Dolar
39.41
Euro
45.50
Altın
3,433.40
ETH/USDT
2,553.90
BTC/USDT
105,343.00
BIST 100
9,311.88
Analiz, Analiz-Filistin

Uluslararası hukuk Filistin'in BM'ye tam üyeliğini gerektiriyor

BM'ye tam üyelik hakkı, 10 Mayıs 2024 tarihli Genel Kurul kararında açıkça tanındığı üzere, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkının temel bir parçasıdır.

Balakrishnan Rajagopal  | 08.10.2024 - Güncelleme : 08.10.2024
Uluslararası hukuk Filistin'in BM'ye tam üyeliğini gerektiriyor

İstanbul

BM Barınma Hakkı Özel Raportörü Balakrishnan Rajagopal, uluslararası hukukun Filistin'in kendi kaderini tayin hakkı ve BM'ye tam üyeliği konusunda devletlere getirdiği yükümlülükleri AA Analiz için kaleme aldı.

***

Filistin halihazırda 146 devlet tarafından tanınan bir devlettir. Aynı zamanda Filistin, Birleşmiş Milletler'in (BM) çeşitli uzman kuruluş ve organlarının tam üyesi ve Arap Devletleri Ligi, Bağlantısızlar Hareketi, 77 Grubu, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Asya-Pasifik Devletleri Grubu'nun da tam üyesidir. Burada en göze çarpan istisna ise Filistin'in henüz BM'ye tam üye olmamasıdır. BM Genel Kurulu 10 Mayıs 2024 tarihinde Filistin'e bir dizi ek hak ve ayrıcalık sunan ve tam üye olma teklifini ezici bir çoğunlukla destekleyen önemli bir kararı [1] kabul etmesine rağmen, Filistin tam üyelikten yoksun bir şekilde BM'nin gözlemci devlet üyesi olmaya devam ediyor. Sonuç olarak, çok sayıda devlet Filistin'i devlet olarak kabul etmesine rağmen Filistin hala BM'ye tam üye olarak kabul edilebilmiş değil.

Tüm devletler Filistin'i BM'nin tam üyesi olarak tanımakla yükümlüdür

Uluslararası Adalet Divanı'nın (UAD), Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını açıkça teyit eden, Filistin topraklarında devam eden İsrail işgalinden doğan hukuki sonuçlara ilişkin 19 Temmuz 2024 tarihli tavsiye kararı [2] ışığında, Filistin'in ezici çoğunluk tarafından devlet olarak tanınmasına rağmen BM'ye tam üye olmamasının nasıl mümkün olduğu sorulabilir. Gerçekten de, UAD kararı ve BM Genel Kurulu'nun kararı ışığında, Filistin'i BM'ye tam üye olarak kabul etmek tüm devletlerin görevidir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi devletler söz konusu olduğunda bu görev, Güvenlik Konseyi'nde veto hakkını kullanmaktan vazgeçme yükümlülüğünü de içeriyor. Gerçekten de UAD kararı ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına ilişkin olarak ABD'ye yüklenen görevler, ABD'ye Filistin'i BM'ye kabul etme ya da kabul edilmesini engellememe yükümlülüğü getiriyor.

Bu yükümlülük 2011 yılında Filistin Yönetimi BM'ye tam üyelik için resmi başvurusunu yaptığında da açıkça ortadaydı. Başvuru, süreci rayından çıkaracak olası bir ABD vetosundan duyulan korku nedeniyle beklemeye alınmıştı. Şimdi, Filistin'in tam üyelik için yaptığı ikinci girişimde, ABD başvuruyu resmen veto etti. ABD, Filistin'in tam üyeliğinin önündeki birkaç engelden biri ve veto yetkisi nedeniyle Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme haklarının tam olarak hayata geçirilmesinin önündeki en önemli engel olmaya devam ediyor.

Burada önceliğini koruyan iki mesele bulunuyor: Kendi kaderini tayin hakkının anlamı ve veto hakkının sınırları. Kendi kaderini tayin hakkının bir iç ve bir de dış unsuru vardır. İç unsur, bir halkın, tüm doğal kaynaklar üzerindeki daimi egemenliği de dahil olmak üzere, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimini özgürce sürdürme hakkından oluşur. Dış unsur ise bir halkın, bir devlet olarak diğer tüm devletler ve uluslararası örgütlerle ilişkiye girme ve bir devlet olarak uluslararası hukuk kapsamındaki hak ve ayrıcalıklarını herhangi bir müdahale olmaksızın tam olarak kullanma becerisi de dahil olmak üzere, uluslararası toplum içindeki yerini tam olarak belirleme hakkından oluşur. Dolayısıyla BM'ye tam üyelik hakkı, 10 Mayıs 2024 tarihli Genel Kurul kararında açıkça tanındığı üzere, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkının temel bir parçasıdır.

ABD'nin ya da Filistin'in BM'ye tam üyeliğine karşı çıkan diğer devletlerin kendi kaderini tayin hakkının bu boyutunu inkar etmeleri temelsizdir. ABD iki devletli çözüme olan bağlılığını defalarca dile getirmesine rağmen Filistin'in halihazırda bir devlet olduğunu kabul etmekte isteksiz davranıyor. BM Şartı'nda resmi bir “devlet” tanımı bulunmadığından, ABD Filistin'in henüz bir devlet olmanın belirli kriterlerini yerine getirmediğini ve bu nedenle tam üyeliğe uygun olmadığını iddia edebilir [3]. Ancak bu durum uluslararası hukuk nezdinde savunulamaz.

UAD, BM'ye üyelik koşullarını tanımlayan BM Şartı'nın 4. Maddesine ilişkin 1948 tarihli danışma görüşünde [4], 4. Maddede belirtilenlerin ötesinde hiçbir dışsal hususun üyeliği reddetmek için bir kriter olarak kullanılamayacağı konusunda netti. BM Şartı bir “devlet” tanımı yapmadığından, ABD ve diğer devletler 4. Maddede belirtilen kriterlere sıkı sıkıya bağlı kalmalı ve özellikle de bir devletin kabulü için ezici bir devlet desteği varken, her bir kritere kendi öznel argümanlarını eklemlemeye çalışmamalıdır.

Şu anda Filistin'i karşılıklı olarak tanımak istemeyen ABD veya diğer devletler, burada sunulan mantık çerçevesinde bunu yapmakla yükümlü değildir. Bir devletin karşılıklı olarak tanınmasının BM'ye kabul edilmesinden farklı olduğu açıkça kabul edilmelidir. Bir devlet, içlerinden bazıları kendisini karşılıklı olarak tanımasa ve diplomatik ilişki kurma niyetinde olmasa dahi, devletlerin üyelik konusunda yapacağı oylamayla BM'ye kabul edilebilir. Milletler Cemiyeti'ne kadar uzanan bu durumu kanıtlayan çok sayıda uluslararası uygulama mevcuttur. Dolayısıyla, ABD'nin Filistin'in BM'ye kabulü yönünde olumlu oy kullanması, Filistin'in ABD tarafından bir devlet olarak tanınacağı anlamına gelmez.

Filistin halkı kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir

Ancak uluslararası hukuk, ABD'ye ve diğer devletlere iki hususta daha yükümlülük getiriyor. İlk olarak uluslararası hukuk, devletlere İsrail'in Filistin'i yasadışı işgalini, kademeli güç kullanımını ve toprak ilhakını ya da UAD tarafından tanındığı üzere apartheid ve ırk ayrımcılığı gibi emredici normları (jus cogens) ciddi anlamda ihlal eden uygulamalarını yasal olarak tanımama görevi yüklüyor. Bu görev, Uluslararası Hukuk Komisyonu ve Uluslararası Adalet Divanı'nın İsrail duvarının yasallığına ilişkin 2004 tarihli tavsiye kararı da dahil olmak üzere, daha önce diğer yetkili hukuki bulgularda da kabul edilmişti. Bu, hiçbir devletin işgali bir bütün olarak tanıyamayacağı veya 1967'de var olan sınırların dışındaki topraklarda İsrail tarafından herhangi bir toprak kazanımını yasal olarak tanıyamayacağı anlamına gelir.

ABD ve Filistin'in BM'ye tam üyeliğini desteklemek istemeyen diğer devletlere yüklenen ikinci bir görev daha bulunuyor. Devletler aynı zamanda Filistin'in uluslararası hukuk çerçevesinde kendi kaderini tayin etme hakkını kullanmasını desteklemekle de yükümlüdür. Yukarıdaki ilk negatif ödev olan yasadışı eylemleri tanımama ödevinin aksine, yasal eylemleri desteklemek de pozitif bir ödev olarak tanımlanıyor. Daha önce de belirtildiği gibi, kendi kaderini tayin hakkının kullanılması için ana yasal kanal BM gibi uluslararası örgütlere üyelik talebinde bulunmaktır. Filistinlilerin aradığı da tam olarak budur.

Devletlerin kendi kaderini tayin hakkının kullanılmasını destekleme görevinin birçok yönü vardır: Üye olunan örgütlere kabulü destekleme görevi, veto kullanımı da buna dahil olmak üzere kabulü engellememe görevi ve yeni devletin halkına ve hükümetine, tüm insan hak ve özgürlüklerini nasıl koruyabilecekleri de dahil olmak üzere BM'nin görev ve amaçlarını yerine getirmelerinde yardımcı olma görevi.

ABD, Filistin'in üyeliğe kabulünü engellemek için veto hakkını kullanarak uluslararası hukuku ciddi şekilde ihlal ediyor. Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını destekleme yükümlülüğü, en azından ABD'nin Güvenlik Konseyi'nde diğer devletlerin olumlu oy kullanmasını engellememesi gerektiği anlamına geliyor. Böyle bir oylama ya da çekimserlik, duruma göre, daha önce de belirtildiği üzere, hiçbir şekilde ABD'nin Filistin'i yasal olarak tanıması anlamına gelmeyecektir.

Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkını destekleme görevi bu yükümlülükleri beraberinde getirdiği ölçüde, ABD'nin Güvenlik Konseyi kararlarını veto etme hakkının da o ölçüde sınırlı olduğu görülmelidir. Başka bir deyişle, Filistin'in BM'ye tam üyelik arayışı, Güvenlik Konseyi üyelerinin vetolarının belirli durumlarda sınırlı olup olmadığı sorusunu gündeme getirmiştir. Benim görüşüme göre, UAD kararlarından, BM Şartı'nın kendisinden ve kendi kaderini tayin hakkının emredici normlar (jus cogens) statüsünden çıkarılabilecek tek savunulabilir sonuç, BM Şartı kapsamındaki veto yetkisinin sınırsız olmadığıdır. Bunun nedeni, diğerlerinin yanı sıra, kendi kaderini tayin hakkından kaynaklanan yükümlülüklerin erga omnes niteliği yani herkesin ortak hakkı olmasıdır.

Filistin'in üyeliğini engellemek için veto kullanılmasına rağmen, Filistin şu anda BM'de, herhangi bir gözlemci devlet için benzeri görülmemiş birçok ek hak ve ayrıcalığa sahiptir ve BM'ye tam üyelik yolunda ilerlemesi kaçınılmaz görünüyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası BM Şartı'na dayalı tüm sistem sallantıdadır. Mevcut düzenin her anlamda meşruiyete ihtiyaç duyduğu bu kritik dönemde Filistin'in BM'ye tam üyeliği büyük önem taşıyor.

[1] https://www.un.org/unispal/document/admission-of-new-members-10may24/

[2] https://www.icj-cij.org/node/204176

[3] https://usun.usmission.gov/remarks-at-a-un-general-assembly-debate-on-the-u-s-veto-of-a-un-security-council-resolution-on-palestinian-membership/

[4] https://www.icj-cij.org/sites/default/files/case-related/3/003-19480528-ADV-01-00-EN.pdf

Mütercim: Hatice Karahan

[Balakrishnan Rajagopal, Massachusetts Institute of Technology'de Hukuk ve Kalkınma Profesörü ve BM Barınma Hakkı Özel Raportörüdür.]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.