Politika, arşiv

IŞİD ile Suriye rejimi arasında ortaklık var

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, "Ne zaman Suriye'nin Kuzeyi'nde muhalefet güçlendi, IŞİD o zaman çıktı. Perde gerisinde bunlarla rejim arasında ortaklık var" dedi.

09.01.2014 - Güncelleme : 09.01.2014
IŞİD ile Suriye rejimi arasında ortaklık var

ANKARA

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Anadolu Ajansı (AA) Editör Masası'na konuk oldu.

Esed yönetiminin muhalefet olarak gördüklerini terörle suçladıkları belirten Davutoğlu, "Terör tehdidini bastırmak için daha büyük bir şiddet uygulama konusunda meşruiyet kazanmış oluyorlar, bu durum da çatışmaları körüklüyor" şeklinde konuştu.

Davutoğlu, Hizbullah dahil Suriye'deki bütün yabancı unsurların dışarı çıkması gerektiğini dile getirdi. "Suriye rejimi unsurları, PYD unsurları, El-Kaide unsurları bizim için güvenlik riski oluşturan faktörlerdir" diyen Davutoğlu, bu konuda "Türkiye'ye dönük bir psikolojik harekat yapılıyor sanki, Türkiye silahlı grupları destekliyormuş gibi"  değerlendirmesinde bulundu.

Ahmet Davutoğlu, Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) konusunda da "Ne zaman Suriye'nin Kuzeyi'nde muhalefet güçlendi, Irak Şam İslam Devleti o zaman ortaya çıktı. Perde gerisinde bunlarla rejim arasında ortaklık var" sözlerini kullandı. Davutoğlu, Suriye'deki radikal unsurların uyguladıkları yanlış yöntemlerin de rejimi "ehvenişer" denilecek noktaya getirdiğini kaydetti.

Suriye muhalefetinin Cenevre-2 Konferansı'na katılması istediklerini ifade eden Davutoğlu, İran'ın katılımı konusunda ise "İran'ın Cenevre-2'ye katılmasını doğru buluyoruz" diye konuştu.

Davutoğlu, Suriye'deki insani durum konusunda da Birleşmiş Milletleri (BM) şu sözlerle eleştirdi: "Bütün yüzyılın en büyük insani kaybının yaşandığı Suriye'de BM tavır alamıyor. BMGK'ya ne zaman ihtiyacımız var, bugün yoksa... Karar alma kabiliyeti olmayan bir örgütün uygulama kabiliyeti kalmaz" dedi.

Türkiye'ye dönük bir psikolojik harekat yapılıyor

Suriye krizine yönelik değerlendirmede bulunan Davutoğlu, hangi etnik ve mezhebi kökenden olursa olsun, Türkiye'nin acı ve ıstırap çeken Suriye halkının yanında olduğunu belirterek, olaylar başlamadan önce Suriye yönetimiyle uzun süre diplomasi yürüttüklerini anımsattı.

Herkesin Türkiye'nin son üç yıldaki yaklaşımını iyi değerlendirmesi gerektiğini ifade eden Davutoğlu, "Eğer Suriye yönetimi halkına baskı uygulamak yerine, demokratik bir değişimi öne alsaydı, bizimle yürüme iradesini gösterseydi, bugün onlarla iyi olurduk ve beraber bir yol yürüyor olurduk. Bizim kimseye önyargımız yoktu. Bugün Türkiye'ye dönük bir psikolojik harekat yapılıyor. Sanki Türkiye silahlı gruplara, terörü destekleyen bir ülke gibi görüntü verilmeye çalışılıyor. Maalesef içerde de Türkiye'yi karalamak adına hükümete yönelik bir kampanyayı desteklemeye yönelik bir propaganda içerde de işliyor" dedi. 

Mülteci akını

Mültecilerin sayısı onbinleri bulmaya başladığında Türkiye'nin bir tercih yapması gerekliliğinin ortaya çıktığına dile getiren Davutoğlu, ülkesinden kaçan halka Türkiye'nin sahip çıkma zorunluluğunun bulunduğunu kaydetti. Davutoğlu, o andan sonra Suriye halkının tarafı olmaya başladıklarını hatırlatarak, "Bizim için başka alternatif yoktu. Devlet geleneğimize göre, etnik ve mezhebi kökene bakmadan kapımıza yurdumuza sığınanlara kapımızı açmamız lazım. Burada mezhepçi  suçlamalara cevaben söylüyorum. Daha önceki dönemlerde nasıl etnik ve mezhebi durumuna bakmadan binlerce mülteciyi bu ülkede ağırladık, kaçanlar Sünni değil de Nusayri olsaydı aynı muameleyi yapacaktık. Hristiyanlar geldi onlara da diğer mültecilerden çok daha iyi şartlarda iltica imkanları tanıdık. Bizim için önemli olan o halka sahip çıkmaktır" diye konuştu. 

