Dolar
41.31
Euro
48.60
Altın
3,641.44
ETH/USDT
4,523.00
BTC/USDT
114,766.00
BIST 100
10,831.48
Analiz

Almanya’da aşırı sağın önlenemeyen yükselişi: Kuzey Ren Vestfalya seçimleri

Almanya’daki siyasal sistemi zorlayan AfD’nin bu oy artışı durdurulamazsa çok daha büyük sorunlara yol açması ve Fransa’da olduğu gibi siyasi yasakların gündeme gelmesi söz konusu olabilir.

Prof. Dr. Kemal İnat  | 15.09.2025 - Güncelleme : 15.09.2025
Almanya’da aşırı sağın önlenemeyen yükselişi: Kuzey Ren Vestfalya seçimleri

İstanbul

Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal İnat, Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde düzenlenen yerel seçimlerin sonuçlarını ve bu sonuçların ülke siyasetinde yol açabileceği etkileri AA Analiz için kaleme aldı.

***

14 Eylül Pazar günü Almanya'nın en kalabalık nüfusa ve yaklaşık 13,7 milyon seçmene sahip eyaleti Kuzey Ren Vestfalya’da (KRV) yerel seçimler yapıldı. Seçim sonuçlarına bakıldığında Hristiyan Demokratlar yüzde 33,3 Sosyal Demokratlar yüzde 22,1 ve Yeşiller yüzde 13,5 oy aldı. Hristiyan Demokratların oyu kamuoyu yoklamalarında beklendiği kadar düşmedi ancak Sosyal Demokratlar ve Yeşiller seçimin en büyük kaybedeni oldu. Bu seçimin en büyük kazananı ise tahmin edildiği gibi oylarını yaklaşık üç kat artırarak yüzde 14,5 oy alan aşırı sağcı Almanya için Alternatif partisi (AfD) oldu. Seçim sonuçlarına göre AfD adayları Gelsenkirchen ve Duisburg gibi büyükşehirlerde ikinci tura kalmayı başardılar. Ancak iki hafta sonra yapılacak ikinci tur seçimlerinde diğer partilerin bu partiye karşı işbirliği yapması bekleniyor. Bu sebeple, aşırı sağın büyük şehirleri yönetme şansı olmayacaktır.

AfD'nin yükselişi neden endişe yaratıyor?

Aldığı oy oranıyla üçüncü parti olmasına rağmen asıl olarak Almanya’nın doğudaki eyaletlerinde çok güçlü olan AfD’nin ülkenin en fazla nüfusuna sahip batı eyaleti KRV’de oylarını üç kat kadar artırmış olması koalisyon partileri için büyük endişe kaynağı oldu. Zira, eyaletteki seçimler mayıs ayında göreve başlayan Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratlardan oluşan koalisyon hükümeti için ilk önemli test olarak görülüyordu. Bu koalisyon hükümetinin başkanı olan Şansölye Friedrich Merz, Almanya’nın birikmiş sorunlarını çözmek iddiasıyla işbaşına gelmiş ve aşırı sağcı AfD’nin yükselişinde önemli rol oynayan ekonomik sorunların çözümü konusunda yüksek miktarda kamu borçlanmasını esas alan devasa bir konjonktür programı açıklamıştı. Gelecek 12 yılda altyapı projelerine ve savunma harcamalarına 500 milyar avro yatırım yapılmasını öngören bu programla Almanya’nın ekonomide son dönemde yaşadığı küçülme ve durağanlığın aşılması ve yeni uluslararası güvensizlik ortamında ülkenin savunmasının güçlendirilmesi amaçlanıyor. Merz başkanlığındaki hükümetin önceki SPD-Yeşiller-FDP hükümetinden farklı olarak yapmayı söz verdiği bir başka uygulama ise göçmen ve mülteci politikasının sıkılaştırılıp ülkedeki yabancı sayısının azaltılmasıydı.

Özellikle göçmen meselesi ve artan ekonomik sorunlar AfD’nin yoğunlaştığı konular olduğu için KRV seçimlerinde bu partinin alacağı oy oranı yeni hükümetin bu alanlardaki politikalarının başarısını göstermesi açısından da merakla bekleniyordu. Bu çerçevede cevabı beklenen soru aslında şuydu: Hristiyan Demokratların büyük ortak olduğu koalisyon hükümetinin aldığı tedbirler AfD’nin yükselişinin önüne geçme konusunda işe yarıyor mu, yoksa Almanya da diğer Avrupa ülkeleri gibi aşırı sağcılar tarafından yönetilmeye doğru mu gidiyor?

AfD'nin provokatif politika stratejisi ve köklü siyasi partilerin başarısızlığı

Seçimlerin yapıldığı KRV eyaletinde seçim öncesinde yapılan kamuoyu yoklamalarında, halkın en büyük sorun olarak gördüğü konular arasında konut sorunu ve kiraların yüksekliği, trafik altyapısının yetersizliği ve yabancıların entegrasyonu problemi ilk üç sırada yer alıyordu. Bu durum, AfD’nin seçmenin rahatsızlıkları ve endişeleri konusunda doğru konulara yatırım yaptığını göstermesi açısından önemliydi. AfD, bu alanlarda var olan sorunları dile getirmenin yanında, kendine has provokatif üslubuyla sorunları abartıp seçmenin rahatsızlık ve endişelerini büyütmeyi hedefleyen bir strateji izliyor ve bugüne kadar bu stratejide başarılı olduğu da görülüyor.

Almanya’nın yerleşik, köklü siyasi partileri bu stratejiye karşı koyma konusunda başarısız oldular. Yabancı nüfusun entegrasyonuna dair gerekli adımları atma konusunda olduğu gibi bu meselenin AfD tarafından suiistimal edilmesini önleme konusunda da yetersiz kaldılar. Yabancıların giderek daha sert bir dille hedef gösterilmesi ve düşmanlaştırılmasının önüne geçecek adımları atmak yerine kendileri de yabancı karşıtı bir söylem üreterek AfD’nin oy artışını önleyebilecekleri yanılgısına düştüler.

Ayrıca bu partiler özellikle büyük şehirlerde giderek büyüyen konut sorununun çözümü konusunda etkili adımlar atma konusunda da başarısız oldular. Son olarak bu partiler, uzun yıllardan beri büyük oranda ticaret fazlası veren Almanya’nın gerekli finansal kaynaklara sahip olmasına rağmen gelir dağılımı skalasında en altta yer alan toplum kesimlerinin daha da yoksullaşmasına neden olan kapitalist politikalara imza attılar.

KRV seçim sonuçları ne söylüyor?

KRV yerel seçim sonuçları Almanya’nın aşırı sağ sorununun büyüdüğünü gösteriyor. Ülkenin doğu eyaletlerinde yaklaşık yüzde 30 bandında bir oy oranına ulaşan AfD’nin batı eyaletlerinde de kitle partisine dönüşme hedefine bir adım daha yaklaştığı görülüyor. AfD, Almanya’nın en fazla nüfusa sahip olan ve geleneksel olarak sosyal demokratların güçlü olduğu KRV eyaletinde beş yıl önceki yerel seçimlerle karşılaştırıldığında oy oranını yaklaşık üç kat artırarak yüzde 14,5 oy aldı. Bu sonuç, partinin artık bir sonraki federal parlamento seçimlerinde Almanya’da siyasal sistemi kilitleyecek düzeyde oy alabileceğine işaret ediyor.

Seçim sonuçlarının Almanya’nın iç ve dış politikası açısından muhtemel etkilerine baktığımızda, koalisyon ortaklarının oy oranının düşmesi ve AfD’nin oy oranının ciddi oranda artması önemli mesajlar veriyor. Her şeyden önce iktidardaki partilerin göçmenlere ve mültecilere yönelik politikalar konusunda üzerlerinde hissettikleri baskının artacağı söylenebilir. Genç nüfusu azaldığı için göçmenlere ihtiyaç duyan Almanya’nın, her geçen gün yabancı düşmanı söylemlerle oylarını artıran aşırı sağcı bir parti karşısında etkili bir yol bulması gerekiyor. Diğer Avrupa ülkelerinin pek çoğunda benzer bir sorun olduğu ve onların da bu konuda doğru çözümü bulmakta zorlandığı düşünüldüğünde Almanya’nın işinin kolay olmadığı görülüyor. Daha şimdiden Almanya’daki siyasal sistemi zorlayan AfD’nin bu oy artışı durdurulamazsa çok daha büyük sorunlara yol açması ve Fransa’da olduğu gibi siyasi yasakların gündeme gelmesi söz konusu olabilir. Bu da ülkedeki toplumsal istikrarı bozucu etkiler doğurabilir. Alman siyasetinin, AfD’nin yükselişine karşı, onun söylemlerini sahiplenme ya da ona karşı siyasi yasaklara başvurma dışında daha gerçekçi yöntemler üretmesi gerekiyor.

Almanya’da aşırı sağın yükselişinin iç politika açısından bir başka sonucu ülke içerisindeki göçmen kökenlilere ilişkin sorunların artması şeklinde kendisini gösterebilir. AfD’nin açık bir şekilde kendilerini hedef göstermesinden rahatsız olan göçmen kökenlilerin toplam nüfusa oranının yaklaşık yüzde 20-25 civarında olduğu düşünüldüğünde, aşırı sağcılarla göçmen kökenliler arasındaki gerilimin Almanya’da ciddi bir istikrarsızlık potansiyeli oluşturduğu söylenebilir. AfD’nin İslam karşıtı söylemlerinden rahatsız olan ülkedeki Müslüman kökenlilerin de Almanya’ya yönelik aidiyet duygusunda ciddi tahribatların oluşması da muhtemeldir.

AfD’nin bir yandan yabancı düşmanı diğer yandan ekonomik eşitsizlik söylemleriyle oylarını artırmış olmasının federal koalisyon hükümetinin ortakları arasında da gerginliğe yol açması beklenebilir. Yabancılara karşı politikasını sertleştirerek AfD’nin elinden bu aracı almak isteyen Hristiyan Demokratlar koalisyonu küçük ortağı Sosyal Demokratların direnciyle karşılaşırken; gelir dağılımı eşitliği konusunda daha fazla adım atarak AfD’nin bu alandaki propagandasını boşa çıkarmak isteyen SPD de CDU/CSU’nun direnciyle karşı karşıya kalabilir. Sosyal devletin finansmanı ve vergi artışı konusunda iki parti arasında son haftalarda yaşanan tartışmalar buna örnek olarak gösterilebilir. Bu açıdan bakıldığında, koalisyon ortaklarının göçmenler ve sosyal politikalar konularında birbirleriyle farklılaşan politikalarının AfD’nin bu alanları suiistimal etmesini kolaylaştırdığı söylenebilir.

AfD'nin yükselişi Alman dış politikasını nasıl etkiler?

Avrupa Birliği’nin (AB) en önemli iki ülkesinden biri olan Almanya’da ortak para birimi başta olmak üzere birçok AB politikasına karşı çıkan aşırı sağcı bir partinin gücünü artırmasının Avrupa bütünleşmesi açısından çok olumsuz bir gelişme olduğunun altını çizmek gerekir. AB’nin diğer öncü ülkesi Fransa’nın da uzun zamandır aşırı sağın yükselişi nedeniyle büyük bir istikrarsızlık içine sürüklendiği düşünüldüğünde, Avrupa’da ve dünyada aşırı sağın yükseldiği bir dönemde Almanya’nın da bu trende ayak uydurması AB’nin geleceğini tehlikeye atacaktır.

Ayrıca, ABD’deki Donald Trump hükümetinin önemli bazı isimleri tarafından açık bir şekilde desteklenen ve aynı zamanda Rusya’ya karşı AB’nin uyguladığı sert yaptırım politikasına karşı olduğu bilinen AfD’nin Almanya’da giderek güçlenip federal hükümeti baskı altına alması, Avrupa’ya liderlik yapması beklenen Berlin’in gerek Washington ile ilişkileri gerekse Moskova’ya yönelik politikasının kararlılığı açısından zafiyet doğuracaktır.

AfD’nin güçlenmesi bir yandan ABD’nin ve Rusya’nın Almanya ve dolayısıyla Avrupa üzerindeki nüfuzunun artması şeklinde yorumlanırken bir yandan da aşırı sağın nefesini ensesinde hisseden koalisyon hükümetinin panik içerisinde hareket edip rasyonel kararlar almasına engel olacak bir gelişme olarak görülebilir. AfD’nin oylarını batı eyaletlerinde de hızlı bir şekilde artırmaya devam etmesi Almanya’nın Avrupalı ortaklarında endişeyi artırmıştır. Özellikle de Rusya’ya karşı sert bir savunma hattı oluşturulmasını ve Almanya’nın bu hattın en önemli yapı taşlarından biri olmasını savunan AB ülkeleriyle Trump yönetimine karşı Avrupa’nın ortak hareket etmesini savunan Avrupalı ortakları bu endişeye sahipler. Buna karşılık, AB’nin bugüne kadarki sert Rusya politikasını eleştiren Macaristan ve Slovakya gibi ülkelerdeki yönetimler ve diğer bütün AB ülkelerindeki aşırı sağcı kesimler AfD’nin oy artışından memnun olmuşlardır.

[Prof. Dr. Kemal İnat, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.