COP31 yolunda Türkiye'nin iklim diplomasisi
COP31 ev sahipliğinin verilmesi kararı, Türkiye’yi iklim diplomasisinin vitrini haline getirirken diğer yandan sorumluluğu Avustralya ile ortaklaşa taşıması, Türkiye'yi yenilikçi modelle kriz çözen, kapsayıcı ve pragmatik aktör olarak öne çıkarıyor.
İstanbul
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfından (SETA) araştırmacı Büşra Zeynep Özdemir, COP31 ev sahipliğinin Türkiye’ye verilmesi kararının arka planını ve sonucun önemini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Brezilya’nın Belem kentinde düzenlenen 30. Taraflar Konferansı (COP30), her yıl olduğu gibi bu yıl da ülkeleri iklim değişikliği ile mücadele için bir araya getirdi. Konferans, son yılların en çok tartışılan meselesi olan “fosil enerji kaynaklarının kullanımının sonlandırılması” odağında iklim finansmanı, adil geçiş ve adaptasyon tartışmaları ekseninde gerçekleşti ancak bu yılki konferansın Türkiye için ayrı bir önemi vardı: 2026 yılında düzenlenecek COP31’in ev sahipliğini yapacak ülke belirlenecekti. 2022 yılında adaylığını resmen ilan eden Türkiye ile Avustralya arasında geçen rekabet, iklim diplomasisi tarihinde bir ilkle çözüme kavuşturuldu.
Fosil yakıtlardan çıkış kavgası: COP30’da neler oldu?
Çevre kirliliği başlığı altında etkileri uzunca süredir tartışılan petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil enerji kaynaklarının kullanımının küresel ısınmanın giderek arttığı son yıllarda tamamen durdurulması bekleniyor ancak fosil yakıt üreticisi/ihracatçısı ve gelişmekte olan ülkelerin aralarında bulunduğu çok sayıdaki ülke bu karara karşı çıkıyor.
2021 yılında Glasgow’da düzenlenen COP26, fosil yakıt kullanımının durdurulması kararına en fazla yaklaşılan konferanstı. Konferansın sonunda hazırlanan bildirideki “kömür tüketiminin aşamalı olarak durdurulması” kararı, Hindistan’ın öncülük ettiği ülkelerce “aşamalı olarak azaltılması” şeklinde değiştirilmişti. Takip eden yıllarda da Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Azerbaycan gibi petrol ve doğal gaz üreticisi ülkelerin ev sahipliğini yaptığı konferanslarda yükselen itirazlar, kararın daha iddialı bir ifadeyle değiştirilmesini engellemişti. 2023 yılında Dubai’de düzenlenen COP28 ise bunun en son örneği. Konferansın sonunda fosil yakıtlardan adil, düzenli ve eşitlikçi şekilde uzaklaşılması kararı çıkmıştı. Bu kararın BAE’nin ulusal petrol şirketinin başındaki ismin başkanlık ettiği iklim konferansından çıkması şaşırtıcı değil. Ülkenin ev sahipliği, henüz konferans düzenlenmeden çok önce petrol piyasalarında sahip olduğu konumu dolayısıyla yoğun şekilde eleştirilmişti. Önceki yıl COP29’un düzenlendiği Azerbaycan da aynı dozda olmamakla birlikte eleştirilerle karşılanmıştı. Üst üste hidrokarbon üreticisi ülkelerde düzenlenen konferanslarda fosil yakıtlardan çıkış konusunda tarafsız tutumla karşılaşılması ihtimali zayıf görülüyordu. Bu sene de dünya petrol üretiminde önemli bir konumda bulunan Brezilya’nın ev sahipliği eleştirilere konu oldu.
Konferans tamamlanmadan önce hazırlanan taslak metinde fosil yakıtlardan çıkış senaryosuna ilişkin birkaç farklı ifadeye yer verildi ancak daha sonra “yol haritası süreci” ifadesi metinden silindi. Belem’in Amazon Havzası'na yakın konumu ve Amazon ormanlarının küresel ısınma sonucunda giderek daha fazla zarar görmesi, Brezilya’nın başkanlığının fosil yakıt karşıtı tutum sergileyeceği beklentilerine neden olmuştu. Bu satırlar yazılırken uzun süren anlaşmazlıklar nedeniyle konferans resmi takvim sürecini aştı ve kapanış müzakereleri hala sürüyor. Son taslak sonuç bildirisinde “fosil yakıtlar” ifadesinin dahi yer almadığı göz önünde bulundurulduğunda beklentilerin karşılıksız kaldığı anlaşılıyor. Bunun yerine yumuşak geçiş sürecine işaret eden “düşük karbonlu kalkınmanın geleceğin trendi” olduğu şeklindeki ifadelere yer veriliyor.
Kronikleşen finansman sorunu
İklim finansmanının yetersizliği, düzenlenen son konferanslarda sıklıkla dile getirilmiş ve hesaplamalara göre yıllık 1,3 trilyon dolarlık hedef belirlenmesi beklenmişti. Bu hedefe 2035 yılına dek ulaşılması konusunda yol haritası büyük ölçüde belirlenmiş durumda ancak nihai sonuç bildirisinde yer alması hala kesinleşmiş değil.
Dahası, finansmanın büyük ölçüde mitigasyon yani emisyon azaltım faaliyetlerine ayrılması, küresel ısınmadan en fazla zarar gören ülkeler tarafından yoğun tepkilere neden oluyor. Bakü’de düzenlenen COP29, bu meselenin COP30’a devredilmesi kararıyla sonlandırılmıştı. Hazırlanan son taslaklarda adaptasyon için ayrılan payın 3 katına çıkarılması hedefi var ancak hem kullanılan dilin bağlayıcı olmaması hem de metnin kesinleşmemiş olması, meselenin sonraki konferanslara ertelenmesi ihtimalini güçlendiriyor.
Fosil devinin açmazı: COP31 için neden Avustralya seçilmedi?
COP31’e kimin ev sahipliği yapacağı meselesi, Belem’de düzenlenen konferansın gündemindeki bir diğer konuydu. Henüz 2022 yılında resmi olarak adaylığını ilan etmiş iki ülke Türkiye ve Avustralya, organizasyonu üstlenmek için yoğun diplomasi trafiği yürüttü. Sonuçta iklim diplomasisinde yeni sürece işaret eden bir formül bulundu, ev sahipliği ve organizasyona başkanlık için iki ayrı ülke seçildi.
Avustralya’nın ev sahipliğine son dakikaya dek tepkiler geldi. 2024 yılı verilerine göre dünya genelinde en fazla sıvılaştırılmış doğal gaz ve kömür ihracatını Avustralya yaptı. Fosil devi olarak anılan ülkenin kendinden önceki yıllarda hidrokarbon üreticisi ve ihracatçısı ülkelerde düzenlenen konferanslara benzer bir organizasyon düzenleyeceği endişeleri, tepkilerin temelini oluşturdu. Avustralya hükümetinin Belem’de fosil yakıtlardan çıkış konusunda güçlü tavır sergilememesi de endişelerin haksız olmadığı şeklinde yorumlandı. Ülke içinden dahi fosil lobicilerine ortam sağlanacağı uyarılarının gelmesi, COP31’in fosil yakıtlar fuarına dönüşmesi riskini daha da güçlendirdi. Batı Avrupa ülkelerinin aralarında bulunduğu bir grubun itirazları karşısında Avustralya’nın geri adım atmak zorunda kalması, Türkiye’nin tek aday olmasını sağladı.
Fosil gölgesinden Antalya’ya uzanan yol
Türkiye ile Avustralya’nın aynı anda adaylığını koyduğu COP31’e ev sahipliği yapacak ülkenin seçilmesi için taraflardan birinin adaylığını geri çekmesi gerekiyordu. Türkiye, daha önce COP26 için de aday olmuş ancak Birleşik Krallık lehine geri çekilmeyi tercih etmiş ve konferans Glasgow’da düzenlenmişti. Ankara, ikinci kez geri çekilmeye niyetinin olmadığını Avustralya’ya ortaklaşa ev sahipliği yapma teklifinde bulunarak açıkça gösterdi ancak teklif Avustralya Hükümeti tarafından reddedildi. Kısıtlı konferans süresi ve ülke üzerindeki yoğun fosil yakıtlar odaklı baskı sonucunda Avustralya, Türkiye’nin adaylığını kabul etti. Nihai karar ise "COP31'in resmi ev sahibi Türkiye, müzakere başkanı ise Avustralya" şeklinde belirlendi. Bu formül ile iklim yönetişiminde "paylaşılan yetkinlikler" modeli, başlatılmış oldu.
Avustralya’nın Pasifik ülkelerini temsilen müzakerelere başkanlık edecek olması, bahse konu ülke gruplarının da çıkarlarının korunması açısından önem arz ediyor çünkü bölgedeki ada devletleri, iklim değişikliği kaynaklı olumsuzluklardan en fazla etkilenen ülkeler arasında yer alıyor. Bu durum Avustralya’nın başkanlığına şimdiden ağır bir sorumluluk yüklemiş durumda. Kömür ve LNG endüstrisini korurken bu ülkelerin çıkarlarını nasıl savunacağı merak konusu. Buna karşılık Türkiye’nin adaylık anlaşmazlığına çözüm önerisi sunması, kriz yönetebilen ve uzlaşı üretebilen aktör olduğuna işaret ediyor.
Ev sahibi olmanın ötesinde: Türkiye’nin yükselen iklim profili
Türkiye, Asya ve Avrupa kıtalarını birleştiren merkezi konumu ile konferans için oldukça uygun aday olduğunu 2021 yılındaki ilk başvurusundan bu yana sıklıkla ifade etti. Sahip olduğu coğrafi konumu ile dünyanın dört bir yanından katılacak delegelerin daha az karbon emisyonuna neden olarak seyahat etmelerine imkan sağlayacak olması, Ankara’nın en güçlü argümanlarından biri. Zira son yıllarda ülke liderlerinin COP’lara katılım sırasında tercih ettikleri seyahat şekilleri, sayısız özel uçak ve kara yolu aracının kullanımı da karbon emisyonunu artırması nedeniyle büyük eleştiri topluyordu.
Türkiye’nin Avustralya’nın yanı sıra son yıllarda konferanslara ev sahipliği yapan ülkelerin pek çoğuna kıyasla daha dengeli enerji profiline sahip olması, Ankara’nın adaylığını öne çıkaran bir diğer önemli faktör. Yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam elektrik enerjisi kurulu güçleri içindeki payı incelendiğinde Türkiye’deki yüzde 59’luk orana karşılık Avustralya’daki yüzde 52'lik oran dikkat çekiyor. Ekim 2025 itibarıyla Türkiye’de bu oran, yüzde 62’ye ulaşmış durumda. Bu tablo, ülkenin emisyon azaltımı konusunu ne denli ciddiye aldığını açıkça gösteriyor.
Kapsayıcılık ve adalet vurgusu, Ankara’nın iklim diplomasisinde üzerinde hassasiyetle durduğu bir diğer konu. Gelişmekte olan ülkelerin arasında yer alan Türkiye, Akdeniz kuşağındaki konumu ile de küresel ısınmanın etkilerine maruz kalıyor. Türkiye'nin bu olumsuzlukları ekonomik kalkınmasından vazgeçmeden giderme çalışmaları, düşük karbonlu ekonomi modeline atfettiği önemi gösteriyor. Küresel güney ile kuzey arasındaki güçlü köprü ülke kimliği de bu çabasından ileri geliyor.
Önümüzdeki süreçte Antalya’da düzenlenecek COP31’de Türkiye’yi ciddi bir sorumluluk bekliyor. Tüm gözlerin çevrildiği zirvede fosil yakıtlardan çıkış, iklim finansmanı ve adil geçiş mekanizması tartışmaları, bir kez daha gündeme gelecek. Bu noktada müzakere başkanlığının Avustralya’da olması, Türkiye için yük ve risk paylaşımı anlamına geliyor. Konferans, bir yandan Türkiye’yi iklim diplomasisinin vitrini haline getirirken diğer yandan sorumluluğu ortaklaşa taşıdığı yenilikçi modelle kriz çözen, kapsayıcı ve pragmatik aktör olarak öne çıkarıyor.
[Büşra Zeynep Özdemir, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfında (SETA) enerji çalışmaları araştırmacısıdır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