Suriye'deki çatışmalar başladığında Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Nusra, El Kaide gibi grupların olmadığını, Suriye ordusundan kaçan askerlerin bulunduğunu kaydeden Davutoğlu, "Şu an Suriye ordusu içindeki general ne kadar meşruysa, Suriye ordusundan ayrılıp da kendi halkını savunmaya çalışan general de o ölçüde meşrudur" dedi.

Suriye ordusuna rejim tarafından kendi halkına ateş emri verildiğinde subayların ordudan kaçtığını vurgulayan Davutoğlu, Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) değişik ülkelerden gelen yabancılardan oluşmadığını dile getirdi.

"ÖSO, IŞİD ve rejimle mücadele diyor"

Çatışmalardan kaçarak Türkiye'ye sığınanlara uluslararası hukuk neyi gerektiriyorsa onun yapıldığını söyleyen Davutoğlu, rejimin hava saldırıları ve kimyasal silah kullanmasının ardından uluslararası toplumun sesiz kaldığını hatırlattı. Davutoğlu, Suriye içinde barışçıl gösteri imkanı kalmadığı için herkesin kendi köyünü savunmaya yöneldiğini ve bir güç boşluğunun doğduğunu kaydederek, bu boşluğu birçok örgütün kullanmak istediğini ve bunların içinde El Kaide bağlantılı yabancı unsurların da bulunduğunu belirtti. 

Davutoğlu, doğan güç boşluğundan dolayı PYD gibi bazı unsurların Kürt bölgelerini, IŞİD gibi bazı unsurlarınsa Sünni Arap bölgelerindeki etkilerini artırmaya başladığına dikkati çekti. Davutoğlu, "Bütün bunlarda Türkiye'nin hiçbir dahli yok, olmadı ve olmazdı. Hiçbir şekilde de olmadı. Bizim için alanda Suriye rejimi unsurları risk faktörüdür, El Kaide unsurları risk faktörüdür, PYD unsurları güvenlik riski oluşturan faktörlerdir" dedi. Davutoğlu, şöyle devam etti: 

"ÖSO bir taraftan rejimle bir taraftan da IŞİD ile mücadele ediyor. Eğer bugün ÖSO, IŞİD'in etkisini kırmak için harekete geçmemiş olsa durum, tablo ne olurdu? Sivil siyaseti benimseyen Suriye Ulusal Konseyi ile sivil siyaseti benimseyen, Şam'da hala bulunup bir şekilde rejimin içinde bile olsa bu katliamların içinde yer almamış olanlardır bizim muhatap aldıklarımız." 

Suriye'deki "yabancı savaşçılar"

Davutoğlu, IŞİD türü yapıların bir bataklık oluşmuşsa ortaya çıkabileceğini söylerken, "Burada şunun sorulması gerekiyor. Bu bataklığı kim oluşturdu? Bataklığı Suriye halkı mı oluşturdu, ülkesinden kaçan mültecilere yardım eden Türkiye mi oluşturdu? Bataklığı Esed rejiminin baskıları, zulmü insanlığa karşı suçlar kapsamına giren rejimin eylemleri oluşturdu" dedi.  

Suriye'deki "yabancı savaşçılar" ifadesinin iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, yabancı savaşçıların sadece IŞİD'de olmadığını söyledi ve Hizbullah'ın da yabancı unsur olduğuna dikkati çekti. Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bir başka yerde yabancı unsur var, Hizbullah da Suriye'ye girdi. Onbinlerce Hizbullah ve değişik yerlerden rejime destek vermek için gelen yabancı savaşçılar var. Bütün bu unsurlar Suriye'den çıkmalı. Ne zaman Suriye'nin kuzeyinde muhalefet güçlendi, IŞİD o zaman ortaya çıktı ve savaşını da muhalif unsurlara karşı yaptı. Bunlarla rejim arasında perde gerisinde bir ortaklık var. Rejim bunları göstererek 'terör var' diye kendini meşru kılıyor. Bunlar da o kadar yanlış yöntemler uyguluyor ki, rejimi nerdeyse 'ehveni şer' dedirtecek bir noktaya gelerek, halkı bezdirmek yönünde bir tavır sergiliyorlar."

Davutoğlu, Türkiye'nin Beşşar Esed'in yönetimden ayrılması yönündeki politikasının devam ettiğini vurgulayarak, "Rejimin içinde olup da eli kana bulaşmamış olan ve rejimin bu saldırılarında yer almamış olanlar, devlet yapısını koruyacak şekilde yerlerinde kalması, Suriye devletinin dağılmaması ve çözülmemesi gerekiyor" dedi.

İslam coğrafyasındaki krizler

Krizin yaşandığı ülkelerin hepsinin İslam coğrafyasında bulunmasına ilişkin 1994 yılında yayımlanan bir makalesini anımsatan Davutoğlu, Samuel Huntington'un "medeniyetler çatışması" tezine cevap verdiği bu makalede, Huntington'ın İslam medeniyet coğrafyasını "kanlı sınırlar coğrafyası" olarak tanımlamasına karşılık olarak, bu durumun İslam medeniyetiyle alakalandırılamayacağını ve medeniyetler çatışması tezinin "Batı medeniyetinin daha sakin ve bunları yatıştırmaya çalışıyor gibi" ifadesinin yanlışlığından bahsettiğini anlattı.

Davutoğlu, 1630'larda yapılan 30 Yıl Savaşları'ndan başlayarak yapılan bütün büyük savaşların çoğunun medeniyetler arası değil medeniyetler içi çatışmalarla ilgili olduğuna ve 1900'lü yıllara kadar büyük çatışmaların yaşandığı yerlerin hep Avrupa'da bulunduğuna dikkati çekti.

Dünyadaki 18 önemli su geçiş yolunun dokuzunun çok stratejik olduğuna işaret eden Davutoğlu, bu dokuz geçiş yolunun da sekizinin İslam coğrafyasında yer aldığını belirtti. "Bu boğazları kapattığınızda dünya ticareti neredeyse durur" diyen Bakan Davutoğlu, dünya ticaretinin ve enerjisinin atardamarlarının Müslüman toplulukların yoğun yaşadığı yerlerde olduğunu ifade etti. 

Bu nedenlerle meselenin İslam coğrafyasının jeo-ekonomik ve enerji alanlarıyla ilgili büyük bir çakışma alanı olmasından kaynaklandığını söyleyen Davutoğlu, "Dolayısıyla bunu salt İslam tarihiyle alakalandırmak değil, tüm jeo-ekonomik, jeo-enerji ve kültürel arka planı da görmek lazım. Aynı inanca dayalı bir topluluk Latin Amerika ya da İskandinavya'da yaşıyor olsaydı, muhtemelen bu çatışma alanlarıyla yüz yüze kalmayabilirdi. Bunu görmemiz ve oryantalist bir tavrı benimsemememiz lazım" diye konuştu.

İslam coğrafyasında 2011 yılında Arap kitlelerinin özgür seçimler, özgür medya, örgütlenme hakkı, yolsuzluklara karşı mücadele, şeffaflık gibi talepler için harekete geçtiğini hatırlatan Davutoğlu, 2002 yılında AK Parti'yi iktidara getiren değerlerin de aynı olduğunu vurguladı. 

İnsanların devlet tarafından saygı görmek istediğini, kişisel onur, ülke onuru aradığını, bunun için ayağa kalktığını anlatan Davutoğlu, "Beni Arap Baharı'nda heyecanlandıran şey, insanların kendi kişisel onurlarını otoriter rejimlere karşı ve ülke onuru anlamında bazı ülkelere karşı kırılmış onurlarını tekrar kazanma arayışları" şeklinde konuştu.

Ülke onuru ile kişisel onur bir araya geldiğinde büyük bir sinerji doğacağına işaret eden Ahmet Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Tunus'ta, Mısır'da başlayan şey böyle bir dalgaydı ve büyük bir heyecan doğurdu. 2012'de bu heyecanın üzerinden çok sayıda seçimler yapıldı. Bu, yavaş yavaş bu irade yansıyor görüntüsünü doğurdu. Bu kez statükocu güçlerin ve yeni doğacak meşruiyet alanlarından rahatsızlık duyacak kesimlerin güçleriyle, bir geri dönüş psikolojisi oluştu. Bu da 'bahar kışa mı dönüyor' sorusunu beraberinde getirdi. 

Böyle dengeler sarsıldığında üç yıl içinde yerine oturamıyor. Olayları soğukkanlı değerlendirdiğimizde sonuç şudur. Artık otoriter yapıların eski şekilleriyle bu bölgede meşruiyet kazanması çok zor. Tabii sancılı olacak bu durum ama değişimin bu derece yoğun yaşandığı bölgelerde 1990'lı yıllarda sosyal medya yoktu ve ona rağmen otoriter rejimler direnemedi." 

Otoriter yapıların muhalefet odaklarını terörle suçladığına ve o terör tehdidini bastırmak için daha büyük bir şiddet uygulama konusunda meşruiyet kazanmış olduğuna işaret eden Davutoğlu, bunun da çatışmayı körüklediğini belirtti.

Suriye'de gösterilerin başladığında, yaklaşık 10 ay tek bir silahlı çatışma ya da direniş olmadığını ancak kitleler umudunu kaybettiğinde ve ordudan kopmalar başladığında buna doğru yönelmeler başladığını hatırlatan Ahmet Davutoğlu, El Kaide, IŞİD gibi unsurların 2012 yılı sonuna kadar neredeyse alanda bulunmadığını vurguladı.

Davutoğlu, "Bütün bu coğrafyaya aidiyet hissedenlerin sabırla bu dönüşümü barışçıl yollarla gerçekleştirebilecek unsurlara destek olması ve insanlık ve ülkelerinin onuruna, kendi iradelerini tayin hakkına saygı gösteren bir değişime destek vermeleri lazım" dedi. 

Son dönemde yaşanan gelişmelerde kaygıyla izliyoruz

Davutoğlu, Irak'taki El-Enbar krizi ile ilgili bir soruya, çok kaygı verici bir gelişme olduğunu belirterek, "Maalesef Irak halkı onlarca yıldır süren acılardan sonra, Saddam'ın zulmü, Irak-İran Savaşı ve Körfez Savaşı'ndan sonra Irak savaşı, bütünüyle acı çekti. Hep gönül isterdi ki Amerikan güçleri çekildikten sonra Irak'ta halkın iradesini güçlü şekilde yansıtan, etnik ve mezhepsel temelinden çok vatandaşlık biliniciyle bütün Iraklı kardeşlerimizin kaynaştığı yeni bir dönem başlasın ama maalesef yaşananlar buna işaret etmiyor. Aksine Suriye'deki krizin tetiklemesiyle daha da artan bir gerilim ortamı var. Son dönemde yaşanan gelişmelerde kaygıyla izliyoruz ve aynı zamanda olumlu anlamda katkıda bulunmaya ve elimizden geleni yapmaya hazırız ve diplomatik çabalarla takip ediyoruz" değerlendirmesinde bulundu.

Enbar, Felluce ve bütün o alanda El-Kaide'ye veya bu tür şiddet yanlısı gruplara karşı yürütülen mücadelenin, bir Sünni-Şii mücadelesi olmadığını ifade eden Davutoğlu, bölgede Sünni aşiretlerin de onlara karşı mücadele ettiğini söyledi. Türkiye'nin bu anlamda her zaman olduğu gibi, teröre karşı mücadelede Irak halkının bütün kesimlerinin yanında olduğunu belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bunun ikinci bir boyutu var ki o da Irak'ta mezhepçi bir siyaset takip edilmemesi. Bütün Iraklıların siyasi süreç içerisinde yer alması gerekiyor. Bu çerçevede başta Ahmet Alvani olmak üzere oradaki sivil siyasetçilerin tutuklanması da bizi kaygılandıran bir süreç. Bu tutuklamalar sivil siyaset alanını daralttığı zaman, terör unsurları daha fazla aktif olma imkanı buluyorlar. Bizim bütün hedefimiz, Bağdat, Necef ve Kerbala'ya yaptığım bütün ziyaretlerde hep vurguladım, bölgede Sünni-Şii gerilimine yol açacak her türlü provokasyona karşı bütün Sünni ve Şii gruplarla temas halinde bunları engellemek için çaba sarf etmek. İkinci tercihimiz Irak'ta Sünni-Şii ayrımı olmadan özellikle kendilerini mağdur edilmiş gibi görünen Sünni grupları siyasi sisteme tümüyle entegre edilmesi suretiyle Sünnilerin, Şiilerin, Arapların Türkmenlerin ve Kürtlerin bütün Iraklıların içinde olduğu bir siyasi süreçte, Irak seçimlerinin 30 Nisan'da barışçıl bir şekilde yapılaması, bu iradenin Irak'a yansıması, kimsenin bu siyasi süreçten dışlanmaması. Herkes bu sürece girdiği zaman eminim terör kendine faaliyet alanı bulamaz."

Mezhepsel gerilim

Irak'ta Sünni-Şii gerilimi ve belli kesimlerin sürecin dışında tutulması halinde, ülkedeki terör grupları kendilerine faaliyet alanı bulacağını kaydeden Davutoğlu, teröre karşı mücadele bütün kesimlerin ortak bir tutum içinde olması, siyasi sürece katılım noktasında da bütün Iraklılara açık bir sürecin işlemesi ve etnik ve mezhebi dışlamanın kesinlikle olmamasının büyük önem taşıdığını kaydetti.

Maliki ile bu konuları ele aldığını anımsatan Davutoğlu, "Gönül ister ki Iraklı kardeşlerimiz bu meseleleri kendi içlerinde ve ortak geleceği paylaşan eşit Iraklı vatandaşlar olarak çözecek yollar bulurlar. Türkiye her zaman yanlarında olmaya devam edecek" ifadelerini kullandı.

Irak'taki Türk işçilerin durumu

Davutoğlu, Felluce ve Ramadi'de çalışan Türk işçilerinin bazıların çatışmaların ortasında kalmasının kendisini kaygılandırdığını belirterek, Irak'taki Türkiye büyükelçiğinin ilk andan itibaren konuyla bizzat ilgilendiğini ve kendisinin de gerekli temaslarda bulunduğunu belirtti. Davutoğlu, şöyle devam etti: 

"Şu ana kadar vatandaşlarımız bu çatışmalarda herhangi olumsuz bir şekilde etkilenmedi ve bugünden itibaren Felluce'de 25, Ramadi'de de 75 vatandaşımz güvenli bölgelere, bir kısmı Erbil'e doğru geldi ve bir kısmı da ülkemize giriş yaptılar. Orada geride kalan vatandaşlarımızı da tek tek takip ediyoruz. Buradaki akrabaları hiçbir şekilde kaygı duymasınlar ve devletimizin bütün imkanlarıyla bu vatandaşlarımızın ve şirketlerimizin zarar görmemesi için her türlü  tedbiri alıyoruz."

Irak'taki enerji kaynakları

Davutoğlu, Irak'ın enerji kaynaklarından kaynaklanan ülke içindeki tartışmalara değinirken, Türkiye'nin Iraklı bütün yetkililerden, gerek merkezi hükümetten gerek Irak Bölgesel Kürdistan yönetimden beklentisinin, rasyonel bir şekilde oturup bu meseleleri çözmesi olduğunu belirtti. 10 yıl süren savaştan sonra hala Irak’ta yeterli elektrik yoksa, hala Irak’ta ciddi enerji problemleri varsa bunun çözüm yolunun ülke içinde siyasi istikrarın sağlanmasından geçtiğini ifade eden "Siyasi istikrarın sağlanması için de iki yol var. Güç paylaşımı ve kaynak paylaşımı. Bu manada maalesef hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı, kullanımıyla ilgili yasalar çıkarılamadı. Bir belirsizlik ortamı doğdu. Fakat hayat akıyor. O belirsizlik, o hukuk tartışmaları içerisinde mahkum olmanız durumunda Irak halkı kaybediyor" dedi. 

Irak kaynaklarının dünya piyasalarına iletilmesi anlamında şu anda Suriye’de süregelen çatışmalar göz önüne alındığında körfez hattı kurulacağını ancak uzun bir deniz yolu olduğunu anımsatan Davutoğlu, "Ya da Türkiye üzerinden Avrupa’ya dış piyasalara aktarılacak. Türkiye bu konuda en güvenli hat. Bunu merkezi hükümet de biliyor. Son Irak ziyaretimde Sayın Maliki ve yetkililerle, sadece kuzeydeki değil güneydeki kaynakların da Türkiye üzerinden aktarılmasının düşündüklerini, planladıklarını, bunu arzu ettiklerini söylediler. Buna da biz hazırız. Kuzeydeki kaynakların anlaşmalarla yani varılan mutabakatla Kürt bölgesindeki kaynakların aktarılmasına gelince, biz bunu Irak’ın anayasal çerçevesi içerisinde Irak anayasasını herhangi bir şekilde ihlal etmeden yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Ulaştığımız sonuç Irak Anayasası çerçevesinde paylaşım kriterleri neyse bunu garanti altına alacak bir uygulamanın olması" dedi. 

Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın, Bağdat ziyaretinde de Erbil ziyaretinde de bu konuları görüştüğünü kaydeden Davutoğlu, şunları söyledi: 
"Dikkat ederseniz birtakım kriz tellalları Sayın Bakanımızın Bağdat’a gidemeyeceğini, Bağdat’a gitse bile Erbil’e gidemeyeceğini söylediler. Bunlar hep kriz üretmeye ve Türkiye’yi içinde kriz üretmeye dayalı senaryolar içerisinde. Halbuki Türkiye’nin de en büyük menfaati  Irak’ın tarafları arasındaki muhalefetin çözülmesi ve bu kaynakların Türkiye üzerinden aktarılması. Hazar kaynakları nasıl TANAP’la Türkiye üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan da Türkiye üzerinden aktarılıyorsa niye Ortadoğu'da olmasın. Kerkük-Yumurtalık geçen yüzyılın en önemli anlaşmalarından birisiydi bizim açımızdan. Şimdi bunla yeni anlaşmaların olmasını arzu ediyoruz." 

Enerji gelirlerinin toplanması

Irak'taki enerji akışından elde edilecek gelirin nerede toplanacağı konusunda yaşanan tartışmalara da değinen Davutoğlu, bankalarda bunun nasıl bloke edileceğinin, bu gelirin ve merkezi hükümetle bölgesel hükümet arasında nasıl paylaşacağının teknik konular olduğunu dile getirdi. Davutoğlu, "Biz bunu üçlü mekanizmalarla çözmeye çalışıyoruz ve her iki tarafla da görüşerek. Sayın Neçirvan Barzani’nin Bağdat ziyareti bu konuda önemliydi. Belli mutabakatlar da sağlandı. Yine sayın Neçirvan Barzani Konya’ya Şibli Aruz vesilesiyle de geldiğinde biz bu konuları konuştuk. İnşallah aklı selimin gerektirdiği bir sonuca ulaşacağız. Herkesin kazan, kazan, kazan esasında karlı çıktığı bir yola yürümek lazım. Yoksa herkes kaybederse bölge de kaybeder. Bölge insanımız da kaybeder. Geleceğimizi de kaybederiz" dedi.

"Türkiye'nin Suriyeli mültecilere yaptığı insani yardım"

Irak'ta terör olaylarına bulaşan unsurların Suriye tarafından desteklendiğine dair 2009'da Irak yönetimi tarafından kendilerine bilgi verildiğini ifade eden Davutoğlu, Irak Başbakanı Nuri El Maliki'yle bir araya geldiğinde bu bilgileri hatırlatarak, "Haklıymışsınız, bu unsurlar, bu terör unsurları şimdi olduğu gibi o zaman da Esed rejimi tarafından desteklenmişti" şeklinde hak verdiğini aktardı.

Türkiye'nin Suriye konusunda insani yardım alanında yaptıklarına karartma uygulandığını dile getiren Davutoğlu, "20. yüzyıl da dahil, son 100 yılın, belki ilerde yazıldığında en onur duyulacak ve en çok takdir edilecek insani operasyonu Türkiye'nin Suriyeli mültecilere yaptığı insani yardımdır. Kurduğumuz konteyner kentlerle, yaptığımız harcamalarla 2 milyar, 2,5 milyar doları aşan yardımlar aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kudretini de gösteren bir süreçtir" şeklinde konuştu.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserinin, "Siz mülteciler politikasının standardını yükselttiniz" şeklinde Türkiye'nin çabalarını takdir ettiğini dile getiren Davutoğlu, "Böyle bir Türkiye imajı varken, reel olan bu iken, realite bu iken, böyle bir Türkiye imajı oluşacakken Türkiye'yi meşguk gruplara destek veren bir Türkiye imajıyla, aslında bütün bu başarı gölgelenmek ve karartılmak isteniyor. Maalesef bunu dışarda birilerinin yapmasını anlarız da içerde Türkiye'nin böylesine karalanmasına zemin teşkil edecek şekilde suçlamalarda bulunanları anlamak mümkün değil" ifadesini kullandı.

Davutoğlu, Suriyeli muhaliflerin Cenevre-2 Konferansı'na katılımı konusunda da Türkiye'nin tutumunun açık olduğunu ve bu konuda Suriye muhalefetiyle devamlı görüşme halinde olduklarını dile getirdi.

Suriye Ulusal Koalisyonu'nun (SUK)  iki ay önce Londra'da yapılan toplantı sonucunda sağlanan garantilerle Cenevre-2 Konferansı'na katılma kararı aldığını hatırlatan Davutoğlu, son dönemde rejimin varil bombalarıyla sivillere yönelik psikolojik bakımdan yıpratıcı ve tahrip edici saldırıları ve yardım konvoylarının girişine izin verilmeyerek insanları açlığa mahkum ederek öldürme politikasının, SUK üzerinde yoğun bir halk baskısı oluşmasına sebep olduğunu ifade etti.

Davutoğlu, "Böyle bir durumda muhalefet alandan büyük bir baskıyla karşılaştı. Yani bu şartlarda hiç bir iyi niyet görmüyoruz ve 'Cenevre'ye gitmeyin. Suriye halkı katledilirken siz Cenevre'de ne konuşacaksınız' gibi alandan SUK üzerine yoğun bir baskı uygulandı" sözlerini kullandı.

"İnsanlık suçu"

Suriye rejimi tarafından son dönemde yoğun bir varil saldırısı başlatıldığını hatırlatan Davutoğlu, "bomba ile varili yan yana koyunca hafif bir şeymiş gibi görülüyor, halbuki varil bombası denilen şey, hedef gözetmeden atıldığında içindeki parçacıklar bütün o bölgedeki insanları tahrip ettiği, yok ettiği için insanlık suçu sayılan bir bomba türü" diye konuştu.

Geçen hafta SUK lideriyle bir araya geldiğini hatırlatan Davutoğlu, şunları söyledi:
"Onlara bu tepkileri haklı bulduğumuzu ifade ettim. Duydukları büyük hayal kırıklığına saygı duyduğumuzu ifade ettim ama rejimin taktik manevralarına kurban olmamak için Cenevre'ye giderek müzakerelerde haklı pozisyonlarını korumaları gerektiğini de söyledim."

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile yaptıkları telefon görüşmesinde muhalefetteki bu tepkileri ele aldıklarını belirten Davutoğlu, "Muhalefetin belli garantiler almaması durumunda SUK'un alandaki desteğini yitireceği, alandaki desteğini yitirmesi halinde de Cenevre'ye katılımında, katılsa bile zorluklar olacağı konusunda ortak bir yaklaşımımız oldu" şeklinde konuştu.

Davutoğlu, Suriye'nin Dostları Çekirdek Grubu üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarıyla yaptıkları telekonferansda da iki ay önceki Londra bildirisindeki ana unsurlardaki garantileri tekrar eden ve SUK'a 11 ülkenin desteğini içeren bir ortak mesajı SUK'un Genel Kurulu'na gönderdiklerini kaydetti.

Gelişmeler üzerine SUK'un Cenevre 2'ye katılım kararını Paris'teki toplantı sonrasına erteleme kararı aldığını belirten Davutoğlu, diplomatik sürecin devam edeceğinin altını çizdi.

Davutoğlu, SUK'un Cenevre-2'ye tek bir heyet halinde katılmasını arzu ettiklerinin dile getirirken, başta ABD ve Rusya olmak üzere uluslararası toplumun Suriye rejiminin insanlık dışı saldırılarını ve açlığa mahkum etme politikasını ortadan kaldıracak adımlar atmasının önemine dikkat çekti.

"İran'ın da katılmasını doğru buluyoruz"

Davutoğlu, askeri çözüm tartışmalarıyla ilgili de şunları söyledi:
"Şimdi askeri çözüm deniyor. Rusya da İran da herkes çok sempatik bir şey olduğu için askeri çözüme karşıyız diyor. Herkes diyor bunu. Peki askeri çözümü kim uyguluyor şu anda, yani askeri çözüm suretiyle kendi politikasını dikte ettirmeye çalışan kim? Rejim. Saldıran: Rejim. Kimyasal silah kullanan: Rejim. Hava bombardımanı yapan: Rejim. Yabancı askerler itibariyle dışardan gelen Hizbullah da dahil olmak üzere yabancı unsurlarla Halep'e kadar saldırılarını yoğunlaştıran: Rejim. Şimdi askeri çözümü isteyen kim. Askeri çözümü isteyen muhalefet mi? ya da direnmeye çalışan Suriye halkı mı? Askeri çözüm olmaz demek doğru bir yaklaşım, ilkesel olarak ama bir taraf askeri çözüm olacak diye her türlü tasfiye hareketini yaparken ona sessiz kalmak doğru değil. Muhalefetin katılacağını ümit ediyorum ama o zamana kadar da uluslararası toplumun üzerine düşeni yapması gerekiyor."

Davutoğlu, İran'ın Cenevre 2'ye katılımı konusunda da "konuyla ilgili bütün tarafların katılımına sıcak bakıyoruz. Gerekli de görüyoruz. Baştan itibaren söyledik: 'İran'ın da katılmasını doğru buluyoruz'" şekilde konuştu.

İran'ın Cenevre-1'de alınan kararları kabul ederek Cenevre-2'ye katılması gerektiğinin altını çizen Davutoğlu, "Aksi takdirde Cenevre-1'e ve Cenevre-1'den sonra 1,5 yıllık geçen süreye kaybedilen bir şey olarak bakarız. Neyi ilk olarak konuşacağız. Tekrar Cenevre-1 öncesindeki tartışmaları mı yapacağız" ifadesini  kullandı.

"Biz ilgili bütün tarafların katılmasına sıcak bakarız" diye konuşan Davutoğlu, ancak herkesin de Cenevre-2'nin temel felsefesi olan eli kana bulaşmış unsurlar dışında mutlak yetkiye sahip bir geçiş hükümeti kurulması prensibini kabul ederek Cenevre'ye gelmesi gerektiğini vurguladı.

Davutoğlu, Suriye'deki insani durum konusunda da uluslararası toplumu şu sözlerle eleştirdi:
"Uluslararası toplum diye bir toplum varsa, bu söylemekten maalesef hicap ve üzüntü duyuyorum, maalesef bu toplumun varoluş ispatını kaybettiği yer Suriye'dir."

Olaylar henüz büyümeden ve ölenlerin sayıları yüzlerle-binlerle ifade edildiği dönemde BM'nin devreye girmesi ve ilgili ülkelerin açık ve yapıcı tavır sergilemesi yönünde yoğun talepte bulunduklularını ifade eden Davutoğlu, 2012'nin Eylül ayında, Fransa'nın dönem başkanlığında BM Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) siyasi hiçbir boyut olmaksızın sadece insani konuyla ilgili bir BMGK kararı çıkarılması için çaba sarf ettiklerini ancak çıkaramadıklarını dile getirdi.

Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bu yıl da kimyasal silahların tasfiyesi ile ilgili BM kararı çıkacağı zaman neredeyse yalvardık, 'insani durumla ilgili bir paragraf koyun' dedik. Dediler ki, bu P5 ülkeleri: 'Biz onu ayrı bir kararla yapacağız'. Peki. Ayrı bir kararı da çıkartamadılar. Bir başkanlık açıklaması yaptılar."

Suriye rejiminin insanlık suçu işlediğini dile getiren Davutoğlu, yüzyılın en büyük insan kaybının yaşandığı bir olayda BM'nin tavır alamadığına işaret ederek, "Peki, ne zaman bizim BMGK'ya ihtiyacımız var, eğer bugün yoksa?" dedi.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Bosna katliamı konusundaki özrünü hatırlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Başka bir Birleşmiş Milletler genel sekreteri bir gün Şam'a gidecek, Doğu Guta'da, orada kimyasal silahlarla katledilen insanların torunlarından özür dileyecek. Halep'te Scud füzesiyle katledilenlerden özür dileyecek. Bu olacak. Bunu göreceğiz. Bu gerçekten büyük bir zaaf ve caydırıcılığı da yok etti BM. Karar alma kabiliyeti olmayan bir örgütün uygulama kabiliyeti kalmaz."

