
ANKARA
Cumhurbaşkanlığının internet sitesinde, DDK'nın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 30 Kasım 2012'deki talimatıyla hazırladığı "1-2 Temmuz 1993 Tarihlerinde Sivas İlinde Meydana Gelen 'Madımak Olayının' Oluş Şekli, Amacı, Sonuç ve Tesirleri İtibarıyla İncelenmesi"ne ilişkin araştırma ve inceleme raporu yayımlandı. DDK'nın raporunu, 24 Mart 2014'te tamamlayarak Cumhurbaşkanlığına sunduğu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de 26 Haziran 2014'te onayladığı kaydedildi.
DDK'nın hazırladığı 1402 sayfalık raporun sonuç bölümünü içeren son 76 sayfasında, tespit ve değerlendirmelere yer verildi.
Raporda, olayın "katliam" olarak nitelendirilmesi gerektiği belirtilerek, "Olayın ortaya çıkmasında, önlenememesinde ve soruşturulmasında/yargılanmasında devlete terettüp eden ağır bir hizmet kusuru bulunmaktadır" ifadesine yer verildi.
Sivas'ta düzenlenen etkinlik nedeniyle oluşan bir toplumsal kriz ve 37 kişinin ölümü ile sonuçlanan hadisenin, münferit bir hadise olarak görülerek unutulmaya terk edilmemesi gerektiğinin altı çizilen raporda, olayın oluş şekli, idari ve yargısal süreçlerdeki işlemler ve yarattığı sonuç ve tesirlerin tahlil edilmesi gerektiği belirtildi.
Raporda, "Sürekli olarak gerilim ve çatışma üreten Alevi-Sünni farklılığından doğan bir fay hattının varlığının kabulü, bir taraftan toplumsal mutluluğun ve barışın yakalanmasına yönelik olarak toplumsal sorunun çözümü doğrultusunda doğru adımlar atmamızı ve bir yandan da sorunun temsilcilerinin radikalleşmesinin önlenmesini ve bu fay hattı üzerinde derin illegal yapıların ajandalar üretme kapasitesini yok etmeyi sağlayacak bir ortam tesis edecektir" ifadesine yer verildi.
Başlangıçta "Alevi-Sünni çatışması" olarak değerlendirilmeyen olayların, devlet ve Alevi kolektif hafızalarında "Cumhuriyet karşıtı, şeriatçı bir kalkışma", Sünni kolektif hafızasında "provokasyon ve komplo sonucunda gerçekleşen bir karanlık olay" gibi nitelemelere maruz kaldığı kaydedildi.
Sivas olayları sırasında delillerin toplanması ve muhafazasında gerekli hassasiyetin gösterilmemesi ve olayların üzerinden 20 yıl gibi uzun bir sürenin geçmiş olmasının bazı bilgi ve verilere ulaşılmasında güçlük yarattığına dikkat çekilen raporda, "Soruşturma safhalarında delillerin toplanmasına ilişkin yetersiz uygulamalar, bilgisine başvurulan kişilerin olayları hatırlamakta güçlük çekmesi, sürece tanıklık eden bazı kişilerin vefat etmiş olması ve arşiv mevzuatı gereği saklama yükümlülüğünün sona ermiş olması gibi nedenler, söz konusu dönemde yaşananların tam olarak tespit edilememesine ve bir kısım bilgi ve belgeye erişilememesine sebep olmuştur. Sivas Olaylarının tarafı durumunda olan bazı kesimlerin, Devlet Denetleme Kurulu tarafından yürütülen incelemeye karşı çeşitli biçimlerde tezahür eden dirençleri ile karşılaşılmıştır" tespitine yer verildi.
Olayın ardından yapılan incelemelerde her kurumun kendi bakış açısından olayı incelediği, olayın bütüncül olarak ele alamadıklarına vurgu yapılan raporda, "Bu itibarla, özellikle bazı kritik mağdur ve tanıkların ifadesine başvurulması konusunda yetersiz kalınmıştır. Nitekim, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yöneticilerinin çalışmaya ve çalışmanın yürütülmesine karşı göstermiş oldukları direnç nedeniyle bazı kişilerin bilgisine başvurulamamıştır" denildi.
