Dolar
42.94
Euro
50.61
Altın
4,459.06
ETH/USDT
2,968.90
BTC/USDT
87,959.00
BIST 100
11,251.35
Analiz

Netanyahu'dan Trump'ı ikna turu: Florida görüşmesinde masada neler var?

Trump döneminde ABD-İsrail ilişkilerinin kurumsal bir stratejik ortaklıktan, liderler arası kişisel bir ittifaka evrildiği vakıadır. Netanyahu’nun ABD ziyaretlerinin sıklığı da bu kişiselleşmenin bir göstergesi olarak okunabilir.

Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan  | 29.12.2025 - Güncelleme : 29.12.2025
Netanyahu'dan Trump'ı ikna turu: Florida görüşmesinde masada neler var?

İstanbul

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tuğçe Ersoy Ceylan, 29 Aralık'ta yapılması beklenen Trump-Netanyahu görüşmesinin perde arkasını AA Analiz için kaleme aldı.

📲 Artık haberler size gelsin
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı

***

ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray’daki ikinci döneminde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile şimdiye kadar dört defa görüştü. İkili arasında Bugün Florida’da gerçekleşmesi beklenen görüşme ise beşincisi olacak. Beyaz Saray’a göre bu görüşme, aralık ayı başında yapılan bir telefon görüşmesinde Netanyahu’nun ziyaret fikrini dile getirmesi ve Trump’ın da bundan memnun olacağını belirtmesinin akabinde Başbakan'ın ekibinin harekete geçmesi neticesinde belirlenmiş oldu. Netanyahu’nun bu görüşmeyle bir mesaj vermek istediği ve dahası kritik meseleler için Trump’ı ikna etme turuna çıktığı yorumunu yapmak mümkün.

Masada hangi başlıklar var?

Öte yandan, görünürde Netanyahu’nun oldubittiye getirdiği bu ziyaretin 19 Aralık'ta Miami’de Trump'ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve ve damadı Jared Kushner ile Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve Mısır İstihbarat Müdürü Hasan Mahmud Reşad arasında Gazze’de atılacak adımlar hususunda yapılan görüşmenin ardından gerçekleşeceğini de hatırlamak gerekir.

Gazze’deki ateşkes sürecinin garantörleriyle yapılan bu görüşmenin başlıklarından biri de Hamas ve diğer Filistinli grupların silahsızlanması. Netanyahu’nun bu plana şüpheyle yaklaştığı ve Gazze’de oluşturulacak uluslararası istikrar gücü ve teknokratik hükümet konusunda da ayak direttiği malum. Keza ateşkes sonrası süreçte Türkiye’nin Gazze’de üstlenmesi talep edilen rollere de sıcak bakmadığı basına defalarca yansıdı. Nitekim bir İsrailli yetkilinin “Miami’deki görüşmelerin neticelerinin olumlu olduğunu değerlendirmiyoruz” şeklindeki ifadesinden anlaşılacağı üzere gerçekleşecek görüşmenin Trump’ı İsrail’in pozisyonuna ikna etme hedefi taşıdığını söylemek mümkündür.

Gazze’de çatışmaların durması ve ateşkes sağlanması sürecinde İsrail’in gösterdiği uzlaşmaz tavır ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance ile Dışişleri Bakanı Marco Rubio’yu en hafif tabirle yordu ve artık Netanyahu’nun arkasında değiller. Netanyahu şu an Trump ile kurduğu kişisel ilişkiler üzerinden onu ikna etmeyi deneyecek olabilir. Netanyahu’nun da cevap vermeye hazırlıklı olması gerektiği meselelerin önüne geleceğini de belirtmekte fayda var. Trump Batı Şeria’daki yerleşimci şiddetini ve Filistin Yönetimi’ni çöküşten kurtarmak için bir reform planı uygulama stratejisini dile getirebilir. İsrail bunu engellediği sürece Trump’ın “Orta Doğu’ya barış getirme planı” başarıya ulaşmayacağından bu noktada ikili arasında anlaşmazlık doğabilir. Dolayısıyla Trump, şiddetin son bulması, İsrail’in el koyduğu milyonlarca dolarlık vergi gelirlerinin Filistin Yönetimine verilmesi ve yerleşim inşaatları konusunda karşılıklı bir anlaşmaya varılması hususlarında Netanyahu’yu zorlayabilir.

Bu görüşmenin bir diğer önemli gündem maddesi İran olacaktır. Netanyahu, son iki yılda yaşanan karşılıklı doğrudan çatışmalara ve Hizbullah’ın savaşma kapasitesinin dolayısıyla İran’ın bölgedeki vekil güçlerinin zayıflatılmış olmasına rağmen, İran’ı halâ İsrail için varoluşsal bir tehdit olarak görmektedir. Nitekim son günlerde İsrail medyasında İsrail’in İran’a yeni bir saldırı düzenleme hazırlığı içinde olduğuna dair haberler çıkmıştır. Dolayısıyla Netanyahu Trump’ı ikna edecek stratejik bir fırsat penceresi açma arayışı içinde olacaktır. Bu bağlamda Netanyahu görüşmede İran karşıtı ortak söylemi yeniden tahkim etmek isteyecektir. Ancak bu defa İsrail’in odağının İran’ın nükleer silahları değil balistik füze programı olduğunu belirtelim. Bu yeni retoriğin ardında Trump’ın nükleer silah hususunda ikna edilemeyeceği düşüncesi yatıyor olabilir zira, Trump İran’ın nükleer programını yok ettiğini dile getirmişti; yani bu konu Trump’a göre “halledildi”.

Netanyahu, Trump’tan yeşil ışık alarak gerçekleştireceği bir operasyon ile Başbakan olarak pozisyonunu korumayı da hedefliyor olabilir. Nitekim geçtiğimiz hafta yine İbrani basında Netanyahu'nun ekim 2026’da gerçekleşmesi planlanan seçimleri hazirana çekerek erken seçim kampanyası için hazırlıklara başladığı haberleri çıktı. Netanyahu’nun iç siyasi sıkışmışlığını dış politika hamleleriyle aşma eğilimine dayalı analitik bir okuma yapıldığı takdirde bu, Netanyahu’nun Trump’ı ikna edip yeni bir “olağanüstü şartlar hali” yaratarak iktidarda kalmayı hesapladığı şeklinde yorumlanabilir. Zira ne Trump’ın Knesette yaptığı konuşmada İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'a yaptığı af çağrısı ne de Netanyahu’nun şahsi başvurusu kendisinin yargılanmaktan affı konusunda bir netice verdi.

Ne var ki, İran ile yaşanacak bir çatışma Trump’ın dış politika stratejisinin bir parçası değil. ABD Orta Doğu’da askeri varlık bulundurmayı sürdürmek yerine İsrail ile Arap ülkeleri arasında ekonomik işbirliği ve diplomatik bağların geliştirilmesi vasıtasıyla bölgesel istikrarı hedefliyor. İsrail ise varoluşsal tehditleri bertaraf etmenin ötesinde bölgede hegemonik askeri üstünlük sağlamak istiyor. Bu perspektiften bakıldığında İsrail’in Gazze için oluşturulacak uluslararası istikrar gücünde neden özellikle Türkiye’nin varlığını istemediği de açıkça ortaya çıkıyor. Trump ise Türkiye’nin bölgedeki varlığını önemsiyor. Dolayısıyla gündeme geldiği takdirde, Netanyahu için bir diğer sınav da Trump karşısında bunu incelikli bir şekilde ortaya koymak olacaktır.

Bununla beraber normalleşme süreçleri ve Abraham Anlaşmalarının geleceğinin de masada olup olmayacağı net değil. Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap dünyasıyla İsrail arasındaki olası normalleşme adımları, Trump’ın dış politikasının merkezinde yer almasına rağmen, Suudi Arabistan’ın İsrail’deki halihazırdaki hükümetle bir normalleşme sürecine girmeyi istemeyeceğini ve gelecek seçimin neticelerini bekleyeceğini tercih edeceği söylenebilir. Yine de Trump’ın bu konuyu gündeme getirmesi mümkündür.

Stratejik ortaklıktan kişisel ittifaka mı?

Trump döneminde ABD-İsrail ilişkilerinin kurumsal bir stratejik ortaklıktan, liderler arası kişisel bir ittifaka evrildiği vakıadır. Geçmişte Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, Golan Tepeleri kararı ve Abraham Anlaşmaları, büyük ölçüde Trump-Netanyahu kişisel uyumunun ürünleri olarak ortaya çıkmıştır. Bu kararların çoğu, ABD dış politikasının geleneksel bürokratik mekanizmalarını devre dışı eden bir lider diplomasisiyle hayata geçirilmiştir.

Netanyahu’nun ABD ziyaretlerinin sıklığı da bu kişiselleşmenin bir göstergesi olarak okunabilir. Trump yönetimindeki diğer önemli figürlerle yaşanan anlaşmazlıklar da dikkate alındığında Netanyahu'nun Washington’dan çok Trump’ın şahsına yatırım yaptığını ve böylece ABD siyasetindeki kurumsal denge ve fren mekanizmalarını ikincil plana ittiğini belirtmek mümkün. Ne var ki bu durumun, ABD-İsrail ilişkilerini öngörülebilir bir müttefiklik çerçevesinden çıkararak, liderlerin kişisel siyasi kaderlerine daha bağımlı hale getirdiği de bir gerçektir.

Dolayısıyla Trump-Netanyahu hattı, ABD-İsrail ilişkilerinde kurumsal diplomasinin yerini giderek daha fazla kişisel ittifaklara bıraktığı bir dönemin en net örneklerinden birini sunmaktadır. Netanyahu ile Trump arasındaki kimyanın Netanyahu’ya Trump’ın kararlarını etkileme kabiliyeti verdiğini tespit etmek mümkündür. Her ne kadar bu defa Netanyahu’nun işi zor olsa da; bu durum, yalnızca iki ülkeyi değil, Orta Doğu’nun kırılgan jeopolitiğini de doğrudan etkileme potansiyeline sahiptir.

[Doç. Dr. Tuğçe Ersoy Ceylan, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.