Analiz

Gazze için kritik adım: BMGK'nin 2803 sayılı kararı nasıl okunmalı?

BMGK'nin 2803 sayılı kararı, ABD Başkanı Donald Trump'ın 20 maddelik "Gazze'de barış planı" ile sağlanan ateşkesin kurumsal bir zemine oturmasını sağladı.

Gökhan Batu  | 25.11.2025 - Güncelleme : 25.11.2025
Gazze için kritik adım: BMGK'nin 2803 sayılı kararı nasıl okunmalı?

İstanbul

ORSAM Levant Çalışmaları Uzmanı Gökhan Batu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2803 sayılı Gazze kararının anlamını ve olası etkilerini AA Analiz için kaleme aldı.

📲 Artık haberler size gelsin
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı

***

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2803 sayılı kararı, ABD Başkanı Donald Trump’ın 20 maddelik "Gazze'de barış planı" ile sağlanan ateşkesin kurumsal bir zemine oturmasını sağladı. Karar, Gazze'nin güvenlik, yönetim ve yeniden inşasını tanımlayan süreçlerin çerçevesini ortaya koyuyor. Ancak 2803’ün ortaya koyduğu bu zeminin, 20 maddelik plana dair endişeleri gidermekten ziyade bazı yönleriyle artırdığını ifade etmek mümkün. Zira, karardaki muğlaklıklar ve Gazze’deki geçiş yönetimi modeli Filistinlilerde derin bir rahatsızlık yaratarak tartışmayı henüz sürecin başında keskinleştiriyor.

Kazanımlardan geri dönüş mü?

Karardaki en dikkati çekici yönler, istenen reformların gerçekleşmesi durumunda Filistin halkının "kendi kaderini tayin hakkı" ve "devlet olmaya giden güvenilir bir yol" şeklindeki ifadeler olarak ön plana çıkıyor. Ancak bunların Filistin meselesinde yeni kazanımlar olmasından ziyade, Gazze’deki durumun ustaca esnetilmesi ve Filistinlilerin daha önceki kazanımlarına darbe vurulması anlamına geldiğine yönelik güçlü iddialar söz konusu. Zira, 2803 sayılı karar yüzeysel bir şekilde BMGK’nin Filistin meselesine dair önceki kararlarını not ettiği ifade etse de 242 ve 338 sayılı BMGK kararlarına açık atıf yapmadığı gibi 2012 tarihli 67/19 sayılı Genel Kurul kararıyla Filistin’e tanınan Üye Olmayan Gözlemci Devlet statüsüne hiçbir şekilde değinmiyor. Bu takdirde karar, Filistinlilerin halihazırda sahip olduğu uluslararası statüyü pekiştirmekten ziyade yerine getirilmesi gereken "reformlara" ve "başarı kriterlerine" bağlanmış yeni ve koşullu bir şablona dönüşüyor. Bu dahi karardaki ifadeyle Filistin Devleti’ne değil, “Filistinlilerin self-determinasyonu ve devletleşmeye giden yolu” açıyor. Dolayısıyla, önümüzdeki süreçte muhtemelen bu şartların yerine getirilip getirilmediğine ilişkin birçok tartışma, anlaşmazlık ve ek taleplerin gündeme geldiğini göreceğiz. Hatta şimdiden Filistin’deki ders kitaplarının içeriğine kadar detaylı bir talep paketine dair söylentiler açık kaynaklarda gündeme geliyor.

Barış Kurulu’nun pozisyonu

Süreci yönlendirecek olan en üst merci olarak konumlandırılan Barış Kurulu kararın diğer bir tartışmalı unsurudur. Hamas tarafından, Trump’ın başkanlık edeceği ve “etkili ülkelerin liderleri ve entelektüel kimselerin” yer alacağı bu yapının konumlandırılmasına dair ciddi itirazlar geldi.

Temelde bu kurulun Gazze’nin yeniden inşasını, fon akışını ve şehirde kamu hizmetlerinden sorumlu “teknokrat ve apolitik Filistinlilerden müteşekkil” bir komitenin çalışmalarını izleyip yönlendireceği ifade edilmişti. Ayrıca Uluslararası İstikrar Gücü (ISF) ve "yeni ve güvenilir Filistin polis gücünün" bağlı olacağı kurul, geçiş sürecini denetleyecek ve şekillendirecek. Burada iki mesele önem arz ediyor. İlki, Barış Kurulu’nda Filistinli ulusal unsurlara yer verilmemesi ve bu yapının yetkilerinin iki yıllık dönemlerle uzatılabilmesi. Bu durum sürecin ucu açık bir vesayet modeline evrilebileceği endişesini güçlendiriyor. İkinci sorun alanı ise 7. maddede, ISF'ye atfedilen görevler olarak ön plana çıkıyor. Karar metnine göre ISF'nin görevi, Gazze Şeridi’nde güvenliği sağlamak, sınır bölgelerini Mısır, İsrail ve “güvenilirliği teyit edilmiş” Filistin polis gücüyle birlikte korumak, sivilleri ve insani operasyonları koruma altına almak olarak belirtiliyor. Aslında buraya kadar bir sorun söz konusu değil. Ancak Hamas, bu yapıya atfedilen; Gazze Şeridi’nin silahsızlandırılması sürecini “güvence altına almak”, bu kapsamda askeri altyapının yok edilmesi ve devlet dışı silahlı gruplara ait silahların kalıcı biçimde devre dışı bırakılması gibi görevlerin, mekanizmanın tarafsızlığına halel getireceğini iddia ederek sert muhalefet geliştirdi. Dahası bu madde, silahlar konusunda ISF'ye daha çok “önleyici” bir görev atfeden 20 maddelik "Gazze barış planından" ciddi bir sapma arz ediyor.

Sonuç olarak Hamas, görüşmeler sırasında Gazze’nin yönetiminde yer almamayı kabul etmiş olsa da yönetimin "Filistinli ulusal unsurlara" devredilmesi konusunda ısrarını sürdürüyor. Buna karşılık Barış Kurulu’nun ve ISF'nin belirlediği teknokrat bir yapının yerel meşruiyet üretip üretemeyeceği büyük bir soru işareti. Temelde sorun, kararın, Hamas ve Filistin Otoritesi’nin yükümlülüklerini ortaya koyarak bunların kazanımlarını, şu ana kadar anlatılan beklentilerin yerine getirilmesine endekslemesi. Öte yandan, İsrail’in çekilmesi için de bunların birer şart olarak öne sürülmesi.

Bu çerçevede ISF'nin konuşlandırılması, planın ikinci aşamasının başlamasıyla mümkün olacak. Dolayısıyla güç, muhtemelen gelecek birkaç ay içinde, koşulların olgunlaşmasına bağlı olarak kademeli şekilde sahaya girecek. İsrail’in Sarı Hat’ın doğusunda kalmaya devam etmesi, Hamas’ın kararı reddetmesi ve geçiş yönetiminin henüz netleşmemesi ISF'nin konuşlanması adına süreçleri zorlaştıracak gibi görünüyor.

İsrail’in memnuniyeti ve kontrollü manevra alanı

Filistin Devleti’ne giden yolun, reformlara bağlı olarak sunulmasına muhalefet etmekle birlikte İsrail hükümeti kararı memnuniyetle karşıladı. Başbakan Netanyahu’ya göre plan İsrail’in güvenliğini garanti altına alıyor. Sahadaki dinamikler de İsrail’in kararı kendi lehine esnetme potansiyelinin oldukça yüksek olduğunu gösteriyor.

İsrail halihazırda Gazze’de “Hamas'sız bölgeler” oluşturmaya odaklanmış durumda. İsrail ordusu, Sarı Hat’ın ötesindeki bazı kriminal yapılar ve küçük yerel aktörleri silahlandırarak Gazze’yi saran bir tampon bölge oluşturma çabalarını sürdürüyor. Bu durum Hamas ve diğer grupların silahsızlanmasını erteleyen en önemli meselelerden biri. Öte yandan 20 maddelik planın 17. maddesi, Sarı Hat’ın ötesinde (Yeşil Bölge) Gazze’deki muhalif yapıların ayrıştırılması ve güçlendirilmesi adına araçsallaştırılıyor. Buna göre, Hamas’ın silahsızlanmayı ertelemesi veya reddetmesi halinde, insani yardım ve yeniden inşa faaliyetleri yalnızca bu bölgelerde devam edebilecek. Bu durum, Gazze’nin fiilen bölünmesi adına bir çerçeve sunuyor. Plandaki şartlar ve muğlaklıklar da Tel Aviv’e bir hareket alanı sağlıyor.

Dolayısıyla İsrail’in, planın ikinci aşamasını yani daha kapsamlı çekilmeyi uygulamama ihtimali azımsanmayacak kadar yüksek. Filistin Yönetimi’nin “yeterince reform yapmadığı”, Hamas’ın “tam silahsızlanmadığı” gibi argümanlar, Tel Aviv’e süreci dilediği gibi erteleme imkanı tanıyabilir. BMGK toplantısında ABD tarafından da bu kararın reddedilmesi ve anlaşmaya uyulmamasının sonucu, savaşa geri dönülmesi olarak ifade edildi. Bu koşullar altında, Gazzeli grupların anlaşmaya uyup uymaması konusunda rasyonel bir tercih zemini bulabildiğini söylemek güç.

Türkiye ise bütün süreç boyunca akan kanın durması adına pozisyon aldı. Zira mevcut durumda, savaş yerine alternatif çözümlerin taraflar adına daha kazançlı hale gelmesi için Ankara’nın katkısı kritik bir husus olmaya devam ediyor. Dolayısıyla, İsrail’in muhalefetine rağmen Türkiye’nin ABD ile diyaloğu ve arabulucu rolünün devamı son derece önemli.

[Gökhan Batu, ORSAM Levant Çalışmaları Uzmanıdır.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.