Sokağın aynasında Suriye: Halkın gündemi Batı başkentlerinin gündemiyle uyuşmuyor
Suriye'deki siyasi ve toplumsal durum tüm tasavvurların, idealizasyonların ve "wishful thinkinglerin" çok ötesinde.

İstanbul
Anadolu Ajansı Stratejik Analiz Müdürü Zeliha Eliaçık, devrimden sonra Suriye sokaklarının gündemini AA Analiz için kaleme aldı.
***
2008 yılında Şam Üniversitesinde öğrenci olarak geçirdiğim günlerden tam 17 yıl sonra, geçen hafta yeniden Suriye'ye gittim. Ancak bu kez bir öğrenci merakıyla değil, hadiseleri anlamak isteyen bir araştırmacı sorumluluğuyla. Suriye'de olup biteni anlamak elbette kolay değil. Bunun en büyük nedenlerinden biri de ülkenin sürekli bir göz hapsinde olması. Tüm dünyanın bakışları üzerindeyken, hangi aktör gerçekten kendisi olabilir? Hangi söz, gerçekten kast edilen şeyi dile getirebilir?
Nitekim, saha çalışması yapanlara anlatılanlardan çok, kendi gözleriyle gördüklerine güvenmeleri öğütlenir. Suriye'de de öyle oldu. Gördüklerim, kimi anlatıları silikleştirirken kimilerini daha da netleştirdi.
Şam'da bulunduğum 2008 yılı, rejim baskısının adeta ensede hissedildiği zamanlardı. O dönem ben tecrübeli öğrenciler tarafından, yabancı öğrencilerin sık sık kaybolduğu ve özel Arapça dersleri aldığım hocanın muhaberatla sıkı fıkı olabileceği ihtimaline karşın, kimseye güvenmemem gerektiği konusunda uyarılırdım. Gerçekten de Arapça Hocam bir gün Türkiye-Suriye konulu bir sohbet esnasında soru sorarken birden durdu ve evinin duvarında asılı Esed fotoğrafını göstererek "Uskuti!" dedi, "Sus! Bir duyan olacak." Oysa odada sadece ben vardım.
O yıllarda ister benim Hocam gibi inançlı olsun ister olmasın, sadece iki kişi arasında yapılan konuşmalarda dahi insanları tedirgin eden şey "Tanrı var" korkusu değildi; "Esed duyar" ihtimaliydi.
Suriye: Bir yoklar ve umutlar ülkesi
Bu kez 17 yıl sonra gittiğim Suriye'de, insanlarda kendilerini ifade etme ve konuşma konusunda bir rahatlık gözlemledim. Adeta bir yükten kurtulmuşçasına rahattılar. Ancak konuşmalar devam ettikçe bu rahatlık yerini, yokluğun bunalttığı kaygılı bir halet-i ruhiyeye bırakıyordu.
Şu an karşımızda ihmalkâr ve tamahkâr bir yönetimin miras olarak bıraktığı paslı, isli, kirli ve harap bir "Yoklar ülkesi" var. "Ma fi Masari":Para yok, "Ma fi Kehribar: Elektrik yok; " Ma fi May": Su yok. Ve Esed yok. Devralınan mirasın salim, makul, işleyen bir devlet yapısından çok uzak olması ve parçalı toplumsal yapı da işleri iyice zorlaştırıyor. Ancak her şeye rağmen Suriye'de devlet hüviyetine sahip olma yolunda çabalayan yeni bir yapı ve ona bağlanan ümitler var. Evet, her yeni başlangıcın insana verdiği o ümit hissi Suriye’de her yerde; konuştuğum insanların uzaklara bakan gözlerinde, en çok da, kurumuş buz gibi parmaklarıyla ellerimi tutan ellerde, belime sarılan fakir çocuk bedenlerinde, üstelik yokluk her yerde ve her şeyde kendini bu kadar yakın hissettirirken. Ve işte bazı kutsal yahut resmi mekanlarda yakından temas ettiğim bu yokluk, Suriye halkının en öncelikli sorununu ele veriyor: "Geçim derdi." Böyle bir mekanda görevli bir hanım ben kapıdan çıkarken "Hediyeniz yok mu diyor, hiçbir şeyimiz kalmadı, bize bir şeyler verin." Şaşırıyorum, zira 17 yıl önce de tarihi ve manevi hatıraların ağırlığıyla insanda bir haşyet hissi uyandıran bu büyülü mekânları ziyaret etmiş ama kimseden bir yardım talebi işitmemiştim. Elbette bu harpten çıkmış bir toplum için şaşırtıcı olmasa da kanaatkâr ve onurlu Suriye toplumu için alışılmadık bir durum. Mahrumiyet, sadece insanların şikâyetlerinde değil, bazı binaların önünde bekleyen resmi görevlilerin suretlerinde de yer yer ele veriyordu kendini. Çoğu henüz 20'lerinde olan delikanlıların ellerindeki silah, yaşlarından da tecrübelerinden de daha büyüktü. Diğer yandan boğazlı kazak ve kot pantolon giymiş bir güvenlik görevlisinin kim olduğu da ancak elindeki silahtan ve önünde beklediği resmi binanın tabelasından anlaşılabiliyordu.
İdlip-Halep-Hama-Şam-Dera hattından manzaralar
Suriye'de devletin varlığının ve istikrarın en çok hissedildiği bölge İdlip ve civarı. Yollar intizamlı, asayiş yerinde ve bir düzen hâkim. Manzara Suriye içlerine doğru ilerledikçe değişiyor.
Ancak henüz Halep'e varmadan Türk STK'ların himayesinde dulların kaldığı yurtlara düşen yolumuz nedeniyle yetim çocukların gözlerinde gördüklerim ve sarılışlarında hissettiklerim ön yargıyla baktığım bazı kuruluşlara dair şüphelerimi "İyi ki varlar" temennisine hatta şükrüne dönüştürüyor.
Benzer bir duyguya Dera'da da kapılıyorum. Dört gözle aylar sonra ilk kez gelecek yardımı bekleyen Dera halkı yardımları teslim aldıktan sonra bir daha ne zaman gelecekler diye soruyor. Perişan vaziyetteki kadınlar çaresizce herkese ne denli ihtiyaç içinde olduklarından bahsediyor. Türkiye olmazsa halkın İsrail saldırılarıyla değil, onun cazip teklifleri ve manipülasyonlarıyla baş başa kaldığı yerler buralar. Nitekim, Dera Valisi bize İsrail'in yerel halkı yanına çekmek için yardım kolileri gönderdiğinden ve halkın bunu reddederek yaktığını anlatıyor. Evet, Türkiye olmazsa "yamyamlar" üşüşür hissiyatının içimize çöktüğü yerler buralar. Kaostan beslenenlerle Suriye'de istikrar isteyenler arasındaki farkın açıkça ortaya çıktığı yerler buralar.
Anne mezarının üzerindeki çalı: Yermuk kampında bir karşılaşma
Türkiye'ye dönüş yolunda artık her yanı harabeye dönmüş, Filistinli mültecilerin hapsedildiği, açlık yüzünden alimlerden kedi yenebilir fetvası alınan Yermuk kampında yerle bir olmuş kabirler arasında Filistinli yaşlı bir adamla karşılaşıyorum. Sokağa çıktığı için kurşunlanan annesinin mezarını bulmaya, başına bir taş dikmeye gelmiş. Annesine son vazifesini yaparken elinde tuttuğu kurumuş bir çalıyı da mezara bırakıyor ve tüm renklerinin çalındığı hayatında tutunacak ne varsa onunla hayata tutunarak -velev ki kuru bir çalı olsun- hala sevgiyi, hürmeti ve vefayı yaşattığını gösteriyor. Bu adam bana Filistin milli şairi Mahmut Derviş'in "Yeryüzünde yaşamayı hak eden şeyler var" dizesini hatırlatıyor. İşte, kuru çalıda çiçek, kabirde hayat gören bu ümit dolu, sahici ve güzel insanlar yaşamayı hak edenlerden diyorum.
