Dolar
32.39
Euro
35.02
Altın
2,233.04
ETH/USDT
3,562.30
BTC/USDT
70,689.00
BIST 100
9,079.97
Yaşam

Kansere meydan okuyanlar

Birçok kanser türünün ardından hayata tutunanlar, tedavi sürecinde "yaşama isteğinin" tümörü öldüren en güçlü silah olduğunu belirtiyor.

03.02.2018 - Güncelleme : 04.02.2018
Kansere meydan okuyanlar

Ankara

ANKARA-Yeşim Sert Karaaslan/Erçin Top

Kanserle mücadelede, korkunun yerine sevgiyi ortaya koyarak, hastalığa kafa tutanlar, tanıdan tedaviye kadar geçen süre içerisinde uzun, zor ama kazanılan bir zaferin ardından bugün bir kez daha hayatı kucaklayabilmenin sevincini yaşıyor.

Kansere meydan okuyan Ziraat Bankası Genel Müdürlüğünde memur olarak çalışan 53 yaşındaki Levent Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2011'de ağabeyini kolon kanserinden kaybettiğini, dedesi, babaannesi ve halasında da kanser hikayesi bulunduğunu belirtti.

Uzun süren sigara kullanımını sonlandırdıktan bir süre sonra öksürük şikayetleri ile hastaneye başvurduğunu ve yapılan bazı tetkikler sonrasında konulan KOAH tanısının ardından akciğerde leke tespit edildiğini ve daha kapsamlı test yapıldığını anlatan Aydın, "Akciğerde ve kolonda leke görünüyordu. İlk önce kolon, bir sene sonra da akciğerden ameliyat oldum. 2016'da 12 kür kemoterapi aldım. Kontrollerim devam ediyor." dedi.

Kanserle mücadelenin, hastalık tanısı aldıktan sonra değil hastalanmadan başlaması gerektiğini anlatan Aydın, hastalıktan korunmak için aile öyküsü olanların kontrollerini ihmal ettirmemesi gerektiğinin altını çizerek, şunları kaydetti:

"Kansere yakalananlara, tedavi sürecinde dirençli olmalarını tavsiye ediyorum. Ailede kanser hikayesi varsa kontroller yaptırılmalı. Kanser erken teşhis edildiğinde, kanserden kurtulma şansı yüksek. Ben 3-4 ay bekleseydim daha kötü bir sonuçla karşılaşabilirdim.

Aile desteği de çok önemli. Ben şanslıyım ki eşim ve çocuklarım her zaman yanımda oldu. Onlarla hayata bir kez daha bağlandım."

"Tanı konulduktan sonra hemen ayağa kalkılmalı"

Ankara Üniversitesi (AÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Öğretim Üyesi 53 yaşındaki Prof. Dr. Funda Akaltan da kadınlarda en sık görülen kanserler içinde yer alan meme kanseriyle 2014'te tanıştığını belirterek, "Kendim buldum. Eşim de Onkoloji Hastanesi'nde anestezi uzmanı. Mamografi sonrasında teşhis konuldu. O anda bütün hayatım değişti." dedi.

Kanserle mücadelenin kendisinden önce ailesinde başladığını ifade eden Akaltan, "İlk dayılarım kanser olmuştu. Eşimin babası, annesi ve iki ablası kanserdi. Eşime lenfoma teşhisi konmuştu. Kanser kelimesi illet bir kelime, şu an bile kullanmaktan nefret ediyorum, kendim de doktor olmama rağmen onun yerine başka bir kelime kullanmak istiyorum." diye konuştu.

Akaltan, hastanın yaşama tutunması ve tedavi başarısında hekime güvenin de çok önemli olduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam etti:

"Çünkü öleceğinizi düşündüğünüz anda kol kanat olan, işini çok iyi yapan bir doktor arıyorsunuz. Tümörün, çok hızlı ilerleyen bir tip olduğu belirlendi. Hekimime güvendiğim için operasyondan hiç korkmadım. Ama tanı sonrası ikinci travmam saçlarımın kesildiği gün oldu. Uzun ve çok sevdiğim saçlarım olmayacaktı. Ama hastalık, bana fiziksel görüntünün önemsiz olduğunu gösterdi. O tarihten sonra bunların önemsiz olduğunu öğrendim. Tedavi sürecinde 6 kür aldım kemoterapi aldım 4,5 ay sürdü. O süreçte iki tane doktora öğrencim mezun oldu. İlk kürün ardından raporum bittikten sonra işe gitmeye başladım. Evde oturup 'Ben ne yapacağım, ne olacağım?' düşüncesinden kurtulmaya çalıştım."

O dönemde Anabilim Dalı Başkanlığı görevini de üstlendiğini belirten Akaltan, "Dekanlığa aday olmuştum fakültede, ilk kadın aday bendim, ikinci turda kaybettim. Projem vardı. Eğitim projemi yürürlüğe koymak için eğitim koordinasyonluğu görevini almak istedim. O projeyi başlattım ve 3 yıldır sürdürüyorum." diyerek yaşadığı süreci anlattı.

Akaltan, tedavi sırasında toplu alanlara girmediğini, bu nedenle derslere de katılamadığını ancak evden işlerini yürüttüğünü ifade ederek, hayata tutunmak için işine sarıldığını söyledi.

"Sürekli hastalık düşünmekten kaçınmak için işimi kullandım ve bu beni ayakta tuttu." diyen Akaltan, bir yıl içinde kanser tedavisinin tamamlandığını belirtti.

Akaltan, şöyle devam etti:

"Bir sene sonra rutin kontrollerde akciğerde metastaz oldu. Evre bir denmişti ama medikal onkoloğum öyle demiyordu. Yaklaşık 6 ay akciğerdeki nodüller takip edildi. Büyüme görünce, ameliyat oldum. Bu süreçte en önemli güç insanın evladından geliyor. 'Çocuğum hep hayatında kanserle savaş gördü. Ben yaşamalıyım ve Kaan'ın güzel günlerine şahit olmalıyım.' diyordum. Size çok uzak olanlar hastalığınıza daha düşkün oluyor. Enteresan duygulara kapılıyorsunuz. İnsanların size 'sevgiyle mi acıma hissiyle mi' yaklaştığını sınıyorsunuz. Daha çok sorguluyorsunuz her şeyi.

Tanı konulduktan sonra hemen ayağa kalkarak, tedaviye başlanmalı. Çünkü, 'Nereden geldi bu başıma ve niye ben?' sorularına başlarsanız kaybedersiniz. Kısa dönemde hastalık kabul edilmeli ve ne gerekiyorsa yapılmalı. Süreç içerisinde bunu yaparken hayatı dar etmenin bir manası yok. Biraz içselleştirmeden dalga geçer gibi algılamak lazım bu hastalığı."

"Bu süreçte gördüm ki ben de insan biriktirmişim"

Kameraman Arif Gorica ise 2014'te yapılan kolonoskopi sonrasında kolon kanseri tanısı konulduğunu anlatarak, 2015'te ameliyat olduğunu söyledi. Çok sık tuvalete çıkmaya başladığında ve dışkıda kan gelmesiyle birlikte hekime başvurduğunu belirten Gorica, ilaç tedavisi aldığını ifade etti.

O süreci daha da zor kılan şeyin, aynı dönemde babasının da kanser tedavisi görmesi olduğunu aktaran Gorica, "Babam da kanserdi. İnsan yaşamayınca bilmiyor. Zor günlerdi ama hekimim 'Hiçbir şeyden vazgeçme.' dedi. Ben de her türlü zorluğa rağmen bunu yapmaya çalıştım, hayata tutundum, hep gayret ettim." dedi.

Gorica, babasının bir arkadaşının "Para biriktirme, insan biriktir." dediğini aktararak, duygularını şöyle dile getirdi:

"Bu süreçte gördüm ki ben de insan biriktirmişim. Tedavi süresince şüphesiz annemin desteği büyük oldu. Hem iş hem okul arkadaşlarım hem de komşularım çok destek oldu bana. Ben de bu zaman zarfında sağlam durdum ama arkadaşlarımın bana verdiği destek tedavimin yüzde 50'sini oluşturdu.

Doktorlarım, beni ameliyata ikna ederken, 'Hiçbir organ hayattan daha değerli değildir.' dedi. Dolayısıyla öncelikle buna karar vermemiz gerekiyor. Bir şeylerden vazgeçmek zorundayız. Hayat tarzından olabilir, günlük yaşayıştan olabilir, organdan olabilir. Ama günlük hayatta yaşamak için azimli olmalıyız. İçine kapandığın zaman, güçlü olmadığın zaman kesinlikle kötüye giden bir seyir olur. Onun için hayattan her zamankinden daha fazla zevk almaya çalışarak tedavi sürecini sürdürmek lazım."

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın