Dolar
32.33
Euro
34.88
Altın
2,220.59
ETH/USDT
3,568.90
BTC/USDT
70,802.00
BIST 100
9,079.97
Analiz

ABD, PKK/PYD ve Ortadoğu jeopolitiği

ABD'nin terör örgütü PKK'nın üç liderinin yakalanması için ödül koyma kararının arkasında, önümüzde günlerde Fırat'ın doğusunda derinleşecek olan PKK/PYD krizini hafifletmek için Türkiye’ye karşı ön almak olduğu söylenebilir.

Necdet Özçelik  | 09.11.2018 - Güncelleme : 23.11.2018
ABD, PKK/PYD ve Ortadoğu jeopolitiği

Istanbul

İSTANBUL - NECDET ÖZÇELİK

ABD’nin İran’a dönük yaptırımlarını yeniden hayata geçirdiği şu günlerde, Türkiye ile bozulan ilişkilerini de “kontrollü kaos” yöntemiyle idare etmeye çalıştığı bir dönemden geçiyoruz. ABD Suriye karasalında Türkiye ile terör örgütü PYD arasındaki sıkışmışlığını ortadan kaldırabilmek için öncelikle Münbiç Anlaşması kapsamında Türk ve Amerikan askerlerinin ortak devriyelerin başlamasına yeşil ışık yakıp, ardından da PKK’lı üç teröristi arananlar listesine ekleyerek Türkiye’ye iyi niyet gösterisinde bulunmaya çalışıyor. Fakat asıl niyetin, önümüzde günlerde Fırat nehrinin doğusunda derinleşecek PKK/PYD krizini hafifletmek için, Türkiye’ye karşı ön almak olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, ABD’nin İran’a karşı PKK’nın mobilizasyon direncini kırmak için örgüte sopa gösterdiğini de göz ardı etmemek gerekir.

ABD’nin Suriye’deki varlığını DEAŞ ile mücadeleye endeksleyip bunu da terör örgütü PKK/PYD üzerine inşa etmesi, bölgesel jeopolitik denklemde bir takım anomalilere neden olurken, ortaya çıkan durumun meydana getirdiği güvenlik ikileminin öncelikli mağdurlarından biri Türkiye oldu. Öyle ki Türkiye’nin PKK kaynaklı geleneksel terör tehdidi, 2014’ten itibaren başkalaşarak, ülke güvenliğini daha gelişmiş kapasiteyle ve daha geniş cephelerde hedef aldı. PKK’nın Türkiye toprakları içindeki kırsal saldırılarına güneydoğu illerindeki kentsel terör eylemleri, Irak’ın kuzeyinden yaptığı saldırılara Suriye’nin kuzeyinden yapılan saldırılar da eklendi.

ABD’nin üç PKK liderinin başlarına ödül koyması ne anlama geliyor?

Şüphesiz ABD PYD ile PKK arasındaki organik makası açıp PKK’yı terör kimliğiyle anarken PYD’yi de dönüşmüş bir aktör olarak, başta Türkiye olmak üzere, bölge devletlerine kabul ettirmeye çalışıyor. Türkiye’nin terörle mücadelesini PKK kimliği üzerinden destekleyerek terörü destekleyen ülke imajından kurtulmaya çalışan ABD’nin, bunu yaparken gözden kaçırdığı ise PKK ile PYD arasındaki ideolojik bağının ne kadar kuvvetli olduğu. Bunu KCK sözleşmesinde, PYD parti tüzüğünde ve ABD’li askerlerle birlikte hareket eden YPG’li teröristlerin kıyafetlerinde, davranışlarında ve söylemlerinde, PKK’nın hükümlü liderine olan bağlılık deklarasyonlarında görmek mümkün.

ABD’nin PKK’yı terör örgütü tanımlarken PYD’yi terörist bir örgüt olarak görmediğini ifade etmesi, Obama ve Trump yönetimlerinin ortak söylemi oldu. Oysa PKK ile PYD arasındaki ideolojik ve organik bağın, El Kaide ile Nusra arasındaki bağdan daha kuvvetli olduğu gerçeği, varlığını hep korudu. PYD’nin PKK’dan bağımsız bir örgüt olduğunu, PKK ve PYD mensupları değil, sadece ABD’liler ifade etti. Hatta ABD’liler bunu dillendirirken kendileriyle de sıkça çeliştiler. ABD Dışişleri Bakanlığı Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey TRT Haber’de 16 Şubat 2018’de yayınlanan röportajında, PKK ile PYD arasındaki bağı şu şekilde dile getirmişti: “Türkiye’nin güneyinde üç tehdit var: PKK, DEAŞ, Rusya ve İran. PYD’nin PKK’nın Suriye kolu olduğu şüphesiz”.