Yaşlı adam hikayesi sorulunca kuşatma altındayken yaşadıkları dehşeti anlatmaya başlıyor; açlıktan ağaç yapraklarını, köpekleri, kedileri ve ne buldularsa yedikleri o dehşet günlerini. "Yine de" diyor, "Evimi inşa edeceğim ve annemin kabrini de." En ufak bir aksaklıkta ye'se düşen kim varsa onu utandıracak bir metanet bu.
Sokaktaki Türkiye ve Türk varlığı
Türkiye'nin güçlü bir ekiple STK'sından diplomatik misyona kadar Suriye'de yetkin kadroların elinde olması ümit veriyor.
Ancak elbette Suriye iç savaşı başladığında milyonlarca Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye'nin yeni Suriye ile ilişkileri aslında Şam Büyükelçiliğinden değil; Antep'ten, İstanbul'dan Mersin'den ve Ankara'dan başlıyor. Türkiye'nin dört bir yanında yaşamış ve yaşayan hatta bir kısmı Türkiye'de doğan Suriyeli kadınların, erkeklerin, gençlerin ve çocukların zihninden gönlünden başlıyor. Ve tam da şimdi Türkiye'de bir dönem ırkçı korolar eşliğinde köpürtülen düşmanlıkların ne manaya geldiğini daha iyi anlıyoruz.
Zira, hiç unutulmamalı ki siyasi kadrolardan bağımsız bir şekilde Türkiye'yi Suriye'ye bağlayan işte bu insanlar olacak. Suriye'nin yeniden kalkınması için yetişmiş her insanın dönüşü ve beyin göçünün de önemi düşünüldüğünde Türkiye tecrübesi ayrı bir önem kazanıyor. Nitekim, bu ziyaretimde 2008 yılındakinden farklı bir tecrübe yaşadım: Sokaklarda sık sık Türkçe konuşan insanlarla rastlaşmak. Kimi sade vatandaş, kimi görevli, yetkili-yetkisiz çok sayıda Türkçe konuşan insan. Suriye ve Türkiye her şeyin ve her türlü siyasi aktörün ötesinde birbirine yetkili, yetkisiz-küçük-büyük-zengin-fakir pek çok insanla rapt olmuş durumda.
İdeoloji değil, iktidar ve meşruiyet arayışı
Öteden beri Suriye'de etkin olan ve olmak isteyen pek çok yabancı aktörün varlığı sır değil. Bu güçlerin sadece askeri değil, askeri araçlar dışında hangi mekanizmalarla Suriye'de yer edinmeye çalıştıklarına da dikkat kesilmek gerekiyor. Bir diğer önemli soru da askerini çekenlerin kendi çıkarlarına nezaret için neyi ve kimi Suriye'de bırakacakları.
Sadece devrimi gerçekleştiren yapıların geçmişi değil, aralarındaki farklılıklar da nasıl bir devlet ve yönetim modeli olacağı konusunda merakları kışkırtsa da Suriye'deki yeni yönetimin odağında içeride ve dışarıda meşruiyet üretme ve güç ikame etme gayreti var. Halkın ilk ve öncelikli gündemiyse ekonomik sorunlar. Ekonomik darboğazın aşılması için herkes yaptırımların kalkmasını bekliyor.
Devletin kimliği ve İslam etrafındaki tartışmalar bu süreçte sık sık mesele edilse de bu kimlik, içerideki güç dengeleri ve dışardan gelen baskılara yönelik bir pragmatizmin ve reel siyasetin gölgesinde şekilleneceğe benziyor. Suriye'deki siyasi ve toplumsal durum tüm tasavvurların, idealizasyonların ve "wishful thinkinglerin" çok ötesinde. Suriye'nin harap sokaklarında gezindikçe, insanlarla ve yetkililerle görüştükçe bazı Avrupa başkentlerindeki ideoloji ve İslam’a odaklanan tartışmalar iyice absürtleşiyor. Suriye sokaklarının gündemiyle Batı başkentlerinin gündemi örtüşmüyor.
[Zeliha Eliaçık, Anadolu Ajansı Stratejik Analiz Müdürüdür.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.