Analiz

NATO’nun yeni tehdit algısı ve Çin

NATO zirvesinde ilk defa "stratejik bir zorluk" olarak tanımlanan Çin’in ekonomik yükselişi, küresel hegemonik rekabeti yeniden hareketlendirirken, NATO’nun Soğuk Savaş sonrasındaki tehdit algısında stratejik bir dönüşümü tetikleyebilir.

Hüseyin Korkmaz  | 16.01.2020 - Güncelleme : 23.01.2020
NATO’nun yeni tehdit algısı ve Çin

İstanbul

3-4 Aralık 2019 tarihlerinde Londra’da yapılan NATO zirvesinde ilk defa "stratejik bir zorluk" olarak tanımlanan Çin’in uluslararası sistem içerisindeki ekonomik yükselişi, küresel hegemonik rekabeti yeniden hareketlendirirken, NATO’nun Soğuk Savaş sonrasındaki tehdit algısında stratejik bir dönüşümü tetikleyebilir.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD öncülüğünde kurulan “yeni düzenin” önemli yapı taşlarından biri olan NATO’yu, 1945 sonrası Batı merkezli tarihsel blokun “çimentosu” olarak tanımlamak mümkün. Batı blokunun “güvenlik” ayağında hayati bir işleve sahip olan NATO; ABD’yi içeride, SSCB’yi ise dışarıda tutmayı kendisine misyon edinen ve SSCB tehdidine karşı şekillenmiş bir yapı.

NATO, çok kutuplu bir yapıya doğru eğilim gösteren uluslararası sistem içerisinde kendisine mantıklı ve tarihsel bir pozisyon arıyor. NATO’nun temel endişesi Çin’in askeri yeteneklerinden ziyade giderek büyüyen ekonomik ve teknolojik gücünün oyun değiştirici bir seviyeye ulaşmış olması.

NATO’nun Çin endişesi belirginleşiyor

NATO bugün ittifak içerisinde yaşadığı anlaşmazlıklar ve kafa karışıklığına rağmen Çin’e yönelik bir duyarlılık geliştirmeye çalışıyor. Londra zirvesinin kapanış bildirgesinde Çin’e yönelik endişe resmiyete dökülürken, tarihsel ittifakın iradesini beyan etmesi Çin’e yönelik "stratejik bir hazırlığın" habercisi olarak kabul edilebilir. NATO, çok kutuplu bir yapıya doğru eğilim gösteren uluslararası sistem içerisinde kendisine mantıklı ve tarihsel bir pozisyon arıyor.

ABD, Çin’e karşı inşa etmeye çabaladığı “çevreleme stratejisini” tatmin edici bir boyuta taşımak için NATO’ya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor.

NATO, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana stratejik önceliklerini dönem dönem sorgulayan bir kuruluş. SSCB’nin dağılmasının ardından Rusya, NATO için temel bir tehdit unsuru olarak kalmaya devam ederken yeni dönemde Kuzey Kutbundan Afrika’ya ve Orta Doğu’dan Asya’ya kadar uzanan “istikrarsızlıklar”, tarihsel ittifakı çeşitlenmiş hibrit tehditlerle karşı karşıya bırakıyor.

Londra’da yapılan zirvede NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Pekin'in gelişen askeri yeteneklerinin “tüm müttefikler için etkileri” olduğunu ve buna karşılık “birleşik bir cevap” verilmesi gerektiğini belirtti. Stoltenberg ayrıca Çin’in yükselişinin ortaya çıkardığı fırsatlar ve zorluklara değinerek bunun “güvenlik” üzerindeki olası etkilerine odaklandıklarını söyledi.

Londra zirvesinin kapanış bildirgesinde özellikle 6. Madde Çin ile ilgili hususların altını çiziyor: “Çin’in artan nüfuzu ve uluslararası politikalarının ittifak olarak birlikte ele almamız gereken fırsatlar ve zorluklar sunduğunun farkındayız.” Bildirgenin 7. Maddesinde ise gelişen stratejik ortama dikkat çekilerek “NATO’nun siyasi boyutunun güçlendirilmesi” çağrısı yapılıyor.

Bildirgede geçen “Güvenliğimizin maliyetini ve sorumluluklarını paylaşmaya kararlıyız” ifadesini NATO’nun bütçesini genişleteceğinin bir işareti olarak okumak mümkün. Zaten ABD Başkanı Trump’ın da zirve sonrasında “NATO liderlerinin yıllık 130 milyar dolar daha fazla ödeme yapmalarını sağladım” şeklinde bir tweet attığını not etmek gerekiyor.

Çin, stratejik sektörlere yatırım yapıyor

NATO’nun temel endişesi Çin’in askeri yeteneklerinden ziyade giderek büyüyen ekonomik ve teknolojik gücünün oyun değiştirici bir seviyeye ulaşmış olması. Çin’in ekonomik faaliyetlerine bakıldığında Avrupa’ya çoktan geldiği görülüyor. Çin, Yunanistan'da bulunan Pire limanının önemli bir hissesine sahip ve aynı zamanda İtalya’da bulunan bazı limanlara yönelik de benzer bir faaliyet yürütüyor.

