Analiz

Makronya’nın krizi

Fransa'da 15 ay içinde 7 bakanın istifa etmiş olması, genç Cumhurbaşkanı Macron'un özellikle gelir adaleti ve yoksullukla mücadele gibi çekici seçim taahhütlerini yerine getiremediğini gösteriyor.

Akın Özçer  | 16.10.2018 - Güncelleme : 16.10.2018
Makronya’nın krizi

İSTANBUL - AKIN ÖZÇER

"Makronya”, Emmanuel Macron Fransa’sı için Wiktionary’nin türettiği, sıkça kullanılan “Macronie” kelimesinden Türkçeye uyarladığımız sözcük. Cumhurbaşkanı Macron hem sağcı hem solcu ılımlılara dayanarak seçilmiş olduğundan Makronya, örneğin “Mitterrandie” ya da “Chiraquie” gibi geçmiş dönem Fransa’larından oldukça farklı. Bir kere ılımlı sağ ve soldan gelen seçmeni bir arada tutmak, karma bir hükümet kurulmasını gerektiriyordu. Bu da bakan olacakların sağ ya da sol seçmenin tepki gösterdiği sivri isimler olmamasını şart koşuyordu. Ilımlı isimlerin bakanlık önerisini kabul etmeleri içinse kendi siyasi gelecekleri açısından Macron’a ve başarılı olacağına inanmaları gerekiyordu elbette.

Macron’un yaklaşık 15 ay önce başbakan atadığı sağ cenahtan gelen Edouard Philippe’in 7 bakanının bu süre zarfında birer birer istifa etmiş olması, anketlerin de ortaya koyduğu gibi, genç Cumhurbaşkanı’nın özellikle gelir adaleti ve yoksullukla mücadele gibi çekici seçim taahhütlerini yerine getiremediğini, dolayısıyla başarılı olamadığını gösteriyor. Le Monde’un Audrey Tonnelier imzalı haber analizinin başlığından (Les ultrariches, grands gagnants de la fiscalité Macron) anlaşılacağı gibi, Macron’un mali sisteminin kazananlarıı toplumun en zengin kesimi. Bu nedenle toplum desteği sürekli düşüyor. Nitekim Ifop-Fiducial’in 2 Ekim’de Paris Match’da yayımlanan son anketine göre, Macron bir önceki aya oranla biraz toparlanmış olmakla birlikte, sadece yüzde 33 seçmen desteğine sahip bulunuyor. Bu oran kamuoyunda itibarı bulunan, özellikle sol cenaha mensup ılımlı isimlerin bakanlık önerilerine neden sıcak bakmadıklarını da bir bakıma ortaya koyuyor.

Son dönemde istifa eden bakanlardan birinin sivil toplumun popüler isimlerinden Çevre Bakanı Nicolas Hulot, diğerinin hükümetin ağır toplarından sosyalist İçişleri Bakanı Gérard Collomb olması, Philippe hükümetinin imajına düşen gölgeyi daha da koyulaştırmış durumda. Son iki haftadır, Collombe’un istifasından bu yana kabine revizyonuna gidilmesi gündemde. Ne var ki vekaleten yürütülen bakanlıklara atama yapılması bir türlü mümkün olmuyor. Birçok fısıltı ve dedikodu siyasi yaşamı olumsuz yönde etkiliyor.

Seçimlere gidilirken “Penelopegate” ile Cumhuriyetçiler’in (LR/ Les Républicains) adayı François Fillon’un önünü kesen siyasi mizah dergisi Le Canard Enchaîné birkaç gün önce, kabine değişikliğinin Macron ile Philippe arasında bu konuda ortaya çıkan anlaşmazlıktan kaynaklandığını öne sürmüştü. Dergiye göre Macron, Collombe’un yerine, partisi Yürüyen Cumhuriyet’in (LREM/ La République en Marche) Başkanı Christophe Castaner’i, Philippe ise Bütçe Bakanı Gérald Darmanin ya da eski Emniyet Müdürü Frédéric Péchenard’ı atamak istiyordu. Ama Sarkozy’ye yakın bu iki ismin, Macron için, bakanlığa Sarkozy’yi atamakla eş anlamlı olduğu yazılıp çiziliyordu.

Elysée Sarayı’ndan yapılan açıklama, son olarak 9 Ekim’de bir araya gelen yürütmenin tepesindeki ikilinin, atamaları aceleye getirmeme hususunda uzlaştığına ilişkin haberleri doğrular nitelikteydi. Açıklamaya göre, Macron ile Philippe arasında, kimi medyanın iddia ettiği gibi bir çatışma yoktu. Başbakan Philippe Macron’a bazı isimler önermiş, Macron bazılarını reddetmişti; ama herhangi bir çatışma söz konusu değildi. Macron ve Philippe bu konuda diyalog içinde kalacak ve üzerinde uzlaşılacak isimleri bulacaklardı. Süreç uzayacaktı belki, ama aceleye gerek yoktu. Kabine değişikliği, pekala Macron’un yaşamını yitiren ünlü şantör Charles Aznavour’un anısına düzenlenen törene ve konsere katılmak için yapacağı Erivan ziyaretinin ertesine kalabilirdi. Öyle de oldu. Ama 13 Ekim Cumartesi günü itibariyle bu konuda hâlâ bir gelişme yoktu. Kabine değişikliği adeta yılan hikayesine dönmüştü.

Yeni kabineye dair söylentiler

Tahmin edileceği gibi, söylentilerin önemli bir bölümü bakan olacak isimler hakkındaydı. Le Parisien 12 Ekim tarihli nüshasında, Elysée ile Matignon’un isimler konusunda anlaştığını ve küçük bir listenin (Şeffaflık Yasası gereği) bakan olacakların vergi durumlarını incelemek üzere, bu konuda görevli Yüksek Otorite’ye (Haute Autorité pour la transparence de la vie publique) sunulduğunu yazmıştı. Gazete ayrıca 7 bakanın ismini vermişti. Listede İspanya’da Katalunya’nın bağımsızlığına karşı politika izleyen Katalan Yurttaşlar Partisi Ciutadans’dan Barselona Belediye Başkan adayı olan Katalan asıllı eski sosyalist Başbakan Manuel Valls’e yakın iki isim (Juliette Méadel, Didier Guillaume) vardı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Macron’un partisi LREM’den 2, (Christophe Castaner ve Gabriel Attal) sağ kesimden biri Sarkozy’ye (Frédéric Péchenard) biri Philippe’e (Frank Riester) yakın 2 ve merkez partisi MoDem’den de bir isim (Marc Fresnau) bulunuyordu. Bu listeden İçişlerine Castaner’in atanacağı sonucu çıkıyordu ama dijital L’Interna@ute 13 Ekim itibariyle bir LREM parlamenterine dayanarak İçişleri için Darmanin isminin de geçtiğini yazıyordu. 

Geciken kabine değişikliğinin halkı ilgilendirmediğini savunan Le Figaro 12 Ekim tarihli nüshasında yayımladığı Odaxa anketine atıfla, Başbakan Edouard Philippe’in birçok konuda Macron’dan çok daha iyi bir imaja sahip olduğunun altını çiziyordu. Odaxa’ya göre, “Cumhurbaşkanı’nın Başbakanı’nı ezdiği” tek alan yetki konusuydu. Katılımcıların yüzde 29’a karşı 59’u Macron’un Philippe’ten daha çok yetkiye sahip olduğunu düşünüyordu ki bu aslında yarı başkanlık sisteminin doğal sonucuydu. Bu sistemde Başbakan Meclis’e olduğu gibi, Cumhurbaşkanı’na karşı da sorumluydu.

Ankete göre, Emmanuel Macron (yüzde 50) Başbakan Edouard Philippe'ten (yüzde 36) daha karizmatikti. Ama Macron birçok konuda Philippe'ten gerçekten daha kötü bir imaja sahipti. Örneğin Fransızlar Philippe’e (yüzde 55) Macron’dan (yüzde 29) daha fazla güveniyordu. Edouard Philippe ayrıca yüzde 34’e karşı 51 ile halka daha yakın bulunuyordu. Dahası, Odaxa anketine göre, Başbakan Philippe yüzde 34’e karşı 49 ile konularına Macron’dan daha çok hâkimdi. Kabul etmek gerekir ki Philippe’in imajının Macron’unkinden daha iyi olduğu bu konular, bir siyasetçinin geleceği açısından oldukça önemliydi. Bu durumda yanıtı bulunması gereken soru şuydu: Acaba bu ikili sistem, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında işbirliğinden çok bir rekabet ortamı mı yaratıyordu?

Sorun Makronya’ya mı, yoksa sisteme mi özgü?

Eski Cumhurbaşkanı François Hollande 4 Ekim günü V. Cumhuriyet’in 60. yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmada, başbakanlık kurumunun kaldırılması gerektiğini söyleyerek gündeme gelmişti. Hollande konuşmasında özetle, Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesini getiren 1962 anayasa değişikliğiyle ortaya çıkan iki başlı yönetimin, zayıf bir meclise dayanması halinde “süper yetkili başkanlık” (hyperprésidence) yarattığını vurgulamıştı. Bunu önlemek için, on yıllar önce Pompidou’nun önerdiği gibi, bu sistemin artık Amerikan başkanlık sistemine benzer şekilde revize edilmesi gerektiğinin altını çizmişti.

Aslında Hollande’ın söz ettiği “zayıf meclis”, cumhurbaşkanının görev süresini 7 yıldan 5 yıla indiren 2000 anayasa değişikliğiyle ortaya çıktı. Birbirini izleyen cumhurbaşkanı ve meclis seçimleri, farklı çoğunlukların oluşmasını ve dolayısıyla birlikte yönetim (cohabitation) olasılığını azaltıyor. Fransız seçmenin öteden beri eğilimi, cumhurbaşkanı seçtikten sonra yapılan genel seçimlerde partisini desteklemek yönünde. Bu sadece anayasa değişikliğiyle ortaya çıkan bir durum da değil aslında. 2002 seçimlerinden önceki yıllarda da hep böyleydi. “Cohabitation” bugüne kadar seçilen cumhurbaşkanlarının 5. senelerinde gerçekleşmişti.

Macron için de durum farklı olmadı. LREM, yeni bir parti olmasına karşın, Milli Meclis’te salt çoğunluğun çok üzerinde bir çoğunluğa ulaştı. Böylelikle Hollande’ın yakındığı süper yetkili bir cumhurbaşkanı daha göreve geldi. Ama ne var ki yukarıda sözü edilen sorunun, sistem kadar Makronya’ya özgü bir yönü de var. O da LREM’in ılımlı sağ ile solcu isimleri bir araya getirerek parti içinde bir tür “cohabitation” kurmuş olması. Bu parti içi “cohabitation” büyük bir riski içinde barındırıyor. O da bu krizin 5 yıl içinde daha da derinleşmesi halinde, LREM’in alternatifinin aşırı uçlar olması olasılığı.

["İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği" ve "Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Terörle Mücadele Modeli" kitaplarının yazarı olan Akın Özçer 1979-2006 yılları arasında, sonuncusu Lyon Başkonsolosluğu olmak üzere, Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulunmuştur]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.