"Türkiye’de bir yönetim krizi oluşturulmaya çalışılıyorsa buna da kimse tahammül etmez"

Devlette "paralel yapılar" tartışmasına ilişkin bir soruya cevap veren Davutoğlu, demokratik ülkelerde kuvvetler ayrılığı prensibi anlamında her zaman güç dağılımları, yetki paylaşımları ve denge kurucu yasal çerçeveler olduğunu hatırlattı. Bu yapıların kendi alanı ve kendi kuralları içinde işleyebilmesinin önem taşıdığına işaret eden Davutoğlu, "paralel devlet yapılanması" gibi bir kavramın yürütme erkini neredeyse ikame edecek şekilde ve yürütme erkinin halktan meşruiyetini alan hükümet etme yetkisini by-pass edecek paralel yapılar kurmak şeklinde algılandığı belirtti. 

Son dönemde hükümet olarak yolsuzlukla mücadelede konusunda hassas olduklarını vurgulayan Davutoğlu, "Başbakanımızın baştan beri 3Y diye bahsettiği yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklara karşı verdiğimiz mücadele aşikar. Son derece kritik bir zamanlamayla, birçok başka yolsuzlukla da irtibatlı olmayan bu iddialarla ilgili olan birçok süreç aynı anda devreye sokuluyorsa ve bunun üzerinden Türkiye’de bir yönetim krizi oluşturulmaya çalışılıyorsa buna da kimse tahammül etmez" diye konuştu. 

Hiçbir zaman halktan yürütme gücünü alan iktidarın sınırlandırılmasının düşünülemeyeceğini ifade eden Davutoğlu, bürokrasi siyaset ilişkisi bağlamında paralel yapıların dünyanın hiçbir yerinde kabul edilemeyeceğini kaydetti. Davutoğlu, herhangi bir yetki çatışmasının olmaması için bütün bu kuvvetlerin kendi doğal yapılarında birlikte bir siyasi kültür oluşturmaları için her türlü adımı atacaklarını söyledi. 

Davutoğlu, "Bunun üzerinden Türkiye’de bir yönetim krizi, arkasından sosyal bir kriz ve buna bağlı olarak 11 yılda inşa ettiğimiz her şeyi tahrip edecek bir özgüven krizi, bir psikolojik travma yaratmak isteyenler başarıya ulaşamayacaklar. Türkiye ve Türk halkı son 11 yıl içindeki kazanımlarını korumaya ne kadar kararlı olduğunu göstermiştir" dedi.

"Mısır'ın içişlerine dahil olmadık"

Mısır ile ilgili bir soruyu da yanıtlayan Davutoğlu, Türkiye'nin Mısır’daki tutumunun kesinlikle herhangi bir kesimi desteklemek ve bir kesime tavır almak şeklinde olmadığını vurguladı. 

Davutoğlu, "Mısır halkının kaderi Mısır’a bırakıldığında halk kimi tercih ederse biz ona sadece saygı duyarız ve el ele onunla yürürüz. Mısır halkının iradesinin Mısır halkına bırakılmasının ölçüsü de bütün dünyada olduğu gibi seçimdir" dedi.

Davutoğlu, bu konuda uluslararası, evrensel ve demokratik bir prensibin, halkın seçtiği bir liderin dönemin sonuna kadar görevi yürütmesi ve eğer gidecekse de dönem sonunda yapılan seçimler ya da erken seçimle gitmesi olduğunu söyledi. Fransa'ya yapacağı ziyaret öncesinde bu ülkeden de örnek veren Davutoğlu, birçok kamuoyu yoklamasının Cumhurbaşkanı François Hollande’ın da popülaritesinin çok düşük seviyelere düştüğünü gösterdiğini ancak kendisine bu konuda iktidarı terk etmesi yönünde bir telkin yapılamayacağını belirtti.

Davutoğlu, "Hiçbir şekilde Mısır’ın içişlerine müdahil olmayı düşünmedik. Hiçbir şekilde Mısır’ın herhangi bir kesimine olumsuz kanaat beslemedik. Ama 'nihai kararı Mısır halkı versin' dedik ve bu pozisyonu sürdürüyoruz" diye konuştu.

Türkiye-İran ilişkileri üzerine bir soruyu da yanıtlayan Davutoğlu, İran ile ilişkilerin ritim kazandığını, istişarelerin derinleşerek devam ettiğini söyledi.

Davutoğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yapacağı İran ziyaretinde ikili ilişkiler üzerine bütün konuların ele alınacağını belirterek, "Ruhani yönetimi ile ikili ilişkiler, enerji işbirliği, ticaretin artırılması, özellikle de vurgulamak isterim tercihli ticaretle ilgili görüşmeler son derece olumlu seyrediyor. Rusya ile kurduğumuz yüksek düzeyli işbirliğini İran’a da götüreceğiz. Suriye'yi bölgesel gelişmeler bağlamında özel bir konu olarak görüşeceğiz. Suriye’de akan kanın durdurulması için süratle ateşkes ve ona bağlı olarak insani yardım akışının sağlanması için çalışacağız" şeklinde konuştu.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın