İsrail’in İran’a saldırıları: Netanyahu’nun siyasi hayatı için bir can simidi mi?
Netanyahu’nun içgüdüsel hamleleri hem bölgeyi hem de farkında olmadan İsrail’i daha derin bir istikrarsızlığa sürükleyerek, sonunda İsrail’in kendisine zarar verecek bir tabloyu kaçınılmaz hale getirebilir.

İstanbul
Araştırmacı gazeteci Jonathan Fenton-Harvey, Netanyahu’nun İran’a yönelik saldırıları bağlamında İsrail iç siyaseti, dış politika hesapları ve bölgesel yansımaları AA Analiz için kaleme aldı.
***
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
İran’a hava saldırıları başlatmasından yalnızca bir gün önce, rüşvet ve dolandırıcılık suçlamalarıyla karşı karşıya olan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, hükümetini düşürebilecek bir Knesset oylamasını kıl payı atlattı [1]. Netanyahu’nun halk nezdindeki desteği hukuki suçlamalara ek olarak, yolsuzluk iddiaları, ekonomik sıkıntılar ve Gazze'deki İsrailli rehineleri geri getirmedeki başarısızlık nedeniyle ciddi şekilde azalıyor. Dolayısıyla Netanyahu açısından bu savaş, yalnızca askeri bir hamle değil, aynı zamanda siyasi açıdan geçici bir rahatlama ve nefes alma alanı anlamına geliyor.
Yalnızca birkaç gün içinde, İsrail’in hava saldırılarının İran’ın nükleer ve askeri altyapısını zayıflattığı, üst düzey komutanları etkisiz hale getirdiği ve yüzlerce sivilin ölümüne yol açtığı bildirildi. İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, X sosyal medya platformunda yaptığı açıklamada “Tahran’daki siviller toplu bir bedel ödeyecek.” ifadesini kullanarak, açıkça yıkıcı bir niyet ortaya koydu. İran ise İsrail’in altyapısını ve kentlerini hedef alan füze saldırılarıyla misillemede bulundu. Bu karşılıklı saldırılar, İran’ın nükleer programına ilişkin diplomatik süreci fiilen sona erdirdi.
Bir ateşkes sağlansa bile, mevcut İsrail ve İran hükümetleri görevde kaldığı sürece iki ülke arasındaki gerilimin geri döndürülemez bir düzeye ulaştığı görülüyor. İsrail, İran’a yönelik saldırılarını Tahran’ın nükleer silah kapasitesini bertaraf etmeye yönelik zorunlu bir adım olarak sunuyor. Ancak yıllardır tekrarlanan bu iddiaya rağmen, İran’ın nükleer bomba üretimine gerçekten yaklaştığını kanıtlayan somut ve ikna edici bir delil ortaya konabilmiş değil. Gerçekte bu savaş, yalnızca İsrail’in güvenliğine değil, Netanyahu’nun siyasi ikbalini korumaya yönelik bir strateji olarak şekilleniyor.
İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü uzun soluklu saldırılarda olduğu gibi, bu çatışma da kamuoyunu tek bir tehdit algısı etrafında kenetleyerek iç desteği pekiştirme amacı taşıyor. Halkın, "varoluşsal bir düşman" imajıyla seferber edilmesi, daha önce Hamas ve Gazze’deki Filistinliler üzerinden denenmiş bir yöntemdi. Aynı strateji Lübnan’da da uygulandı. İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırıları, Tahran’ın bölgedeki etkisini zayıflatırken, Netanyahu’nun Likud Partisi’nin kamuoyu desteğinde dikkat çekici bir artış yaşandı [2]. Ancak ne Gazze ne de Lübnan Netanyahu’ya uzun vadeli bir siyasi kazanç sağlayabildi. Bu yüzden İran, artık Netanyahu’nun siyasi hayatta kalma stratejisinde yeni bir aşamayı temsil ediyor.
Kırılgan bir hükümet
Netanyahu için dış tehditleri öne çıkarmak, yalnızca iktidarını pekiştirmenin değil, aynı zamanda parçalanmış toplumu bir arada tutmanın da bir yöntemi haline geldi. Zaten kırılgan olan koalisyon hükümeti, laiklerle ultra-Ortodokslar, milliyetçilerle teknokratlar gibi derin görüş ayrılıkları içeren fraksiyonlar arasında sıkışmış durumda. Bu iç bölünmüşlük, İsrail'in Gazze'de sürdürdüğü savaştan önce dahi İsrail toplumunda olası bir iç savaşa dair endişeleri tetiklemişti. Ancak İsrail’in sürdürdüğü savaşlar ve dış düşman imgesi, toplumsal birliği yeniden inşa etmeyi amaçlıyor, en azından kısa vadede.
Bu stratejinin uluslararası bir boyutu da var. Netanyahu ve bazı üst düzey yetkililer, Gazze’deki savaş suçları nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yargılanmak üzere aranıyor. Batılı müttefikler ise kendi kamuoylarından yükselen, İsrail’e yönelik silah satışlarının durdurulması çağrılarıyla karşı karşıya. Tam bu noktada, Netanyahu’nun başlattığı İran krizi, kendisine yeni bir siyasi çıkış kapısı sundu. Batılı hükümetler net bir şekilde İsrail’in yanında saf tuttu. G7 ve Avrupa Birliği destek açıklamaları yaparken, ABD, Birleşik Krallık, Almanya ve Fransa da İsrail’in güvenliğini garanti altına alacaklarını taahhüt etti.
