerinden mesaj verir. İsrailli askerlerin gerçekleştirdiği bu eylemler, bir tür "beden" politikasıdır.

Prof. Dr. Celalettin Yanık  | 01.08.2025 - Güncelleme : 01.08.2025
Sömürgeci tahakkümün beden siyaseti: Gazze'deki şiddet neyi amaçlıyor?

İstanbul

Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Celalettin Yanık, Gazze’de yaşanan insanlık krizinin politik, ahlaki ve felsefi boyutlarını AA Analiz için kaleme aldı.

***

Hafızam beni yanıltmıyorsa ulusal gazetelerden birinde, hala da yazmakta olan, bir köşe yazarı, üç yıl önce Gazze’deki olaylar başladığında bu konunun gündemden çabucak düşeceğini iddia etmişti. Ancak zaman, bu kehanetin yanlışlığını gösterdi. Filistin meselesi sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da gündeminde kalmaya devam ediyor; dahası, zamanla daha da yakıcı bir gerçekliğe dönüşüyor.

📲 Artık haberler size gelsin
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı

Asıl mesele, Filistin meselesinin neden geçmişe nazaran çok daha yoğun biçimde gündemde kaldığıdır. Bu durum, modern aklın sorgulanması açısından Filistinlilerin maruz kaldığı "beden şiddetinin" incelenmesini zaruri kılıyor.

Kolektif empatiden küresel sessizliğe

Ekonomik durağanlık, iç politik gerilimler ve bölgesel krizler arasında dahi Filistin’in adı her gün yeniden anılıyor. Ne yazık ki bu artan görünürlük, sevinçle karşılanacak bir durumdan ziyade, derinleşen insanlık dramının bir yansımasıdır. İsrail’in şiddet politikaları, artık yalnızca politik değil, ahlaki ve vicdani düzeyde de dünyanın dikkatini çekiyor. Bir zamanlar İkinci Dünya Savaşı temalı filmlerle Yahudi soykırımına dair kolektif empati inşa eden Batı kültürü, bugün aynı coğrafyadan yükselen başka bir sessiz çığlığa karşı sağır kalmakta zorlanıyor.

Sömürgeleştirilmeye çalışılan bedenler ve televizyonlardaki tezahürleri

1980’li yıllarda televizyon ekranlarına yansıyan o meşum sahne; elleri ters kelepçeli bir Filistinli gencin, İsrailli askerlerce taşlarla kolunun kırılması bir şiddet anı değildi, bilakis “sömürgeleştirilmeye çalışılan bedenin” kamusal infazıydı. Yazar, Frantz Fanon’un ifadesiyle sömürgeleştirilmiş birey, siyasi bir özne olmaktan öte, fiziksel olarak tahakküm altına alınmış bir varlık olarak da var olur. İşte o genç beden, karşımıza bir bireyin değil, kolektif bir kimliğin bastırılması ve acı çekmesinin bir temsili olarak çıkmıştı. Bu görüntü, Batı'nın İsrail’e dair inşa ettiği steril imgenin sarsıldığı, İsrail’in Filistin üzerine geliştirdiği sömürgeci söylemin çatladığı bir eşikti.

Hemen ardından hafızalara kazınan başka bir karede, bir baba, çocuğunu İsrailli askerlerin hedefinden korumak için bedenini siper eder. Bu, Fanon’un “sömürgeci şiddete karşı direnişin en ilkel ama en hakiki biçimi” olarak tanımladığı, bedenin son kaleye dönüşme anıdır. Ne var ki bu savunma, kurşunların karşısında yetersiz kalır ve çocuk hayatını kaybeder. Ancak burada yaşanan bir evladın ölümünden fazlasıdır; bu ölüm, Fanon’un “insan olmak için ölmeyi göze alma” çağrısının gerçeğe dönüştüğü dramatik bir andır. Fanon, sömürge koşullarında insanlığın sistematik olarak inkâr edildiğini ve bu inkârın saf haliyle fiziksel değil, ontolojik bir düzlemde de gerçekleştiğini söyler. O küçük çocuğun cansız bedeni, aslında bir halkın, insan olma iddiasının alenen çiğnendiği bir eşiği temsil eder.

Bu görüntüler, Fanon’un “damgalanmış beden” anlayışıyla doğrudan ilişkilidir. Sömürgeci tahakküm, ideolojik olmaktan daha çok, fizikseldir; bedene vurur, bedeni ezer, beden üzerinden mesaj verir. İsrailli askerlerin gerçekleştirdiği bu eylemler, bir tür “beden politikasıdır"; korku üretmek, itaat dayatmak, direnişi bastırmak ve “ötekinin" yaşam hakkını müzakere dışı bırakmak. Bu nedenle Fanon, sömürgeleştirilmiş toplumların bu tür anlarda kendi insanlıklarının radikal bir şekilde yeniden farkına vardığını söyler; çünkü ölüm, artık sadece bir yok oluş değil, bir fark ediliştir.

Dolayısıyla, o yıllarda televizyonlarda izlenen bu görüntüler, bir politik eleştiri olmaktan daha çok, Fanon’un deyimiyle “insanlığa geri dönme” çabasının trajik ve çıplak halidir. Çocuğun ölümü, babanın bedenini siper edişi, kelepçelenmiş kolların kırılışı... Tüm bunlar, “insan olmanın” ne denli müzakereye kapalı bir hak olduğunu ve bu hakkın ancak şiddetin en çıplak haliyle sorgulandığını göstermektedir.

Modernitenin beden politikası: Habermas’tan Fanon’a

Modernitenin “rasyonalite” iddiası, İsrail pratiğinde çarpıcı bir paradoksa dönüşmektedir. Alman Filozof Jürgen Habermas’ın "rasyonel toplum" idealiyle bir tür “vahaya” benzettiği İsrail, bugün bedenleri metalaştıran, insanı mekanikleştiren, toplum mühendisliğini doğallaştıran bir idari aklın merkezinde yer almaktadır. Bu akıl, teknik-bürokratik işleyişe indirgenmiş bir akıl olup, Fanon’un deyişiyle, "sömürgeci akıl" ile aynı düzlemde çalışır; İnsan, makine gibi işlevsel, beden ise onarılabilir bir donanım gibi ele alınır. Bu anlayış, Gazze’de sadece yıkımı değil, bizzat insanlık durumunun inkârını da üretmektedir.

Fanon’a göre, sömürgeci dünya, "insan olanlar" ve “insan sayılmayanlar” olarak ikiye bölünmüştür. Modernitenin steril ve teknikleştirilmiş ideolojisi, bu ayrımı yeniden üretir. Sömürgeleştirilen beden örneğin, taş atan Filistinli çocuk ya da bedenini siper eden baba yalnızca fiziksel şiddete değil, aynı zamanda sembolik olarak insanlıktan çıkarılmaya maruz kalır. Rasyonalite adına inşa edilen bu yönetim biçimi, canlı bedeni mekanikleştirirken, ölü bedeni yönetilebilir istatistiksel bir “girdiye” dönüştürür. Habermas’ın tahayyül ettiği “kamusal akıl” idealinin yerine, gözetimle iç içe geçmiş, militarize edilmiş bir teknokratik tahakküm geçmiştir.

Çöküşün eşiğinde: Hafızada direniş, gündemde insanlık

Bu nedenle Gazze’de yaşanan sadece toplu ölümler değildir, orada olanların toplamı bilakis modernitenin ahlaki iflasıdır. Modern teknoloji burada duyarsız, tepkisiz ve steril bir ölüm üreticisi olarak karşımıza çıkar. Fanon’un ifadesiyle bu, "bedenin doğallığını yitirmesi", yani insan olmanın en temel hakikatinden kopuş anlamına gelir. Filistinli beden, artık bir direniş alanı değil, yönetim nesnesine dönüşmüştür. Ancak her kırılan kol, her ölen çocuk, bu steril düzene karşı bir hafıza direnişi, bir “insanlığa geri çağrı” olarak zuhur etmektedir.

İsrailli sömürgeci aklın ortaya koyduğu bu yapay sistem çöküyor. İsrailli politikacıların, gerçekleri gizlemek adına kullandığı her aparat işlevini yitiriyor. Çünkü yaşananların özü, siyasi değil; insanidir. Gazze’de “sömürgeci aklın” meydana getirdiği sözde teknikleştirilmiş ve steril düşünceyle sınırlanan yaşam alanları, aslında insanlığın vicdanında da bir sınır çiziyor. Bu yüzden Hanzala gemisi gibi girişimler düzenleniyor ve biz de kendi gündelik yaşam akışımızda Filistin’i yeniden ve daha derinden hissediyoruz.

Bugün Filistin meselesi geçmişe kıyasla daha fazla görünür olmakla kalmıyor; bilahare vicdanları daha derin bir yerden yaralıyor. Çünkü artık yaşananlar bir jeopolitik gerilim olmaktan daha çok, insani olma vasfının şartlarının sorgulandığı bir eşiğe dayanıyor. İşte tam da bu nedenle, Filistin her gün yeniden gündeme geliyor. Çünkü orada yaşananlar, sadece bir halkın değil, bütün bir insanlığın varoluşsal sınavına dönüşüyor. Bu yüzden Filistin'i artık salt politikayla değil, insanlıkla birlikte düşünmek zorundayız.

[Prof. Dr. Celalettin Yanık, Bursa ​​​​​​​Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanıdır.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.