Dolar
32.50
Euro
35.17
Altın
2,233.04
ETH/USDT
3,554.30
BTC/USDT
70,674.00
BIST 100
9,079.97
Analiz, Libya

İran'ın Libya ilgisi ve hedefleri

Tahran’ın Libya merkezli gelişmelere dair yaptığı ve yapacağı açıklamalar, proaktif bir siyasetin habercisi olmaktan ziyade, büyük ölçüde lafta kalacak söylemsel bir duruşu yansıtıyor.

Doğacan Başaran  | 14.07.2020 - Güncelleme : 16.07.2020
İran'ın Libya ilgisi ve hedefleri

İstanbul

Uluslararası aktörlerin Libya konusunda yaptığı açıklamalar ve aldığı tavırlar, Libya meselesinin Türk dış politikasındaki ehemmiyetinin artmasına sebebiyet verdi.


Libya merkezli gelişmeler ele alınırken yaklaşımı göz ardı edilen aktörlerden biri ise İran. Oysa İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in 14-15 Haziran 2020 tarihlerinde gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti, Libya merkezli açıklamaları nedeniyle dikkatleri üzerine çekmişti. Zira Zarif, Ankara ile Tahran’ın Libya’daki gelişmelere ilişkin ortak bir bakış açısına sahip olduğunu belirterek “Umarız ki uluslararası desteğe sahip meşru hükümet tam olarak sorunları çözme yoluna girer” açıklamasında bulunmuştu. [1] Bunu takiben İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Musevi 17 Haziran’da Libya’daki sürece dair değerlendirmelerde bulundu ve Libya’nın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerektiğini dile getirdi.[2] Ayrıca İran Dini Rehberi Ayetullah Ali Hamaney’in askeri danışmanı General Hüseyin Dehkan da 22 Haziran’da “Libya’da uluslararası meşrutiyeti tanınan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekliyoruz ve Libya’da siyasi bir çözüm çağrısında bulunuyoruz” ifadelerini kullandı.[3] Söz konusu açıklamalar, İran’ın Libya’ya ilişkin beklenti ve hedeflerinin tartışılmasını gerektiriyor.

İran'ın Akdeniz'de var olma çabası

Bilindiği gibi Türkiye, Libya politikası vesilesiyle bir yandan evrensel düzeyde idealist bir tutum sergileyerek darbeci yönetimlere karşı meşru demokrasileri savunan bir politika uyguluyor; diğer yandan da Doğu Akdeniz’deki kuşatılmışlığını aşmak amacıyla kendi ulusal güvenliğini temin etmeye yönelik proaktif bir strateji yürütüyor. Bu bağlamda Libya’da darbeci General Halife Hafter’i destekleyen aktörlerle Doğu Akdeniz’de “Türkiye karşıtı ittifak” inşa etmeye çalışan aktörlerin neredeyse birebir aynı olduğu görülüyor. Dolayısıyla Ankara açısından Libya ile Doğu Akdeniz’i birbirinden farklı meseleler olarak ele almak mümkün değil. Nitekim Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervlerinin keşfedilmesinin ardından Türkiye’nin bölgedeki egemenlik haklarını bir oldubitti yaparak gasp etmek isteyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan’ın başlıca müttefikleri İsrail, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’dir (BAE). Dahası bu aktörlerin ABD ile olan yakın münasebetleri ve ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü PYD/YPG’ye verdiği destek, Türkiye’nin güneyinden kuşatılmak istendiğini gösteriyor. Öte yandan Libya merkezli gelişmeler incelendiğinde, uzun yıllar boyunca ABD’de yaşayan darbeci Hafter’in başlıca müttefiklerinin İsrail, Mısır, BAE; ayrıca ABD’nin Körfez’deki en önemli ortağı olan Suudi Arabistan olduğu görülüyor. İran’ın Libya politikasındaki konumlanışına da bu ülkelerin Hafter’le olan ittifakı yön veriyor.

Kısacası, İran’ın dış politikasını şekillendiren ABD, İsrail ve Suudi Arabistan karşıtlığını, Tahran’ın Libya’daki konumlanışında da görmek mümkün. Zira Tahran, Orta Doğu politikasının genelinde olduğu gibi, Libya’da da mevzubahis aktörlerin karşısında yer alan açıklamalar yapıyor ve böylece ABD ve İsrail karşıtlığı üzerinden kendisine yönelik sempatiyi artırmanın yollarını arıyor.

Tahran’ın Libya konusundaki ikilemi ise uluslararası politikadaki en önemli müttefiki olan Moskova’nın Hafter’i desteklemesi. Bu yüzden de İran’ın Libya merkezli gelişmelere müdahil olmak istemesine rağmen Rusya’yı karşısına alacak adımlar atamayacağı öne sürülebilir. Dolayısıyla İran’ın Suriye’deki gibi aktif bir politika uygulayarak Libya’daki sürece doğrudan taraf olması, ya da bir başka deyişle, ilerleyen dönemlerde Libya’da bir vekalet savaşı yürütmesi beklenmemeli. Zaten Tahran’ın amacı da Libya denkleminde oyun kuran ya da oyun bozan bir aktör olmak değil. İran’ın hedefi, Akdeniz’deki meselelerde söz söyleme gücü bulunduğunu ortaya koymak. Yani İranlı yetkililerden gelen açıklamalar, İran’ın Akdeniz’e kıyıdaş bir aktör olduğunu kanıtlama çabasıdır.

Mevzubahis çaba, Tahran’ın Akdeniz’e ulaşma stratejisinden kaynaklanıyor. Zira İran’ın Lübnan’daki Hizbullah aracılığıyla Akdeniz’e ulaştığı bilinse de Tahran yönetiminin Akdeniz’e çıkma stratejisi bundan ibaret değil. Nitekim Tahran Suriye iç savaşında vekil aktör olarak faydalandığı Şii milis güçler vesilesiyle Irak ve Suriye’den Akdeniz’e ulaşan bir koridoru hem yaptırımları aşmak amacıyla kaçakçılık koridoru olarak kullanıyor hem de bu milis güçler vesilesiyle Suriye’de kalıcı olmak istiyor. Bir diğer ifadeyle İran, Suriye’de kalıcı olmanın yollarını aramakta ve bu ülkede kalıcı olması durumunda, Akdeniz’e karadan kıyıdaş bir aktör haline geleceğini düşünmekte. Akdeniz’e kıyıdaş olma çabası bulunan Tahran’ın Libya başta olmak üzere, Akdeniz’deki meselelere ilişkin görüş belirtmesi ise Türkiye’nin tezlerinin uluslararası meşruiyetine katkı sağlasa da aslında İran’ın kendi jeopolitik hedefleriyle ilişkili.

Tahran'ın Libya politikasını belirleyen faktörler

Diğer taraftan İran’ın Libya politikasını etkileyen iki önemli faktör daha bulunuyor. Bunlardan ilki, Tahran yönetiminin İslam dünyası içinde ayrıcalıklı bir konum elde etme çabası bağlamında Sünni gruplarla yakın ilişkiler kurmak istemesi. Riyad’ın İslam dünyası üzerindeki nüfuzunu kırmayı arzulayan İran, mevzubahis durumu, “mezhepler arası yakınlaşma” (takrîb-i mezâhib) politikasının bir parçası olarak tanımlıyor. Dolayısıyla İran açısından Suudi Arabistan ve onun müttefikleriyle yakın çalışma yürütmek makul bir seçenek değil. Nitekim İran’ın söz konusu strateji bağlamında İsrail yanlısı bir darbeyle iktidara gelen ve Suudi Arabistan’ın müttefiki olan Sisi rejiminin savaşma pahasına desteklediği Hafter’le aynı safta yer alması, Tahran’ın İslam dünyasında, özellikle de Sünni Müslümanların algısında elde etmek istediği konuma uygun değil. Dolayısıyla İran’ın Libya’da İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi aktörlerin desteklediği Hafter’e karşı çıkarak meşru hükümeti destekleyen açıklamalarda bulunması, İslam dünyasına ilişkin vizyonuyla da uyumlu. Çünkü İran, her ne kadar Şii kimliğiyle özdeşleşmişse de tüm İslam dünyasının manevi lideri ve siyasi kıblesi olmak istiyor.

İran’ın Libya stratejisini etkileyen ikinci faktör ise Tahran’ın Afrika politikası. Zira İran, Kuzey Afrika ülkelerini, Orta Doğu’dan Afrika’ya açılan bir kapı olarak görüyor. Bu kapsamda stratejik geçiş noktaları üzerinde bulunan ve Akdeniz ticaretinde kritik rol oynayan Fas, Mısır, Cezayir ve Libya, Tahran’ın önem atfettiği başlıca bölge ülkeleri. Bir yandan bölge üzerinden Afrika’ya açılarak uranyum zenginleştirme programı kapsamında hammadde ihtiyacını karşılamaya çalışan İran'ın, diğer yandan da Afrika’daki çeşitli radikal gruplara silah sattığı öne sürülüyor. Örneğin İran, Sudan ve Katar’ın 2017 senesinde Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’ye yakın unsurlara karşı kullanılmak üzere bölgeye silah gönderdiği iddiası gündeme gelmişti. Bu iddiadan da anlaşılacağı gibi, henüz 2017 yılında, yani Libya’daki mevcut denklemin oluşmasından çok daha önce, Tahran’ın bölge politikasındaki amacı başta Riyad olmak üzere Kahire ve Abu Dabi gibi aktörlerin bölgedeki etkinliğinin baltalanması olmuştur. Bu hedef, günümüzde de varlığını sürdürüyor ve İran’ın Libya politikasını etkilediği biliniyor.

İran'ın tavrı söylem düzeyinde kalacak

Neticede Tahran, hem Suriye’deki vekil unsurları aracılığıyla Akdeniz’e kıyıdaş olan kalıcı bir aktöre dönüşmek istemesi hem de Afrika’ya açılan bir kapı olarak gördüğü ve Libya’nın da yer aldığı Kuzey Afrika’da Suudi Arabistan ve Körfez’deki diğer Arap ülkelerinin nüfuzunu kırmayı hedeflemesi sebebiyle Türkiye’yle aynı çizgide konumlanmakta. Bu konumlanmayı, İran’ın Batı Afrika’ya kadar uzanan silah satışı faaliyetleri ve tropikal kuşakta yer alan uranyum zengini ülkelere ulaşma stratejisi de etkiliyor. Çünkü Kuzey Afrika’daki konumuyla Libya, tüm bu politikalar kapsamında Afrika’ya açılan bir kapı olma niteliğini haiz. Üstelik Tahran’ın Libya politikasındaki bu konumlanma, bir taraftan ABD ve İsrail karşıtlığına dayanıyor; diğer taraftan da İslam dünyasında Suudi Arabistan’a karşı İran’ın konumunu güçlendirme amacını taşıyor. Bu bağlamda İran, Katar krizinde başlayan ve Astana Süreci’nde gelişen Türkiye’yle ilişkilerini de Libya aracılığıyla derinleştirerek “takrîb-i mezâhib” stratejisine hizmet eden bir araç olarak değerlendirmek istiyor.

Ne var ki İran, Libya’da Hafter’i destekleyen Rusya’yı karşısına doğrudan alabilecek kadar cesur hamleler yapabilecek konumda değil. Dolayısıyla Tahran’ın Libya merkezli gelişmelere dair yaptığı ve yapacağı açıklamalar, proaktif bir siyasetin habercisi olmaktan ziyade, büyük ölçüde lafta kalacak söylemsel bir duruşu yansıtıyor. ABD’nin son dönemde Libya’da artan Rusya nüfuzunu dengelemek amacıyla Hafter’e olan desteğini azaltmaya başlaması ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Ankara’nın Libya’da Washington’la daha yakın bir mesai yürüteceğini duyurması ise Tahran’ın tutarlı ve idealist bir söylem geliştirmesinin zorlaşacağına işaret ediyor. [4]

[Doğacan Başaran Türkiye Politik ve Stratejik Araştırmalar Vakfı (TÜRPAV) Uluslararası İlişkiler uzmanıdır]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.