Son dönemde Batı kamuoyunun İsrail’e bakışı, açılan davalar ve artan siyasi baskılarla birlikte, belirgin şekilde değişmiş olsa da, silah satışlarının devam etmesi, hatta artış göstermesi bekleniyor. Öte yandan, dikkatlerin İran’a kayması, İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonları ve ablukaya bağlı insani felaket üzerindeki uluslararası denetimi büyük ölçüde gölgede bırakmış durumda. Gazze ise hala hava saldırılarına ve kuşatma kaynaklı açlığa karşı hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Uluslararası koruma kalkanı
Gerilim tırmanmadan önce, ABD Başkanı Donald Trump dikkat çekici bir rota değişikliğine gitmişti. Yemen’deki Husilerle sağladığı ateşkes ve İran’la nükleer müzakerelere yeniden başlama konusundaki açık tavrı, İsrail’i rahatsız etse de diplomasiye açık bir tutuma işaret ediyordu. Trump, bir yanda İsrail yanlısı destekçilerini memnun etme, diğer yanda ise "Önce Amerika" söylemiyle şekillenen MAGA tabanının beklentilerini karşılama ikilemiyle karşı karşıya. Bu ikinci kesim, onu İsrail’in itirazlarına rağmen ABD’nin ekonomik çıkarlarını, özellikle İran’la ticari angajmanı, önceliklendirmeye itti. Netanyahu ise İran’la daha derin bir çatışma yaşanması halinde Trump’ın İsrail’in yanında yer alacağı beklentisiyle hareket ediyor. Trump’ın İranlılara Tahran’ı terk etmeleri yönündeki çağrısı da Tel Aviv’le pozisyon uyumunu yansıtırken, öte yandan İran’la diplomasi kapısını açık tutma ihtimalini de tamamen dışlamıyor. Ancak Netanyahu’nun iktidarda kalma uğruna izlediği bu yolun asıl faturası, bölgesel istikrarsızlık olarak karşımıza çıkıyor.
Savaş, Netanyahu’ya siyasi manevra zamanı kazandırdı. Gazze’deki başarısızlıklar nedeniyle daha ılımlı ve merkeze yakın isimler koalisyondan çekilirken, Netanyahu yönetimini Bezalel Smotrich, Itamar Ben Gvir ve Israel Katz gibi aşırı sağcı figürler etrafında yeniden şekillendirdi. Ancak yalnızca kendi koltuğunu korumaya yönelik inşa ettiği bu sertlik yanlısı hükümet, İsrail’in uluslararası alandaki diplomatik ve ekonomik yalnızlığını derinleştiriyor. Bu yalnızlaşma, Gazze savaşının İsrail ekonomisine bindirdiği maliyeti daha da artıracaktır. Zaten savaş, ülkenin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'sının (GSYH) yaklaşık yüzde 10’una mal olmuş durumda; yabancı yatırımcıları da kaçırdı ve İsrail’i uzun vadeli bir mali istikrarsızlığın eşiğine getirdi.
Ne var ki Netanyahu’nun liderliğinde Suriye, Lübnan, Yemen ve son olarak İran’a karşı başlatılan çok cepheli saldırılar, tarihsel olarak sıkça gözlemlenen bir örüntüyü yeniden teyit ediyor: Rejimler, kendilerini artan baskı ve tehdit altında hissettiklerinde genellikle dışa dönük saldırganlıkla karşılık verir. Netanyahu’nun stratejisi de büyük ölçüde, İsrail’in askeri operasyonlarına yönelik uluslararası denetimin giderek yoğunlaştığı hissiyatıyla şekilleniyor. Ancak bu hesap, Batılı hükümetler kısa vadede İsrail’in yanında durmayı sürdürse bile, uzun vadede ülkenin küresel itibarına ciddi zararlar verebilir.
Netanyahu, siyasi geleceğini koruyabilmek adına şiddetin sona erdirilmesine yönelik her türlü girişime direnecektir, ta ki kararlı ve sürekli bir uluslararası baskı, İsrail’i askeri operasyonlarını durdurmaya zorlayana kadar. Çünkü kendisi de çok iyi biliyor ki savaşlar sona erdiğinde, İsrail içinde hakkında yeniden yargılanma talepleri artacak ve Ekim 2026’ya kadar yapılması gereken seçimlerde iktidardan düşme riskiyle karşı karşıya kalacak. Bu nedenle, uluslararası baskı yön değişikliğini zorlamadığı sürece çatışmaları uzatmak için güçlü bir siyasi motivasyona sahip.
Eğer Trump ya da diğer kilit aktörler, gerilimi düşürmeye ve hesap verebilirliği sağlamaya yönelik bir tutum benimserse, bu bölgesel istikrar adına gerçek bir kırılma noktası yaratabilir, özellikle de İran, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ndan (NPT) çekilmeyi değerlendirirken. Aksi takdirde, Netanyahu’nun içgüdüsel hamleleri hem bölgeyi hem de farkında olmadan İsrail’i daha derin bir istikrarsızlığa sürükleyerek, sonunda İsrail’in kendisine zarar verecek bir tabloyu kaçınılmaz hale getirebilir.
[1] https://apnews.com/article/israel-politics-netanyahu-government-dissolve-parliament-coalition-5285b82f504820f36e652f99859813aa
[2] https://www.aa.com.tr/en/middle-east/israeli-offensive-on-lebanon-boosts-netanyahus-likud-party-popularity-poll-/3343284
[Jonathan Fenton-Harvey, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki, özellikle Körfez bölgesiyle ilgili çatışmaları ve jeopolitik konuları inceleyen araştırmacı gazetecidir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.