Dolar
39.87
Euro
46.96
Altın
3,337.20
ETH/USDT
2,576.10
BTC/USDT
109,200.00
BIST 100
10,275.75
Analiz

Türkiye'de demografik dönüşüm, sonuçları ve alınabilecek tedbirler

Türkiye’nin yaşadığı demografik dönüşüm süreci, sadece ülkemizde deneyimlenen bir süreç değildir. Türkiye, Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Uzak Doğu ve Okyanusya’daki gelişmiş ülkelerin 1750’lerden beri yaşadığı süreci gecikmeli olarak yaşıyor.

Prof. Dr. İsmet Koç  | 05.07.2025 - Güncelleme : 05.07.2025
Türkiye'de demografik dönüşüm, sonuçları ve alınabilecek tedbirler

İstanbul

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. İsmet Koç, Türkiye'de düşen doğurganlık oranının olası sonuçlarını ve bu eğilimin nasıl tersine çevrilebileceğini AA Analiz için kaleme aldı.

***

Türkiye, 1965'ten 2008'e kadar uyguladığı antinatalist politikalardan 2008-2012 yıllarında "en az üç çocuk" söylemiyle zimmi pronatalist politikaların uygulandığı bir döneme geçiş yapmıştır. 2013'ten başlayarak 2024'e kadar ise Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Öncelikli Dönüşüm Programı kapsamında açık pronatalist politikalar uygulamıştır. Bu program kapsamında, aile ve iş yaşamının uyumlaştırılması ve toplam doğurganlık hızının ikame seviyesi olan 2,1'in üzerine çıkarılması hedeflenmiştir. Ancak bu programın başladığı tarihte ikame seviyesinde olan toplam doğurganlık hızı (kadın başına 2.1 doğum), 2024'te 1,48 seviyesine kadar gerilemiştir.

Türkiye'de 81 ilin sadece 10'unda doğurganlık hızı ikame seviyesinin üzerindedir. Bu süreçte, ülkemizin nüfusu 85,7 milyona yükselmesine rağmen nüfus artış hızı binde 3,4 seviyesine kadar gerilemiştir. 2023-2024 yılları arasında 40 ilin nüfusunda azalma meydana gelmiştir. Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) yaptığı son nüfus projeksiyonunda yer alan ana senaryoya göre, 2050-2055 döneminde yaklaşık 94 milyona yükselecek olan nüfusumuz, bu tarihten itibaren azalmaya başlayarak 2100'de yaklaşık 77 milyona gerileyecektir. Doğurganlık hızının bugün olduğu gibi hızla azalmaya devam etmesi durumundaysa Türkiye nüfusu 2100'de 54 milyona düşecektir.

Aile Yılı kapsamında uygulanacak politikalar

Doğurganlık hızında meydana gelen bu hızlı azalma, bir yandan pandemiyle başlayan depremler ve ekonomik belirsizliklerle devam eden süreç, bir yandan az sayıda çocuk sahibi olma normunun oturması bir yandan da nüfus ve aile programlarıyla getirilen maddi teşviklerin, kreş imkanlarının ve annelere yarı zamanlı çalışma hakkı verilmesi gibi tedbirlerin yetersiz kalmasıyla ilişkilidir. Bu nedenle, bu programın hedeflerine ulaşması için bazı ek tedbirler alınmıştır. Bu ek tedbirler kapsamında, ilgili politika ve stratejileri veriye dayalı olarak güçlendirmek amacıyla 2024 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması'nın gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır. Yine bu kapsamda, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde Nüfus Politikaları Daire Başkanlığı kuruldu. Ayrıca, 24 Aralık 2024'te Nüfus Politikaları Kurulu ile Aile Enstitüsü de kurularak 2025, "Aile Yılı" ilan edilmiştir.

Aile yılı kapsamda 13 Ocak 2025'te yapılan toplantıda, Aile ve Gençlik Fonu kapsamında evlenecek gençlere 48 ay vadeli iki yıl geri ödemesiz ve faizsiz 150.000 TL kredi verilmesi politikasının daha önce pilot olarak seçilen iller yerine 81 ile yaygınlaştırılmasına; 1 Ocak 2025 itibarıyla ilk doğumda 5.000 TL tek seferlik bir nakdi yardım uygulamasının başlatılmasına; çocuklar beş yılına gelene kadar ikinci çocuk için her ay 1.500 TL; üçüncü çocuk için ise her ay 5.000 TL destek verilmesine; kadınlar için esnek çalışma modellerinin uygulanmasına ve ücretsiz ya da düşük ücretli kreşler yaygınlaştırılmasına ilişkin tedbirler açıklanmıştır. Bu politikaların önceki politikalara göre güçlü yönleri olmasına karşın özellikle esnek çalışma modellerinin ve kreş uygulamalarının ayrıntılarına ilişkin henüz net bir politika formülasyonu bulunmamaktadır.​​​​​​​

Türkiye gibi ideal çocuk sayısının halen yüksek olduğu ülkelerde nakit transferi yanında esnek çalışma, kreş uygulaması, çocukların bakım giderlerinin karşılanması, vergi indirimi, gelir, istihdam ve konut desteği gibi politika ve stratejileri devreye sokulması gerekmektedir.

Doğurganlık hızı neden azaldı?

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın üç çocuk söylemine ve yapılan yasal düzenlemelere karşın Türkiye'de özellikle 2013 ve sonrasında doğurganlık hızının hızlı bir şekilde düşmesinin arkasında yaşanan demografik dönüşüm sürecinde ortaya çıkan 6 farklı fakat birbiriyle ilişkili mekanizmanın katkısı bulunmaktadır. Bu mekanizmalardan ilki çocuğun işgücü ve sosyal güvence özelliğinin ortadan kalkmasıyla ve niceliğin yerini niteliğin almasıyla çocuğun maliyetinin artması ve değerinin azalmasıdır. İkincisi, ülkede iki çocuk normunun yerleşmesi sonrasında zamanla bir çocuk normuna ve giderek de "sosyal inferilite" olarak tanımlanan çocuksuzluğa doğru bir geçişin yaygınlaşmasıdır. Üçüncü neden ise çekirdek ve dağılmış aile yapılarının artması biçiminde gerçekleşen aile yapısının değişmesi sürecinde kuşaklararası bağların zayıflaması ve yeni kurulan ailelerin bakım yükü nedeniyle çocuğa olan talebinin azalması olarak açıklanabilir. Dördüncü neden olarak ilk doğum yaşının yükselmesi söylenebilir. Ülkemizde evlenmenin ön koşullarının ağırlaşması ve hayat tarzının değişmesi sonucu ilk evlenme yaşının kadınlar için 27'ye; ilk doğum yaşının 29’a kadar ertelenmiş durumdadır. Beşincisi, gelir seviyesi, istihdam, fiyat istikrarı ve konut kiraları ve fiyatları alanlarında ortaya çıkmış olan sosyoekonomik belirsizliklerin çok güçlü olarak kendini hissettirmesidir. Son olarak, doğru bir zamanlamayla geliştirilen müdahale programının unsurlarının gücünü artıracak finansmanın ve bu programı destekleyecek diğer politika ve stratejilerin yetersiz olmasıdır.

Doğurganlığın azalması Türkiye demografisini nasıl etkiler?

Bu sürecin demografik sonuçları olduğu kadar, ekonomik ve diğer alanlarda sonuçları da olabilir. Demografik olarak beş husus öne çıkmaktadır. Türkiye nüfusunun artış hızı önce sıfıra daha sonra da eksiye düşerek zaman içinde nüfusun azalması süreci (depopulasyon) başlayabilir. İkinci olarak, günümüzde yüzde 10'un biraz üzerinde olan yaşlı nüfusun payı hızla artarak 2050'ye kadar yüzde 15'e kadar yükselebilir. 18 yaşın altındaki nüfus zamanla hızla azalarak toplam nüfusun içindeki payının yüzde 10'lara kadar gerileyebilir. Askerlik çağı nüfusu olarak isimlendirilen 20-24 yaş grubundaki nüfusun hızla azalmasıyla güvenlik konusunda bir zaaf ortaya çıkabilir. Son olarak bir yandan nüfusun azalması (depopulasyon) süreci bir yandan da nüfusun yaşlanma süreci bir arada düşünüldüğünde, Türkiye nüfusunun zaten kaybetmiş olduğu "genç nüfus" niteliğinden hızla "yaşlı" ve daha sonra da "çok yaşlı nüfus" aşamalarına geçebilir.

Ekonomik sonuçları ne olur?

Yaşlı nüfusun artması ve genç nüfusun azalmasıyla çalışma çağı olan 15-64 yaş grubundaki, özellikle de 18-54 yaş grubundaki nüfusun hızla azalması bekleniyor. Bu durum, zaman içinde Türkiye'de işgücü arzında önemli bir açığın ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu açığın kapatılmasında bir süre işgücüne katılım hızları düşük olan kadın nüfustan yararlanılabilir ancak bu da çalışma çağı nüfusunun sürekliliğini sağlamaya yetmeyecek ve ülkemiz işgücü ithal eden bir ülke konumuna geçiş yapacaktır. Yaşlı nüfusun artması ve çalışma çağı nüfusunun azalmasıyla sosyal güvenlik sisteminde bir sigortalıya düşen bağımlı sayısı daha da artabilir ve bu durumda zaten aktüeryal dengesi bozuk olan sosyal güvenlik sistemi daha da zor durumda kalabilir. Nüfusun yaşlanmasıyla birlikte artan sağlık harcamaları ve zayıflayan sosyal güvenlik sistemi yaşlıların sağlık yükünün karşılanmasında kamu maliyesini zorlayabilir. Son olarak, nüfusun ve işgücünün yaşlanmasıyla birlikte emeklilik yaşının tedrici olarak artırılması gerekebileceği için bu durum iş barışının zaafa uğramasına neden olabilir.

Toplum nasıl etkilenir?

Türkiye'de aile yapısının da değişmesinin bir sonucu olarak yaşlı sayısının artmasıyla birlikte yaşlıların bakımının kim tarafından yapılacağı sorusu daha can alıcı bir şekilde gündeme gelebilir. Bu durum, kamu harcamalarının bir kısmının yaşlı bakım hizmetlerine ayrılmasına; yaşlıların giderek aile bakımından uzaklaşmasına yol açabilir. Bu durumun yaşlıların yalnızlaşmasını etkileyebilir. Çocuk ve genç nüfusun azalmasına paralel olarak mevcut eğitim yatırımlarının ileriki yıllarda atıl kalması durumu ortaya çıkabilir. Bu nedenle, Türkiye’nin daha fazla eğitim altyapısına ilişkin yatırım yapmak yerine eğitimin niteliğine yatırım yapması gündeme gelebilir. Demografik dönüşüm sürecinde aile yapısının değişmesi ve boşanma oranlarının artması tek kişilik ve tek ebeveynli ailelerin toplam nüfusu içindeki payını yüzde 25-30'lara kadar yükseltebilir.

Türkiye’nin yaşadığı demografik dönüşüm süreci, sadece ülkemizde deneyimlenen bir süreç değildir. Türkiye, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ile Uzak Doğu'da ve Okyanusya'da yer alan tüm gelişmiş ülkelerin 1750'li yıllardan beri yaşadıkları bu süreci gecikmeli olarak yaşıyor. Bugün Türkiye'nin gelişmişlik seviyesinde olan birçok ülkede bu süreci deneyimliyor. Gelişmiş ülkelerin demografik dönüşümü bu ülkelerin zenginleşme dönemine denk düşerken; Türkiye ve benzeri ülkelerde bu durum ne yazık ki henüz zenginleşme sürecine girmeden başlamıştır. Bu nedenle, demografik dönüşüm sürecine geç giren Türkiye gibi ülkeler, dirençli bir doğurganlık seviyesini sağlamak için gerekli maddi imkanlara sahip olamamışlardır. Şu anda bu süreci geriye çevirebilmiş yani doğurganlık seviyesi ikame seviyesinin altına düştükten sonra tekrar ikame seviyesinin üzerine çıkarabilen ülke bulunmuyor. Ancak doğurganlık seviyesini 1,5'in altına düşürmeden 1.7-1.9 seviyesinde tutabilen ülkeler mevcut. Bu da ancak aile ve nüfus politikalarının büyük maddi imkanlarla uzun dönemli olarak uygulanmasıyla mümkün oluyor.

[Prof. Dr. İsmet Koç, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdürüdür.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın