
SAMSUN
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ondokuz Mayıs Üniversitesinin (OMÜ) yeni akademik yıl açılışı dolayısıyla düzenlenen törene katılarak, "Yeni Türkiye Vizyonu ve Üniversiteler" konulu ders verdi.
Davutoğlu, konuşmasında, "İslam denildiğinde bugün IŞİD'i görenlerin bence ortak özelliği cahillikleridir. IŞİD'in de bugün geldiği barbarlık, kendi cehaletinin ürünüdür. İslam ve İslam toplumlarının oluşturduğu medeniyet, IŞİD ile anılamaz, IŞİD de İslam'la anılamaz" dedi.
Davutoğlu, 62. hükümetin güvenoyu almasının ardından yaptıkları bir istişarede yeni dönemde üniversitelerde mümkün olduğu kadar daha çok bulunmak, üniversitelerle dertleşmek, halleşmek ve gelecek planlamasını Türkiye'nin en seçkin beyinleriyle yapma iradesini ortaya koyduklarını belirtti.
Davutoğlu, "Açıkça söylemiştim arkadaşlarıma, 'Yalnız bunlar sadece protokoller, açılış törenleri olmasın, her birimizin kendi birikimini aktardığı açılış dersi niteliğinde olsun'. O zaman nerede ve nasıl başlamak istersiniz dediklerinde, ilk aklıma gelen şehir Samsun oldu ve ilk aklıma gelen üniversite de Ondokuz Mayıs Üniversitesi oldu" dedi.
Samsun'u seçmesine ilişkin "Bunun çok farklı bir gerekçesi var" ifadesini kullanan Davutoğlu, şunları söyledi:
"Ben her şehrimize gittiğimizde o şehirle ilgili, o şehrin bizim kültürümüz, medeniyetimiz, irfanımız, siyasetimiz ve tarihimiz içindeki yeriyle ilgili bir isimlendirme yaparım. Bundan birkaç sene önce Büyükelçiler Konferansı için Mardin'e gittiğimizde -ki Mardin büyüleyici bir şehirdir- 'Medeniyetimizin biblo şehri' demiştim. Mardin'e baktığınızda hiç yorulmaz gözleriniz, bütün Mezopotamya'ya hakim Artuklu'dan bugüne gelen güzel bir şehrimiz. Daha sonra Konya'ya, memleketimde bir konferans verdiğim de 'merkez şehir' dedim. Çünkü Anadolu'nun merkezinde ilk payitahtımız. Erzurum'a gittiğimde 'kale şehir' dedim, çünkü 93 Harbi'nden bu yana da daha önce de Erzurum sanki Anadolu'yu bekleyen bir kale gibi durur. İzmir'de yine Büyükelçiler Konferansı vesilesiyle toplantıda yaptığım konuşmada İzmir için 'ufuk şehir' demiştim. Anadolu'ya gelen atalarımızın ufuk olarak çizdiği ve Akdeniz'den ötesini bir ufuk olarak belirleyen şehir."
Konuşmalarında her bir şehre bu yönde bir yaklaşım sergilemeye çalıştığını anlatan Davutoğlu, Bursa'ya Uludağ, Ulu Cami ve Osmanlı'nın payitahtı olarak ulu devlet geleneğinden ötürü "ulu şehir" dediğini söyledi.
Davutoğlu, dün ziyaret ettiği Kırşehir için de "tohum şehir" ifadesini kullandığını anımsatarak, "Çünkü Ahi Evran, orada ahlakın tohumunu attı, Aşık Paşa, edebiyatın tohumunu attı, Yunus Emre, güzel Türkçenin tohumlarını attı ve bize daha sonra devlet geleneğimizin, ilmi geleneğimizin menbaını teşkil edecek büyük bir birikim bıraktı. Baktığınızda Konya'yı, İstanbul'u, Bursa'yı, Edirne'yi hemen farkedersiniz ama Kırşehir daha küçük ölçekli bir şehir gibi gelir, ama tohum orada atılmıştır. Ahi Evran olmasaydı, ahlak ile bilgiyi birleştiren ahlak ile eylemi birleştiren o köklü geleneğimiz de kurulamazdı" diye konuştu.
"Meşale şehir"
Samsun'a gelirken de bu kentin nasıl isimlendirilmesi gerektiğini düşündüğünü anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Aklımdan 'meşale şehir' demek geldi. İstiklalimizin meşalesini, istikbalimizin meşalesinin parladığı şehir. Samsun çok köklü bir geleneğin büyük bir devlet geleneğinin, kültür geleneğinin tam da dumura uğradığı zannedilen bir dönemde esaretin, istiklalin o onur verici, görkemli geçmişini örteceği zannedilen bir dönemde bir 19 Mayıs günü Gazi Mustafa Kemal'in Samsun'a gelişiyle birlikte bir meşalenin yakıldığı ve o meşaleye her zaman ev sahipliği yapmaktan da onur duyan bir şehrimizdir. Eğer o gün o meşale yakılmamış olsaydı ve o meşale etrafında kitleler Anadolu'nun her yanından saf saf, fevç fevç Erzurum Kongresi'ne, Sivas Kongresi'ne, Ankara'ya Büyük Millet Meclisi'nin açılışına yürümemiş olsalardı biz de başka birçok milletler gibi belki de bir dönem sömürgecilik gibi bir zilleti yaşamak durumunda kalabilirdik. Eğer onu yaşamamışsak ve tarihimize geriye dönüp baktığımızda hep özgür ve başı dik bir millet olma onurunu bugün de taşıyorsak Samsun'da başlatılan, yanan o meşalenin büyük bir payı vardır. Bunun için Samsun, tarihimizin meşale şehridir ve bu meşale Samsun'da yandıkça ilelebet bu topraklar hür ve özgür bir milletin mekanı olacaktır."
"Sınıfları, ders salonlarını özlüyorum"
Samsun'a, sadece Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin, 62. hükümetin başbakanı olarak değil özgürlüğün gelecekteki bekçisi olacak gençliği yetiştiren eğitim kurumları, öğretim üyeleriyle dertleşmek üzere geldiğini ifade eden Davutoğlu, "Burada bir benim zihnimdeki, yeni zihniyetin sadece yeni Türkiye değil dünyada oluşmakta olan yeni zihniyetin, bunun yansıması olarak yeni Türkiye'deki üniversite ve entelektüel zihniyetin temellerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Burada konuyu aktarırken, öğretim görevlisi kimliğimle bulunduğumu ifade etmek istiyorum. Gerçekten özlüyorum, sınıfları, ders salonlarını özlüyorum. Bu özlemle bazen başladığımda beni kolay kolay durduramıyorlar. Onun için dersimin ne kadar süreceği konusunda ne işaret verildi bilmiyorum ama benim için önü açık bir ders" şeklinde konuştu.
"Hiç kimsenin nüfuz edemeyeceği 3 ilişki biçimi"
Kendi şahsında, varoluşsal olarak hiçbir zaman birbirinden ayıramayan üç ilişki biçimi bildiğine dikkati çeken Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bu ilişkiler ikame edilemez. Her şey ikame edilir, bu 3 ilişki Hazreti Adem’den beri insanlığın ilk döneminden bu yana ikame edilmemiştir. Birincisi ebeveynle çocuk arasındaki ilişki, anne-baba arasındaki ilişki, varoluşsal ilişkidir. O ilişki sebebiyle varoluş başlar. İkincisi, hocayla talebe arasındaki ilişki. Gerçek hocayla, gerçek talebe buluştuğunda o ilişkiyi ikame edecek herhangi bir ilişki yoktur. Çünkü bu da zihnin, ruhun, ahlakın var oluşsal zeminini kurar. Bir hoca, öğrencisine baktığında sadece öğrenci görür. Onunla birlikte aslında kendisine intikal eden o büyük birikimin gelecek nesillere intikal etmesinin rüyasını görür. Benim ilkokul öğretmenim vefat ettiğinde kendi annemin vefatında hissettiğim hisleri derinden hissetmiştim. O ilişkinin ikame edilemeyen yönü var. Üçüncüsü hasta-doktor ilişkisi, o da gerçekten -ben de eşimden bizzat gördüğüm- ikame edilemiyor. Gerçek doktor ile hasta buluştuğunda hayat boyu başka ilişki doğuyor. Hiç kimsenin nüfuz edemeyeceği ilişki."
"Bence mesleklerin en şereflisi, en şereflilerinden biri hoca olmaktır, öğretim üyesi olmaktır" diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Önünüze gelen o ham zihinlerin yoğrulmasını ve onun özgür düşünceyle beslenmesini sağlayacak şekilde bir inşa faaliyeti gerçekleştirilmesidir. Bu inşa faaliyetinde hep ben geleneksel ve modernitenin nasıl birleştiğini ifade etmek için şunu zikrederdim; bizim eski gelenekte, kadim gelenekteki eserleri okuduğunuzda 'Ben şundan, şu hocadan, o da şu hocadan ders aldı' diye silsileimeratip zikredirilir. Modern dönemlerde bu daha çok kurumdur. Özgeçmiş yazılırken, 'Ben şu kurumdan ders aldım, şu kurumda doktora yaptım' gibi. Öğretim bir insani ilişkidir, insandan insanadır. Araç ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın hoca ile talebenin göz göze olmasından, gönül gönülebakmasından doğan verimi ve felsefi derinliği ikame edemez. Hiçbir iPad veya diğer birçok teknolojik araç, onun yerini ikame edemez. Hiçbir unvan ondan daha önemli değildir."
Dışişleri bakanı olduğunda, kendisini daha önce öğretim üyesi olarak tanıyan bazı büyükelçilerin bir müddet kendisine "hocam" diye hitap ettiğini, bu yüzden kendisinden özür dileyenler olduğunu belirten Davutoğu, şöyle devam etti:
"Birkaç kere dinledikten sonra bir daha bu sebeple özür dilerseniz bana ve değer verdiğim en büyük makama bunu hakaret telakki ederim. Bakanlık geçicidir, hocalık bakidir. Bir insana hocam demek, ölümle ve son nefesle de bitmez. Hala benim görmediğim hocalarım vardır. Açık söyleyeyim, rüyalarımda bazen Gazali ile Hegel ile tartıştığımı hatırlatırım. Doktora tezimi yazarken görmediğim halde onlar benim hocam. Ben onları hayal ederek, onların kitaplarını okurken hangi medeniyet kültüründe olursa olsun onların dünyasına nüfuz ederek okumaya çalışırım, onlar ne ile hesaplaştılar, diye."
Son 10 yılda, üniversite sayısının 76'dan 177'ye çıktığını ve üniversite sayısının artışından büyük gurur duyduklarını ifade eden Davutoğlu, gittiği üniversitelerde bu niceliksel artışın niteliksel dönüşümü nasıl etkilediğini anlamaya çalıştığını söyledi.
Davutoğlu, niteliksel dönüşümün temelinde hoca ile talebe arasındaki alanın olduğuna dikkati çekerek, "Burada bütün öğretim üyelerimizin bu niteliksel sıçramanın gerçekleşmesi için her bir öğrencisiyle o varoluşsal bağı kurmasını hayati olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum" dedi.
"Yeni Türkiye" ve "yeni dünya" gibi kavramların içinin doldurulması konusunda gösterilecek performansın, bu ifadeleri bir ilke olmaktan uygulanabilir projeler ve bir zihniyet dönüşümünün ana parametreleri haline getirebileceğine işaret eden Davutoğlu, üniversite hayatından bürokratik ve siyasi hayata geçtiği dönemde, üniversitelerde en sık karşılaştığı sorulardan birisinin teori ve pratik uyumu olduğunu belirtti.
Davutoğlu, "Tarih çok hızlı akıyor ve daha hızlanacak. Hepimiz statik düşünce yerine özgür, üretken ve geleceğe perspektif, vizyon getiren düşünce biçimini geliştirmek zorundayız" diye konuştu.
ABD'li bilim adamı Francis Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" makalesinin yayınlandığı dönemde, kendisinin de doktora tezini yazdığını anlatan Davutoğlu, uluslararası bir konferansta "Tarihin sonu gelmedi, tarih çok daha hızlı ivmeyle akacak" dediğini ve bunu inanarak söylediğini dile getirdi. Davutoğlu, "İlahi takdir o hızlı akışın bir yerine beni de koyuverdi, sadece gözlemek ve geleceğe dönük olarak onu anlamak fikrinin ötesinde, o ritmi, nabzı tutarak karar almanın ağır sorumluluğunu, ahlaki sorumluluğunu da hissederek her günümüzü dinamik bir şekilde yaşıyoruz" ifadelerini kullandı.
"Üniversitelerimizin bu hızlı akışa intibak etmesi şart"
İnsanın varoluşuyla ilgili sorular sürdüğü müddetçe düşüncenin ve felsefenin bitmesinin mümkün olmadığını, tarihin akışının da yavaşlamayacağını, aksine hızlanacağını ifade eden Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti:
"Üniversitelerimizin bu hızlı akışa intibak etmesi şart. Eğer bir toplumda tarihin akışını, nabzını, bu akışın seyrini tutabilecek teorik üretim yoksa bir müddet sonra siyaset ve uygulama, iktisat, hukuk, her alandaki uygulama, o nabzı tutamadığı için noktasal ve tamamıyla birbirinden kopuk hamleler şekline dönüşebilir. Toplumsal gelişmeyi sistematik hale getirecek olan zihin, teori kurabilen zihindir. Öte yandan, eğer teori pratikten kopuk olursa, yani üniversitelerimiz çok teorik tezler üretip sosyal pratiği, ekonomik dönüşümü, sosyolojik ve siyasal yeniden yapılanmayı Türkiye ve çevresinde ve bütün dünyada takip edemiyorsa bir müddet sonra teori donuklaşır, ideolojileşir ve öğretim üyeleri çok öncelerde, onlarca, yüzlerce yıl öncesinde ortaya konan ideolojilerin zihni esiri haline gelir."
Sağlam bir teorik gelişmenin zorunluluğunu anlatan Davutoğlu, bunun da özgürce, birbirleriyle çatışan değil, birbirlerini eleştiren, öz eleştiri getirebilen ama bununla birlikte birbirinin mütemmim cüzü olan yaklaşımlarla yapılabileceğini kaydetti. Kendi toplumsal dinamizmini ve uluslararası dönüşümünü anlayabilecek teorilerle irtibatlı bir pratik geliştirmenin önemine de işaret eden Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:
"Onun için buraya bir öğretim üyesi olarak gelmeyi tercih ettim, yani siyaset üniversitenin karşısında değildir. Siyaset kurumu, üniversite kurumuyla kopuk da değildir, olmamalıdır da. Düşünce özgürlüğü bir ülkede öğretim hayatının ve teori üretiminin ana zeminidir ve bunu sağlayacak olan siyasettir. Ben buradan bütün üniversitelerimize seslenerek söylüyorum, üniversitelerimizde düşünce özgürlüğünün en önemli sahipçisi olmaya kararlıyım, bir üniversite öğretim üyesi olarak. Hiç kimse üniversitelerimizde düşünce özgürlüğüne, farklı kanaatlerin ve düşüncelerin ifade edilme özgürlüğüne sınır getiremez. Bu üniversite dışından da gelebilir bazen de üniversite içinden. Şu veya bu grubun baskın ağırlığı veya etkisiyle farklı düşüncelerin, azınlıkta kalmış olabilecek düşüncelerin de bastırılmasına izin veremeyiz. Üniversiteler, şu veya bu kanaatin kendisini kadrolaştırdığı yerler değil, çok değişik sayıda fikrin yan yana yaşayabildiği yerler olduğunda biz özgür üniversiteden bahsedebiliriz."
"Öğretim üyelerinin ehliyete, liyakata bakarak tavır alması önemli"
Başbakan Davutoğlu, bütün üniversite öğretim üyelerinin, rektörlük seçimleri başta olmak üzere her alanda kendi vicdanları ve fikirleriyle ehliyete, liyakata bakarak tavır almalarının önem taşıdığını, aksi takdirde üniversitelerin donuklaşacağını ve sıradanlaşacağını vurguladı.
İnsanlık tarihinin değişik şekillerde tasnif edilebileceğini, kendisinin son dönemde "Kadim, modernite ve küreselleşme" sınıflandırmasını kullandığını aktaran Davutoğlu, kadim dönemde bilginin ortaya çıkması ve aktarılmasının mekan çevre ilişkisi içinde yürüdüğünü, modernitede bilginin tek bir çevreden diğer yerlere aktarıldığını, küreselleşme sürecinde ise bilginin merkezi olmadığını, her yerde, her an üretilen bilginin son derece hızlı araçlarla küreselleştiğini dile getirdi.
Türkiye'nin bütün kadim kültürlerin son büyük merkezi olduğunu, modernitenin en yoğun şekilde yaşandığını, kadim ile modernitenin aynı alanda karşı karşıya gelme sürecine de sahne olduğunu ifade eden Davutoğlu, şöyle konuştu:
"Çin medeniyetinin kadim medeniyet olarak Batı ve Avrupa ile ilişkisi mekan sürekliliği içinde olmamıştır ama bizimki mekan sürekliliği içinde oldu. Şimdi de küreselleşmenin ve küresel toplumun en aktif öznelerinden biridir. Bu özne tabirine dikkat çekmek istiyorum. Yeni zihniyet ancak özne şahsiyetler üretebildiği zaman tarihte rolünü oynayabilir. Biz kadimin öznesiydik, modernitenin öznesi olmaya çabaladık, gayret ettik, hala o süreç devam ediyor ama üniversitelerimizin gerek sosyal bilimlerde gerek düşünsel alanda, felsefi altyapı içeren bilimlerde gerekse uygulamalı bilimlerde Türkiye'yi küreselleşmenin özne aktörü yapma idealini benimsemesi lazım."
"Bizim zihniyetimiz de nesneleştirilemez"
Bu çerçevede "Türkiye'ye aşırı güven verdiği" şekilde eleştirilerle karşı karşıya kalabildiğini anlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Biz, özgüvene sahip yeni nesiller yetiştirmek durumundayız. Tarihte bir kez özne olan bir toplumun nesneleştirilmesi mümkün değil. Bunu Samsun'da söylüyorum, 19 Mayıs'ta Türkiye'nin, Türk toplumunun nesneleştirilemeyeceği, sömürgeleştirilemeyeceği gerçeği Samsun'dan haykırıldığı için söylüyorum. Bizim zihniyetimiz de nesneleştirilemez. Biz, edilgen, nesne temelli başka toplumların, kültürlerin gelişiminin nesnesi olmuş bir zihni üretemeyiz. Tarihin öznesi olmak zorundayız. Özgür ve bağımsız olacaksak da tarihin öznesi olmak zorundayız, onurlu bilim adamları olacaksak da tarihin öznesi olmak zorundayız."
Kadim, modernite ve küreselleşme ilişkisinin geçişken olduğunu, modernitenin kadimi tümüyle bitiremediğini, modernite ile küreselleşmenin de mekanik bir şekilde birbirinden kopamayacağını ifade eden Davutoğlu, geçmişte küreselleşmenin sınırlı olarak yaşandığını, toplumların geçişkenliğini artıran dönemler ve merkez olduğunu anlattı. "Daha önce toplumların birbirinden kopuk ve yerel yaşadığına, daha sonra bunların birbiriyle tanıştığı" yönündeki fikrin yanlışlığına işaret eden Davutoğlu, bugün New York için anlatılan herşeyin geçmişte Roma, Persepolis, Bağdat ve İstanbul için anlatıldığını belirtti.
Başbakan Davutoğlu, şu görüşleri aktardı:
"Biz geriye dönük tarihi perspektifimizi bütün düşünsel yönleriyle anlayamazsak, küreselleşmeyi son derece yeni, dinamiklerini de anlamakta güçlük çekeceğimiz bir süreç gibi görürüz. Halbuki bizim diğer toplumlardan farkımız şu, biz geçmişte o küreselleşmenin izlerini yaşamış olan büyük bir medeniyetler havzasının içinde bir üniversite kuruyoruz. Ondan kopuk bir üniversite geleneği olamaz. Evet çok uluslu şirket yok ama İpek Yolu var. İpek Yolu'nun toplumları etkileme gücü devletlerin hayatını değiştirme gücü, Çin'den Avrupa'ya kadar bizim coğrafyalar üzerinden geçen gücü, bugün bir çok uluslararası ekonomik politik yapılanmada yoktu. Bu tecrübeye biz sahibiz ve bu tecrübenin içinden geliyoruz."
"Belli bir dönem filozofların yerini hukukçular aldı"
Yunan medeniyetindeki filozoflardan örnekler veren Başbakan Davutoğlu, Roma medeniyetinde ise belli bir dönem filozofların yerini hukukçuların aldığını söyledi.
Bunun nedenini yerleşik paradigmatik siyasi düzeni devam ettirebilmek için daha çok hukuk esaslı yapıya ihtiyaç olunması ifadeleriyle açıklayan Davutoğlu, "İslam medeniyeti diye bir medeniyet olgusundan bugün de bahsediyorsak bunun arka planındaki başarı hızla yayılan askeri başarı değildir. Alim prototibiyle yeni bir zihni önder tipinin çıkmasıdır. Bağdat'ın Darülhikme ile altın çağını yaşamasının arkasındaki budur. İçselleştirici bir şekilde bütün bu şeyi harmanlayabilme kudretidir" diye konuştu. Davutoğlu, şunları söyledi:
"Bugün İslam dünyasına bakıp da sadece IŞİD'i görenler 9'uncu, 10'uncu yüzyıl Bağdat tarihini okusunlar, hemen hemen herşeyin, her kültürün aktığı Bağdat tarihini. Yine aynı şekilde engizisyon mahkemeleri ve onun öncesi dogmatik ortaçağ kültürü sürürken Kurtuva'da İbni Rüşt vardı ve Avrupa'da İbni Rüştçüler, İbni Rüşt'ten gelip, ders alıp Avrupa'ya bilim ve felsefe aktaranlar. İslam denildiğinde bugün IŞİD'i görenlerin bence ortak özelliği cahillikleridir. IŞİD'in de bugün geldiği barbarlık, kendi cehaletinin ürünüdür. İslam ve İslam toplumlarının oluşturduğu medeniyet, IŞİD'le anılamaz, IŞİD de İslam'la anılamaz. Bu zihniyet İslam'la anılamaz."
"Yüzeysel ve barbar küreselleşme"
Yunan medeniyetinin şimdi anlaşılan gibi dışlaştırılmış şekilde okunmadığını vurgulayan Davutoğlu, "Türk-Yunan karşıtlığı gibi şey yakın dönem, modern bir olgudur. İslam düşünürleri ve Osmanlılar hiçbir zaman kendilerine yönelik birikimlere dışlayıcı şekilde bakmadılar. Kadim kültürde böyle bir şey yoktur. Kadim kültür bilir ki herkes ancak bir diğeriyle beraber olabilir. Çin'i bilmezseniz Orta Asya'yı, onu bilmezseniz İran'ı, onu bilmezseniz Anadolu'yu, Mısır'ı anlayamazsınız. Onun için o kültürü tekrar uyandırma ihtiyacımız var. Araçlar değişebilir ama zihniyetin sürekliliğinde o içselleştirici kültürün önemi var" ifadelerini kullandı.
Modern dönemde entellektüel denilenlerin, aydınlanma felsefesiyle akli düşüncenin öne çıkmasını temsil eden Avrupa'da ortada çıktığını ifade eden Davutoğlu, şöyle konuştu:
"Bizde bunun yansımaları oldu. Ama şimdi bütün bu prototiplerin ötesinde küreselleşmeyle birlikte yeni bir zihniyet dokuyan prototip ortaya çıkıyor. Biz onu oluşturabilirsek, biz onu evrenselleştirebilirsek, biz kadimden aldığımızı yeniden üretip, moderniteyle güçlendirip küreselleşmenin önünü açacak zengin bir birikimi hayata geçirirsek işte o zaman yeni bir zihniyet, yeni bir Türkiye'nin temellerini atmış olabiliriz. Aksi takdirde kendi klasik kültürüne, geri kalmış kültür olarak bakanlar bir yabancılaşma yaşarlar. Klasik kültürü bilip de geleneği bilip de moderniteyi anlayamayanlar anakronik kalırlar, tarihten koparlar, küreselleşmeyi anlayamazlar. Bizim üniversitelerimizde yapmamız gereken, kadimin merkezi olmanın özgüvenini pekiştirmek, moderniteyi derinlemesine yaşamış olan bir toplumun özneleri olarak o geleneği, modernitenin bugün getirdiği avantajları ve yüzleşmeleriyle karşılaşmak ve küreselleşmenin önünü açmaktır. Küreselleşmenin önünü açmaktan kastım, küreselleşmeye de muhteva ve ruh kazandıracak olan şey, bizim gibi toplumlardaki kadim geçmiştir. Aksi takdirde insanlığın geleceği bakımından bugünkü yüzeysel ve barbar küreselleşme hepimizin ruhunu bedeninden, hikmeti bilgiden ayırır ve mekanikleştirir her şeyi."
"İsterdim ki üniversitelerimizde çok sağlam Çin bölümleri olsun"
Küreselleşmeyle birlikte büyük değişimin yaşandığını dile getiren Davutoğlu, bunların zihniyet, epistemolojik ve ontolojik değişimler olduğunu belirtti. Her büyük medeniyet sıçramasının önce varoluş, bilgi felsefesi ve değer alanında gerçekleştiğini ifade eden Başbakan Davutoğlu, söz konusu sıçramanın o dönemdeki her medeniyetin kendi içindeki devinimle ortaya çıktığını söyledi.
"Şimdi bütün küresel alanda bir medeniyetsel sıçrama var" diyen Davutoğlu, Çin'in kendi kültürü ile modernite ve küreselleşme arasında irtibat kurmak istediğini belirtti. Başbakan Davutoğlu, "İsterdim ki üniversitelerimizde çok sağlam Çin bölümleri olsun" diye konuştu.
"Bu devinimin merkez aktörlerinden biri Türkiye"
Bütün medeniyetlerin devinim içinde olduğunu ifade eden Davutoğlu, şunları söyledi:
"Kendi kültürü ile modernite arasında yaşanan gerilimleri daha aşamadan küreselleşmenin sıkıntılarıyla karşı karşıya. Bu devinimin merkez aktörlerinden biri Türkiye. Onun için felsefi düşünsel üretimimizin mutlaka ve mutlaka yapısal değişim, dönüşümle örtüşecek şekilde yürümesi lazım. Enerjimizi kendi içimizde harcamak, kısır tartışmalar yerine derinlemesine gelecek yüzyılın gençlerini yetiştirmemiz lazım. Yüzeysel doğu-batı denklemleri içine sıkışmayan, çatışmalar ve dikotomik yaklaşımların yerine insanlık birikiminin bütününü kapsayan bir tavır benimsemek durumundayız. "
Zihniyetlerin artık birbirinden kopuk gelişmediğini, etkileşim içinde olduğunu bildiren Davutoğlu, "Kendi zihniyetinden emin olamayanlar kendi tarihi birikiminden veya kültürel coğrafyasının getirdiği derin kültürden habersiz olanlar, nesneleşiyor bu zihniyetişim ilişkisinde" diye konuştu.
Dünya şehirlerini medeniyet bağlamında incelediği Medeniyet ve şehir diye bir kitap hazırladığını belirten Başbakan Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti nevzuhur bir devlet değildir. Kültürel, siyaset bilinci, devlet ahlakı olarak nevzuhur değildir. Yani biz konjonktürel şartlarda, isim vermeyeyim ama, 2. Dünya Savaşı sonrasında çıkmış, sömürge karşıtı devrimlerle birden ortaya çıkabilmiş, haritalarını başkalarının çizdiği bir toplum, devlet değiliz. Arkamızda böyle bir kadim geçmiş var. Her bir şehrimiz bizim, Avrupa'daki ya da diğer yerdeki en köklü devletlerden daha eskidir. Şehirler önemlidir ve şehirler o kültürleriyle yaşar."
Sahaftaki kitap kokusu
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinin ardından her bilginin buraya akması için Hristiyan nüfusun buradan göçünü durdurduğunu, ticari erbabı orada tuttuğunu ve büyük alimleri şehre getirdiğini ifade eden Davutoğlu, "Bizim üniversite reformu içinde uluslararasılaşmamız, üniversite reformu içinde, hem öğrenciler hem öğretim üyeleri anlamında uluslararasılaşmamızdır. Her beyin Türkiye'ye doğru gelmeyi bir hedef olarak gördüğü zaman Türkiye bir kültür canlanmasına zemin teşkil eder. Ama beyinler Türkiye'den kaçmaya başlarsa işte o zaman gelecekten ümidinizi kesiniz. Bizim üniversitelerime biçtiğimiz misyon bunun sağlanmasıdır" ifadelerini kullandı.
Bilgiye artık herkesin sanal yollarla kolayca ulaşabildiğine dikkati çeken Davutoğlu, bu nedenle kitabın kıymetinin bilinmediğini söyledi. "Zihne en iyi şifa gelen ne derseniz, ben sahaftaki kitap kokusu derim. Onu tatmamış olan zihin ne öğrenci olabilir ne öğretim üyesi olabilir" diyen Davutoğlu, kitaptan kopuk olanların bilgisayarlar üzerinden ilim adamı olamayacağını ifade etti. Bunların yanı sıra bilgisayar kullanmanın da önemli olduğunu kaydeden Başbakan Davutoğlu, bir ilim adamının her an öğrenci olduğunun bilincinde olması gerektiğini de vurguladı.
Bölgede yaşananlar
Devlet yapılarının değiştiğini, Türkiye'nin çevresindeki ülkelerde ciddi sarsıntıların yaşandığını bildiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Suriye, Irak'ta yaşananları sadece her gün gelen mülteci sayısıyla bakıp da ne tedbir alacağız diye değerlendirmiyorum. Onu yapmak benim devlet adamı olarak görevim. Ama aynı zamanda bu sosyolojik değişim nereye gidiyor diye anlamaya çalışıyorum. Bunun için geçmişte yaptığımız uyarılar, 'Aman etnik ve mezhebi temelli yapılar yer etmesin' diye Irak ve Suriyeli liderlere neredeyse yalvarırcasına yaptığımız uyarıların karşılığını görememiş olmaktan ne kadar muzdarip olduğumu anlamanızı isterim. 2011'de daha Suriye'de çatışmalar bu kadar yayılmamışken, Beşşar Esad'a 7 saat, bir ramazan günü hiçbir şey yemeden tam 7 saat bunu anlatmaya çalışmıştım. 'Ne olur ordunuzla ki siz seviliyorsunuz, size de destek vereceğiz, ordunuzla halkı karşı karşıya getirmeyin. Ordunuzun yapısını siz biliyorsunuz. Bu coğrafyada ordu ve halk karşı karşıya gelir ve ulusal ordu kavramı bir kere yıkılırsa etnik ve mezhebi çatışma diye' keşke o konuşma hani mahremiyet olmamış olsaydı, kayda alınsaydı da bugün bütün dünya televizyonlarında dinlenseydi. Mezhepler tarihi veya bir siyasi tarih şeyi vermeye çalıştım oturup saatlerce. Üniversitelerimizin bu tehlikeyi görmesi lazım. Yeni Türkiye ve küresel özlü olmaya doğru giderken etrafımızdaki topluluklar parçalanıyor. Irak'ta, Suriye'de, Ukrayna'da yaşananların çok yakından takip etmemiz lazım."
"Öğrenciyi gören, sadece öğrenciyi gören hocadır"
Vatandaşlık bilincini güçlendirmek, evrensel vatandaşlık haklarından herkesin en özgür şekilde yararlanmasını sağlamak ve ideali, vizyonu bir üst kademeye çıkarmaya çaba sarf etmek gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, bunun da içselleştirici, kuşatıcı bir yapısal anlayışla gerçekleşeceğini, öğrencilerin de bu anlayışla yetiştirilmesini istedi. Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Biz öğrencimizi gördük mü, şimdilerde tartışmalar olduğu için söylüyorum: doğudan mı, batıdan mı, kuzeyden mi, güneyden mi Kürt mü Türk mü Rumelili mi Anadolulu mu, başörtülü mü, başı açık mı, sağcı mı solcu mu diye gören bir hoca, hoca değildir. Öğrenciyi gören, sadece öğrenciyi gören hocadır. Bunun acısını hep yaşadık geçmiş dönemlerde. Öğrenci öğrencidir.
İbn-i Rüşd'ün Hristiyan öğrencilere gösterdiği muhabbeti asırlar önce biz önümüze gelen öğrenciyi Müslüman mı, Hristiyan mı, Sünni mi, Alevi mi diye bakıp ayrıştırırsak hocalığa en büyük ihaneti yapmış oluruz. Hepsi bizim öğrencimizdir. Hepsine en doğru bilgiyi doğru şekilde aktarmak bizim görevimizdir, ahlaki görevimizdir. Hipokrat yemini gibi bu bilginin kutsallığı etrafında da bir yemin belki herkese ettirmek lazım. Bilgi insanlığın ortak malıdır ve sadece bütün insanlara da hiçbir ayrım gözetilmeden aktarıldığı zaman değer ifade eder."
Dünyadaki büyük değişimlerin teknolojik alanda yaşandığını, yapıların, dış aktörlerin, devletlerin, uluslararası sistemin değiştiğini, teknolojik değişimin de hayatın doğasını etkilediği vurgulayan Davutoğlu, şunları söyledi:
"Ben bunu dışişleri bakanı olarak çok yakından hissettiğim örnekte vereyim. Cep telefonu olmadan önce nasıl diplomasi yapılırdı bilmiyorum mesela. Çok basit gelebilir ama diplomasinin doğası değişti cep telefonuyla.
Filistin de ateşkes için son Gazze saldırısında bir istatistik çıkardı arkadaşlar bir hafta içinde 13-14 gün içinde yetmişe yakın telefon görüşmesi yapmışım, otuz beşi Amerikan Dışişleri Bakanıyla. Otuz küsuru Mahmud Abbas ve Halid Meşal tarafıyla Katar Dışişleri Bakanı ve diğer aktörlerle. Eskiden olsaydı, yani 15 sene önce benzer bir krizi yönetmeye çalışsaydınız, siz kripto göndereceksiniz, belki günlerce ayarlayıp bağlantılı konvansiyonel telefon görüşmesi yapacaktınız. Ama hayat her an akıyor, o sırada yeni denklemler oluyor. Bir saldırı oluyor, bir bakıyorsunuz muhatabınız dışişleri bakanı diyor ki: Gazze'de şu oldu. Sen de o sırada öğreniyorsun, hayır öyle değil böyle oldu diyebiliyorsun. Şimdi uluslararası ilişkiler öğrencileri de bundan etkilenecek ama mühendislik de etkilenecek. Her an tıp alanındaki olağanüstü gelişimi takip etmekte herhalde siz de zorlanıyorsunuzdur. Araçlar sürekli değişiyor. O zaman bu teknolojik değişimi süratle takip edecek konumda olmanız lazım. Şimdi bütün bunun üzerine nasıl bir üniversite tahayyül ediyoruz ve Türkiye'nin bu anlamda farklılığı nedir?"
Türkiye'nin diğer ülkelerden farklılığının ve özgün oluşunun nedeninin kadim bir medeniyetin son büyük merkezi olması olduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bizim medeniyetimiz dendiğinde bazen insanlar sadece şunu ya da bunu kastettiğimizi zannediyorlar. 1999'da Osmanlının 700. yılı dolayısıyla Türk Tarih Kurumuna bir tebliğ sunmuştum yıllık kongrede, 'Medeniyetler arası etkileşim ve Osmanlı' diye. Bizim medeniyetimiz dediğimizde kastettiğimiz şeyler nedir? Orta Asya'dan gelen bir hareketli turan kültürü, İran'ın üzerinden geçtiği için Nizamülmülk ile sentez edilen Melikşah ve Nizamülmülk. Biri turandır biri İran'dır. Alpaslan ismi alp ve arslandır, Orta Asya şeyi verir. Oğlu melik ve şahtır. Tamamıyla Mezapotamya ve İran'dır. Ama bir etkileşim, Mezapotamya ile ilgili söylediğim Artuklularla Selçuklularla vesaireyle..
Daha sonra Anadolu'da Roma kültürüyle ve Yunanla tanışır. Osmanlı onun içinden çıkar. Bizans'ın birçok kurumunu devralışımızın sebebi Bizans'ın ile Osmanlı ile kategorik ayrım değil, kadimin devamı mahiyetinde. Onun için Fatih Sultan Mehmet ve daha sonrakiler kendilerine hem sultan hem hünkar hem halife hem kayser-i Rum demişlerdir. Hiç de gocunmadan, kayser-i Rum Roma imparatoru Sezar'ın adını almıştır yani. Halifeyle İslam geleneğin adını alırken. Çünkü içselleştirmek zorunda, dışlarsa herhangi bir grup o siyasal entitenin dışına çıkarsa farklılaşır. Mısır kültürüdür, Mısır kültürünü almışız, hala İstanbul'daki en büyük kadim çarşılarımızdan birinin adı Mısır'dır. Gitmek isteyeceğiniz yerin adı Hidiv Kasrı'dır.
Şimdi Akdeniz kültürünü, Rumeli kültürünü almışız. Öyle bir şey ki bu coğrafya bütün o harmanı bünyesinde evşire devşire yoğura yoğura büyük birikim bize getirmiş. Biz bu birikimle aramızda mesafe mi koyacağız. Hayır, o kadimin hepsi bizimdir, bütün unsurlarıyla bizimdir. Hangi medeniyet birikimi bu topraklarda bir çakıl taşı bırakmışsa ona saygı duyarız, hangi düşünce bizi etkilemişse biraz önce anlattığım gibi hiçbir düşünceyi dışlamadan hepsini kendi birikimimiz olarak kabul ederiz."
"Geçmiş hiçbir birikimi dışlamadan hepsini vermek durumundayız"
Moderniten de etkilenildiğini anlatan Davutoğlu, "Hukuk sistemimiz Fransa hukuk sistemi, İtalyan, İsveç hukuk sisteminin anlaşılmadan anlaşılması mümkün değil modern dönemde. Düşünce hayatımız Fransa'daki 19. yüzyıl düşüncesini anlamayan Türkiye'deki modern düşüncenin doğuşunu anlayamaz. Bir vesileyle 83'te yazdığım makalede eşleştirmelerle bunu incelemeye çalışmıştım. Her bir düşünürümüzün karşılığı olan bir modernite düşünürü vardır, Ahmet Rıza için August Comte..." diye konuştu.
Üniversitelerin misyonlarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Başbakan Davutoğlu, şunları anlattı:
"Birinci misyon, kadim üniversite geleneği veya modern üniversite geleneği gibi insanlık birikiminin çağdaş insanlık birikiminin o günkü çağdaş kontekste taşınmış bütün unsurlarını ve o gün geçerli olan bütün bilgiyi yeni nesillere aktarmak. genel olarak zihni önder bir prototip üretmek üzere bütün bir düşünce birikimini aktarmak sonra da profesyonel birikim itibarıyla belli bir mesleği icra edecek şekilde aktarmak. Bu dünyanın her yerinde çalışabilecek, her toplumuyla entegre olup onlar anlayabilecek yeni bir insan unsurunun çıkması demek. Geçmiş hiçbir birikimi dışlamadan hepsini vermek durumundayız."
Bir tecrübesini paylaşan Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Malezya'ya gittiğimde 1991 senesinde bilinçli olarak Çin ve Hint medeniyetiyle Batı ve İslam'ın kesişim hattı olduğu için gitmiştim. Cumartesi okula ulaştım, pazartesi ders vereceksin dediler. Klasik okutulan bir siyasi düşünce tarihi kitabını alarak gittim. Sınıfa girdiğimde kitabı sakladım. Sınıfın üçte biri Çinli, Hintli, Maley, Afrikalı en az 12 ülkeden talebe var. Benim kitap ise Yunan düşüncesinden başlıyor Roma hukuku Ortaçağ düşüncesi modern dönem, Karl Marx, Hegel bitiyor. İçinde Konfiçyüs yok, Hint kültürü, İslam yok. Oradaki çocuklara ben o kitabı okutsam şunu demiş olacağım: 'Siz tarihte yoksunuz arkadaşlar, tarih birileri tarafından yazıldı, siz bunu ögrenin ve var olmaya çalışın.'
O zaman tekrar bir metin oluşturdum, bütün birikimi anlatmaya çalıştım. Bizim arkadaşlara öncelikle şunu dememiz lazım: 'İnsanoğlu eşrefimahlukattır. İnsanoğlu mahlukatın yaratılmışların en en şereflisidir. Hangi coğrafyadan, renkten olursa olsun, hangi dine, mezhebe inanmış olursa olsun insanoğlunun biriktirdiği her şey bizim malımızdır. hazinemizdir, dışlamadan onları öğreneceksiniz. Bir gün siz bir şey öğretmeye başladığınızda insanlara önce insana saygı öğreteceksiniz. Düşmanca hasmane bakış ve kategorileştirici bir düşünce değil, tamamıyla onların kalbine beynine nüfus ederek, sen insansın ve eşrefimahlukat olarak herkese bunu anlatacaksın. Bunu hani eşrefimahlukat medeniyet konteksti içerip subjektif görülüyorsa bunu hümanizmle de anlatabilirsiniz ama bizim için esas budur. Bu temel olmadan öğrencilere misyonluk birikimini bütünüyle aktarma bilincini vermeden onları hayata hazırlayamayız."
Davutoğlu, "Her üniversite ait olduğu medeniyetin, kültürün toplumun tarihte yürüyen öznesini yetiştirmekle mükelleftir. evrensel insanlık birikimini aldıktan sonra, sizler yeni dönemin Türk aydını öznesini yetiştirmekle mükellefsiniz" dedi.
"Biz bu kadar köklü birikme sahip olduktan sonra evrensellik adına bizim aydınımızı yetiştirmeyi sanki geri kalmış bir anlayış gibi görürsek üniversitelerimiz her şey olur ama üniversite olamaz. Kendisine inanamayan bireyden aydın çıkmaz" diyen Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü.
"Bize öyle özneler lazım ki Bağdat'ta Bağdatlı gibi, Kahire'de Kahireli gibi, Bahçesaray'da Kırımlı gibi, Semerkant'ta Buharalı gibi, Brüksel'de Avrupalı gibi. Dünyanın her yerinde iddiası olan bir yaklaşım benimsemedikçe, kendinize böyle bir iddia hazırlamadıkça büyük zihni devinimler olmaz."
Türkiye'nin geçmişine ve geleceğine dönük binlerce yılını hesap ederek bir iddiada bulunduğunu belirten Davutoğlu, üniversitelerin bu iddiayı benimsemesi gerektiğini söyledi.
"Kendi kültürünü bilmek ve o kültürden bir özne çıkarmak gerek"
Evrensel kültürü, insanlığın bütün kültürünü bilmenin gerekli olduğunu ama yetmeyeceğini bildiren Davutoğlu, kendi kültürünü bilmenin ve o kültürden bir özne çıkarmanın gerekliliğine değindi.
Üniversitelerin temel iddiasının bu olması gerektiğini ifade eden Davutoğlu, "Bu ikisi olunca, yani insanlık birikimini kuşatan kendi birikiminin de öznesi olan bireyler yetiştirdiğimiz de üçüncüsü o insanları, o öğrencileri meslek sahibi kılmak kolaydır. Çünkü öyle bir toplum zaten onları profesyonelce yetiştirecek altyapıya sahiptir" değerlendirmesinde bulundu.
Davutoğlu, üniversitelerin sadece meslek sahibi edindirmek için kurulan yerler gibi görülmesi ve öğrencilerin 'acaba hangi mesleği ne kadar çabuk elde edebilirim' diye düşünmesi halinde, üniversite hayatının yeterince canlı tutulamayacağını ifade etti.
Muhabir: Kurbani Geyik, Eda Ünlü Özen, Sarp Özer, Merve Yıldızalp
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.