Dolar
41.68
Euro
48.96
Altın
3,864.85
ETH/USDT
4,483.20
BTC/USDT
120,367.00
BIST 100
10,963.12
Analiz, Analiz-Filistin

İsrail’in meşruiyet krizi derinleşiyor: Sumud Filosu'na yönelik saldırının etkileri ne olacak?

Küresel ölçekte “siyasal toplum” İsrail’in yanında olsa da gücün asıl kaynağı “sivil toplum” Filistin’in yanında konumlanmaya başladı. Filistin davasını sahiplenen “sivil toplum”, “siyasal toplumun” pozisyonunu Filistin yanlısı olarak dönüştürecektir

Doç. Dr. Necmettin Acar  | 03.10.2025 - Güncelleme : 03.10.2025
İsrail’in meşruiyet krizi derinleşiyor: Sumud Filosu'na yönelik saldırının etkileri ne olacak?

İstanbul

Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Doç. Dr. Necmettin Acar, İsrail'in sivil toplum nezdinde derinleşen meşruiyet krizini ve bu kırılmanın küresel sonuçlarını AA Analiz için kaleme aldı.

***

Gazze halkı, iki yıldır İsrail’in soykırımı aşan sistematik şiddetine maruz kalıyor. Siviller, yalnızca aralıksız bombardımanlarla değil, aynı zamanda açlığa mahkum edilerek de yaşamlarını kaybetmeye başlayalı çok oldu. İsrail’in, ağır bombardımanın yanı sıra açlığı da bir savaş aracı olarak kullanarak masum insanları ölüme terk etmesini kabullenemeyen 40'tan fazla ülkeden yüzlerce vicdan sahibi aktivist harekete geçti. Yaklaşık 500 kişinin ve 50'den fazla geminin bir araya gelmesiyle oluşturulan Küresel Sumud Filosu, Gazze’ye temel gıda ve ilaç ulaştırmayı hedefliyordu. Ancak Filo, uluslararası sularda İsrail ordusunun barbarca saldırısına uğradı ve zorla Aşdod Limanı’na çekildi. Barışçıl bir insani yardım girişimine karşı askeri güç kullanılması, İsrail’in sürdürdüğü soykırımı küresel ölçekte daha görünür hale getirirken, aynı zamanda dünya kamuoyunda büyüyen bir öfkenin, dayanışmanın ve direniş duygusunun da güçlenmesine yol açtı.

📲 Artık haberler size gelsin
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı

Siyaset bilimi literatürüne önemli katkılar sunan İtalyan sosyalist düşünür Antonio Gramsci, gerek küresel düzeyde gerekse iç politikada hegemonya mücadelesini, kendi geliştirdiği “sivil toplum”–“siyasal toplum” ve “mevzi savaşı”–“manevra savaşı” dikotomileri üzerinden analiz eder. Gramsci’ye göre hegemonya, hem devletin zor aygıtlarını içeren “siyasal toplumun”, hem de değerler, ideolojiler ve kültürel biçimlerin yer aldığı “sivil toplum”un kazanılması yoluyla inşa edilir.

Bu çerçevede “sivil toplumu” elde etmek üzere yürütülen uzun soluklu ve konumlanmaya dayalı mücadeleyi “mevzi savaşı”, “siyasal toplumu” elde etmek üzere yürütülen daha doğrudan ve hızlı çatışmayı ise “manevra savaşı” olarak kavramsallaştıran Gramsci’ye göre, kalıcı ve derinlemesine yerleşmiş bir hegemonya düzeni, esasen “sivil toplumun” elde edilmesi sayesinde mümkün hale gelecektir.

İsrail, Orta Doğu’daki rejimlerle ve bazı Batılı başkentlerdeki siyasal elitlerle geliştirdiği çok boyutlu ilişkiler aracılığıyla “siyasal toplum” üzerinde önemli bir kontrol kapasitesi elde etmiş durumda. Ancak Küresel Sumud Filosu girişimi, bu kontrol mekanizmasının “sivil toplum” düzeyinde aynı ölçüde etkili olmadığını açık biçimde ortaya koydu. Medya ve akademi üzerindeki yoğun baskılara rağmen, filoya yönelik askeri müdahalenin ardından Batı’da köklü bir geleneğe sahip olan sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve akademik çevrelerde İsrail’in yürüttüğü soykırım siyasetine karşı giderek artan bir tepki yükseliyor.

İsrail’in uluslararası sistemde meşruiyet stratejileri

İsrail, kurulduğu günden günümüze kadar, bir yandan devlet kapasitesini, diğer yandan Yahudi lobisinin gelişkin örgütsel imkanlarını kullanarak farklı ülkelerin siyasal elitleri ve karar vericileri üzerinde dikkate değer bir nüfuz geliştirdi. Bu nüfuzun inşasında sosyal medya, akademi, basın-yayın organları ve sinema endüstrisi gibi araçlar üzerinden kurulan iletişim ağlarının rolü merkezi bir önem taşıyor. Söz konusu mekanizmaların, özellikle Filistin bağlamında ve daha genel olarak Orta Doğu’daki çatışmalara ilişkin yürütülen söylemin şekillendirilmesine hizmet etmesi sağlanarak İsrail’in hukuksuz uygulamaları ve insan hakları ihlalleri büyük ölçüde görünmez kılındı.

Bir yandan siyasal elitler üzerinde nüfuz tesis edilirken, diğer yandan karar alıcı konumdaki aktörlere yönelik sistematik lobi faaliyetleri aracılığıyla, devlet kurumları ve uluslararası örgütler düzeyinde İsrail politikalarının eleştirilmesi ve İsrail’e karşı yaptırım uygulanması engellendi. Böylece, başta küresel güçler olmak üzere devletlerin ve özellikle Birleşmiş Milletler (BM) ile Avrupa Birliği (AB) gibi uluslararası örgütlerin İsrail aleyhine güçlü ve doğrudan bir tutum takınamadığı bir siyasal atmosferin oluşmasına zemin hazırlanmış oldu.

Sermaye, sosyal medya ve iş dünyasına nüfuz eden bu ağ, iletişim üzerinde önemli ölçüde bir hakimiyet tesis ederek basın ve yayın organlarının gerçekleri aktarma kapasitesini önemli ölçüde sınırlandırılmasında kullanıldı. Kamuoyunun yaşanan soykırım suçlarından ve hak ihlallerinden sınırlı ölçüde haberdar edilmesi sonucunda, işgal mağduru sivillerin “güvenlik” ve “terör” söylemleri çerçevesinde kriminalize edilmesi kolaylaştırıldı.

Tarihsel olarak bakıldığında, 20. yüzyılın başlarından itibaren İsrail’in “siyasal toplum” üzerinde kurduğu bu hegemonya, işgal politikalarının sürekliliğini sağlayan kritik bir dayanak teşkil etti. “Siyasal toplum” üzerinde kurulan hegemonya, siyasal elitler ve karar vericiler nezdinde güçlü bir destek üretip İsrail için korunaklı bir alan yaratarak İsrail’in hedeflerini çoğu zaman en vahşi yöntemlerle hayata geçirmesine siyasal meşruiyet sağladı.

Küresel Sumud Filosu ve İsrail’in sivil toplum nezdindeki meşruiyet krizi

İsrail, bugüne kadar işlediği soykırım suçlarını ve uluslararası hukukla bağdaşmayan uygulamalarını, “siyasal toplum” üzerinde kurduğu nüfuz sayesinde önemli ölçüde görünmez kılabilmeyi başarmış olsa da Küresel Sumud Filosu girişimi bu hegemonik atmosferi sarsan en önemli gelişmelerden birisi oldu. Gıda ve ilaç gibi temel insani ihtiyaçları kıtlıkla karşı karşıya kalan Gazze’ye ulaştırmayı hedefleyen bu filonun, İsrail tarafından askeri müdahaleyle engellenmesi yalnızca bir insani yardım çabasının bastırılması değil, aynı zamanda “siyasal toplum” üzerinde kurulu kontrol mekanizmalarının sınırsız biçimde işleyemeyeceğini gösteren kritik bir kırılma noktasıdır.

Nitekim bu olaydan sonra özellikle Batı ülkelerinde farklı toplumsal hareketler –futbol taraftar grupları, sendikalar, öğrenci hareketleri, sanat çevreleri ve akademik kurumlar– İsrail’in yürüttüğü soykırım politikalarını daha güçlü bir şekilde protesto etmeye başladı. Küresel düzeyde gerçekleştirilen kamuoyu araştırmaları da İsrail yanlısı söylem ve politikaların toplumsal desteğinde belirgin bir erozyon yaşandığını ortaya koyuyor. Son iki yıldır Batı metropollerinde milyonlarca insanın elverişsiz iklim koşullarına ve polis şiddetine rağmen meydanları doldurarak İsrail’in soykırım ve işgal siyasetini büyük protestolar düzenleyerek kınaması, bu dönüşümün somut bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

“Sivil toplumun” ürettiği bu toplumsal baskı mekanizması, son dönemde “siyasal toplum” üzerinde de doğrudan etkili olmaya başladı. Nitekim daha önce İsrail’e yönelik herhangi bir eleştiriyi dillendirmekten imtina eden Batılı siyasi liderler dahi, artan kamuoyu tepkisi karşısında pozisyonlarını gözden geçirmek zorunda kaldılar. Bu durum, Batı’da iktidarın esas dayanak noktası olan “sivil toplumun” kaybedilmesinin, İsrail açısından uzun vadeli ve stratejik sonuçlar doğuracağını gösteren önemli bir gelişmedir. Bu sonuçların başında ise geleneksel olarak güçlü bir etkiye sahip Yahudi lobisinin baskısına rağmen Batıdaki siyasal karar vericilerin giderek daha fazla Filistin yanlısı bir siyasi pozisyona yönelmeye başlamaları geliyor.

Son iki yıldır İsrail’in başta Gazze olmak üzere tüm Orta Doğu’da işlediği soykırım suçları ve ağır insan hakları ihlalleri karşısında, bölge devletleri, küresel aktörler ve BM ile AB gibi uluslararası örgütlerin etkisizliği, hatta çoğu durumda İsrail’e koşulsuz desteği, esasen İsrail’in geçmişte yürüttüğü “manevra savaşı” yoluyla “siyasal toplum” üzerinde kurduğu hegemonik üstünlüğün bir sonucudur. Ancak Küresel Sumud Filosu girişimi bu denklemi önemli ölçüde değiştiren bir sonuç üretti. Filonun İsrail ordusu tarafından uluslararası sularda barbarca engellenmesi sonrasında ortaya çıkan küresel toplumsal öfke, kritik bir gerçeği açığa çıkardı; “siyasal toplum” İsrail’in yanında konumlansa dahi, asıl güç kaynağı olan “sivil toplum”, özellikle Batı dünyasında belirgin bir biçimde Filistin’in yanında yer alıyor.

Küresel Sumud sonrası milyonlarca insanın sokakları doldurması ve İsrail’in soykırım ve işgal politikalarını kitleler halinde protesto etmesi, İsrail’in hegemonya mücadelesinde kaybetmekte olduğuna işaret ediyor. İsrail bugüne kadar “manevra savaşı” aracılığıyla “siyasal toplum” nezdindeki başarılarına odaklanmış olsa da “sivil toplum” desteğini kaybetmesi, yakın gelecekte güç dengelerinin tersine dönmesine yol açabilecek sonuçlar üretecektir. Bu durum, uzun vadede İsrail’in uluslararası alanda zayıflamasını ve Filistin’in özgürleşme mücadelesinin daha geniş bir meşruiyet zemini kazanmasını mümkün kılacaktır. Küresel ölçekte “siyasal toplum” İsrail’in yanında olsa da gücün asıl kaynağı olan “sivil toplum” Filistin’in yanında konumlanmaya başladı. Filistin davasını sahiplenen “sivil toplum” yakın gelecekte “siyasal toplumun” pozisyonunun Filistin yanlısı olarak dönüştürecektir.

[Doç. Dr. Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanıdır.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın