"Gazze Mahkemesi: Nihai Oturum" programında soykırımda suç ortaklıkları konuşuluyor
İsrail'in Gazze'de işlediği savaş suçlarını araştırmak üzere kurulan "Gazze Mahkemesi"nin nihai kararını açıklayacağı "Gazze Mahkemesi: Nihai Oturum" programının üçüncü gününde çeşitli oturumlarda soykırımda suç ortaklıkları masaya yatırılıyor.
İstanbul
Eski Birleşmiş Milletler Filistin Raportörü Prof. Dr. Richard Falk başkanlığında, İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Cemil Birsel Konferans Salonu’nda düzenlenen programın üçüncü gününde, oturumun ana başlıkları "Suç Ortaklıkları, Uluslararası Sistem, Direniş ve Dayanışma" olarak belirlendi.
- "Gazze Mahkemesi: Nihai Oturum" programının ikinci günü sona erdi
- "Gazze Mahkemesi" nihai kararını 26 Ekim'de açıklayacak
- Gazze Mahkemesinde İsrail'in Gazze'de işlediği soykırımın ve ihlallerin tanıkları dinlendi
- ABD'li hukukçu Akram, İsrail'in Gazze Mahkemesinden korktuğu için BM organlarını hedef aldığını söyledi
- "Gazze Mahkemesi: Nihai Oturum" programındaki "Kanıt" sergisine yoğun ilgi
- BM Konut Hakkı Özel Raportörü Rajagopal, Gazze'de sivil altyapının tamamen tahrip edildiğini söyledi
- Gazze'de gönüllü hizmet veren Türk cerrah Taner Kamacı yaşadıklarını anlattı
- Filistinli doktor Karmi, Türkiye'nin İsrail'i durdurmak için çözüm bulabileceğine inandığını söyledi
"Gazze Mahkemesi" üyelerinin genel yansımaları aktaracağı 26 Ekim'deki oturumda, Saraybosna ve İstanbul'daki toplantılar gözden geçirilerek, ileriye dönük değerlendirmeler yapılacak. Bunun ardından "Gazze Mahkemesi"nin nihai kararı duyurulacak.

Fotoğraf: Cem Tekkeşinoğlu/AA
Gazze Mahkemesinde tanıklıkları kaydedildikten sonra öldürülen Filistinli gazetecilerin ifadeleri dinlendi
Eski Birleşmiş Milletler (BM) Filistin Raportörü Prof. Dr. Richard Falk başkanlığında, İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Cemil Birsel Konferans Salonu’nda düzenlenen programın üçüncü gününde, "Gazetecilerin Hedef Alınması" oturumunda Ghazi Al-Majdalawi ile öldürülen Gazzeli gazeteciler Mohammad Qraiqea ve Hossam Shabat görgü tanığı olarak ifade verdi.
Mohammad Qraiqea, İsrail'in soykırımını haberleştirmeye çalışan 220'den fazla meslektaşının şehit olduğunu belirtti.
Qraiqea "Birçok meslektaşım (gazeteciliğe) devam ederlerse evlerinin bombalanacağına dair tehditler alıyor. Tehdit ve psikolojik terör üzerimizde etkiler bırakıyor." diye konuştu.
Gazzeli gazetecilerin İsrail'in saldırılarına rağmen zorlu koşullarda görevini sürdürmesi gerektiğini aktaran Qraiqea, "Annemi İsrail'in kurşunlarıyla öldürülmüş halde bulduğumda, onu kefenledim ve öğleden sonra haber yapmaya devam ettim." dedi.
Diğer Gazzeli gazeteci Hossam Shabat ise İsrail için sadece "gazeteci" olmanın bir suç sayıldığını söyledi.
Filistinli gazetecilerin bu soykırımı belgelemek ve bütün dünyaya duyurmak için büyük risk ve sıkıntılara göğüs gerdiğini kaydeden Shabat, "Gazetecilerin ve uluslararası örgütlerin yokluğunda tüm aileler ve vatandaşlar umutlarını bizde görüyorlardı." diye konuştu.
Gazeteci Shabat, ifadesinde, gece saat iki civarında katliam bölgesine gidip yaşananları belgeleyip ayrılmanın adeta "canlı bomba operasyonu" gibi olduğunu, o sahneyi gördükten sonra hayatta kalacağını hiç düşünmediğini anlattı.
Shabat, "Katlediliyoruz ve sesimiz yok, öldürülüyoruz ve kimse bizi duymuyor, kimse bizi görmüyor. Her görüntünün bir etkisi ve bir bedeli vardı. Bedelini canımızla ödedik. Bu görüntünün tüm dünyaya ulaşması için 70 yıldan uzun süredir işgal altında yaşayan bir halk olduğumuzu göstermek için." değerlendirmesini yaptı.
Ghazi Al-Majdalawi ise iki Filistinli gazetecinin 2023 Ekim'den sonra ortadan kaybolduğunu belirterek "İşgalci İsrail, onlar hakkında herhangi bir bilgi sağlamayı reddediyor. Onlar hapiste mi yoksa idam mı edildiler? Bu konuda hiçbir şekilde bilgi vermiyorlar." ifadesini kullandı.
Mohammad Qraiqea ve Hossam Shabat, daha önceden kayıt altına alınmış ifadelerinin ardından İsrail'in saldırılarında hayatını kaybetti.

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarına uluslararası sistemin yanıtı ele alındı
"Gazze Mahkemesi: Nihai Oturum"un üçüncü gününde, "Uluslararası Sistemin Yanıtı" konulu oturum düzenlendi.
Kanada'daki Queen's Üniversitesinden Doç. Dr. Ardi Imseis, ABD'deki Chicago Üniversitesinden Antropolog Doç. Dr. Darrly Li, insan hakları avukatı Craig Mokhiber, Londra Ekonomi ve Siyasal Bilimler Okulundan (LSE) Prof. Mary Kaldor, ABD'deki Yale Üniversitesinden Hukuk Prof. Aslı Bali ve yazar Vasuki Nesiah konuşma yaptı.
Akademisyen Imseis "Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansına (UNRWA) Yönelik Saldırı"yı ele aldığı konuşmasında, Filistinli mültecilere, içinde bulundukları zor durum uluslararası hukuka uygun olarak çözülene kadar doğrudan yardım ve çalışma programları sağlamak amacıyla UNRWA'nın kurulduğunu kaydetti.
Imseis, ancak bu hakların gerçekleşmesine, İsrail'in Filistin halkının geri dönüş ve kendi kaderini tayin hakkı da dahil olmak üzere devredilemez haklarını uzun süredir ihlal etmesi nedeniyle hiçbir zaman izin verilmediğini ifade etti.
İsrail'in UNRWA'yı ortadan kaldırmaya çalıştığını vurgulayan Imseis, "Basitçe söylemek gerekirse, UNRWA, özellikle Gazze Şeridi'ndeki Filistin halkının, İsrail'in kendilerine uyguladığı soykırımdan kurtulmak için son umududur. Daha geniş bir açıdan bakıldığında, İsrail'in UNRWA'yı yok etme çabasının ardındaki uzun vadeli amaç, Filistin halkının varlığını ve özellikle milyonlarca Filistinli mültecinin iade ve tazminat alma statüsünü, haklarını ve taleplerini tamamen reddetmesidir." dedi.
Imseis, İsrail'in defalarca, Gazze'deki UNRWA çalışanlarının yüzde 12'sinden fazlasının terörist gruplar olarak adlandırdığı grupların üyesi olduğunu hiçbir dayanağı olmaksızın iddia ettiğini anımsatarak, UNRWA'nın buna "iyi niyetli" bir şekilde yanıt verdiğini belirtti.
İsrail'in eylemlerine verilen "örgütlü halk tepkisi"
Antropolog Li, "Soykırım Politikası" konusunda yaptığı konuşmasında İsrail'in, holokostu (Nazi Almanyası döneminde milyonlarca Yahudi'nin katledilmesi) Filistin halkını "mülksüzleştirmek" gerekçesi olarak kullandığının altını çizdi.
Li, adaletin ancak siyasi irade ve toplumsal seferberlikle mümkün olabileceğine işaret etti.
İsrail’in soykırımını durdurmanın halkın örgütlenmesiyle mümkün olacağını dile getiren Li, "Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve diğer kurumları adalete uymaya zorlayabilecek olan, bu mahkeme gibi platformlar da dahil olmak üzere halk baskısıdır." ifadesini kullandı.
Gazze halkının direnişinin, dünya genelinde güçlü bir dayanışma hareketini tetiklediğini vurgulayan Li, İsrail'in soykırım yaptığını düşünen kişi sayısının her geçen gün arttığını ve İsrail'in bu suçlamalardan aklanamayacağını söyledi.
İnsan hakları avukatı Mokhiber, BM sistemini eleştirdi
İnsan hakları avukatı Carig Mokhiber de, Filistin'deki soykırımın BM'nin başından beri devlet gücü karşısında ilkelerinden ödün verme eğiliminde olduğunu ortaya çıkardığını ve bu kapsamda Filistin'de ağır insan hakları ihlalleri, katliam gibi büyük suçların işlendiğini kaydetti.
Uluslararası hukukun Filistin halkını korumadığına dikkati çeken Mokhiber, "Bu topraklar üzerinde soykırım hüküm sürerken, bu suça veya onun temel nedenlerine atıfta bulunmaktan çekinerek neredeyse tamamen sessiz kalan da BM'dir. BM, soykırım açıkça işlenirken ateşkes emri verememiş ve failleri sorumlu tutamamıştır. Filistin'deki soykırımın da gösterdiği gibi, bu ahlaki açıdan başarısız olan BM'dir." değerlendirmesinde bulundu.
Mokhiber, resmi yaptırım yetkisine sahip BMGK'nin 5 daimi üyesinin veto haklarını kullanarak İsrail'den hesap sorulmasını engellediğine değinerek, "Şu anda New York Deklarasyonu'nu kabul ederek dikkatleri başka yöne çekme stratejisi oluşturdular. Filistinlileri bir kez daha hakları için işgalcileriyle müzakere etmeye zorlayacak ve İsrail rejiminin Filistin'i işgalini pekiştirirken normalleşmesi için çalışacak. Bu girişimlerin asıl odak noktası Filistin'i kurtarmak değil, soykırımın ardından bile İsrail'i ve siyonizmi kurtarmaktır. Buna suç ortaklığı yapan BM'dir." dedi.
BM'nin daha önce de İsrail'e karşı askeri ambargo ya da yaptırım gibi tedbirler alamadığını hatırlatan Mokhiber şunları aktardı:
"BM'nin ilkelerinden, özellikle ABD ve Batılı müttefiklerinin gücü karşısında taviz verme eğilimi, BM Genel Sekreteri ve üst düzey BM yetkililerinin tutumunda da açıkça görülmektedir. Soykırım süresince İsrail istisnası açıkça ortada olmasına rağmen, Genel Sekreter, İnsan Hakları Yüksek Komiseri ve hatta Soykırımın Önlenmesi Özel Danışmanı da dahil olmak üzere BM'nin en üst düzey siyasi liderleri, soykırımı doğrudan ele almakta veya hatta bu kelimeyi telaffuz etmekte yetersiz veya isteksiz kalmışlar, bunun yerine silahlı çatışma, bir gün iki devletli bir çözümün belirsiz vaadi ve insani yardımın gerekliliği gibi güvenli ifadelerin arkasına sığınmışlardır."
Mokhiber, ayrıca, BM yetkililerinin "İsrail'in Hamas'ın toplu tecavüz kampanyası" yaptığına dair uydurma suçlamalarını çürütmeyi reddettiği ve zaman zaman da bu suçlamaları pekiştiren ifadeler kullanarak İsrail'in soykırım politikasına katkıda bulunduklarını dile getirdi.
"Uluslararası kurumların ne ölçüde harekete geçeceği küresel kamuoyuna bağlı"
Akademisyen Kaldor, "Mevcut Deneysel Dönemde Gazze'nin Rolü" başlıklı konuşma yaptı.
Kaldor, dünyada farklı ülkelerin halklarının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarına karşın barışçıl protestolar düzenlediğini ifade ederek, "Yepyeni bir nesil, küresel insan haklarının önemini öğreniyor ve başkalarına da öğretiyor. Uluslararası kurumların ne ölçüde harekete geçeceği ise gerçekten küresel kamuoyuna bağlı." yorumunu yaptı.
Siyasi kurumların geniş kapsamlı ekonomik, sosyal ve teknolojik değişimlerle uyumsuz olduğu çalkantılı tarih dönemlerini tanımlamak için "deneysel kavşak" terimini kullanan Kaldor, "Deneysel kavşak terimini kullanmamın nedeni, siyasi aktörün rolüne dikkati çekmek. Deneysel kavşaklar, siyasi otoritenin krizleridir. Siyasi sınıfın harekete geçmesi gereken, ancak nasıl hareket edeceğini bilmediği varoluşsal anlar vardır. Bu nedenle toplumda yaygın olan fikirlerden yararlanırlar." dedi.
Kaldor, Gazze'de yaşananların ve buna bağlı olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı'nın eylemleri, grupların ve kurumların işlenen suçları belgelemek için işbirliği yapma biçimleri ve küresel kamuoyu üzerindeki etkileri, dünyanın "yeni ve daha insan odaklı bir evreye" girmesini destekleyebileceğine değinerek, bu durumun daha yapıcı eylemlere zemin hazırlamak için gerekli olacak ilkelerin normalleşmesinde kilit rol oynayacağını kaydetti.
Gazze Mahkemesi'nin uluslararası hukuka katkısı
Aslı Bali ve yazar Nesiah, "Alternatif Bir Hukuk Paradigması Olarak Gazze Mahkemesi" konusunda konuştu.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin yükümlülüklerini yerine getirmekte tamamen başarısız olduğunu ifade eden Bali, ayrıca, Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesinin mevcut hukuki sınırlamalar içinde kaldığını belirtti.
Bali, "Uluslararası alanda, Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkını savunacak bir platform bulunmamaktadır." ifadesini kullandı.
Aslı Bali, Bu uluslararası alandaki boşluğu doldurmak amacıyla kurulan "Gazze Mahkemesi"nin, "baskı ve şiddetle bastırılmış Filistin halkının halkın taleplerini dile getirme" sorumluluğu taşıdığını kaydetti.
Nesiah da "Gazze Mahkemesi"nin önemine değinerek, "Geleneklere daha geniş bir yaklaşım benimseyerek, bu mahkemeler insan merkezli adaleti modelleyebilir ve güçlüleri hesap vermeye zorlayabilir." diye konuştu.
Dayanışmanın, yapısal baskı ve güç dengesizliklerine meydan okuduğunda hukuki bir ilke olarak işlev görebileceğini belirten Nesiah, "Bu, dünyanın dört bir yanında Filistin halkıyla dayanışma içinde yürüyen binlerce insanın, yükleri yüklemeyi reddeden liman işçilerinin, İsrail'e giden silahlı yüklerin, kamp kuran öğrencilerin ve Sumud dayanışma filolarının ifade ettiği kitlesel dayanışmaya hak ettiği değeri verme fırsatıdır." değerlendirmesinde bulundu.
Nesiah, uluslararası hukuku "kendi başına bir amaç olmaktan ziyade özgürleştirici bir hukuk için bir araç olarak" etkinleştirme fırsatını vurgulayarak, Gazze Mahkemesi'nin, alternatif hukuk paradigmalarının, resmi mekanizmalar yetersiz kaldığında bile uluslararası hukukun dönüştürücü hedeflerini en iyi şekilde nasıl koruyabileceğini örneklendirme potansiyeline sahip olduğunu vurguladı.
Sumud Filosu'ndaki aktivistler yaşadıklarını anlattı
Yan etkinlikler kapsamında yapılan "Sumud ve Özgürlük Filosu-Aktivistlerin Sesleri" oturumunda İsrail'in yasa dışı şekilde el koyduğu Küresel Sumud Filosu'ndaki aktivistler yaşadıklarını anlattı.
İsrail tarafından uluslararası sularda saldırıya uğrayıp alıkonulduktan sonra Türkiye'ye dönüşleri sağlanan Küresel Sumud Filosu aktivistlerinden Sümeyye Sena Polat, dünyanın her yerinden insanın yaptığı bir yolculuk olması anlamında yaptıklarının çok önemli olduğunu söyledi.
Devletlerin üzerinize düşeni yapmadığı için bu organizasyonu düzenlemek zorunda kaldıklarını dile getiren Polat, "İsrail, bizi yolculuğun başında çok tehdit etti. Sivil direniş sadece İsrail'e yönelmemeli, işbirlikçi ülkelerde de devam etmeli. BM'ye baktığımızda 5 daimi ülke, herhangi bir şeyi kabul etmezse bir ilerleme yapılamıyor. Benim katılma sebebim dünyaya bir mesaj vermek yerine, bir anlamda 'Benim hayatım sizden değerli değil' anlamına geliyordu." dedi.
Polat, "İsrail şu an dünyayı karşısına alarak, hiçbir korkuya sahip olmayarak bombalarla insanları öldürüyor. Biz, bebek ölümünün her türlüsünü orada gördük. Yakılarak veya bağırsakları çıkarılarak öldürülenlerin hepsini gördük." diye konuştu.

Fotoğraf: Murat Şengül/AA
"Gazze benim değil, insanlığın davasıdır"
İtalya'nın Katanya Limanı'ndan yola çıkan Madleen gemisinde bulunan aktivist Yasemin Acar, Almanya'da Müslüman olarak doğmanın kolay olmadığını dile getirdi.
Siyasetin ve insanların ırkçılığının kendine genç yaşta büyük haksızlıkları gösterdiğine dikkati çeken Acar, "Gemiler bombalandı, zorluk yaşadık. Nihayetinde 42 gemiyle gidebildik. İnsanlar bir araya geldiğinde ırk, din veya hiçbir şey fark etmiyor. Gazze benim değil, insanlığın davasıdır. O nedenle gittik. Küresel bir ayaklanma oldu, bu haksızlığın karşısında susmamak lazım, ayaklanmak lazım. Gazze'de yaşayan çocuklar benim de kardeşim, anneler benim de annem... Bunu dile getirerek direnişe devam etmek gerekiyor."
Filoda yaşadıklarını anlatan aktivist Mecit Bahçivan ise seyir sırasında dron saldırısına maruz kaldıklarını, bazı kişilerin saldırı sonucu yaralandığını söyledi.
Bazı kişilerin gözaltına alındığını aktaran Bahçivan, "İnşallah bundan sonraki süreç net şekilde ilerleyecek. İsrail askerleri, bize defalarca 'Biz, Türklerden nefret ediyoruz' dedi." ifadelerini kullandı.
"Biz ardımızda Filistinlileri bırakarak ayrıldık"
Muhammet Fatih Sinan da Filistin'in hep hayatının gündeminde yer aldığı için filoya katıldığını belirtti.
Sinan, şu an aynı hareket olsa herkesin gözünü kapatarak tekrar yola çıkacağını vurgulayarak, "Oradan ayrılırken herkes çok buruktu. Kaldığımız hapishanede belki 10-20 yıldır orada olan Filistinliler vardı. Biz ardımızda Filistinlileri bırakarak ayrıldık. Aslında tekrar geri dönme umuduyla oradan ayrıldık." dedi.
Mahkemede, Filistinlilere yönelik uygulamaların "apartheid" özelliği taşıdığı vurgulandı
Eski Birleşmiş Milletler (BM) Filistin Raportörü Prof. Dr. Richard Falk başkanlığında, İsrail'in Gazze'de işlediği savaş suçlarını araştırmak üzere kurulan küresel ve bağımsız girişim olan Gazze Mahkemesinin nihai oturumunun üçüncü günündeki panelde, Gazze'deki insani krizin kökenleri ve yapısal nedenleri ele alındı.
Panelde konuşmacılar, yaşananların, Filistinlilerin sistematik biçimde mülksüzleştirilmesine ve ayrımcılığa dayanan derin bir yapının sonucu olduğuna dikkati çekti ve bu durumun "apartheid" ve "etnik temizlik" anlamına geldiğinin altını çizdi.
Konuşmacılardan Filistin asıllı Mısırlı şair ve yorumcu Tamim al-Barghouti, Gazze'de yaşanan krizi tarihsel ve ahlaki çerçevede ele aldı.
Filistinlilere yönelik ayrımcılığın İsrail'in anayasal ve siyasal yapısına işlendiğini söyleyen Barghouti, "Filistin'de yaşananlar ve yüzyıllardır sürmekte olan uygulamalar, apartheid ve ayrımcılık eylemleridir, insanların kendi iradeleri dışında sahip oldukları kimlikler üzerinden ayrımcılığa uğratılmalarıdır." dedi.
Filistinlileri yerinden etme girişimlerinin ise tarih boyunca başarısız olduğunu vurgulayan Barghouti, Filistin'i işgal etme projesinin de başarısızlığa uğradığını belirtti.
Küresel Sumud Filosu aktivisti Thiago Avila da panelde çevrim içi olarak yaptığı konuşmada Filistin meselesiyle yirmi yıllık ilişkisini anlattı.
Son iki yılın "soykırımı mümkün kılan bir sistem" olarak adlandırdığı sisteme karşı küresel bir uyanış yarattığını belirten Avila, bu politikaları, ırk ayrımcılığını kurumsallaştıran yasal ve siyasi çerçevelere dayandırdı.
Avila, dayanışma ve direnişin sürdürülmesi çağrısında bulunarak, "Mutlak adalet olmadan barış olmaz ve şu anda yapmamız gereken de bu." dedi.
Mahkemede, çeşitli kurumların, İsrail'in soykırımı sürdürmesine yönelik desteği ele alındı
İsrail'in Gazze'de işlediği savaş suçlarını araştırmak üzere kurulan Gazze Mahkemesinin nihai oturumunda konuşmacılar, medya, üniversiteler, hükümetler ve şirketlerin, İsrail'in soykırımı sürdürmesine destek olduğu görüşünü paylaştı.
İsrail'in Gazze'de işlediği savaş suçlarını araştırmak üzere kurulan küresel ve bağımsız girişim olan Gazze Mahkemesinin nihai oturumunun üçüncü günündeki panelde, "medyanın, üniversitelerin, hükümetlerin ve şirketlerin suç ortaklığı" ele alındı.
"Medyanın suç ortaklığına" ilişkin konuşan Amerikalı gazeteci ve film yapımcısı Katie Halper, Batılı haber kuruluşlarının sivillerin çektiği acılarla ilgili gerçekleri gizleyerek kamuoyunun algısının şekillendirilmesinde merkezi bir rol oynadığına işaret etti.
Büyük medya kuruluşlarını İsrail'in iddialarını desteklemekle suçlayan Halper, "2020'de The Hill'de çalışırken, yapımcılar İsrail'in bir apartheid devleti olduğunu savunduğum kısmı yayımlamayı reddetti." diye konuştu.
"Üniversiteler aktif olarak İsrail'i destekliyor"
Yazar ve akademisyen Maura Finkelstein, üniversitelerin "suç ortaklığına" ilişkin konuştu.
Yükseköğretim kurumlarının, finansman, ortaklık ve muhalefetin bastırılması yoluyla İsrail'in soykırımını aktif olarak desteklediğini vurgulayan Finkelstein, üniversitelerin ayrıca "istihbarat ve araştırma" yoluyla yaptığı desteklere de değindi.
Finkelstein, bu kapsamda ABD'deki South California Üniversitesinin (USC), yakın zamanda Gazze'de travma cerrahisi eğitimi için ABD ve İsrail ordusuna insan kadavraları sağladığının ortaya çıktığını söyledi.
Öte yandan üniversite öğrencilerinin bunun tam tersi bir tutum sergilediğini anlatan Finkelstein, "Öğrenciler, etnik temizlik ve soykırıma karşı boykot yolunu tercih etti." dedi.
Finkelstein ayrıca, Filistin'e olan desteğin bastırılması konusundaki çabaların yoğunlaştığı uyarısında bulunarak, öğrencilere yönelik uzaklaştırma ve polis müdahalesine dikkati çekti.
ABD sivil kayıplardan haberdardı
ABD İçişleri Bakanlığındaki görevinden "ABD hükümetinin, İsrail'in Gazze'de süren soykırımına verdiği korkunç destek nedeniyle" istifa eden siyasi aktivist Lily Greenberg ise "suç ortaklığı" kapsamında hükümetlerin duruşlarını ele aldı.
Hükümet yetkililerin sivil kayıplardan ve çöken altyapıdan haberdar olduğunu belirten Greenberg, "(Bu kayıplara ilişkin) Raporlar ortadaydı ancak yine de bu uyarıların hiçbiri politikaları değiştiremedi." ifadesini kullandı.
Bu kapsamda Greenberg, İsrail'e askeri desteğin askıya alınması ve İsrail yanlısı lobilerin siyasi etkisini azaltacak reform çağrısında bulundu.
"İsrail'in Gazze'deki soykırımı küreselleşmiş piyasa ekonomisinin bir sonucu"
Akademisyen Shad Hammouri, "Şirketlerin ve Silah Endüstrisinin Suç Ortaklığı"na ilişkin değerlendirmelerini paylaştı.
İsrail'in Gazze'deki soykırımını "küreselleşmiş piyasa ekonomisinin" bir sonucu olarak niteleyen Hammouri, küresel piyasanın ve yatırımcıların, İsrail ile bağlantılı şirketlerin yürüttüğü "militarizasyon girişimlerinden" kar elde ettiği yorumunu yaptı.
Hammouri, "İsrail, ekonomisi militarize bir devlettir. İsrail, Gazze'deki soykırımda yüz bin tonun üzerinde patlayıcı üretti ve Gazze'de yeni silahlar denedi." ifadelerini kullandı.
"Gazze Mahkemesi" girişimi
Gazze Mahkemesi, İsrail'in saldırıları altındaki Gazze'de yaşananların hukuki, siyasi ve etik yönlerini araştırmak üzere kuruldu.
Bağımsız bir inisiyatif olarak kurulan, insanlık ve vicdan mahkemesi olan "Gazze Mahkemesi", uzun hazırlık sürecinin ardından İngiltere'nin başkenti Londra'da ilk uluslararası toplantısını gerçekleştirdi.
Eski BM Filistin Özel Raportörü Falk'ın liderliğinde yürütülen projenin başkanlık heyetinde eski BM özel raportörlerinden Michael Lynk ve Hilal Elver gibi isimlerin yanı sıra Raji Sourani, Susan Akram, Ahmet Köroğlu, Diana Buttu, Cemil Aydın ve Penny Green de bulunuyor.
Önemli bileşenlerden biri olan "mahkeme üyeleri" arasında dünyanın farklı bölgelerinden birçok tanınmış isim yer alıyor.
Bunlar arasında Ilan Pappe, Jeff Halper, Ussama Makdisi, Ayhan Çitil, Cornel West, Avi Shlaim, Naomi Klein, Aslı Bali, Mahmood Mamdani, Craig Mokhiber, Hatem Bazian, Mehmet Karlı, Sami Al Arian, Frank Barat, Hassan Jabareen, Willy Mutunga, Victor Kattan ve Victoria Brittain bulunuyor.
Halk vicdanına dayanan mahkemenin kuruluşu ve hazırlık toplantısı Kasım 2024'te Londra'da, ikinci ayağı ise Mayıs 2025'te Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna'da düzenlendi.
Mahkeme, İsrail'in Gazze soykırımını ve Filistin halkına yönelik işlediği hak ihlallerini çok boyutlu inceleyerek gündeme taşımayı ve uluslararası toplumun dikkatini çekmeyi hedefliyor.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