Jeffrey PYD’ye neden ihtiyaç duyduklarını ve Türkiye’nin buna anlayış göstermesini ise şu şekilde ifade etmişti: “Türkiye’nin şunu anlamasını bekliyoruz. ABD ve Türkiye DEAŞ’a karşı bir savaş içindeydi. Bu savaş neredeyse bitti. İşte sorun da bu noktada ortaya çıkıyor. ABD Suriye’de kalmaya devam etmek istiyor. Sebebi DEAŞ’ın geri dönmesini engellemek. ABD Irak’ı terk ettiğinde DEAŞ ortaya çıktı. Daha önemli diğer sebep ise Cenevre sürecini Suriye’nin geleceği için bir baskı olarak uygulamak istiyor. Aynı zamanda İran’ın Suriye’de yayılımını durdurmak istiyor. İyi haber, Türkiye’nin de bu kaygıları paylaşması. Kötü haber ise ABD’nin Suriye’de kalabilmesi için bir platforma ihtiyacı var. Bunlardan biri kuzeydoğuda müttefikimiz PYD. Türkiye’nin söyledikleri ve kaygıları çok anlaşılır. ABD Suriye’yi terk etmeye hazır değil. Türkiye buna tepkili”.

Jeffrey’nin 7 Kasım 2018’de yaptığı açıklama ise hem özel temsilci olmadan önce yaptığı açıklamayla çelişti hem de ABD’nin PYD projesinden vazgeçme niyetinde olmadığını bir kez daha gösterdi. Jeffrey “PKK’ya karşı yaklaşımız belli ama YPG’yi PKK gibi bir terör örgütü olarak değerlendirmiyoruz. Bunu daha önce de yapmamıştık; Suriye konusuna müdahil olmaya başladıktan sonra da yapmadık. Türkiye’nin güvenlik konusundaki endişelerini ve PKK ile PYD arasındaki bağlantıya ilişkin kaygılarını anlıyoruz. Bu sebeple de birçok noktada son derece dikkatli davranıyoruz. Öncelikle Türkiye’ye bölgedeki faaliyetlerimiz konusunda bilgi veriyoruz. Ayrıca Türkiye Menbiç konusundaki ve Suriye Demokratik Güçleri ve PYD güçlerinin Fırat’ın batısında bulunmasına ilişkin kaygılarını dile getiriyor. Bu noktada da Türklerle ortak devriye görevi gerçekleştiriyoruz ve PYD’nin Menbiç’ten Fırat nehrinin karşı tarafına çekilmesini öngören yol haritası olarak adlandırdığımız plan üzerinde de devam ediyoruz. Tüm bunları bölgeden DEAŞ’ın temizlenmesi adına yapıyoruz. Bu bizim bölgedeki ana hedefimiz ve Türkiye de DEAŞ’a karşı koalisyonun bir parçası” dedi.

ABD’nin, PYD’nin değerini büyütürken, PKK’yı terör örgütü olarak görmesinin ve üç PKK’lının başına ödül koymasının nedenlerinden en önemlisi ise PKK’lıların PJAK’ı İran’a karşı mobilize etmemeleriyle ilişkilendirilmelidir. Zira PKK böylesine bir durumda, hayatta kalma sorunuyla karşı karşıya kalacaktır. PKK’nın farklı isimlerle Türkiye, Suriye ve Irak’ın yanı sıra İran’da da silahlı faaliyetler yürütmesi, hem örgütü dört farklı ülkenin ortak tehdidi haline getirecek hem de örgüt elde ettiği kapasiteyi hızla tüketecektir.

Bununla birlikte, PKK’nın tamamen ABD güdümüne girmesine KCK yöneticilerinin karşı çıktığı da dile getirilmekte. PKK 2007’den bu yana İran ile geliştirdiği karşılıklı anlayışa dayalı ilişkiyi de ortadan kaldırma niyetinde değil. Olası bir rejim değişikliği geçirmiş İran’dan sonra, PKK’nın nasıl bir strateji takip edeceğine dair ne bir öngörüsü ne de bir hazırlığı var. Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan’ın başına ödül konulurken Suriye’de faaliyet gösteren PKK’lı Fehman Hüseyin’in bu listenin dışında tutulması, ABD’nin Suriye’de kimleri İran’a karşı mobilize edeceği, kimleri Irak kuzeyinden İran’a karşı mobilize edemeyeceğiyle ilgili olarak değerlendirilebilir.