2016 yılında Çinli şirket COSCO, Yunanistan’ın Pire limanının yüzde 51’ini satın almıştı. O dönemden bu yana limanın konteyner yoğunluğu dört kat artmış vaziyette. Geçen sene Kasım ayında Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in de ziyaret ettiği Yunanistan, Kuşak ve Yol Girişimi açısından son derece kilit bir pozisyonda. Söz konusu devasa girişime 2019 yılı içerisinde G7 üyesi olan İtalya’nın imza atması o dönem özellikle ABD cenahında büyük yankı uyandırmıştı.

Çin’e Avrupa’da sıcak bakan ülkelerin arasında Portekiz ve Polonya da bulunuyor. Yine son dönemde Macron ve Merkel’in Çin’i “incitmeyen” tutarlı bir yaklaşım geliştirmesi, Pentagon ve Brüksel’de düşük yoğunluklu bir “alarmizme” neden olmuş durumda. Pekin ayrıca Sırbistan-Karadağ ve Bosna-Hersek gibi ülkelerde yaptığı kara yolu ve demiryolu yatırımları ile bölgedeki etkinliğini iyice hissettiriyor.

Çin’in AB içerisindeki çatlakları çok iyi değerlendirdiğini ve özellikle Orta ve Doğu Avrupa’daki ülkelerin finans ve altyapı sorunlarına özel bir ilgi gösterdiğini söylemek mümkün. “Çin'in yükselişi, ileride NATO'nun ‘temel değerlerine’ meydan okuyabilir mi” sorusunu cevaplamak için henüz erken. Ancak NATO, “güvenlikle ilgili çıkarlarının” Çin tarafından görmezden gelinmesi ihtimaline yönelik hassas bir çekinceye sahip.

Stoltenberg’in “NATO’nun dünyanın ekonomik gücünün yarısını ve dünyanın askeri gücünün de yarısını temsil ettiğini hatırlamalıyız” şeklindeki açıklamasını NATO’nun endişeleri bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Ancak bu söylemlerin NATO içerisinde yeknesak bir şekilde tezahür ettiğini söylemek zor. Özellikle NATO’nun “beyin ölümünün” gerçekleştiğini iddia eden Macron’un “şüpheciliği” en ciddi çatlak olarak öne çıkıyor.

ABD “tarihi ittifakı” konsolide etme çabası içinde

Huawei gibi Çinli firmaların 5G teknolojisi aracılığıyla Avrupa’nın iletişim altyapısını hedeflemesi ve NATO açısından kritik öneme sahip limanlarda Çin etkisinin genişlemesi ABD’yi endişelendiren önemli hususlar olarak öne çıkıyor. Bununla beraber ABD’nin NATO içerisindeki “politik uyumu” sağlama noktasında sorunlar yaşadığı görülüyor. Bu nedenle ABD’nin NATO’yu konsolide etmeye ve mali konularda daha çok katkı sağlamasına yönelik çabaları giderek artıyor.

ABD, NATO’nun Çin’e yönelik daha hızlı hareket etmesi gerektiğini düşünüyor. ABD Başkanı Trump’ın NATO’nun harcamalarını arttırması yönündeki baskısı ve tarihi ittifakın “eskidiği” yönündeki açıklamaları bunu teyit ediyor. Öte yandan ABD Savunma Bakanı Mark Esper, Çin’i “stratejik bir zorluk” olarak tanımlarken “fakat bu, Çin’in bir düşman olduğu anlamına gelmiyor. Yine de işlerin tercih etmeyeceğimiz bir şekilde ortaya çıkması durumuna hazırlıklı olmalıyız,” diye de ekliyor.

ABD, Huawei’nin özellikle Avrupa kıtasında kilit öneme sahip iletişim altyapılarına yönelmesine istihbarat zafiyetine yol açacağı tehlikesi nedeniyle sıcak bakmıyor. NATO’nun kapanış bildirgesinde Çin’in 5G’ye yönelik çalışmalarıyla ilgili vurgusu, Huawei gibi Çinli şirketlerin telekomünikasyon sektöründeki rolüyle ilgili giderek artan bir endişenin işareti olarak göze çarpıyor.

Bununla beraber Çin’in Rusya ile yaptığı ortak tatbikatlar ve Kuzey Kutbunda artan Çin-Rusya ilişkileri ABD’yi düşündürüyor. Çin ve Rusya arasında son dönemde ittifaka doğru yönelen bir gidişatın belirmesi ABD’yi büyük güç rekabetinde avantaj kaybetme tehlikesine doğru sürüklüyor. Geçen yılın sonuna doğru Çin, Rusya ve İran’ın Umman körfezinde gerçekleştirdikleri askeri tatbikat ABD açısından Orta Doğu jeopolitiğinde de alarm zillerinin çaldığını gösteriyor.

2020 yılına girdiğimiz şu günlerde Orta Doğu’daki gerilim zirve yapmış durumda. ABD’nin, İran’ın bölgedeki önemli askeri isimlerinden biri olan ve “İran’ın olası bir işgal hareketine karşı savunmasını Irak ve Suriye’de başlatması gerektiği” şeklindeki stratejiyi pratiğe döken General Kasım Süleymani’yi Irak’ta yapılan bir hava saldırısı sonucu öldürmesi, İran’ın bölgedeki nüfuzunu sarstı. Bu durum bölgedeki sürecin son derece kırılgan olduğunu gösteriyor.

ABD’nin bu hamlesini aynı zamanda Çin, Rusya ve İran’ın henüz belirmeye başlayan ortaklığına uyarı mahiyetinde okumak da mümkün. Kasım Süleymani’ye yapılan saldırı sonrası İran’ın Irak’ta ABD askerlerinin bulunduğu üslere balistik füze saldırısı gerçekleştirmesi tansiyonu iyice artırırken ABD Başkanı Trump’ın basın açıklaması yaparak “NATO’nun Ortadoğu sürecinde daha fazla yer almasını istiyoruz” demesi ve ardından NATO’yu Ortadoğu ile ilişkilendiren NATOME kavramını ortaya atması dikkat çekti.

NATO, Çin’i kuşatabilir mi?

Çin’in özellikle Avrupa, Kuzey Kutbu ve Afrika kıtasındaki nüfuzu her geçen gün biraz daha genişlerken Kuşak ve Yol İnisiyatifi gibi büyük projelerle “yapısal gücü” de artmaya devam ediyor. Askeri yeteneklerinin gelişmesinin yanında artan bu yapısal güç, Çin’in büyük güç rekabetinde öne çıkmasına ve hegemonya yarışında avantaj kazanmasına neden oluyor.

Çin, Avrupa için şu anda doğrudan bir askeri tehdit oluşturmuyor. NATO ve Çin ilişkisini SSCB dönemine benzer bir şekilde değerlendirmek zor. SSCB, daha çok askeri bir tehdit iken Çin tam aksine Avrupa’da büyük yatırımları olan küresel düzeyde ekonomik bir güç. Bu nedenle NATO, Çin’e yönelecek bir hamle sonrasında ekonomik olarak etkilenme olasılığını da değerlendirmek ve bunu dengelemek zorunda. Avrupa’daki birçok ülke için Çin hala önemli bir finans kaynağı olarak dikkat çekiyor.

NATO, Çin konusunda doğru bir tehdit tanımlaması yapmak için stratejik önceliklerini yeniden değerlendirmeli. Şu anda NATO hâlâ önemli ölçüde Rusya bağlamında bir güvenlik algısına sahip. Bu nedenle Orta ve Doğu Avrupa'daki caydırıcılık misyonunu es geçemiyor. NATO’nun huzursuzluğu Çin’in askeri gücünden ziyade ticari ve teknolojik gücü. Ancak bu iki konuyu “güvenlik” temelinde nasıl meşru gerekçeler haline getirebileceği sorusu NATO’yu koordineli bir strateji yürütme konusunda zorluyor.

Bu noktada NATO, Çin'in çevresinde bulunan Japonya, Güney Kore, Hindistan ve Avustralya gibi ülkelere yaklaşabilir. Bu ülkelerle beraber ortak bir yol haritası belirleyebilir. Bu çerçevede ABD’nin de bölgedeki belirleyici yaklaşımının etkili olması beklenebilir. Yine bu bağlamda NATO; ABD, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve İngiltere’den müteşekkil “beş göz” istihbarat ittifakı ile daha yoğun ilişkiler geliştirebilir.

NATO’nun öncelikleri dikkate alındığında, Çin’in çevrelenmesinden ziyade Avrupa’ya ekonomik ve teknolojik alanlarda çıkarma yapan Çin’in kıtada kontrol altına alınmasına yönelik bir stratejiye dönüşebilir. NATO, çok kutuplu bir yapıya doğru dönüşen yeni uluslararası sistem içerisinde kendisine tatmin edici ve ittifakın kuruluş ilkeleri ile çelişmeyen bir pozisyon arıyor. Küresel batı bloku, Pekin’in ekonomik gücünü kullanarak kendine özgü politik modelini sistemik düzeyde meşrulaştırıp yaymasından endişeleniyor.

Sonuç olarak ABD, Çin’e karşı inşa etmeye çabaladığı “çevreleme stratejisini” tatmin edici bir boyuta taşımak için NATO’ya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Bu aynı zamanda giderek aşınan Batı tarihsel blokunun yeni tehditlere yönelik stratejik bir yaklaşım ortaya koyması gerektiğini gösteriyor. ABD ve NATO’nun bu çabası Soğuk Savaş benzeri bir ortam yaratabileceği gibi uluslararası sistemin parçalanmasını hızlandıran bir momentuma da sebep olabilir.

[ABD-Çin İlişkileri ve Çin’in Dış Politikası alanında çalışmalarını sürdüren Hüseyin Korkmaz Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Uluslararası Güvenlik Ana Bilim Dalında Doktora çalışmalarına devam ediyor]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.