Almanya'da kültür savaşının hukuki boyutu: Federal Anayasa Mahkemesi seçimleri
İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Almanya'da, yani 75 yıllık zaman diliminde, sadece iki parti yasaklanmış olsa da AfD'yi engellemek için ciddi hazırlıkların olduğuna şahit oluyoruz.

İstanbul
Berlin Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Mehmet Osman Gülyeşil, Almanya Federal Anayasa Mahkemesi üyelik seçimlerinin yol açtığı kültür savaşı ve parti kapatma tartışmalarını AA Analiz için kaleme aldı.
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
***
Uzun süre küresel sistemde yüksek itibar sahibi olan Almanya, son yıllarda art arda gelen sorunlarla sarsılıyor: Demografik erozyon, kültürel yozlaşma ve ekonomik buhran gibi amiller, Almanya'nın gücünü emen faktörler arasında zikredilebilir. Kaderin cilvesidir, günümüzde Almanya için kullanılan tarif, geçmiş zamanların aksine "Avrupa'nın lokomotifi" dolayısıyla Avrupa Birliği'nin (AB) başını çeken asli kuvvet değil, tam aksine sıhhati bozuk olan "Avrupa'nın hasta adamı" ifadesidir.
Tüm bu gelişmelere rağmen saygınlığını yitirmeyen en önde gelen müesseselerden bir tanesi Federal Anayasa Mahkemesi'ydi (FAM). 1951 yılından itibaren "anayasanın hamisi" (Hüter der Verfassung) ve dolayısıyla Almanya'nın hassas parametrelerini gözeten otorite olarak telakki edilen FAM, Alman milletinin güven ve takdirini de kazanmıştı. Özellikle ferdi hak ve hürriyetler hakkında yarım asrı aşan ve emsal teşkil edecek kararlar veren mahkemenin toplumun dönüşüm ve adaptasyonundaki rolü göz ardı edilemez. ABD'nin aksine FAM'ın hakimleri halk nezdinde genellikle tanınmaz, apolitik bir portre çizip, rutin seçimlerle (hakimlerin 8'ini federal meclis, diğer 8'ini federal konsey seçer) görevlerini 12 sene boyunca ifa ederler. Ancak siyasi tartışmaların pek görülmediği bu alanda geçtiğimiz haftalarda tarihi bir ilk meydana geldi. Federal Anayasa Mahkemesi için seçilecek hakim adayı, ideolojik bir çatışmaya sebep oldu ve "kültür savaşlarının" merkezine oturdu. Tartışmalara yol açan, Frauke Brosius-Gersodorf isimli Poststdam Üniversitesi üyesi bir anayasa profesörü. Sosyal Demokratlar tarafından aday olarak gösterilen Brosius-Gersdorf, akademik yayınlarında kağıda dökmüş olduğu görüşlerinin medyaya yansımasından sonra tartışmaların odağı oldu. Zorunlu aşıyı ve AfD'ye kapatma davasını savunması ancak daha da önemlisi "insanlık onurunu" yeterince savunmadığı iddiası, adaylık profilini ciddi şekilde zedeledi. SPD'nin FAM için aday gösterdiği Brosius-Gersdorf'un tartışma yaratan görüşlerinin merkezinde ise "insanlık onuru" kavramı, kürtaj tartışması ve AfD'nin kapatılması konusu yer alıyor.
İnsanlık onuru ve kürtaj tartışması
Bu bağlamda bir parantez açmakta fayda var: "İnsanlık onuru" kavramı Alman anayasasının ilk maddesini teşkil eder ve Nazilerin Yahudilere uyguladığı soykırımın ardından insan onuruna her şeyden fazla önem atfedilmiş ve bu hak diğerlerinden farklı olarak kısıtlanamaz bir ilke haline gelmiştir. Brosius-Gersdorf ise bu hakkın doğmamış bebekler (cenin) için bazı durumlarda tartışmaya açık ve genel bir kural olmadığını yazmıştı. Halbuki FAM 1993'te vermiş olduğu kararında anne karnındaki bebeğin de insanlık onuruna sahip olduğunu karara bağlamıştı. Sonuçta bu tartışma, ABD'de liberal ve muhafazakar kesimler arasında "klasikleşmiş" kürtaj meselesinin bir benzerini Almanya'ya taşıdı. Katolik kilisesini temsil eden bazı piskoposlar, ALfA (herkes için hayat hakkı aksiyonu) gibi sivil kurum örgütleri ve özellikle CDU ve AfD Brosius-Gersdorf'un ideal bir aday olmadığı görüşünü öne sürerek tartışmayı alevlendirdiler. Baskılara dayanamayan Brosius Gersdorf, sonunda adaylığından geri çekildiğini açıkladı. Sosyal Demokratlar tarafından FAM için öngörülen bir diğer hakim adayı, Münih kamu hukuku profesörü Anne Kathrin Kaufhold hakkında ise benzer hatta daha sert ihtilafların yaşanacağı şimdiden tahmin ediliyor. Bu krizi bir rastlantı veya tesadüf olarak değil, ülke genelinde yaşanan siyasi ayrışma ve bloklaşmanın yeni bir semptomu olarak değerlendirmek lazım. Bu gelişmenin en isabetli tarifi Almanca'da "Stellvertreterkonflikt" diye isimlendirilen ve "asıl çatışmanın yerini alan ve temsilen tartışılan mesele" anlamına gelen tabirdir. Arka plandaki asıl ihtilaf ise AfD'nin özellikle sol eğilimli partilere karşı verdiği ideolojik kavga ve bir nevi varlık mücadelesidir. Ve buna karar verecek tek müessese Federal Anayasa Mahkemesidir. Nitekim İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Almanya'da, yani 75 yıllık zaman diliminde, sadece iki parti yasaklanmış olsa da AfD’yi engellemek için ciddi hazırlıkların olduğuna şahit oluyoruz.
AfD'nin varlık mücadelesi ve yasal tehditler
Geçtiğimiz mayıs ayında Alman medyasına sızdırılan ve gizlilik vasfını taşıyan Anayasa Koruma Teşkilatı'nın raporuna göre, AfD'nin "kesin olarak aşırı sağcı" olduğu tescillenmişti ancak halkın bu karara tepkisi, AfD'ye desteğin artması şeklinde tezahür etti. 2026 yılında yapılacak olan Saksonya eyalet seçimlerinde oy oranları hakkında tahminler yürüten Infratest Dimap gibi kurumlar, AfD'nin an itibarıyla halkın yüzde 39'luk desteğine sahip olduğunu açıkladı. Ve yapılan bir ankete göre önümüzdeki pazar günü federal seçimler yapılsaydı AfD ve iktidar olan Hristiyan Demokratlar (CDU) arasındaki fark yüzde 2'ye inerdi (CDU yüzde 27 / AfD yüzde 25). Dolayısıyla AfD'ye açılacak olası bir kapatma davası ne 1950'li yılların Sosyalist ve Komünist parti yasaklarına benzer, ne de 2017'de kapatılmayan ancak devlet finansmanından muaf tutularak çökertilen aşırı sağcı NPD kararlarıyla kıyas edilebilir. Ve uluslararası siyasi konjonktürü dikkate alırsak olası bir kapatma kararı, Almanya için altından kalkamayacağı ağır bedel olabilir. ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance daha birkaç ay önce Münih Güvenlik Konferansı'nda AfD'ye açık destek vermiş, sonrasında parti lideri Alice Weidel ile görüşmüştü. Diğer yandan İtalya'dan gelen bir yatırımın etkisiyle AfD'nin bundan sonra medya alanında bir temsilcisi olabilir. İtalya eski Başbakanı Silvio Berlusconi'nin medya grubu (Media for Europe) SAT-1 ve ProSieben gibi Almanya'nın köklü özel kanallarının yüzde 75 hisse sahibi oldu. 2023 yılında vefat eden Berlusconi'nin partisi geçmişte AfD'ye yakınlığını ifade ediyordu. Dolayısıyla Federal Anayasa Mahkemesi'ndeki hakim seçimlerini de bu detayların ışığında değerlendirmek gerekiyor. Bunun Almanya'nın mevcut kırılgan yapısını nasıl etkileyeceğini ise zaman gösterecektir.
[Mehmet Osman Gülyeşil, Berlin Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesidir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.