İslamofobi Batı'dan sonra Hindistan’ın da gerçeği
Batı’dan türeyen ve “İslamofobi” adıyla kavramsallaştırılan Müslüman karşıtlığının Batı ile sınırlı olmadığının, Doğu’da da yükselişte olduğunun en net örneğini Hindistan’da görmek mümkün.
İstanbul
Batı’dan türeyen ve “İslamofobi” adıyla kavramsallaştırılan Müslüman karşıtlığının Batı ile sınırlı olmadığının, Doğu’da da yükselişte olduğunun en net örneğini, son zamanlarda yaşanan protestoların şiddet olaylarına dönüşmesiyle gündeme gelen Hindistan’da görmek mümkün. Hindistan halkı 2014 genel seçimlerinde kalkınma için Hindistan Halk Partisine (BJP) oy vermişti. Hindu milliyetçiliğinin başat rol oynadığı 2019 seçimlerinde BJP iktidarı daha da güçlendi. Son altı yıldır ülkede epey güçlü bir liderlik imajına sahip olan Başbakan Narendra Modi’nin aynı zamanda güçlü bir Hindutva, yani Hindu milliyetçiliği savunucusu olduğu sır değil. Nitekim gençlik yıllarından bu yana Modi, Hindutvanın kurumsal ayağı olan Ulusal Gönüllüler Organizasyonu (RSS) yapılanmasının aktif bir üyesi. Hindutva ideolojisinin kökeninde, Hindistan’ın ve Hinduizm’in baş tehdidi olarak Müslümanlar gösterilir. Söz konusu ideolojinin aşırılıkçı kesimlerinin bugünlerde ülkede daha aktif olduğuna tanıklık ediliyor. Hindistan’da yaklaşık üç aydır devam eden protestolarda şiddetin dozu artmış durumda ve yaşanan şiddet olayları ideolojik aşırılıkçılığın ya da dini radikalizmin ülkede ne boyuta taşındığını gözler önüne seriyor.
Ülke içinde Narendra Modi’nin başını çektiği BJP iktidarı ikinci döneminde peşi sıra aldığı radikal kararlarla gündem oluştururken, Hindistan’da son dönemde yaşananlar dünya gündemini de sıkça meşgul ediyor. Öyle ki Modi iktidarının ilk döneminde gerçekleşen, ekonominin iyileşmesi ve kalkınma hamlelerinden artık neredeyse söz edilmiyor. İşsizliğin son zamanların en yüksek oranlarında seyretmesi ve 1990’lardan beri dikkat çeken ekonomik yükselişin son birkaç yıldır sekteye uğraması dolayısıyla Hindistan, bilhassa 2019’dan itibaren, kaydettiği gelişmelerle değil, dini kutuplaşmalar ve ayrımcı uygulamalarla anılır oldu. Bunun yanı sıra laiklik, sekülerlik, demokrasi ve eşitlik gibi kavramların sıkça tartışıldığı bir ülke olarak prestij kaybı da yaşamaya başladı.
Hint toplumunda artan kaos atmosferi belki ülkeyi bir iç savaşa sürüklemeyecek, fakat gelişmeler Hindistan'da kapanmayacak yaralar açacak.
Hint hükümetinin en çok dikkat çeken radikal kararları olan Cammu-Keşmir ve Ayodhya konularının akabinde, vatandaşlık ve nüfus konularında yapılan bir dizi düzenleme, ülkeyi bir hayli karıştırmış durumda. Pilot uygulama olarak başlayan ülkenin Assam eyaletiyle sınırlı Ulusal Vatandaşlık Kaydı (NRC) düzenlemesi, Aralık başlarında yasalaşan ve ülke genelini kapsayan Vatandaşlık Değişiklik Yasasıyla (CAA) bambaşka bir boyuta taşındı. 1955 Hindistan Vatandaşlık Yasasını değiştiren yeni vatandaşlık kanunu, deyim yerindeyse Hint halkını sokaklara taşıdı. Aralık ayından bu yana yaşanmakta olan protestolarda ağırlıklı olarak Hint Müslümanlarının bulunuyor olması, Hindistan sokaklarında Hint Müslümanlarına yönelik gün geçtikçe artan şiddet olaylarının aşırılıkçı kesimler tarafından gerçekleştiriliyor olması ve toplumun diğer kesimlerinden de katılımların görüldüğü protestoculara yönelik Hint polisinin orantısız güç kullanmaya başlaması tesadüf değil.
Hindistan siyasi tarihinde önemli bir milat olarak anılacak olan ve iki ayda şiddet olaylarına dönüşen günümüz protestolarının evrilebileceği en uç nokta iç savaştan ziyade bir soykırımdır.
Ulusal Vatandaşlık Kaydı adıyla uygulamaya konulan pilot düzenleme ve ardından ülkeye getirilen yeni vatandaşlık yasasının yanı sıra, 2021 yılı için düşünülen Ulusal Nüfus Kaydı (NPR) düzenlemesi bir bütün olarak düşünüldüğünde --ki bu üç düzenlemenin birbirinden bağımsız düşünülmesi çok zor-- en başta Hindistan Müslümanlarının vatansız kalma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir gerçek. Çünkü ülkede gerçekleşmekte olan vatandaşlık düzenlemeleri yalnızca Müslümanlara bir güvence sağlamıyor. Zaten Hint halkı tanımını revize eden uygulamalar silsilesinin, her ne nedenle olursa olsun, birtakım gerekçeler ileri sürülerek açıktan bir dini topluluğu, yani Müslümanları kapsam dışı bırakması dolayısıyla, ülkenin bugün geldiği durum, laikliğin ve eşitlik hakkının sorgulanması olarak tezahür etmekte. Üstelik protestolar paralelinde artan şiddet olayları da ülkede bilhassa sosyolojik farklılıklara dayalı fay hatlarını daha da belirginleştirmeye ve derinleştirmeye başladı.
Vatandaşlık hakkının doğrudan dine dayandırılarak güncellenmesi ve bu uygulamanın (yaklaşık 200 milyonla dünyanın en yoğun ikinci Müslüman topluluğuna sahip) Hindistan’da Müslümanları kapsam dışı bırakarak gerçekleştirilecek olması sağlıklı bir adım değil. Dahası, sözünü ettiğimiz vatandaşlık ve nüfus düzenlemelerinin geçmişe dönük yazılı belgeler ve kayıtlarla güncellenecek olması da, kuşkusuz genel anlamda birçok mağduriyeti doğuracak. Milyarla ifade edilen ve kast sistemiyle kategorize edilen bir nüfusa sahip Hindistan’da gerek kişi sayısının fazlalığı gerekse okuma-yazma bilmeyenlerin, kırsal kesimlerde yaşayanların ve imkanları oldukça kısıtlı olan insanların ağırlıkta olduğu dikkate alındığında, her bir ferdin Hint vatandaşı olduğunu resmi kayıt ve belgelerle kanıtlaması çok zor. Bunun bilincinde olan hükümetin, ülke geneline yaymayı düşündüğü “kamplar” inşa ediyor olması çok vahim bir gelişme. Bu noktada, Müslüman olmayan kişilerin vatandaşlığını kanıtlayamaması durumunda vatandaşlık hakkını elde edebileceklerine dair bir umut ışığı söz konusuyken, anılan düzenlemelerin Müslümanları kapsam dışı bırakmasından ötürü, benzer durumda kalacak olan Müslümanların vatandaşlıktan menedilme ihtimali ise çok daha vahimdir.
Bu nedenlerle yaşanmakta olan protestolarda her geçen gün yaşanan şiddet olayları neticesinde ölümlerin artıyor olması Hint toplumunu bölmekte ve ülkeyi ciddi anlamda karışıklığa sürüklemekte. Öyle ki vatandaşlık düzenlemelerinin yasal bir boyuta taşındığı Aralık ayından bu yana devam eden ve artık şiddet olaylarına dönüşen protestolar sonucunda onlarca ölü, yüzlerce yaralı, ateş açılan ya da yakılan evler, işyerleri ve hatta camilerden söz ediliyor. Hint toplumunda artan kaos atmosferi belki ülkeyi bir iç savaşa sürüklemeyecek, fakat bu gelişmelerin ülkede kapanmayacak yaralar açması işten bile değil. Bahse konu vatandaşlık düzenlemeleri, vatansız kalacak kişiler için inşa edilen kamplar, şiddetli protestolar, hükümetin geri adım atmasının ihtimal dışı olduğu da dikkate alındığında, Hindistan’da tam anlamıyla bir kısır döngünün yaşandığını söylemek mümkün. Bu süreçte İslamofobi kavramı Hindistan’da da vücut buldu ve gün yüzüne çıktı. Politik hamlelerle Hint toplumunda ilmek ilmek işlenen nefret atmosferi ülkeyi ekonomik olarak zarara uğratırken, bunun ciddi anlamda sosyolojik çıktıları da olacaktır. Hindistan siyasi tarihinde önemli bir milat olarak anılacak olan ve iki ayda şiddet olaylarına dönüşen günümüz protestolarının evrilebileceği en uç nokta ise iç savaştan ziyade bir soykırımdır. Bu noktada her ne kadar aykırı sesler çıkıyor olsa da hükümetin ılımlı davranmaya çalıştığı da ifade edilmeli. Dolayısıyla gerek iç savaş gerekse soykırım olarak sözü edilen felaket senaryolarının hayata geçmeyeceğine yönelik tezler daha ağır basıyor. Burada asıl husus, yaklaşık bir milyar 400 milyon nüfusa sahip Hindistan’ın, göz ardı edilemeyecek büyüklükteki (Hint vatandaşı olmaktan yana hiçbir sorunu olmayan ve ülkesini seven) Müslüman azınlığının en doğal, en insani ve en temel beklentisi olan “vatandaşlık ve eşitlik haklarından yararlanabilme” taleplerinin ne derece karşılanabilecek olmasıdır.
[Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktora çalışmalarını sürdüren Duygu Çağla Bayram aynı zamanda Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde (GASAM) Hindistan uzmanı olarak çalışmaktadır]