Kronolojik değerlendirme zorunlu
Raporda, Sivas'ın, pek çok topluluğun, kavimlerin yerleştiği ve dinleri, inanışları, örf ve adetleriyle kültür çeşitliliği oluşturduğu bir yerleşim merkezi olduğu, ve bu çerçevede, Sivas'ta Alevi ve Sünni nüfusun yüzyıllardan beri bir arada yaşadığı, zaman zaman ise 1978 Sivas Olayları gibi mezhep farklılığının ön plana çıkarıldığı toplumsal olayların meydana geldiği anımsatılarak, gerek 1993 yılının ilk yarısında Türkiye genelinde yaşanan bazı hadiseler ile IV. Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin hazırlık ve başlangıç safahatında yaşanan gerginliği artırıcı gelişmelerin kronolojik olarak değerlendirilmesini zorunlu kıldığına işaret edildi.
Raporda, "Sivas Olaylarının gerçekleşmesinden önce oluşan ortam ve olayların kronolojik gelişimi bile tek başına; kamu yönetiminin söz konusu olaylardaki rolünü ve oluşan toplumsal krizi algılama ve yönetmedeki basiretsiz uygulamalarını ve Sivas olaylarına ilişkin kolektif hafıza gruplarının tutum ve yaklaşımlarını açıklayıcı niteliktedir" ifadesi kullanıldı.
Sivas olaylarından sonra olayların oluş şekli ve mahiyetine ilişkin olarak çok sayıda iddia gündeme getirildiği hatırlatılan raporda, şu değerlendirme yapıldı:
"2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta yaşanan olay; farklılıklara ilişkin önyargılarımız, tahammül ve hoşgörü eksikliğimiz, ötekine zarar vermek amacıyla hegemonik güç ile kurduğumuz iktidar ilişkileri, tektipleştirme ve ötekileştirmeye dair siyasetlerimiz ve toplumsallaştırma çabalarımız, tüm yaşanan tecrübeleri tarihselleştirmedeki, geçmişi günümüzde yaşatmaya yönelik çabalarımız neticesinde hep birlikte oluşumuna katkıda bulunduğumuz bir olaydır. Bu açıdan, esas itibariyle söz konusu olaydaki sebep ve failleri; kamu yönetiminin söz konusu olaylardaki rolünde ve oluşan toplumsal krizi yönetmedeki basiretsiz uygulamalarında ve Sivas olaylarına ilişkin kolektif hafıza gruplarının tutum ve yaklaşımlarında aramak gerekmektedir."
İllegal örgüt bağlantısı kurulamadı
Raporda, ayrıca "Raporun ilgili bölümünde belirtilen kısıtlar çerçevesinde yürütülen çalışmalar neticesinde; iddialarda belirtilen olayların bir bütünün parçalarını oluşturduğuna ve Sivas Olaylarının bir komplo ve/veya provokasyonun neticesinde gerçekleştiğine dair herhangi bir illiyet bağı kurulamamıştır" ifadesine yer verildi.
Katliamda sorumlu tutulan 81 kişinin yakalanıp yargılanmış ve mahkum olmuş olmalarının komplo teorisine yönelik iddiaları zayıflattığına vurgu yapılan raporda, yargılanan ve mahkum olan olaylardaki başat kişilerin hiçbirisi ile ilgili herhangi bir illegal örgüt ya da yapı arasında bağlantı kurulamadığı bilgisi verildi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan "kimlik" oluşturma çabalarının "tek kimlikli" ve çok kültürlülüğü reddeden bir kavramsallaştırmaya doğru yöneldiği, bu yöndeki uygulamaların da farklı bir sosyolojik yapının ortaya çıkmasına yol açtığı belirtilen raporda, dindarlar, Aleviler, Kürtler, sol düşünce sahipleri, gayrimüslimler ve farklılıklarını muhafaza etmeye çalışan diğer toplulukların ötekileştirildiğine işaret edildi. Bu grupların, marjinalleştirildiği ve tehdit unsuru olarak kavramsallaştırıldığı kaydedilen raporda, "Böylece, ideal tek tip vatandaş oluşturma amacına yönelik tektipleştirme siyasetleri toplumda daha geniş bir çerçevede ötekileştirme kültürünün gelişimine ve bunun da ötesine geçilerek herkesin ötekileştirildiği ve birbiriyle çatışma içerisinde olan gruplar ve hafızalar ortaya çıkmıştır" denildi.
2 Temmuz 1993'te Sivas'ta yaşananlara bakıldığında da, taraflarca geliştirilen tutum ve davranışlarda tarihsel tecrübe ve toplumsal yapıdaki kırılmaların ve mücadelelerin izlerinin görüldüğü vurgulanan raporda, "Sivas Olayları"nın devlet açısından da Alevi toplumsal belleği ve Sünni kolektif hafızası açısından da Sivas'ın farklı tanımlandığı ifade edildi.
Raporda, "Herhangi bir kolektif hafıza bagajı taşımaksızın Sivas'ta gerçekleşen olayın nitelendirilmesi şudur" denilerek, aşağıdaki değerlendirme yapıldı:
"Sivas'ta cereyan eden olay; 2 Temmuz 1993 tarihinde düzenlenen etkinlik nedeniyle oluşan bir toplumsal krizin başlangıcından sonuna kadar yönetilmesinde; gerek etkinliğin düzenlenme yerinin belirlenmesi gerekse katılımcı profilinin oluşturulmasında devletin aktif katılımına ve apaçık gerçekleştiği/oluştuğu görülen toplumsal kriz riskine rağmen, gerek yeterli güvenlik önlemleri alınmadan etkinliğin yapılmasına devlet tarafından ön ayak olunması gerekse etkinliği düzenlemeye aktif olarak katılan valiliğe ve katılımcı profiline yönelik olarak ciddi protestoların yaşanmasına rağmen; ortamı soğutmaya ve can güvenliğini sağlamaya yönelik olarak etkinliğin iptali, kalabalığın dağıtılması, katılımcıların otelden tahliyesinin sağlanması, sokağa çıkma yasağı uygulanması gibi tedbirleri almakta ciddi ihmal ve zafiyetler gösterilmesi neticesinde kontrolden çıkan ve kutsalına hakaret edildiğine ilişkin nefret duygularıyla hareket eden şuursuz hale gelmiş kalabalıklarca otelde bulunan 35 kişinin ölümüne yol açılması ile sonuçlanan ve 'katliam' olarak nitelendirilmesi gereken bir toplumsal olaydır."
"Kamu yönetimi olaylar sırasında zafiyet gösterdi, kontrolü yitirdi"
Sivas olaylarında yargılanarak çeşitli cezalara mahkum edilen 81 kişinin, otelde öldürülen 35 kişinin görünen, temas edilebilen ve yargılama süreçlerinin tespit ettiği sorumluları olduğuna dikkat çekilen raporda, şunlar kaydedildi:
"Olayların oluş şekli ve mahiyeti, bunların yanında, başka faillerin ve sorumluların da varlığına işaret etmektedir. Bu açıdan, esas itibarıyla söz konusu olaydaki sebep ve failleri, kamu yönetiminin söz konusu olaylardaki rolünde ve oluşan toplumsal krizi yönetmedeki basiretsiz uygulamalarında ve Sivas olaylarına ilişkin kolektif hafıza gruplarının tutum ve yaklaşımlarında aramak gerekmektedir. Başka bir deyişle, kolektif hafızalar arasında çatışmalı bir alana girip bir başka kolektif hafızayı ötekileştiren ve tarafsızlığını yitirecek nitelikte başka bir kolektif hafızaya ait bir etkinliği düzenleme ve heykel dikimi gibi sair işlere girişen ve güvenliği sağlamakla ilgili temel görevine ilişkin gereklerden hiçbirisini yerine getirmeyen ve olaylar sırasında da aynı zafiyeti gösteren ve olaylarda kontrolü yitiren ve böylece 37 kişinin öldürülmesine seyirci kalan ve sebep olan dönemin kamu yönetimi unsurları ile kamu yönetimine hakim olan paradigma ve yaklaşımlar da olayın esas failleri olarak görülmelidir.
Aynı şekilde, yargıya müdahale niteliği taşıyan vasıtalarla olayın gerçek mahiyetini kavramaya yönelik çabaların sonuçsuz kalmasının; adli ve idari soruşturmaların kamu vicdanını tatmin etmeyen bir biçimde sonuçlanmasının ve böylece olayın tümüyle kolektif hafızalar tarafından tarihselleştirilmesine yol açılmasının da temel müsebbibi devletin söz konusu olaylarda taraf haline gelmesi ve geleneksel tarihselleştirme araçlarına başvurmasına ilişkin uygulama ve yaklaşımlarıdır. Bu nedenle, olayın ortaya çıkmasında, önlenememesinde ve soruşturulmasında/yargılanmasında devlete terettüp eden ağır bir hizmet kusuru bulunmaktadır."
"Sorumluları gösteren yaklaşım, oteli yakanların suçunu hafifletmez"
Sivas olaylarında hem yönetsel hem de siyasal organları itibarıyla olayın temas ettiği dönemin tüm devlet ricali ile yaklaşımlarının, 37 kişinin ölümünden dolayı, en az kalabalıkları şuursuz hale getiren ve kolayca tahrike kapılan Sünni kolektif hafızaya ait bazı algı ve yaklaşımlar ile Sünni kolektif hafızanın tahrikine yol açtığı kanaati edinilen bazı davranışlar kadar sorumlu olduğunun altı çizilen raporda, "Ne yazık ki gerek kamu görevlileri ile ilgili etkin bir adli ve idari soruşturma ve yaptırım kapasitemizin olmaması gerekse siyasal sorumluluk algılaması ile ilgili yetersiz demokratik standartlarımız nedeniyle herkes 'tüm suçu' kalabalıkların ve toplumun üzerine yıkma kolaycılığını tercih etmiştir" tespitinde bulunuldu.
Sorumlulukların böyle bir perspektifte belirlenmesinin, oteli yakan ve oteldeki 35 kişinin ölümüne yol açan kişilerin ve anlayışların suçunu hafifletmeye yönelik bir tavır olmadığı vurgulanan raporda, tam aksine, Sivas olaylarında söz konusu kişiler ve anlayışlar dışında da faillerin ve sorumlulukların olduğu gerçeğinin kavranılmasına ve topluma bu gerçeğin gösterilmesine yönelik bir yaklaşımı ifade ettiğine vurgu yapıldı.
"Kalabalığa her türlü eylemi yapma imkanı verilmiş"
Raporda, "Şeytan Ayetleri" kitabı ile ilgili hem dünyada hem de Türkiye'de İslamofobi kaygılarının oluştuğu bir zamanda ve Sivas gibi benzer hadiseler yaşanmış bir şehirde, daha önce Banaz köyünde yapılan bir etkinliğin ilk iki gününün şehir merkezine taşınması ve bir Alevi etkinliğine "Şeytan Ayetleri" kitabının çevirisinin Aydınlık gazetesinde tefrika edilmesi ile gündeme gelmiş Aziz Nesin'in onur konuğu olarak davet edilmesi neticesinde milliyetçi ve dini reflekslerle bir protesto gerçekleşmiştir" denilerek, protestolar olacağının bilinmesine rağmen yeterli güvenlik önlemlerinin alınmadığına, kalabalığı dağıtmak için etkili çaba gösterilmediğine dikkat çekildi.
Madımak Otelinin önündeki kalabalığın dağıtılması ya da otelde kalanların boşaltılmasına yönelik herhangi bir tedbire başvurulmadığı vurgulanan raporda, şu tespitler yer aldı:
"500 civarında polis ve jandarmadan oluşan güvenlik görevlisi ile yangından önce görevlendirilen ilave 370 kişilik askeri personel, kalabalıkları soğutmaya ve dağıtmaya veya otelde kalanların tahliyesine yönelik herhangi bir faaliyette kullanılmamıştır. Olaylara ilişkin risk ve tehdit belirlemesinin yanlış yapılması ve buna bağlı olarak güvenlik unsurlarının edilgen müdahale içerisine girmesi, bir yandan kalabalığın artması ve kabarmasına diğer yandan da güvenlik unsurlarının caydırıcılığının aşınmasına neden olmuştur. Böylece, uzun süre otelin önünde bekletilen kalabalığa adeta her türlü eylemi yapma imkanı verilmiş ve kalabalıkça tüm protesto eylem ve söylemlerinin tüketilmesine ve nihayetinde otelin yakılmasına kadar gidecek bir ortam yaratılmıştır."
Madımak Oteli'nde bulunanların bir kısmının yangından kısa bir süre önce tehlikeyi görerek otelden çeşitli yöntemlerle ayrıldığı ancak idare tarafından cılız bir biçimde otelden ayrılmaya yönelik ikna çabaları dışında zorunlu tahliye seçeneğinin düşünülmediği kaydedilen raporda, otelde kalanlar adına karar verenler tarafından da otelde kalmanın daha güvenli olduğu ve/veya oteli terk etmenin mevzii kaybetmek ve irticaya geçit vermek olarak telakki edildiği için ısrarla otelde kalınmaya devam edildiği aktarıldı.
"Kitle psikolojisiyle şuurunu kaybetmiş/gözü dönmüş ve tüm protesto araçları tükenmiş kalabalıkça önce otelin önündeki araçlar yakılmış, daha sonra da otel ateşe verilmiştir. Otelde vuku bulan ölümler, ağırlıklı olarak yangın nedeniyle oluşan dumandan gerçekleşmiş olup, bazı ölümler ise dumanla birlikte yanmadan kaynaklanmıştır" ifadelerine yer verilen raporda, Valiliğe ve katılımcı profiline yönelik ciddi protestoların yaşanmasına ve tehlikenin oluşumuna rağmen, otelin taşlanması ve akabinde otelin önündeki araçların yakılması girişimleri sırasında dahi sağlık teşkilatının alarm durumuna geçirilmediği, bu nedenle de dumandan etkilenenlere yönelik olay yerinde acil müdahalede bulunulamadığı veya sağlık kuruluşlarına derhal sevklerin sağlanamadığı değerlendirildi.
Ölü muayene ve otopsi işlemlerinin dönemin mevzuatı ve bilimsel standartlarına uygun olarak yapılmadığına vurgu yapılan raporda, şu ifadelere yer verildi:
"Öyle ki cesetler üzerinde istikrarlı olmayan farklı farklı yöntemler kullanılmak suretiyle otopsi işlemleri gerçekleştirilmiştir. Bazı cesetlerde sadece ölü muayenesi ile yetinilmiş, bazılarında klasik otopsi işlemi yapılmış, diğer bazılarında ise klasik otopsi yanında kan örnekleri alınarak Adli Tıp Kurumu Başkanlığına görüş sorulmuştur. Otelde ölenlerden sekiz kişinin kesin ölüm nedeni belirlenmemiştir.
Otelde öldürülen 35 kişi dışında 2 kişi daha hayatını kaybetmiştir. Söz konusu 2 kişi güvenlik görevlilerince göstericilerin dağıtılması sırasında ateşli silahla vurularak öldürülmüştür. Söz konusu olayın faillerinin tespitine yönelik herhangi bir adli süreç işletilmemiştir. Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu, Suç Eşyası Yönetmeliği ve Polisin Adli Görevlerinin Yerine Getirilmesinde Delillerin Toplanması, Muhafazası ve İlgili Yerlere Gönderilmesi Hakkında Yönetmeliğin olay yeri inceleme ve delil toplama hükümlerine uyulmamış, delillerin toplanmasında ve muhafazasında yeterli ve gerekli özen gösterilmemiştir."
"Kamu görevlileriyle ilgili etkin bir soruşturma ve yaptırım kapasitesi oluşmamış"
Yargı süreçlerinde, suçun tipini ve vasfını doğrudan etkileyen bir kısım sloganların eklenmesi ve Kongre Müzesi önündeki Atatürk büstünün sökülmesi/tahrip edilmesinin faillerinin netleştirilmeden yargılananların yaptığına karar verilmesi gibi eksiklikler ve hataların oluştuğu belirtilen raporda, şu tespitler yer aldı:
"Soruşturma ve yargılamalar esnasında, bazı yargı mensuplarınca 'Düşünce Örneği' yazısının ilgili mahkemelere gönderilmesi suretiyle yargılama yeri ve görevli mahkeme ile suç vasfını değiştirmeye yönelik yargılamaya müdahale niteliği taşıyan bazı hususlar vuku bulmuştur. Sivas olaylarında ortaya çıkan kamu yönetimi zafiyetleri ve hizmet kusurlarına yönelik ilgili kamu görevlileri hakkında etkin bir adli ve idari soruşturma ve yaptırım kapasitesi oluşmamıştır.
Olaylarla ilgili olarak adli takibata maruz kalan kamu görevlilerinin fiilleri sadece, belediye görevlileri tarafından işlendiği iddia edilen, kalabalığın engellemesi ve güvenlik kuvvetlerinin engellemeleri bertaraf edememesi sonucu kalabalık içerisinde sıkışan itfaiyenin etkin kullanılmaması (göstericilere tazyikli su sıkılamaması) ile otele atılan taşların aylar önce yapılan ihale süreciyle ilgili olarak tespit edilen usulsüzlüğe yönelik fiillerdir. Özetle, 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir olay ve ağır ihmaller zincirinde, ilin emniyet, asayiş ve genel yönetiminden sorumlu tek bir kamu görevlisi bile herhangi bir adli takibata (kovuşturmaya) maruz kalmadığı gibi en hafif bir disiplin cezası bile almamıştır."
Olayla ilgili raporda yer alan tanımların dışındaki yorum ve görünümlerin, kolektif hafızaların şekillendirdiği biçimler olarak görülmesi gerektiğine dikkat çekilen raporda, "Ne söz konusu olayların etkisini ve insanların acısını hafife almaya yönelik bahane bulucu (olayların arkasında karanlık odakların bulunduğu ve komplo olduğu gibi) Sünni kolektif hafıza yaklaşımları ne olayları sadece Kerbela travması ile açıklamaya çalışan Alevi kolektif hafıza yaklaşımları ne de olayı 'Cumhuriyete ve Laikliğe Kalkışma' şeklinde resmi tarih tezi oluşturmaya çabalayarak savuşturmaya kalkışan devlet kolektif hafızasının çabaları ahlaki tutumlar olarak görülebilir" denildi.
"Hep birlikte oluşumuna katkıda bulunduğumuz Madımak katliamında..."
Sivas olaylarının gerçekleşmesine yol açan ve bugün de yaşanan temel sorunun, "ötekileştirme" geleneğinin mevcut ortak tasavvuru ve hukuk düzenini şekillendirmesi olduğu ifade edilen raporda, şu değerlendirme yapıldı:
"Sivas'ta yaşanan olaylar ve sonucunda ortaya çıkan tablo, kutsalı koruma, nefret suçları ve ifade özgürlüğü alanının hukuk düzeni içerisinde iyi tanımlanmamış olmasının ve/veya kutsallıkların hegemonik ve/veya hiyerarşik bir anlayışla yönetilmeye çalışılmasının ne tür sonuçlara yol açtığını net bir şekilde göstermiştir. Başka bir deyişle, kutsalın korunması, nefret suçu ve ifade özgürlüğü alanındaki evrensel standart ve uygulamaların oldukça uzağında konumlanmış olan hukuk normlarımız, Sivas olaylarının ortaya çıkmasını engelleyemediği gibi bizatihi toplumsal düzeni tesis ile yükümlü olan devlet aygıtını, söz konusu olayların ana aktörü ve sorumlusu haline getirmiştir.
Hep birlikte oluşumuna katkıda bulunduğumuz Madımak katliamında, farklılıklara ilişkin önyargılarımız, tahammül ve hoşgörü eksikliğimiz, tektipleştirme ve ötekileştirmeye dair siyasetlerimiz ve toplumsallaştırma çabalarımız, tüm yaşanan tecrübeleri tarihselleştirmedeki geçmişi günümüzde yaşatmaya yönelik çabalarımız, ötekine zarar vermek amacıyla hegemonik güç ile kurduğumuz iktidar ilişkileri ve kutsalın korunması, nefret suçu ve ifade özgürlüğü alanındaki evrensel standartlarla örtüşmeyen hukuki norm ve yaklaşımlarımız gibi temel zihniyet sorunlarımız ve uygulamalarımız ile yüzleşilmesi ve bunlardan kaynaklanan müşterek sorumluluğumuzun idrak edilmesi ve kabullenilmesi icap etmektedir."
"İnanç ve ibadet özgürlüklerine fiili güvence gerekli"
Raporun "Öneriler" bölümünde, demokratik dönüşümün önemine işaret edilerek, şu değerlendirmede bulunuldu:
"Tarihi tecrübe, farklılıklarımıza karşın toplumu beraber kılan unsurlar ile yürütülen siyasetlerin yarattığı sorunları ve çatışmayı görerek ve bunlardan dersler çıkararak, gerçek anlamda çoğulcu bir yaklaşımın üretilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu ise, bir yandan ortak bir tasavvurun oluşturulmasını diğer yandan da altmış yılı aşkın süredir yapılan "ayıklamalara", gerçekleştirilen "reformlara" ve açılan "demokratikleşme paketlerine" devam edilerek sistemin demokrasiye dönüştürülmesi çabalarının sürdürülmesini gerektirmektedir."
Sivas Olayları benzeri olayların yeniden yaşanmaması için yapılması gerekenlerin de sıralandığı raporda, yeni anayasa yapımı, tektipleştirme ve ötekileştirme amacıyla yürütülen toplumsallaştırma uygulamalarına son verilmesi, tüm birey ve toplulukların inanç, ibadet ve dini ritüel farklılıklarına ilişkin hak ve özgürlüklerinin anayasal eşitlik temelinde hem tanınması hem de fiili güvence altına alınmasının önemine dikkat çekildi.
Toplumdaki farklı kutsalların korunmasına yönelik ihtiyaçlar ile ifade özgürlüğü arasında uygun bir dengenin oluşturulması gerektiği de kaydedilen raporda, nefret suçlarıyla mücadele alanının iyileştirilmesi ve geliştirilmesi istendi. Raporda, toplumsal krizlere müdahale ve önleme ile ilgili idari kapasitenin geliştirilmesi, kitlesel eylemlerin yargılanmasına ilişkin süreçlerin iyileştirilmesinin önemi vurgulandı.
"En iyi seçenek, ortak tasavvur çerçevesinde demokratik standartlar belirlemek"
Yeni anayasanın "demokratik ortak paydalar yaratılarak ortak bir tasavvurun oluşturulması" prensibiyle yapılması gerektiğine dikkat çekilen rapor, şu tespitlerle son buldu:
"Geleneksel hastalığımız olan 'kendine özgü koşullarımız' paradigmasının sınırlandırma ve saptırma semptomlarına ve kendi tarihsel tecrübemizin 'özel ve biricik' olduğu yanılgısına düşmeden, diğer toplumların tecrübelerinin benzer olduğunu görerek demokratikleşme ve ortak tasavvur oluşturmaya yönelik çabalarımızı 'evrensel' standartları esas alacak bir biçimde düşünmemiz gerekmektedir.
Bu durum, başta Alevi-Sünni fay hattı olmak üzere diğer tüm fay hatlarındaki biriken ve zaman zaman toplumsal krizlere sebep olan gerilimleri tümüyle yok edebilecektir. Bu itibarla, gelinen aşamada en iyi seçeneğimiz, ortak bir tasavvur çerçevesinde yeni demokratik standartlar belirlemektir. Söz konusu ortak tasavvurumuz, demokratik ortak paydalar oluşturularak ötekileştirmeye yol açan tektipleştirme ve toplumsallaştırma siyasetlerinin varlığına yol açan ortamların yok edilmesini sağlayan ve böylece, kapsayıcı, eşitlikçi bir toplumun yaratılması olmalıdır. Başka bir deyişle, bu tasavvur; toplumun büyük bir bölümünün mağduriyet üzerinden siyaset üretmesine ve çatışmaların yaşanmasına engel olacak ve herkesin kendisi olarak katılabileceği ve aidiyet duyabileceği çoğulcu bir tasavvur olmalıdır."
Muhabir: Yusuf Çelebi-A. Eda Ünlü Özen
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.