Ortadoğu’da yeni model: Üniter ulus devletçilik yerine federatif bölünmeler

ABD’nin Ortadoğu’daki varlığının iki temel gerekçesi enerji ve çatışmadır. Körfez ile doğu Akdeniz arasındaki enerji kaynaklarının jeopolitik koridorlarla birleştirilmesi, dünyadaki enerji arzının kontrolünü daha mümkün hale getirebilecek, bu da ABD’nin ekonomik hegemonyasını arttırarak devam ettirmesini sağlayacaktır.

Öte yandan, ABD bölgesel ve yerel çatışma dinamikleri içinde doğrudan rol almak kaydıyla, Ortadoğu jeopolitiğinin en önemli aktörü olarak etkinlik paradigmalarını sürekli canlı tutmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, ABD’yi Ortadoğu’daki bu çatışmaların başlatıcısı, hızlandırıcısı, müdahili veya arabulucusu olarak, Arap-İsrail (İslam-Siyonizm) çatışmasından dünya ekseninde gelişen medeniyetler çatışmasına, İslam-İslam (Sünni-Şii) çatışmasından Sünni-Sünni (Ilımlı-Radikal) çatışmalarının tamamına kadar her yerde görmek mümkün.

Bütün bunlarla birlikte, medeniyet ve inanç temelli çatışmalara etnik çatışma boyutunun da eklendiğini göz ardı etmemek gerekir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından imparatorlukların sona ermesi ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından sömürgeciliğin ortadan kalkmasıyla birlikte, Ortadoğu’da birçok ulus devlet meydana geldi. ABD ortaya çıkan devletlerin otoriteryen yönetimleriyle bugüne kadar ya sağlam ittifak ilişkileri geliştirdi ya da düşmanlaştı. İttifak ettiği ülkeleri post-modern sömürgecilik uygulamalarıyla, düşmanlaştığı ülkeleri de uluslararası sitemin dışında tutarak idare edebildi. Fakat bu ülkelerde meydana gelen sosyal dönüşümler, otoriter rejimleri değişime zorlarken ABD’yi de yeni paradigmalarla müdahale alanı oluşturmaya mecbur bıraktı.

Bu bakımından ABD, 2005 yılında Irak’taki kurduğu iki hükümetli federal yapıya benzer şekilde, Suriye’de de federal bir devlet sistemi içinde etnik temelli otonom bir aygıta ihtiyaç duyuyor. Maksadı İsrail yayılmacılığının önünü açmak olan benzer bir projenin, Doğu Kudüs’ün otonom Filistin olarak Ürdün’e bağlanması ve Ürdün’ün de federal bir sistemle yönetilmesi için geliştirildiğine dair duyumlar da var. Ortadoğu’daki federatif yapılar, ülkeleri daha kırılgan hale getirmekle birlikte, ABD’nin müdahale alanlarının önünü açıyor. Aynı zamanda devlet ve meşru olmayan devlet-dışı aktörlerle ilişkilerin meşruiyet kazanması için de zemin hazırlıyor. ABD’nin Suriye’de PKK/PYD’ye yaptığı yatırımın temel nedeni, bölgesel müdahale alanı oluşturmak ve otonom bir müttefik meydana getirmektir.

ABD’nin Ortadoğu politikasındaki jeopolitik üçgenler ve kuşaklar

Ortadoğu jeopolitiği ABD’nin angajmanları açısından bölgesel aktörler üzerinden haritalandırılırsa, üçgenlerden ve kuşaklardan bahsedilebilir. Bölgenin jeopolitik üçgenleri Türkiye, İran ve Mısır’ın oluşturduğu büyük üçgen; İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) oluşturduğu küçük üçgen olarak çizilebilir. Bunlardan geniş alana hâkim ilk üçgenin aktörleri, farklı etnik yapılarından dolayı birbirinden ayrışırken, İslam medeniyeti altında birleşebilecek potansiyele sahiptir. Ekonomik ve bürokratik uygulamalar açısından birbirine benzerlik gösteren Türkiye ve Mısır’ın aksine İran hem yeraltı zenginlikleriyle hem de yönetim biçimi bakımından farklıdır. Geniş alandaki bu üç aktörün (birlikte ya da en az ikisinin birlikte) bölgesel konularda ortak politika geliştirdiklerini görmek pek mümkün olmamıştır. Yakınlaşmaların olduğu dönemlerde, ülke yönetimleri 2013’te Mısır’da, 2016’da Türkiye’de olduğu gibi ya darbeyle ya da bugünlerde İran’da olduğu gibi ekonomik ve siyasi yaptırım tehdidiyle karşı karşıya kalmışlardır. ABD tarafından hayata geçirilen bu strateji, geçmişte Türkiye’de ve Mısır’da yönetim değişikliklerine neden olmuş ancak İran rejim değişikliği konusunda 1979’dan bu yana bir direnç göstermiştir. ABD’nin bu ülkelerin yönetimlerini hedef alan stratejisi, üç benzerin birbirinden uzaklaşmasını kronikleştirmektedir.

Küçük üçgende ise İsrail, Suudi Arabistan ve BAE gibi üç benzemezin siyasi ittifakının geçtiğimiz son birkaç yılda zorlandığı görülmektedir. İsrail faydasına gelişen bu ittifakın, Arap ve İslam dünyasında modernite üzerinde bir dip dalga etkisi oluşturarak Arap dünyasını, derinde ise İslam dünyasını daha kırılgan hale getirmeye gayret ettiği, siyasi ittifak kuşaklarından rahatlıkla görülebilmektedir.

Ortadoğu’daki ittifak kuşaklarından birincisi, güneyde BAE-Suudi Arabistan-Mısır-İsrail ekseninde gelişen ve ABD’nin de doğrudan müdahil olduğu ittifaktır. Bu ittifakın temel hedeflerinin Sünni-Şii, Sünni-Sünni çatışmasını ve etnik çatışmaları derinleştirerek bölgesel aktörlerin etkinliğini kırmak ve Körfez ile Doğu Akdeniz eksenindeki enerji kontrolünü sağlamak olduğu söylenebilir.

Bu ittifakın karşısında yer alan İran-Irak-Suriye hattındaki Şii kuşağının, tam da ABD’nin arzu ettiği seviyede agresif bir yapıya sahip olduğu ve güneydeki ittifak kuşağıyla, kuzeyde İran-Türkiye-Irak-Suriye hattındaki KRG/PKK/PYD kuşağını meşrulaştırmak için rol oynadığı görülebilir. ABD’nin PKK/PYD’ye ihtiyacı işte bu noktada kendini göstermektedir: Düşmanlaştırdığı İran rejimi için Suriye ve Irak’ta önleyici bir araç, muhtemel İran operasyonu için de kullanışlı yerel bir aktör. Aynı zamanda PYD (Türkiye’nin PKK ile mücadelesinin geleneksel cephesi olan Irak’ın kuzeyine ilave olarak Suriye cephesini de ekleyerek) Türkiye’nin güney sınırlarındaki etkinliği önlemek için oldukça etkili bir aktöre dönüşebilecektir.

ABD’nin Suriye’deki anlaşılmaz siyasetiyle, devrimin tamamlanmasının önüne geçip, İran ve Rusya’nın Ortadoğu’da kendilerine alan açmasına müsaade etmesi, çözümü mümkün olamayan sorunlara neden oldu. Öte yandan, devlet-dışı silahlı aktörlerin çoğalmasına izin verip bunların büyümesine sebep olarak, bölgesel istikrarsızlığın da kaynağı oldu. Sonrasında ise ABD, güvenilirliğini sorgulatan bir aktör olarak neden olduğu sorunları, geleneksel müttefiklik ilişkilerini zayıflatarak, PYD/PKK üzerinden çözmek için indirgeyici bir üslup geliştirdi. ABD PKK/PYD’yi araçsallaştırarak, yukarıda ifade edilen Türkiye-İran-Mısır üçgeninde bulunan Türkiye ve İran’a, İran-Irak-Suriye ittifak kuşağında bulunan aktörlerin tamamına bir tehdit olarak kullanmaya, BAE-Suudi Arabistan-İsrail-Mısır ittifak hattına da payanda olmasını sağlamaya çalışmaktadır.

ABD’nin üç PKK’lının başına ödül koyması, Washington’ın PYD/PKK ile ittifakını sonlandırma etkisine sahip olmamakla birlikte, ittifak dinamiklerini sarsacak ve PKK’yı ABD için daha kullanışlı bir aktör haline gelmesi için zorlayacaktır. ABD PKK’yı PYD üzerinden yeniden formatlayarak pazarlamaya çalışmaktadır.

[Güvenlik analisti Necdet Özçelik Ortadoğu, terörizm ve ayaklanmalar konuları üzerinde çalışmaktadır]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın