Analiz

Almanya'da koalisyon krizleri, ekonomik sorunlar ve AfD'nin yükselişi

Başbakan Merz'in SPD ve AfD arasında sıkıştığı görülüyor. Aşırı sağcı AfD'nin nefesini en fazla ensesinde hisseden parti kuşkusuz merkez sağı temsil eden CDU/CSU'dur.

Prof. Dr. Kemal İnat  | 04.12.2025 - Güncelleme : 04.12.2025
Almanya'da koalisyon krizleri, ekonomik sorunlar ve AfD'nin yükselişi

İstanbul

Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal İnat, Alman koalisyon hükümetinde yaşanan sorunları ve bu sorunların Almanya'nın geleceği için ne ifade ettiğini AA Analiz için kaleme aldı.

📲 Artık haberler size gelsin
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı

***

Aşırı sağın yükselişinin Almanya'da siyaseti ciddi şekilde zora soktuğu görülüyor. Son seçimlerde aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi'nin (AfD) aldığı yüzde 20,8'lik oy oranı ülkede yeni bir siyasal iklim oluşturdu. En çok oyu alan Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) için Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ile koalisyon kurmaktan başka seçenek kalmadı. Zira koalisyon kurabileceği diğer parti olan Yeşiller ile birlikte yeterli oy sayısına ulaşamıyordu ve geri kalan aşırı sağcı AfD ve aşırı solcu Die Linke ile koalisyon yapmayacağını zaten seçim öncesinde açıklamıştı. AfD'nin aldığı yüksek oy oranı Hristiyan Birlik Partilerini SPD ile koalisyona mecbur bıraktı ve bunu bilen SPD de koalisyon görüşmelerinde taleplerini yüksek tuttu.

Bu şekilde eli güçlü olarak koalisyon görüşmelerine giren SPD'nin koalisyon anlaşmasına sandıktaki oy oranını çok aşacak şekilde kendi rengini vermesi, Almanya'da federal hükümetin kurulması sonrasında yaşanan krizlerin temel nedenini oluşturuyor. CDU/CSU içerisindeki bu durumdan hoşnut olmayan kesimler birçok konuda koalisyon anlaşmasının dışına çıkarak SPD'yi yeni taleplerle karşı karşıya bırakıyorlar ve bu çerçevede yaşanan tartışmaların kamuoyu önünde yürütülmesi federal hükümetin geleceğiyle ilgili soruların sorulmasına neden oluyor.

Koalisyon krizleri

Anayasa Mahkemesine yeni üye seçimi sırasında SPD'nin önerdiği Frauke Brosius-Gersdorf'un koalisyon anlaşmasına aykırı olarak CDU/CSU parti grubunda tartışmaya açılması ve reddedilmesi sonrasında SPD yeni bir aday önermek zorunda kaldı. Ancak bu tartışmalar sırasında koalisyonun büyük ortağı CDU/CSU'nun bu meseleyi yönetme biçimi SPD tarafından ağır şekilde eleştirildi. Federal hükümeti krize sürükleyen bir başka tartışma, koalisyon görüşmeleri sırasında kararlaştırılan yeni emeklilik yasa tasarısı çerçevesinde yaşandı.

SPD'nin ve CSU'nun önem verdiği ve 2026 başından itibaren yasalaşıp yürürlüğe girmesi hedeflenen bu tasarıyla emekli maaşlarının belli bir düzeyin altına düşmemesi ve çocuk sahibi kadınların emeklilik dönemlerindeki (Mütterrente) dezavantajlarının ortadan kaldırılması öngörülüyor. Ancak Hristiyan Demokratların gençlik kanadı (Junge Union), bu tasarının bütçeye ek yükler getireceğini ve bunun da gelecek kuşaklara yapılmış büyük haksızlık olacağını ileri sürerek bu tasarıya karşı çıkıyor. Parti Başkanı ve Başbakan Friedrich Merz kendi partisindeki gençlerin bu "isyanı" karşısında zor durumda kaldı ve SPD'nin de kararlı duruşu karşısında Junge Union üzerine baskı yaparak yasanın kararlaştırıldığı gibi değişiklik olmadan meclise getirileceğini söyledi. Şimdi yasa görüşmeleri sırasında CDU/CSU içerisinde bir çatlak olup olmayacağı merakla bekleniyor.

SPD-CDU/CSU koalisyon hükümetinin 2035 yılından itibaren artık yeni fosil yakıtlı araçların trafiğe çıkmasına izin verilmeyeceğine yönelik Avrupa Birliği (AB) yönergesi konusunda da önemli tartışma içinde olduğu görüldü. Alman otomobil üreticilerinin elektrikli otomobiller konusundaki rekabetin gerisine düşmeleri ve pazar paylarının giderek düşmesi sonucu büyük krize sürüklenmeleri nedeniyle koalisyon içerisinde daha çok "işveren dostu" olarak bilinen CDU/CSU fosil yakıtlı araçlara dair söz konusu AB yönergesini değiştirmek istiyor. Çevrenin korunması için alınmış bu kararın doğruluğuna inanan ve Almanya’daki otomobil üreticilerinin de aslında elektrikli araçlara geçişe odaklanmasını savunan SPD’nin, yaşanan tartışmalar sonunda bu konuda Hristiyan Birlik Partilerinden gelen baskılar karşısında geri adım attığı ve AB nezdinde söz konusu yönergenin değiştirilmesi yönünde girişimde bulunulmasına razı olduğu görülüyor.

Almanya’da Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratlar arasında kurulan hükümetin göreve başlaması için federal mecliste yapılan güven oylamasında Merz’in ilk turda güvenoyu alamayıp ancak ikinci turda çoğunluğu sağlayabilmesi aslında bu hükümetin işinin zor olacağını göstermişti. Belki de daha o zaman Sosyal Demokratlar Merz’e iplerin kendi ellerinde olduğunu göstermek istemişlerdi ya da bu kriz iki partinin de meclisteki gruplarına hakim olamadıklarının göstergesiydi.

Başbakan Merz’in SPD ve AfD arasında sıkıştığı görülüyor. Aşırı sağcı AfD’nin nefesini en fazla ensesinde hisseden parti kuşkusuz merkez sağı temsil eden CDU/CSU’dur. Zira AfD, Hristiyan Birlik Partilerinin sağ seçmeni temsil edemediğini ileri süren milliyetçi bir söylemle bu partilerin tabanını kendine çekiyor. Son yapılan kamuoyu yoklamaları AfD’nin CDU/CSU’yu da 1 puan geçerek yüzde 26,3 oyla birinci parti konumuna yükseldiğini gösteriyor. Bu sonuçların verdiği panikle mülteciler, yabancı işçiler, ekonomik korumacılık, enerji politikaları ve aile hukuku gibi konularda AfD’nin argümanlarına yanaşmaya çalışan Başbakan Merz bu defa da koalisyon ortağı SPD ile tartışmak zorunda kalıyor ve koalisyon yeni bir krize sürükleniyor.

Ekonomik sorunlar koalisyon hükümetini zorluyor

Almanya’da ekonomik sorunlar ve daha da önemlisi bu sorunlara dair algıların koalisyon hükümetini en fazla zorlayan konuların başında geldiğini söylemek mümkündür. Emeklilik yasası konusunda yaşanan tartışmaların temel nedeni bu yasanın bütçeye getireceği ek yüklerdir. Benzer şekilde Başbakan Merz’i çok zorlayan bir politikayla oylarını artıran AfD’nin kurmaya çalıştığı söylemin bir ayağını mülteci/yabancı karşıtlığı oluştururken, diğer önemli ayağını da ekonominin kötü gidişatına dair algı çalışması oluşturuyor.

Alman ekonomisine dair temel göstergelere bakıldığında, bazı rakamların AfD’nin oluşturmaya çalıştığı "kötü gidişat" algısını desteklediği, bazı verilerin ise Alman ekonomisinin hala sağlıklı olduğunu gösterdiği görülür. Öncelikle iyi olan göstergelere bakalım. 2024 verilerine göre, gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) açısından dünyanın üçüncü büyük gücü olan Almanya’da işsizlik oranı yüzde 3,4 ile oldukça düşük seviyede seyrediyor. Yine 2024 yılında 258 milyar dolarlık ticaret fazlasıyla dünyada en fazla ticaret fazlası veren ikinci ülke konumunda olan Almanya, 54.989 dolarlık kişi başına milli gelirle de dünyada oldukça iyi konumda bulunuyor.

Bu göstergeler açısından Almanya’nın çok sağlıklı bir ekonomiye sahip olduğu ve bu açıdan federal hükümeti eleştirmenin yanlış olduğu söylenebilir. Ancak Alman ekonomisinin son yıllardaki büyüme hızının çok yavaşlaması, 2023 ve 2024 yıllarında iki yıl üst üste küçülmesi, 2025 yılı tahminlerine göre ise sadece yüzde 0,2’lik bir büyümenin bekleniyor olması, ekonominin göreceli olarak kötüye gittiği endişesine neden oluyor.

ABD ile yaşanan ticaret sorunlarının, Rusya-Ukrayna savaşının ve otomotiv sanayisi gibi öncü sektörlerin yaşadığı krizlerin Almanya ekonomisinde yaşanan durgunluğun temel nedeni olduğu görülüyor. Ekonominin karşı karşıya kaldığı yapısal sorunları ortadan kaldıracak kararları almakta zorlanan SPD-Yeşiller-FDP koalisyon hükümetinin ardından büyük ümitlerle kurulan CDU/CSU-SPD hükümetinin de kendi iç krizlerinden kurtulup gerekli kararları hayata geçirmekte zorlanmasının ekonomideki durgunluğun uzamasına yol açtığı düşünülüyor.

Ekonomik gücün en önemli göstergesi olan GSYH büyüklüğü açısından Almanya’nın küresel rakipleri ABD ve Çin’in çok gerisine düşmesi, bu ülkenin dış ticaret fazlası ve işsizlik rakamları açısından çok olumlu rakamlara sahip olmasına rağmen ciddi yapısal sorunlara sahip olduğunu gösteriyor. 1995 yılında ekonomisi ABD’nin yüzde 33,9’u, Çin’in ise yüzde 350’si kadar üretim gerçekleştiren Almanya’nın aradan geçen 30 yılın ardından ABD’nin sadece yüzde 15,9’u, Çin’in ise yüzde 24,8’i kadar üretebilen bir ekonomiye gerilemesi, Almanya’da bazı kesimler tarafından ciddi sorun olarak görülüyor.

Almanya’yı zor zamanlar mı bekliyor?

ABD ve Çin ile küresel rekabete ayak uyduramadığı görülen Almanya’nın, dış politikada kendisinden beklenen Avrupa’ya liderlik yapma görevini nasıl yerine getireceği merak ediliyor. Başbakan Merz’in en büyük rakibi AfD ile koalisyon ortağı SPD arasındaki sıkışmışlığı aşma konusunda başarılı olup olmayacağı, Almanya’nın karşı karşıya bulunduğu krizlerin üstesinden gelmesinde belirleyici olacak. Cuma günü yapılacak emeklilik yasa tasarısı oylamasında Hristiyan Demokratlar'ın genç milletvekillerinin nasıl oy kullanacağı, bugüne kadar krizleri çözme ve liderlik konusunda iyi bir karne ortaya koyamayan Merz’in bundan sonraki süreçte başarılı olup olamayacağı konusunda da önemli bir belirleyici olacak. Kendi partisine hakim olamayan, aşırı sağcıların popülist söylemlerine karşı halkı ikna edecek argümanlar üretemeyen ve işbirliğine mahkum olduğu koalisyon ortağı SPD ile dengeli bir ilişki kuramayan Başbakan Merz’in Almanya’nın yapısal sorunlarını çözmesi zor olur.

Tablo 1. Almanya’nın GSYH’sinin ABD ve Çin’e oranı %

ABD’ye Oranı

Çin’e Oranı

1995

33,9

350,1

2000

19,2

161,4

2005

22,2

124,5

2010

23,1

56,1

2015

18,7

30,3

2020

18,4

26,3

2024

15,9

24,8

Kaynak: Dünya Bankası

[Prof. Dr. Kemal İnat, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın