Dolar
42.83
Euro
50.72
Altın
4,483.74
ETH/USDT
2,965.80
BTC/USDT
87,578.00
BIST 100
11,319.74
Analiz

GKRY-İsrail-Yunanistan zirvesi: Doğu Akdeniz'de yeni bir denklem mi?

İsrail Başbakanı Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Miçotakis ve GKRY lideri Hristodulidis, üçlü zirvede bir araya geldi. Bu zirve, Doğu Akdeniz'de şekillenen yeni jeopolitik denklemin geldiği aşamayı göstermesi bakımından kritik bir dönüm noktasıdır.

Prof. Dr. İsmail Şahin  | 23.12.2025 - Güncelleme : 23.12.2025
GKRY-İsrail-Yunanistan zirvesi: Doğu Akdeniz'de yeni bir denklem mi?

İstanbul

Uluslararası Kriz Araştırmaları Merkezi (USKAM) Başkanı ve Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Şahin, İsrail-Yunanistan-GKRY üçlü zirvesinin perde arkasını AA Analiz için kaleme aldı.

📲 Artık haberler size gelsin
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı

***

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) lideri Nikos Hristodulidis, 22 Aralık'ta Batı Kudüs'te düzenlenen üçlü zirvede bir araya geldi. İsrail, Rum ve Yunan basınında yer alan değerlendirmelere göre, zirvenin arka planında Türkiye'ye yönelik ortak güvenlik kaygıları bulunuyordu. En dikkat çekici iddia, İsrail, Yunanistan ve GKRY’nin dahil olacağı "ortak bir müdahale gücünü" ilan edileceği yönündeydi. Her ne kadar böyle bir karar resmen açıklanmasa da yapılan açıklamaların bu yönde güçlü sinyaller içerdiği görülmektedir.

Bu zirve, Doğu Akdeniz'de son yıllarda şekillenen yeni jeopolitik denklemin geldiği aşamayı göstermesi bakımından kritik bir dönüm noktasıdır. Başlangıçta enerji merkezli ve ekonomik çıkar odaklı bir işbirliği olarak sunulan İsrail–Yunanistan–GKRY hattı, bugün açık biçimde Türkiye’yi dengelemeyi, çevrelemeyi ve dışlamayı hedefleyen bir stratejik blok görünümü kazanmıştır. Öyle ki bu sürecin merkezinde, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da artan askeri ve diplomatik varlığıyla deniz yetki alanları, enerji kaynaklarının paylaşımı ve bölgesel güvenlik mimarisi konularında denge değiştirici hamlelerine yönelik duyulan rahatsızlık bulunmaktadır.

Zirve sonrasında yapılan ortak basın açıklamasında görüldüğü üzere bu ortaklık, kendisini "üç gerçek demokrasi" söylemi üzerinden meşrulaştırmakta ve bölgedeki sorunların kaynağı olarak örtük biçimde Türkiye'yi işaret etmektedir. Netanyahu’nun "Topraklarımız üzerinde yeniden egemenlik kurma fantezisi kuranlar" şeklinde sarf ettiği sözler, sadece soyut bir güvenlik kaygısını değil, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tezlerini ve askeri-diplomatik varlığını hedef alan bir algı inşasını yansıtmaktadır. Bu bağlamda üçlü ortaklık ise "istikrar sağlayıcı" bir blok olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

Üçlü işbirliğiyle ne amaçlanıyor?

Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayan enerji ve bağlantısallık projeleri, bu stratejinin en somut araçları olarak öne çıkmaktadır. Bu çerçevede, üçlü işbirliğinin en iddialı hedeflerinden biri, Doğu Akdeniz’i küresel ticaret ve enerji yollarının merkezlerinden biri haline getirmeyi amaçlayan Hindistan–Orta Doğu–Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) gibi büyük ölçekli altyapı projelerinin hayata geçirilmesidir. Asya’yı İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya bağlaması öngörülen bu proje, deniz ve demiryolu hatlarıyla birlikte enerji boru hatları ve fiber optik kablo bağlantılarını içeren entegre bir koridor niteliği taşımaktadır.

İsrail’den GKRY ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya uzanan enerji ve altyapı hatları, coğrafi gerçekliklere rağmen Türkiye’yi bilinçli biçimde devre dışı bırakmaktadır. Bu tercihler, ekonomik rasyonaliteyle değil, jeopolitik dışlama mantığıyla şekillenmektedir. Türkiye’nin bölgesel merkez ülke rolünü zayıflatmayı hedefleyen bu yaklaşım, Ankara’nın Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Balkanlar’daki etkinliğini sınırlamayı amaçlayan daha geniş bir stratejinin parçasıdır.

Üçlü işbirliğinin her geçen gün askeri bir boyut kazanması, bu çevreleme politikasının daha sert bir aşamaya geçtiğini işaret etmektedir. Kritik altyapıların ortak korunması, deniz siber güvenliği merkezinin kurulması ve terörle mücadele söylemleri, yüzeyde meşru güvenlik başlıkları gibi görünse de arka planda Türkiye’nin deniz yetki alanları, askeri varlığı ve bölgesel nüfuzu hedef alınmaktadır. Özellikle "hayati deniz yollarının korunması" vurgusu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki donanma faaliyetlerini dolaylı biçimde tehdit olarak öne çıkarmaktadır.

Bu stratejinin yalnızca Doğu Akdeniz’le sınırlı olmadığı, Orta Doğu–Doğu Akdeniz–Balkanlar hattında yeni bir denge ve düzen arayışını hedeflediği de açıktır. ABD’nin dolaylı ya da doğrudan desteğiyle geliştirilen “3+1” formatı, bu yapıya uluslararası meşruiyet kazandırmayı amaçlamaktadır. Bu adımları Türkiye, yalnızca bölgesel aktörler tarafından değil, daha geniş bir jeopolitik çerçeve içinde yalnızlaştırma hamlesi olarak da görmek mümkün.

Algı inşası ve söylemsel strateji

Liderlerin basın açıklamalarında dikkat çeken bir diğer unsur, üçlü işbirliğine yönelik söylemsel stratejidir. Bu çerçevede, Kudüs ve Atina'nın “Batı medeniyetinin temelleri” olarak sunulması, üç ülkenin de “kadim halklara” ev sahipliği yaptığı vurgusuyla geçmişte çeşitli imparatorluklar tarafından fethedilmiş olmaları ve modern dönemde bağımsızlıklarını kazanmaları gibi argümanlar öne çıkarılmaktadır. Bu söylem aracılığıyla, söz konusu işbirliğine kültürel ve tarihsel bir meşruiyet zemini kazandırılmaya çalışıldığı görülmektedir.

Çok açıktır ki bu söylem, analitik olmaktan çok ideolojik ve çarpıtılmış bir tarih okumasına dayanmaktadır. Öncelikle, Kudüs ve Atina’nın “Batı medeniyetinin temelleri” olarak sunulması, Doğu Akdeniz’in çok katmanlı tarihini indirgemeci biçimde yeniden kurgulayan problemli bir anlatıdır. Kudüs; İslam, Doğu Hristiyanlığı ve Yahudilik başta olmak üzere çoklu medeniyet havzalarının ortak mirasıdır. Dolayısıyla böyle bir tanımlama, tarihsel çoğulluğu dışlayan siyasi bir kimlik inşasına hizmet etmektedir. Benzer şekilde Atina’nın antik mirası da güncel jeopolitik iddiaları meşrulaştırmak için araçsallaştırılmaktadır.

İkinci olarak, basın açıklamalarında öne çıkan "kadim halklar" vurgusu, bölgede yaşayan diğer tarihsel ve toplumsal aktörleri görünmez kılan seçici bir söylem üretmektedir. Filistinliler, Türkler, Araplar ve diğer Doğu Akdeniz toplumları bu anlatının dışında bırakılmakta; böylece üçlü işbirliği, bölgenin doğal ve tarihsel sahipleri tarafından kurulan kaçınılmaz bir düzen gibi sunulmaktadır.

Son olarak, geçmişte imparatorluklar tarafından yönetilmiş olma ve modern dönemde bağımsızlık kazanma deneyimlerinin ortaklaştırılması, tarihsel gerçeklikleri yüzeyselleştiren bir çerçeve çizmektedir. Yunanistan, İsrail ve GKRY'nin bağımsızlık süreçleri, nedenleri, bağlamları ve sonuçları bakımından birbirinden oldukça farklıdır. Özellikle İsrail’in kuruluş süreci ile Filistin meselesi göz ardı edilerek yapılan bu eşleştirme, işgal, zorla yerinden etme ve devam eden katliamları perdelemektedir.

Sonuç itibarıyla enerji ortaklığından askeri eşgüdüme uzanan bu süreç, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlamayı ve çevrelemeyi hedefleyen bir düzen arayışı olarak kurgulanmaktadır. Üçlü ortaklığın temel felsefesi, kolektif güç yoluyla istikrar, refah ve barış tesis etme iddiasına dayandırılsa da bölgenin jeopolitik gerçekliği ve Türkiye’nin tarihsel, coğrafi ve stratejik ağırlığı göz ardı edildiğinde, bu tür girişimlerin Türkiye’ye rağmen, kalıcı bir istikrar üretmesi son derece tartışmalıdır.

[Prof. Dr. İsmail Şahin, Uluslararası Kriz Araştırmaları Merkezi Başkanı ve Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.