Dolar
42.05
Euro
48.56
Altın
4,004.19
ETH/USDT
3,866.90
BTC/USDT
110,203.00
BIST 100
10,971.52
Analiz

Avrupa güvenliğinde "SAFE" dönemi: Türkiye'nin katılması neden önemli?

Türkiye'nin SAFE programına dahil olma olasılığı, Avrupa savunma mimarisi açısından sadece teknik bir ortaklık değil, aynı zamanda jeopolitik bir test niteliği taşıyor.

Dr. Tolga Sakman  | 31.10.2025 - Güncelleme : 31.10.2025
Avrupa güvenliğinde "SAFE" dönemi: Türkiye'nin katılması neden önemli?

İstanbul

Diplomatik İlişkiler ve Politik Araştırmalar Merkezi (DİPAM) Başkanı Dr. Tolga Sakman, AB'nin SAFE Projesi'nin stratejik önemini ve Türkiye'nin bu proje açısından neden kritik bir rol oynadığını AA Analiz için kaleme aldı.

📲 Artık haberler size gelsin
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı

***

Avrupa Birliği'nin (AB) yeniden silahlanma yolunda attığı son adım olan SAFE (Security Action for Europe), yeni savunma ve güvenlik mekanizması olarak gündeme gelen bir yatırım-finansman aracıdır.

Programın en önemli teknik özelliklerinden biri, AB Komisyonu kaynaklarının piyasadan borçlanmayla elde edeceği fonları kullanarak projelere destek verilmesidir. Bu çerçevede SAFE, kalıcı bir araç değil, Avrupa'nın kendini savunma kabiliyetini önemli ölçüde artırma ihtiyacına "istisnai ve geçici bir yanıt" niteliğindedir. Kredilerin 2030 yılı sonuna kadar dağıtılması ve 45 yıl içinde geri ödenmesi planlanıyor.

SAFE, aynı zamanda Avrupa savunma harcamalarını karakterize eden bazı israfçı uygulamalardan kaçınmasını sağlamayı amaçlayan "Hazırlık 2030" stratejisi (ReArm Europe / Readiness 2030) kapsamındaki daha kapsamlı bir önlem paketinin de parçasıdır. Son yıllarda savunma harcamalarındaki artışa rağmen Avrupa savunma pazarı parçalı yapısını koruyor ve ülkeler genellikle nispeten küçük miktarlarda silahı yüksek maliyetle üretmek zorunda kalıyor. Bu durum, Avrupa savunma sistemlerinde verimsiz harcamalara ve birlikte çalışamama sorunlarına yol açıyor.

Bu noktada "Avrupa tercihi" (European preference) mekanizması devreye giriyor. Alınacak silah-teçhizatın en az yüzde 65’inin AB üyesi ülkelerde veya Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA)/ Avrupa Ekonomi Alanı (EEA) bölgesinde üretilmiş olması şartı, geri kalan yüzde 35’lik kısmı üçüncü ülkelerden tedarik edilen bileşenlerden oluşabilmesine imkan veriyor.

Uygulama olarak SAFE teknik düzeyde bir mekanizma olmanın ötesine geçmeye çalışıyor, seçimleri, dış ortaklarla işbirliğini, etik/siyasi kriterleri, teknolojik güvenliği ve AB'nin stratejik yönelimini de belirleyecek nitelikte bir araç olarak görülüyor.

Avrupa güvenliği açısından ne ifade ediyor?

Avrupa'nın güvenlik mimarisi, özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı'yla birlikte ciddi sınavlarla karşı karşıya kaldı. Rus tehdidi, tedarik zinciri kırılmaları ve NATO-ABD bağlarının devamlılığı konusundaki belirsizlik, Avrupa ölçeğinde kendi savunma kapasitesini güçlendirme ihtiyacını ön plana çıkardı.

Bir süredir, özellikle Donald Trump'ın başkanlığı etkisiyle Avrupa bir kriz durumunda tek başına hareket edebilme kapasitesini geliştirmek istiyor. SAFE Programı bu yönüyle Avrupa’nın savunmada dışa bağımlılığı azaltarak stratejik özerklik sağlamada önemli ve öncü bir araç olarak planlandı. Bu özerklik için ülkelerin tek başına büyük silah sistemleri projeleri yerine, AB çapında ortak projelerle ölçek ekonomisi sağlanması, tedarik zinciri bütünlüğünün oluşturulması gerekiyor. SAFE ile sağlanacak ortaklıkların bunu sağlaması, böylece kapasite artırımı ve entegrasyon gerçekleşmesi bekleniyor.

Bu silahlanma sürecinin maliyetinin Avrupa'nın en çok korktuğu "refahtan feragat" anlamına gelecek bir ekonomi modeline sürüklememesi gerekiyor. Plana göre, SAFE kredileri uzun vadeli, cazip şartlarla sunulacak. AB Komisyonu’nun yüksek kredi notuna (AAA) dayanarak topladığı kaynaklarla düşük maliyetli finansman oluşturulacak. Bu da birçok ülkenin kendi kredibilitesinden doğabilecek maliyetleri de düşürecek ve finansal etkinlik sağlayacak. Ayrıca savunma gibi bir alanda AB’nin daha aktif bir bütçesel rol üstlenmesi, Avrupa savunma politikasının AB düzeyinde kurumsallaşmasını destekleyici bir araç, böylece de kıymetli bir siyasi sinyal olabilir.

Bu olumlu etkilerin yanında bazı riskler de mevcut. Üçüncü ülke bileşenlerinin AB kontrolünde olması bazı dış ortaklarla işbirliğini sınırlayabilir. Üye devletler savunma projelerinde kendi inisiyatiflerini korumak isteyebilirler ve bu da AB düzeyinde koordinasyon ve karar alma süreçlerinde gerilim yaratabilir. Belki de en önemlisi, demokratik kriterler ve dış politika uyumluluğu gibi AB’nin normatif şartları, katılım sürecinde “siyasi kırılma noktaları” haline gelebilir.

Türkiye'nin SAFE Programı'nda yer alması Avrupa'ya ne katar?

Türkiye'nin SAFE programına dahil olma olasılığı, Avrupa savunma mimarisi açısından sadece teknik bir ortaklık değil, aynı zamanda jeopolitik bir test niteliği taşıyor. Ankara'nın katılımı, Avrupa için hem stratejik kapasite hem de operasyonel esneklik anlamına gelebilir. Ancak bu durum, yalnızca teknik kabiliyetlerin değil, aynı zamanda siyasi güvenin de geliştirilmesine bağlı.

Öncelikle, Türkiye'nin gelişmiş savunma sanayii kapasitesi SAFE çerçevesinde Avrupa için dikkate değer bir katkı sağlayabilir. Türk savunma şirketleri son yıllarda insansız hava araçları, elektronik harp sistemleri, zırhlı araç teknolojileri ve akıllı mühimmat gibi alanlarda rekabetçi çözümler üretiyor. Bu, SAFE’in hedeflediği ortak inovasyon projeleri ve maliyet etkin üretim hedefleriyle doğrudan örtüşüyor.

Aynı zamanda Türkiye'nin üretim altyapısının esnekliği, Avrupa'nın savaş zamanı veya kriz koşullarında karşılaştığı tedarik zinciri darboğazlarını hafifletebilir. Mevcut Avrupa savunma tedarik zincirleri, birkaç ana tedarikçiye bağımlı olabilir. Türkiye'nin katılımıyla tedarik zinciri çeşitlenebilir, yedek kapasite imkanları artabilir. Ayrıca Türkiye'nin stratejik olarak Avrupa ile Asya arasındaki konumu, lojistik açıdan avantaj sunar. Özellikle Akdeniz, Ege, Karadeniz eksenlerinde savunma sanayi projelerinde transit avantaj sağlayabilir.

Türkiye, NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahip bir ülke olarak, Avrupa güvenlik mimarisinde uzun süredir stratejik bir rol oynuyor ve SAFE kapsamında bu rolün resmileşmesinin jeopolitik kazanımları olacaktır. Öncelikle Türkiye'nin SAFE'e dahil olması, NATO’nun güney kanadındaki etkinliğini AB projeleriyle uyumlu hale getirir. Bu, transatlantik bağların zayıfladığı bir dönemde "kurumsal köprü" işlevi görebilir. Ayrıca Avrupa'nın savunma vizyonu artık sadece kıta içi değil, çevresel kriz alanlarına da uzanıyor. Türkiye, Akdeniz, Karadeniz, Orta Doğu ve Orta Asya'daki etkinliğiyle bu vizyonu "sınır ötesi" hale getirme kapasitesine sahip.

Diğer yandan Ankara'nın AB savunma girişimlerine katkısı, son yıllarda zayıflayan Türkiye-AB ilişkilerini de yeni bir zeminde yeniden tanımlayabilir. Savunma sanayiinde işbirliği siyasal güvenin de yavaş yavaş yeniden inşa edilmesine aracılık edebilir.

Yunanistan'ın vetosu mümkün mü?

Türkiye'nin SAFE programına katılım sürecinde en çok ses getiren gelişme, Yunanistan'ın koyduğu veto tehdidi oldu. Atina'nın vetosu, görünürde Türkiye'nin "casus belli" (savaş nedeni) kararına dayandırılıyor. Yunanistan, 1995'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) "Ege'de karasularını 12 mile çıkarma" kararını savaş nedeni sayan kararını kaldırılmadıkça, Ankara'nın SAFE'e katılımını desteklemeyeceğini açıkça ilan etti. Fakat bu gerekçe, aslında çok daha derin bir stratejik hesaplaşmanın yalnızca görünür yüzü.

Atina’nın öncelikli amacı, AB’nin yeni savunma mimarisi içinde kendi güvenlik kaygılarını "Avrupa'nın ortak meselesi” haline getirmektir. Yunanistan SAFE'i, Türkiye ile olan ikili anlaşmazlıklarını AB düzlemine taşıyıp, ulusal güvenlik endişelerini kurumsal bir koruma kalkanına dönüştürmek için bir fırsat olarak görülüyor. Ayrıca Yunanistan, iç kamuoyuna karşı "Avrupa'nın sınırlarını savunan ülke" imajını güçlendirmek istiyor.

Diğer yandan, bu veto Yunanistan'ın AB içinde siyasi manevra alanını genişletme aracıdır. SAFE gibi büyük stratejik projelerde Yunanistan'ın "tek başına hayır deme hakkı", Atina'nın diplomatik etkisini artırıyor ve onu zaman zaman AB içi pazarlıklarda "kilit ülke" konumuna taşıması bekleniyor.

Ancak Yunanistan'ın vetosunun tamamen mutlak bir engel oluşturup oluşturmayacağı da belirsiz. AB iç hukukunda, bazı projelerde oy birliği değil, nitelikli çoğunluk ilkesi uygulanabiliyor. Ayrıca, Almanya ve İspanya gibi ülkeler Yunanistan'a bu konuda "yapıcı tutum" çağrısı yaparak vetoyu yumuşatma arayışında. Brüksel'de konuşulan senaryolardan biri, Türkiye'nin SAFE kapsamında tam üyelik yerine "kısıtlı katılım" veya "ortak proje düzeyi işbirliği" statüsüyle sürece dahil edilmesi. Böylece Yunanistan'ın itirazı korunurken, işbirliği fiilen ilerletilebilir.

Bu şartlarda Yunanistan'ın vetosu sadece Türkiye'ye değil, Avrupa'ya da bir sınav sunuyor: AB, ulusal çıkarları aşan bir ortak güvenlik vizyonu geliştirebilecek mi yoksa her ülke kendi tarihsel bagajıyla mı hareket edecek?

[Dr. Tolga Sakman, Diplomatik İlişkiler ve Politik Araştırmalar Merkezi (DİPAM) Başkanıdır.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın