Dolar
32.38
Euro
34.94
Altın
2,233.04
ETH/USDT
3,568.80
BTC/USDT
70,889.00
BIST 100
9,079.97
Analiz

Suriye’de İran nüfuzu ve demografik dönüşüm

Bugün Suriye sahasında çokça karşılaşılan, herhangi bir şehrin kuşatılması ve büyük yıkımların ardından orada yaşayanların tahliye edilmesi süreçlerini, İran olmadan sadece Şam rejimine odaklanarak okumak hatalı olacaktır.

03.05.2018 - Güncelleme : 03.05.2018
Suriye’de İran nüfuzu ve demografik dönüşüm

İSTANBUL - Ömer Behram Özdemir

Esed rejimi, müttefikleri olan İran ve Rusya’nın doğrudan desteğiyle, yıllar süren çatışmaların ardından Halep ve Şam’da büyük oranda kontrolü ele geçirdi. Bu askeri kazanımlarda etkin rolde olan Rusya ve İran ise her geçen gün Suriye üzerindeki nüfuzlarını arttırıyor. Astana’daki rolü ve Suriye askeri güçlerine dair üstlenmeye çalıştığı inşa edici rolle Rusya başat nüfuz gücü olarak karşımıza çıkıyor. Buna karşın bölgenin kadim aktörü İran da kapasitesine uygun şekilde Suriye’deki nüfuzunu arttırma çabasında. 1979’dan bu yana Hama ayaklanması, İran-Irak savaşı, Lübnan iç savaşı gibi zorlu virajlardan geçen Şam-Tahran ittifakının iki aktörü arasında kısmen bir denge vardı. Bugün ise topraklarının neredeyse yarısını kontrol edemeyen, ordusu düzenli bir ordudan ziyade yarı ordu-yarı çete bir yapıya dönüşen ve milyonlarca vatandaşı mülteci konumunda yaşayan Esed rejimi, Tahran ile iki denk gücün kurabileceği bir ilişkinin çok uzağında. Şam yönetiminin yardıma muhtaç hali müttefikleri için bir yandan maliyet anlamına gelse de, öte yandan Şam’ı kontrol altına almak açısından da avantajlar barındırıyor. Bölgede son yıllarda artmakta olan etkinliğini sınır ötesi milis yapılanmaları ve demografik avantajlar üzerinden sağlayan İran için kaotik Suriye toprakları, nüfuzunu arttırmak için oldukça elverişli bir zemin anlamına geliyor.

Tahran’ın askeri uzantıları: İran destekli milisler ve Devrim Muhafızları

Suriye rejim güçleri, firarlar ve kayıplar sonrası orduda yaşanan büyük yıkımın sonucu olarak ülkenin önemli bir kısmında otoriteyi kaybetmişti. Rejimin ayakta kalabilmesi ve stratejik olarak hayati görülen Halep ve Şam gibi büyük şehirlerde rejim hakimiyetinin tekrar sağlanabilmesi adına, Şam doğrudan dış desteğe ihtiyaç duymuştu. Bu askeri destek ihtiyacını ilk karşılayan ise Tahran oldu. Henüz Suriye’de ayaklanmanın ilk dönemi olan 2011’de, İran Suriye’ye askeri mühimmat sevkiyatını başlattı. 2012-2013 seneleri, başta Hizbullah unsurları olmak üzere İran destekli çeşitli milis unsurların Suriye’de Esed rejimi yanında savaşa katıldığı dönem olarak tarihe geçmişti. Hizbullah’ın güneyde Kuseyr cephesinde muhaliflere karşı elde ettiği askeri kazanımlar, İran destekli muhaliflerin kapasiteleri kadar, rejimin bu desteğe olan ihtiyacını da gözler önüne sermişti. Hizbullah haricinde başta Nüceba Hareketi, Ebul Fazl el-Abbas, Liva Zülfikar, Kataib Seyyid eş-Şüheda olmak üzere çok sayıda İran destekli milis kuvveti de Esed rejiminin yanında savaşa katılmıştı. Bölgede Şiilerin koruyucusu ve lideri rolüne soyunan Tahran, Esed’e yardım hamlesinde sadece Lübnan ve Irak’tan getirdiği milisleri değil, İran’da ikamet eden Afgan mültecilerin insan kaynağını oluşturduğu Fatımi Tugayı’nı da kullanmıştı.

