Balkanlar'da istikrar mücadelesi ve kırılgan dengeler
Balkanlar’daki kırılgan siyasal yapı, yalnızca zayıf devlet kurumları ve yerel aktörlerin çıkar odaklı tutumlarından değil, bölgeye müdahil uluslararası aktörlerin stratejik hesaplarından da beslenmektedir.

İstanbul
Araştırmacı Büşra Bağdat Okursoy, siyasi aktörler, uluslararası baskılar ve iç dinamikler çerçevesinde Balkanlar'daki kırılgan dengeleri AA Analiz için kaleme aldı.
***
Balkanlar'da son dönemde yaşanan gelişmeler, bölgenin siyasi istikrarsızlığa açık yapısını ve dış müdahalelere karşı kırılganlığını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bosna-Hersek'te Sırp Cumhuriyeti (RS) Başkanı Milorad Dodik'in görevden alınması, Sırbistan'da Novi Sad'daki tren istasyonu kazası sonrası başlayan ve ülke geneline yayılan protestolar ile Kosova'da 6 aydan uzun süredir hükümetin kurulamaması, bölgedeki siyasi istikrarsızlığın somut göstergeleridir. Bu iç dinamiklere ek olarak başta Almanya ve Fransa olmak üzere bölgedeki bazı aktörler yaşadıkları çıkar çatışmalarına karşı bölgeye, “itibarsızlaştırma” ve siyasi baskı yoluyla “hizaya getirme” stratejileri uygulamaktadır. Bu kapsamda, Balkanlar'daki mevcut durum hem iç dinamikler hem de dış müdahaleler nedeniyle siyasi kriz riskini artırmakta ve bölgenin geleceği konusunda belirsizlikleri beraberinde getirmektedir.
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
Bosna-Hersek’te 30 yılın en derin krizi
Dayton Barış Anlaşması’yla şekillenen anayasal düzen, Bosna-Hersek’i Federasyon (Bosna-Hersek Federasyonu) ve Sırp Cumhuriyeti olmak üzere iki entiteye ayırmış olup her iki entite de kendi parlamento, yasama ve yürütme organlarına sahiptir ancak aynı zamanda Bosna-Hersek’in merkezi devlet kurumlarına karşı da anayasal olarak sorumludur. Dayton Barış Anlaşması'nın uygulanmasını gözetmek ve denetlemek için ise uluslararası hukukta özel statüye sahip Yüksek Temsilcilik Ofisi (OHR) kurulmuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ve Barış Uygulama Konseyi kararlarına dayanan geniş yetkilerle donatılan bu kurum, gerektiğinde bağlayıcı müdahalelerde bulunabilmektedir.
Günümüzde Bosna-Hersek, Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Christian Schmidt ile RS Başkanı Dodik arasında yaşanan gerilim ve artan ayrılıkçı söylemler nedeniyle “son 30 yılın en derin siyasi krizi” olarak nitelendirilen bir süreçten geçmektedir. Dodik, Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin otoritesini tanımadığı gerekçesiyle 1 yıl hapis ve 6 yıl kamu görevlerinden men cezasına çarptırılmış ardından 6 Ağustos’ta Merkez Seçim Kurulu tarafından görevinden alınmıştır. Söz konusu karara itiraz eden Dodik, RS’de başkanlık seçimlerinin yenilenmesine izin vermeyeceğini ve referanduma giderek halkın iradesine başvuracaklarını beyan etmiştir. Bu çıkışıyla gerilimi daha da tırmandıran Dodik’in siyasi geleceği belirsizliğini korurken, üzerindeki uluslararası baskının artması beklenmektedir.
Diğer yandan Dodik’in yargılanması süresince eski Alman Bakan ve mevcut Yüksek Temsilci Schmidt’in belirleyici rolü dikkati çekmektedir. Zira Schmidt, görevi süresince Bonn yetkilerini kullanarak seçim mevzuatında değişiklik yapmış, Federasyon’daki Hırvat partilerini avantajlı konuma getirmiş ve etnik temelli seçim yasasının vatandaşlık esaslı revizyonuna kapı aralayabilecek Kovaçeviç davasına bizzat müdahil olarak süreci engellemiştir. Bu bağlamda Dodik’in görevden alınması süreci de yalnızca bir hukuk ve yönetim meselesi değildir. Bu durum aynı zamanda Bosna-Hersek’in çok katmanlı siyasi yapısının uluslararası müdahalelerle şekillenip şekillenmediği sorusunu gündeme getirmektedir.
Bu çerçevede dikkati çeken bir diğer husus, Bosna-Hersek Dışişleri Bakanı Elmedin Konakoviç’in Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerle yürüttüğü temaslarda Dodik’i “Avrupa entegrasyonunun önündeki engel” olarak nitelendirmesidir. Konakoviç, Almanya ve Avusturya tarafından uygulanan giriş yasaklarının ardından diğer AB üyesi devletleri de benzer yaptırımlar uygulamaya davet etmiştir. Buna paralel olarak, ABD Hazine Bakanlığı, Dodik’in çevresindeki kişi ve kurumlara yönelik olarak mal varlıklarının dondurulması ve finansal erişim kısıtlamaları dahil olmak üzere kapsamlı yaptırım tedbirleri uygulamaya koymuştur. Bu gelişmeler, ülkedeki siyasetçilerin kendi siyasi hesaplaşmalarında uluslararası kurum ve aktörleri stratejik birer araç olarak kullanabildiklerini de ortaya koymaktadır.
Bu süreçte Dodik’e destek veren Macaristan ve Rusya ise sürecin bir “dış müdahale” örneği olduğunu savunmaktadır. Moskova, mahkeme kararını “politik" olarak nitelendirip Batılı güçlerin hukuki mekanizmaları muhalifleri etkisizleştirmek için kullandığını ileri sürmüş, Macaristan Başbakanı Viktor Orban ise Dodik’in “Brüksel’in taleplerine boyun eğmeyi reddettiği” için cezalandırıldığını belirterek Dodik’in görevden alınması kararını tanımadıklarını duyurmuştur.
Bölgesel çıkar çatışmaları
Balkanlar’da Brüksel’in çıkar ve politikalarıyla çelişen diğer aktörler de çeşitli sınamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu bağlamda, Kosova’da Şubat 2025’te gerçekleşen genel seçimlerde en yüksek oy oranını alan Başbakan Albin Kurti, aradan geçen süreye rağmen hükümeti kuramamıştır. Mevcut siyasi tıkanıklığın aşılması, kış aylarında gerçekleştirilebilecek erken genel seçimlere bağlı görünmekle birlikte, 2026 yılında yapılması öngörülen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin krizi daha da derinleştirme ihtimali bulunmaktadır.
Kosova’daki siyasi krizin önemli bir bileşeni, Kurti’ye yönelik muhalefet ve onun dış aktörlerle yaşadığı gerilimlerden kaynaklanmaktadır. Kurti, Almanya ve Fransa’nın ısrarlı baskısına rağmen, Bosna-Hersek’teki Sırp Cumhuriyeti'ne benzer bir yapı oluşturması beklenen Sırp Belediyeler Birliğinin Kosova'ya kurulmasını kesin bir dille reddetmiştir. Bu tavrı, Kosova’nın kuzeyindeki Sırp nüfusa yönelik politikalar ve Ibar Nehri üzerindeki köprünün araç trafiğine açılması girişimleriyle birleşince bölgedeki bazı aktörlerin eleştirilerini daha da alevlendirmiştir.
Benzer bir tıkanıklık, Kosova’nın Avrupa Konseyi üyelik sürecinde de yaşanmaktadır. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin (AKPM) 2024 yılında Kosova’nın tam üyeliği lehinde verdiği tavsiye kararına rağmen, nihai karar yetkisine sahip olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Fransa ve Almanya’nın Sırp Belediyeler Birliğinin kurulmasını üyelik için ön koşul olarak dayatması sebebiyle Kosova’nın üyelik talebini gündemine almamıştır.
Öte yandan, Sırbistan uzun yıllardır en büyük ticari ortağı konumunda olan Almanya ile ilişkilerini sürdürürken, Rusya yanlısı dış politika çizgisini korumakta ve son dönemde Çin ile ticari ilişkilerini hızla geliştirerek Batılı aktörlerin dikkatini çekmektedir. Bahar aylarından itibaren devam eden protestoların temelinde, hükümeti yıpratma amaçlı siyasi dinamiklerin yanı sıra Çin ile artan ticaretin kısıtlanmasına yönelik girişimler de önemli bir motivasyon olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu gelişmeler bölgedeki siyasi aktörlerin, uluslararası baskılar ve iç dinamikler arasında kırılgan bir dengeyi korumaya çalışırken, Balkanların mevcut ve potansiyel krizlerle karşı karşıya kalmaya devam edeceğini de göstermektedir.
Çin-Sırbistan ilişkilerinin bölgesel ve iç politik yansımaları
Sırbistan, Rusya yanlısı dış politika çizgisini korumakla birlikte başta Almanya olmak üzere AB üyesi ülkelerle güçlü ticari ilişkilerini uzun süredir sürdürmektedir. Ancak Çin ile imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması sonrasında iki ülke arasındaki ticaret hacminde ciddi bir artış yaşanmış, işbirliği özellikle altyapı, ulaşım ve enerji yatırımları gibi stratejik alanlarda yoğunlaşmıştır. Bu durum, Çin’in Balkanlar’daki ekonomik nüfuzunun belirgin biçimde artmasına işaret etmekte ve bölgedeki mevcut jeopolitik aktörler açısından dikkatle izlenmektedir. Sırbistan İstatistik Ajansının 2025 yılı verilerine göre Çin, Almanya’dan sonra ülkenin en büyük ticaret ortağı haline gelmiş, bu gelişme, Pekin’in bölgesel etki alanını genişletme stratejisinin somut bir yansıması olarak değerlendirilmiştir.
Kasım 2024’te Novi Sad’da bir demir yolu istasyonunun çatısının çökmesi sonucu 16 kişinin hayatını kaybetmesi, Çinli müteahhitler tarafından yürütülen projelerdeki şeffaflık eksiklikleri ve yolsuzluk iddialarını gündemin üst sıralarına taşımıştır. Olay hükümetin istifasına neden olan geniş çaplı protesto hareketlerine sebep olmuş, kamuoyunda yalnızca hükümete yönelik suçlamalar değil, aynı zamanda Çin ile derinleşen ekonomik bağımlılığa ve Batı ile ilişkilerin zayıflamasına yönelik endişeler de dile getirilmiştir.
Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç, protestoları uluslararası güçlerin Sırbistan'ın iç işlerine müdahalesi olarak değerlendirerek, "dışarıdan destekli bir renkli devrim girişimi" olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca, protestoların ardından "Halk ve Devlet Hareketi" adlı yeni bir siyasi oluşum kurmayı planladığını açıklamış ve bu hareketin, toplumsal birlik ve devletin kurumsal yapısını güçlendirmeyi hedefleyeceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda, Vuçiç'in açıklamaları, Sırbistan'daki protestoların yalnızca iç politik bir mesele olmadığını, aynı zamanda uluslararası güçlerin etkisiyle şekillenen bir durum olarak değerlendirildiğini göstermektedir.
Bu gelişmeler, Batı dışı aktörlerin bölgedeki varlığına karşı toplumsal tabanlı bir karşıt politikanın hayata geçirildiğini düşündürmektedir. Dolayısıyla Çin-Sırbistan ilişkileri, Batı karşısında çok vektörlü bir dış politika stratejisinin ötesinde, hem iç siyasi dengeler hem de bölgesel güç mücadeleleri açısından kritik yansımaları bulunan bir mesele olarak önemini korumaktadır.
Sonuç olarak, Balkanlar’daki kırılgan siyasal yapının, yalnızca zayıf devlet kurumları ve yerel siyasi aktörlerin kısa vadeli çıkar odaklı tutumlarından değil, aynı zamanda bölgeye müdahil olan bazı uluslararası aktörlerin stratejik hesaplarının yarattığı yapısal etkilerden beslendiği görülmektedir. Bu durum, iç dinamiklerle dış müdahalelerin karşılıklı olarak birbirini besleyerek istikrarsızlığı derinleştirdiğini göstermektedir. Dolayısıyla bölgesel barış ve istikrarın tesisi için yalnızca yerel aktörlerin sağduyulu ve uzlaşı temelli bir yaklaşım benimsemesi değil, aynı zamanda uluslararası aktörlerin de kısa vadeli jeopolitik çıkarlar yerine sürdürülebilir istikrarı önceleyen politikalar geliştirmesi gerekmektedir.
[Büşra Bağdat Okursoy, Araştırmacıdır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.