Dr. Öğr. Üyesi Uğur Öztürk, Osmanlı'daki himaye kültürünü anlattı
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Uğur Öztürk, Osmanlı yazılı kültürü ve şiirinin tarihsel seyrine bakıldığında, edebi metinlerin ortaya çıkması için bir teşvike ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

İstanbul
Öztürk, 3. Murad dönemini odağa alan, 16. yüzyıl sonu Osmanlı saray çevresinde gelişen edebiyat üretimi ve kültürel ilişkileri incelediği "Osmanlı Dünyasında Himaye İlişkileri ve Yazılı Kültür" başlıklı çalışmasına ilişkin, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
Osmanlı yazılı kültürü ve şiirinin tarihsel seyrine bakıldığında, edebi metinlerin ortaya çıkması için bir teşvike ihtiyaç duyulduğunu anlatan Öztürk, "Hami dediğimiz bu teşvik unsurlarının, himaye edilen kişiye belirli konularda, çoğu zaman maddi bazen de manevi desteklerde bulundukları bilinmektedir. Bu geleneği 16. yüzyılın ikinci yarısına kadar başta padişah olmak üzere sadrazamlar, beyler ve paşaların devam ettirdiğini biliyoruz." diye konuştu.
Öztürk, 2. Selim devrinden sonra hamilere, harem ağaları ve hanım sultanların da dahil olduğunun altını çizerek, şöyle devam etti:
"Hanım sultanlarda Nurbanu Sultan, İsmihan Sultan ve Safiye Sultan, harem ağalarında Habeşi Mehmed Ağa, Gazanfer Ağa, Cüce Zeyrek Ağa ve Derviş Ağa ön plana çıkar. Hatta bahsi geçen harem ağaları, hanım sultanlar ile müellif ve mütercimler arasında aracı konumdadırlar. Hamilerin bu kadar geniş olduğu bir ortamda kültürel ve edebi üretimde himayenin rolü daha da büyüktür. Saray hamilerinin ön plana çıkmasıyla taşradan merkeze doğru bir yöneliş olmuş ve özellikle 3. Murad döneminde bu yöneliş, sultanın merkezde olduğu himaye kültürüne dönüşmüştür. Bu merkezileşmede şehzade kapılarının artık azalması ve sonrasında kaldırılması da etkili olmuştur."
"Yurt dışındaki yazmalara ulaşma konusunda birçok zorlukla karşılaştım"
Öztürk, 3. Murad devrinde himaye kültürünün padişahın merkezde olması kaydıyla birçok kişi tarafından yürütüldüğüne dikkati çekerek, şu ifadeleri kullandı:
"3. Murad döneminin önemli özelliklerden biri de nüsha bazlı himayedir. Nüsha bazlı himaye, bir eserin çoğu zaman sadece dibacesinde methedilen kişinin isminin ve övgü cümlelerinin değiştirilerek başka bir hamiye sunulmasıdır. Bu sunuşların değişimi tasvirli yazmalarda daha belirgin hale gelir. Örneğin, Seyyid Lokman tarafından kaleme alınan Zübdetü't-Tevarih'in elimizde 4 nüshası bulunmaktadır. Bu nüshalardan 3'ü tasvirli, biri ise muhtasar tasvirsizdir. İlk tasvirli nüsha oldukça tezhipli ve sarayda hazırlanmış olup 3. Murad içindir. İkincisi, sultan nüshası kadar tezhipli nüsha Darüssaade Ağası Habeşi Mehmed Ağa içindir. Üçüncü nüsha ise ilk 2 nüshaya göre tezhip bakımından zayıf olup, dönemin sadrazamı Siyavuş Paşa'nın kütüphanesi için kaleme alınmıştır. Son muhtasar ve tasvirsiz bir nüsha ise Hoca Sadeddin Efendi içindir."
Araştırmasının temelini yazma eserler ve arşiv bilgeleri üzerine kurduğunu vurgulayan Öztürk, şunları kaydetti:
"Türkiye kütüphanelerindeki yazmalara o dönem Türkiye Yazma Eserler Kurumunda yazma eser uzmanı olarak çalıştığım için rahatlıkla ulaşabiliyordum fakat yurt dışındaki yazmalara ulaşma konusunda birçok zorlukla karşılaştım. Bu zorlukları kütüphanelerle yazışarak halletmeye çalıştım fakat ulaşamadığım yazmalara özellikle Almanya ve Avusturya'daki kütüphanelerle irtibatlı hocalar aracılığıyla ulaşmaya çalıştım. Güler Doğan Averberk ve Ercan Akyol o dönemde yazmalar konusunda bana yardım etti. Bütün bunlara rağmen hala ulaşamadığım birçok yazma bulunuyor."
Uğur Öztürk, 16. yüzyılda 3. Murad'ın yazdırılan eserlere en çok müdahil olan kişilerin başında geldiğini belirterek, Seyyid Lokman'ın "Zübdetü't-Tevarih", "Hüner-name" ve "Şehinşahname" adlı eserlerinin, sultanın dini, tasavvufi ve siyasi hükümdarlığına hizmet amacıyla yazılan eserlerden olduğunu söyledi.
Osmanlı'da en yoğun tasvirli yazma üretiminin 3. Murad devrinde olduğunu dile getiren Öztürk, "Başta sultanın kendisi olmak üzere devrin birçok bürokrat ve saray mensubu, tasvirli yazmaları şahsi kütüphanelerine almaya çalışmıştır. 3. Murad dönemini, babası (2. Selim) ve oğlunun (3. Mehmet) döneminden ayıran önemli özelliklerden biri de bu tasvirli yazmalardaki sayısal artıştır. 16. yüzyıl hatta 17. yüzyılın sonuna kadar imparatorluk dahilinde tasvirli yazma üretiminin ve hediyeleşmenin bu kadar yoğun olduğu bir dönem yoktur. Bu dönemde tasvirli yazmalara sahip olmak bir prestij meselesi olarak görülmüştür." diye konuştu.
"Safevi elçileri hediye olarak birçok tasvirli yazmayı getirmiş"
Öztürk, 3. Murad'ın şahsi kütüphanesinde tasvirli yazmalar için ayrı bölme olduğuna işaret ederek, şu ifadeleri kullandı:
"Onun bu merakını etrafındaki hamiler, özellikle harem ağaları da benimseyerek desteklemiş ve sultanın hoşuna gidebilecek eserler yazdırmışlardır. Sultanın bu merakı sadece imparatorluk dahilinde değil diğer devletlerin hükümdarları ve elçileri tarafından da bilinmekteydi. Osmanlı'ya gelen Safevi elçileri, hediye olarak birçok tasvirli yazmayı getirmiştir. Hatta 1582'deki bir sünnet şenliğinde devlet erkanı da sultana tasvirli yazmalar hediye etmiştir. Bu merakın bir sonucu olarak Gelibolulu Mustafa Ali, Osmanlı tarihinde ilk kez sanat erbabının hayatlarını Menakıbü'l-Hünerveran ile kayıt altına almıştır."
3. Mehmet döneminin önemli hamilerinden Gazanfer Ağa üzerine çalıştığını kaydeden Öztürk, Gazanfer Ağa'nın birçok şair, müellif, mütercimi himaye ettiğini, kendi adına mimari eserler yaptırdığını ve ilmiye sınıfından askeri sınıfa kadar 16. yüzyılın son çeyreğine damga vuran kişilerden olduğunu sözlerine ekledi.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.