İsrail-Lübnan Savaşı yeniden mi başlıyor?
İsrail’in Lübnan ajandasını doğrudan ve yalnızca Hizbullah’ın oluşturduğu anlaşılsa da güneyde İsrail işgalinin kalıcı hale gelmesi için farklı planların devreye sokulduğuna dikkat çekmek gerekiyor.
İstanbul
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Tuba Yıldız, İsrail'in Lübnan'a yönelik artan saldırılarının arka planını ve bölgesel yansımalarını AA Analiz için kaleme aldı.
***
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
9 Ekim 2025’te Gazze’de kırılgan ateşkesin yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra Lübnan'ın güneyinde ardı ardına patlamalar yaşandı. İsrail’in, Hizbullah’la bağlantılı olduğu iddiasıyla sivil yerleşim yerlerine ve iş merkezlerine düzenlediği saldırılar, Ekim 2024’te imzalanan ateşkesten sonraki en şiddetli saldırılar olarak gündeme geldi. Ekim ve kasım ayı boyunca rutin saldırılarının dışına çıkarak Hizbullah dışındaki hedefleri vuran İsrail, Mavi Hat'tın yakınında devriye gezen Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü (UNIFIL) askerlerini de sınırdan uzaklaştırarak Lübnan’da tampon bölge oluşturma yönündeki planlarını aşama aşama hayata geçirmeye başladı.
Ateşkesten bugüne Lübnan’da on binden fazla ihlalde bulunan İsrail’in bu ülkeyle yeniden savaş kapılarını aralayan son gelişme ise 23 Kasım'da Dahiye’de düzenlediği suikast oldu. Hizbullah’ın Naim Kasım’dan sonraki en üst komuta yetkisine sahip olan Heysem Ali Tabatabai'nin hedef alındığı saldırı, İsrail öfkesinin yalnızca Lübnan siyasileri üzerinde değil uzun bir aradan sonra Beyrutlular üzerinde de hissedilmesine yol açtı. Tel Aviv’in genel anlamda güneyde ve Bekaa’da yoğunlaştırdığı saldırılarının kasım ayının sonlarına doğru Beyrut’a sıçraması ve Hizbullah’ın ikinci adamı olan Tabatabai’yi öldürmesi ise Lübnan’ın geleceğindeki İsrail saldırganlığını derinleştirirken yeni savaş senaryoları da yazılmaya başlandı.
İsrail’in Lübnan planı
Hizbullah’ın son iki yılda askeri kapasitesinin İsrail tarafından büyük ölçüde tahrip edilmesi, Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi ve 2025 başında göreve gelen Lübnanlı siyasi aktörlerin örgütle gerilimli bir sürece girmesi, İsrail’in Hizbullah’ın askeri gücünü tasfiye etmeye ve siyasi etkisini zayıflatmaya yönelik baskılarının karşılık bulmaya başladığını gösteren önemli işaretler sunmuştu. Bununla birlikte Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım’ın silahları teslim etmeyeceklerine dair giderek netleşen söylemleri, Tel Aviv’in, ABD’li temsilciler aracılığıyla Lübnan hükümetine yaptığı baskının istenildiği kadar etkili olmadığı gerçeğini açığa çıkardı. Lübnan ordusunun Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına yönelik bir yol haritası çıkarması, Başbakan Nevvaf Selam’ın Hizbullah’ın siyasi otoritesini kırmaya yönelik sert ifadeleri, Lübnan’da silahlar konusunda sonun başlangıcının geldiği izlenimini öne çıkardı ancak bu süreç, İsrail ve ABD’nin istediği şekilde ilerlemedi.
Bu noktada birkaç husus öne çıkmaktadır. Öncelikle, Lübnan ordusunun Hizbullah’la savaşacak kadar gücünün bulunmadığı bir realite olmakla birlikte, ordunun Fuad Şihab döneminden itibaren -iç savaştaki bir istisna dışında- toplumsal çatışmalara müdahil olmaması tarihsel bir dinamik. Ordu komutanlığından gelen Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın ordunun pozisyonuna ve orduyla Hizbullah arasındaki ilişkiye vakıf olması, silahsızlanma sürecinde hükümet kanadında uzlaşının daha fazla tercih edildiğini gösteriyor. Diğer taraftan, Hizbullah’ın hiç olmadığı kadar zayıflamasına rağmen Şii toplumunun güvenini kaybetmediğinin netleşmesiyle, iç ve dış baskılara rağmen silahların birbirlerine çevrilmemesi adına hükümet ve Hizbullah’ın daha titiz davranmaya başladıkları görülüyor.
Süreci dikkatle takip eden İsrail ise yaz sonu Lübnan’a daha sert müdahalede bulunacağının sinyallerini verse de Nevvaf Selam’ın ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın silahsızlanmaya dair planını kabul ettiklerini açıklamasıyla saldırılar, beklenenden daha düşük seviyede devam etti. Ancak İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına bir süreliğine ara vermesi ve Lübnan hükümetinin beklenen adımları atmaması, Tel Aviv’in “Hizbullah’ın yeniden toparlandığı ve eski gücünü kazanmaya başladığı” iddiasını öne sürerek agresif tutumunu tırmandırmasına zemin hazırladı. Lübnan hükümetini de doğrudan tehdit eden ve Hizbullah’a karşı yapılan pasif politikanın karşılığının çok daha sert olacağını açıklayan Tel Aviv yönetimi, Lübnan’da günlük olarak belirli hedefleri vurmaya başladı.
Bu ifadelerden yola çıkarak İsrail’in Lübnan ajandasını doğrudan ve yalnızca Hizbullah’ın oluşturduğu anlaşılsa da güneyde İsrail işgalinin kalıcı hale gelmesi için farklı planların devreye sokulduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Hizbullah’ın İsrail karşısında caydırıcılığını kaybetmiş olmasıyla birlikte - ve buna rağmen - Lübnan ile arasında Mavi Hat olarak belirlenen sınırı ihlal etti. İsrail, daha sonra Lübnan topraklarına girerek önce beyaz varillerle farklı bir sınır çizdi. Şimdi ise bu sınıra duvar örmeye başladı. Bu gelişmelere bakılacak olursa İsrail'in geçen yıl işgal ettiği 5 noktadan çıkmayacağını net şekilde görebiliriz. Dolayısıyla, Hizbullah’ın tamamen çekilmesi ve UNIFIL’in görev süresinin bitmesi, İsrail işgalinin sona ermesi için artık bir etkiye sahip değil. Güneyde herhangi bir Lübnanlının İsrail’in belirlediği sınırı geçemeyecek olması, İsrail’in Lübnan’a dair esas ve uzun soluklu projesinin bir çıktısını sunuyor.
Lübnan ile Hizbullah’ın yol ayrımı
Mevcut durumda Lübnan hükümetinin Hizbullah’ı silahsızlandırma üzerinden başlattığı otorite mücadelesinin İsrail tarafından yıpratıldığı açığa çıkıyor. Siyasi aktörlerin ABD’yle uyumlu olmaya çalışmalarına rağmen günaşırı İsrail bombardımanına maruz kalıp dronlarını gökyüzünde duyuyor olmaları, hükümetin Hizbullah karşısında aksiyon alma sürecini sekteye uğratıyor. Nitekim İsrail saldırıları ve daha da önemlisi güneydeki işgali, Beyrut’la Tel Aviv arasındaki muhtemel müzakereyi de engelliyor. Halihazırda İsrail’in bir anlaşma niyetinin olmaması, Lübnan hükümetinin ise bu şartlara boyun eğmek istememesi ve uluslararası çağrıda bulunarak İsrail sorununun çözülmesi talebine yanıt alamaması, tansiyonun yeniden artarak ülkede 2024'ün başlarına geri dönüleceğine işaret ediyor.
Hizbullah kanadında ise İsrail’e karşılık vermenin lüzumu belirginleşmiş olsa da diplomatik yolların açık tutulmak istendiği biliniyor. İsrail'e atılacak herhangi bir füze, Hizbullah’la Lübnan Devleti arasındaki kırılgan ilişkinin kopmasına yol açabilir. Diğer taraftan tüm kontrol kaybına rağmen kendi toplumunun güvenini kaybetmeyen Hizbullah, İsrail’e saldırmak yerine moral motivasyonu yükselten gösteriler yaparak ve "Direnişin" hala güçlü olduğunu anlatarak, toparlanmak için ihtiyaç duyduğu süreyi doğru kullanabilmeyi gözetiyor. Bununla birlikte, düşük ölçekli karşılık senaryosu da yine Hizbullah’ın masasında yer alıyor.
Saldırıların bölgesel etkisi
İsrail’in bölgede savurduğu tehditlerin Lübnan’daki yankısı, hiç şüphesiz öncelikli olarak İran’dan hissediliyor. Bu noktada Tahran yönetimi, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasının Taif Anlaşması'na aykırı olduğunu dile getiriyor. Ayrıca, İsrail’in son saldırıları karşısında İran lideri Ayetullah Ali Hamaney'in üst düzey danışmanlarından Ali Ekber Velayeti’nin Hizbullah'ın Lübnan için ekmek ve sudan daha önemli olduğuna yönelik açıklamaları ve İran’ın Hizbullah’ı desteklemeye devam edeceğine dair verilen beyanatlar, Tahran'ın Hizbullah’la koordinasyonun güçlü şekilde devam edeceğini gösteriyor.
Saldırıları titizlikle takip eden Türkiye ise Gazze, Suriye ve Lübnan’da hukuku hiçe sayan operasyonlarına karşı İsrail üzerindeki uluslararası baskının artırılması gerektiğini savunuyor. Lübnan’la dayanışma içinde olduğunu her fırsatta dile getiren Ankara, İsrail’in tehditkar ifadelerine karşı bölgesel duruşundan taviz vermemektedir. Bununla birlikte Lübnan meselesinin hassas terazide olduğunu unutmamak gerekmektedir. Suriye’deki gelişmelerin Lübnan’la doğrudan bağlantılı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Beyrut’un istikrarının da en az Şam’ın istikrarı kadar önemli olduğu gerçeği dikkate alınmalı.
[Tuba Yıldız, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesidir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