Esed rejiminin askeri anlamda yaşadığı büyük yıkım, İran’ın doğrudan kendi askeri unsurlarını bölgeye getirmesi sonucunu doğurmuştu. Suriye’de Devrim Muhafızları komutanları vasıtasıyla “askeri danışman” adı altında doğrudan temsil edilen İran, 2015 ile birlikte binlerce Devrim Muhafızını da muharip olarak Suriye topraklarına soktu. Güneyde Dera ve Kuneytra cephelerinde rejimi ayakta tutan İran müdahalesi, bu kez Halep, Şam ve Humus’ta kendini gösterdi. Halep’te muhaliflerle rejim arasındaki yoğun savaşın son evresinin, neredeyse muhalifler ve İran denklemine dönüşmesi ve Humus’ta DEAŞ ile rejim arasındaki çatışmalarda İran’ın verdiği yüksek sayıdaki askeri kayıp, Tahran’ın en hayati cephelerde rejimin ne derece yanında olduğunu gösteriyor. Tuğgeneral Hüseyin Hemedani de dahil olmak üzere farklı rütbelere sahip yüzlerce İran Devrim Muhafızı unsuru Suriye’deki çatışmalarda hayatlarını kaybettiler.

Milislerin ve Devrim Muhafızlarının yaşadıkları askeri kayıplar bir yandan Tahran’a maliyet çıkarırken, öte yandan İran’ın doğrudan (Devrim Muhafızları) ve dolaylı (milisler) şekilde Suriye’ye daha fazla askeri unsur yığmasına ve daha da kalıcı hale gelmesine yol açtı.

7 yıldır devam eden savaşta 60 binden fazla askerini kaybeden, binlerce askerinin firarı ve taraf değiştirmesiyle sarsılan Baas rejiminin, günümüzde 80 binden daha az bir askeri güce sahip olduğu ve bu 80 binlik kitle içinde askeri olarak nitelikli unsurların sayısının ise 20 bini aşmadığına dair iddialar var. Bu açıdan bakıldığında, ortaya çıkan güç boşluğunun doldurulmasında milis güçlerin ve dolayısıyla İran’ın büyük bir etkisinin olduğunu söyleyebiliriz. İran bu milis kartını Suriye’nin geleceği hususunda da bir araç olarak kullanıyor. Doğu Halep’in muhaliflerce tahliye edildiği süreçte, Türk ve Rus yetkililerin öncülüğünde yapılan anlaşma sonrası kendini müzakere masasının dışında bulan İran, desteklediği milisler üzerinden, anlaşmanın mevcut halini sabote etmeye çalışmıştı. Tahliye noktalarına ve bölgeden çıkan konvoylara ateş açan milisler, İran’ın Halep’teki etkinliğini Türkiye ve Rusya’ya hatırlatmıştı. Keza Ocak ayı sonunda TSK’nın İdlib’de “Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü” olarak Rusya ile koordineli bir şekilde çeşitli bölgelerde gözlem noktaları kurması da İran tarafında benzer bir tepkiye yol açmıştı. Halep’in güneyinde bulunan ve İran destekli milislerin yoğun olarak konuşlandığı bölgelerden olan el-Hadır’ın tam karşısındaki el-Eys kasabasına yönelen TSK konvoyunun ilerleyişi, milislerin tehditleri ve bombardımanıyla kesintiye uğramıştı. Takip eden günlerde, Türkiye’nin irade göstermesi sonucunda, İran destekli milislerin tehdit ve tacizlerine karşın TSK el-Eys’e konuşlanmıştı. Suriye toprakları içinde Türkiye ve Rusya’nın anlaşarak bir çözüm araması ve bu çözümün bir noktada İran destekli milisler tarafından baltalanması, Şam rejiminin işlevsizliğini ve İran’ın savaş sahasındaki ağırlığını gösteriyor. Rusya ise Suriye rejim güçlerinin yeniden yapılandırılmasında rol oynayarak hem kendi konumunu sağlamlaştırmak hem de İran’ın askeri alandaki etkisini kırmak istiyor. Buna karşın Suriye rejiminin dağınık ve disiplinden uzak askeri yapısı, Tahran’ın bir süre daha vazgeçilmez bir aktör olmasını sağlıyor.

Demografik avantajlar: Kullanışlı Suriye’nin inşası ve İran etkisi

Esed’in 2016 yılında, o dönem elinde tuttuğu toprakları kastederek kullandığı “Kullanışlı Suriye”* tabiri, bugün Esed ve müttefiklerinin tahayyüllerindeki Suriye’ye de ışık tutuyor. Esed’in ne pahasına olursa olsun savunulacağı taahhüdünde bulunduğu “Kullanışlı Suriye”*, bugün Halep ve Şam’ı da içermekle birlikte, 2011 Suriye’sine göre toprak, kaynaklar ve nüfus açısından daha kısıtlı imkanlara sahip. Bugün itibariyle Suriye’deki tarım arazilerinin sadece 1/4’ü Esed rejiminin elinde; geri kalanları ise YPG-SDG unsurlarının ve muhaliflerin kontrolü altında. En büyük barajlar ve petrol sahaları ise ABD destekli SDG’nin elinde bulunuyor.

Doğal kaynaklardaki büyük hakimiyet kaybına ek olarak, nüfus bazında da küçülmüş bir “Kullanışlı Suriye” var. Yarım milyondan fazla ölümün yaşandığı savaş esnasında, BM verilerine göre 5,6 milyon Suriyeli mülteci olarak başka ülkelere sığınırken yine 6 milyon Suriyeli de ülke içinde göç etmek durumunda kalmıştı. 2011’de 20-22 milyon civarında bir nüfusa sahip olan Suriye’nin, 7 sene içinde vatandaşlarının neredeyse yarısının ülke içinde ya da dışında muhacir durumuna düştüğü ya da savaşta öldüğü görülüyor. İran tam da bu noktada, rejimle birlikte yürüttüğü “kuşat-boşalt-insansızlaştır” stratejisinin müteakip hamlesi olarak, boşaltılan bölgelere desteklediği milis güçlerini ve ailelerini yerleştirerek, kendisine gelecek için “yerlileşmiş” ortaklar inşa etmeye çalışıyor. Guta, Zabadani, Madaya, Doğu Halep gibi, sıkı kuşatma ve şiddetli saldırılar sonucu tahliye edilen çok sayıda bölgede İran destekli milislerin etkinliği göze çarpıyor. Bilhassa Şam’da tahliye edilen bölgelerde, Nüceba Hareketi başta olmak üzere çeşitli gruplardan milisler ve aileleri, tahliye edilenlerin yerlerine yerleştiriliyor. Hafız Esed ve Beşşar Esed’in başkent Şam’ın homojen Sünni demografik yapısını, bölgeye göç ettirilen Nusayri vatandaşlarla değiştirmesine benzer şekilde, İran da “Kullanışlı Suriye” içinde stratejik olarak önemli gördüğü bölgelerde Şii nüfustan müteşekkil cepler oluşturmak arzusunda. Nicelik olarak çok büyük bir değişim olmasa da, nitelik olarak İran’ın etkinliğini kaybetmek istemediği bölgelerde, artık kalıcı bir insan kaynağına doğru ilerlediği görülüyor. Halep-İdlib bölgelerinde Nubl-Zahra ve Fua-Kefraya köylerindeki Şii nüfusu, bölgedeki varlığının dayanaklarından biri olarak kullanan Tahran için, Şam ve Humus’taki demografik hamleler, sadece Suriye’nin geleceğinde etkinlik anlamına gelmiyor. Aynı zamanda Humus-Şam-Kalamun hattıyla ve Hizbullah’ın varlığıyla İsrail’e karşı kalıcı bir ön hat oluşturmak, İran için bu sürecin sonunda ulaşılacak bir kazanım olarak öne çıkıyor.

İran’ın demografik yapıyı değiştirici nitelikteki hamlelerini, Suriye kökenli yerli Şii milis gruplar inşa etme çabaları ve çeşitli bölgelerde (Muharrem matemi ritüellerinin icra edildiği) Hüseyniyelerin açılışları takip etti. Sadece Iraklı ve Afgan milisleri bölgeye taşımasıyla değil, Suriye’deki bilhassa Nusayri kitlelerin Şiileştirilmesiyle de İran’ın bölgedeki yerel varlığını güçlendirme arzusunda olduğu söylenebilir. Şii inancı açısından önem taşıyan türbelerin güvenliğini milis güçlerin Suriye’ye gönderilmesi için bir bahane olarak kullanan Tahran, savaş sonrası dönemde bu bahanenin geçerliliğini kaybetme ihtimaline karşı, bölgede kendisine ideolojik olarak bağlı kitleler oluşturmaya önem veriyor.

Sonuç olarak, bugün Suriye sahasında çokça karşılaşılan, herhangi bir şehrin kuşatılması ve büyük yıkımların ardından orada yaşayanların tahliye edilmesi süreçlerini, sadece Şam rejimine odaklanarak okumak hatalı olacaktır. Çünkü İran Suriye’deki varlığını kalıcı kılmak için, askeri alanda yaptığı “yatırımlarla” yetinmiyor, toplumsal alanda da “yatırımlar” yapıyor. Bu açıdan bakıldığında, rejimin zayıf ve yıkık halinin İran’a bir maliyeti olsa da, diğer taraftan bu durum, “Kullanışlı Suriye”nin Tahran için daha da “kullanışlı” hale gelmesine zemin hazırlıyor.

[Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ortadoğu Enstitüsü'nde (ORMER) araştırma görevlisi olan Ömer Behram Özdemir Suriye, DAEŞ ve evlet dışı aktörler üzerine çalışmaktadır]

[*] Literatüre "Kullanışlı Suriye" veya "Butik Suriye" olarak geçen bu kavram, Suriye'nin çok parçalı siyasi/askeri haritasına ve 2011'den bu yana mülteci akımı ve tehcirlerle değişen demografik yapısına atıfta bulunan alternatif bir Suriye tahayyülüdür. Baas rejiminin mevcut askeri ve ekonomik kapasitesiyle Suriye'nin tamamına değil, ancak stratejik olarak önem arz eden büyük şehirlere ve ülkede kalan nüfusun önemli kısmına hükmetmesini ifade eder.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın