

Doğaya Kulak Verin.
Ekolojik gündem, sürdürülebilirlik ve çevre mücadeleleri artık cebinizde.
Yeşilhat WhatsApp kanalını takip edin.
Küresel ısınma ve iklim değişikliği kaygıları son 20 yılda yenilenebilir enerji kaynaklarının dünyada ve ülkelerin enerji karışımlarındaki payını giderek artırdı. Bu kaynaklar arasında deniz üstü rüzgar enerjisi, yüksek teknik potansiyeli ve kesintisiz üretim kapasitesiyle küresel ölçekte yatırım için en cazip ve hızlı büyüyen alanlardan biri olarak öne çıkıyor. Deniz üstü rüzgar enerjisi teknolojileri yalnızca iklim değişikliği ile mücadele alanında sınırlı kalmayıp, enerji güvenliği, sanayi ve istihdam gibi alanlarda da fırsatlar sunuyor.
Danimarka’dan günümüze
Dünyanın ilk deniz üstü rüzgar santrali 1991’de Danimarka’nın Vindeby kıyılarında kuruldu. 11 türbin ve toplam 5 megavat kapasite ile santral yaklaşık 2 bin hanenin elektrik ihtiyacını karşılayabiliyordu. 2000'e gelindiğinde ise dünyada yalnızca üç Avrupa ülkesinde toplam 67 megavatlık kurulu kapasiteye sahip deniz üstü rüzgar santralleri bulunuyordu.
O tarihten sonra teknoloji hızlı bir ilerleme kaydetti. Daha büyük türbinler daha geniş alanlarda hareket kabiliyetine sahip olarak daha yüksek rüzgarları yakalıyor ve çok daha fazla elektrik üretebiliyor. 2010'a gelindiğinde, 3 megavat kurulu gücündeki tek bir türbin tüm Vindeby santralinin ürettiğinden daha fazla elektrik sağlayabiliyordu. Günümüzde deniz üstü türbinlerinin 25 megavatlık kurulu güce sahip olabilmesi sektörün kısa sürede ne kadar hızla olgunlaştığını gösteriyor.
Fırsatlar ve zorluklar
Deniz üstü rüzgarı, enerji arzında çeşitlilik sağlayarak enerji güvenliğinin artırılmasında önemli bir rol üstleniyor. Kara rüzgarına kıyasla daha yüksek hızda ve tutarlı rüzgarlarla daha istikrarlı elektrik üretimi sağlamasıyla yer yer baz yük oluşturma potansiyeli taşıyor. Teknolojinin üretiminden kurulumuna, bakım süreçlerine dek oluşturulan yeni iş sahaları istihdam yaratmada da avantaj sunuyor.
Bununla birlikte, projelerin yüksek kurulum finansmanı gerektirmesi en büyük zorluklardan biri olmaya devam ediyor. Maliyetler 2000’li yılların başına kıyasla azalmış olsa da halen kara rüzgarı ve fotovoltaik güneş enerjisi sistemleri gibi teknolojiler karşısında yüksek seyrediyor. Ayrıca, balıkçılık ve turizm gibi çeşitli ekonomik faaliyetler için kullanılan kıyılarda elverişlilik azalıyor. Kara rüzgar santrallerine kıyasla daha düşük düzeyde olsa da mevsimsellikten etkilenmesi ve diğer tüm yenilenebilir enerji teknolojilerinde olduğu gibi üretim ve geri dönüşüm süreçlerinde çevresel etki yaratması, deniz üstü rüzgar teknolojisinin başlıca dezavantajları arasında yer alıyor.
Avantaj ve dezavantajlarının yanında deniz üstü rüzgar enerjisi yatırımlarında belirleyici olan başka faktörler de var. Yasal prosedürler yatırımı en fazla etkileyen faktörlerin başında geliyor. Yapılan bir araştırmaya göre dünya genelinde hayata geçirilen projelerin yüzde 80’i doğrudan hükümetlerin izlediği politikalardan etkileniyor. Bu noktada, izin sürecine dahil olan kurumların sayısı, sürecin uzunluğu, teşvik mekanizmaları, yasal mevzuatların tutarlılığı ve şeffaflık yatırımcıların duyduğu güveni doğrudan etkileyerek yatırımlar konusunda belirleyici oluyor. Üretilen elektrik için alım garantisi sağlamanın yanı sıra izin süreçlerinin tek bir otorite tarafından yürütülmesi ve sürecin kısa olması yatırımı kolaylaştıran unsurlar. Bunun yanında, jeolojik ve jeoteknik araştırmalar, meteorolojik ve oşinografik ölçümler, tekno-ekonomik değerlendirmeler gibi gerekli tüm prosedürlerin kamu kurumları tarafından üstlenilmesiyle yatırımcıya yalnızca yatırım yapmanın bırakılması da yine belirleyici faktörlerden.
Küresel yarış
Çin bugün en yüksek kurulu güce sahip olmanın yanında deniz üstü rüzgar teknolojileri üretiminde de en önemli ülkelerden biri. Dünyanın en büyük türbinlerini üreten Çin, küresel yatırımın yarısından fazlasını gerçekleştiriyor. Ancak öncelikli olarak iç talebi karşılamaya yönelmesi nedeniyle ihracattaki etkisi görece zayıf. Danimarka, Hollanda ve Almanya ise hem kendi ülkelerinde hem de yurt dışında yatırımlarını sürdürüyor, onlarca yıllık deneyimlerinden yararlanıyor. Sektöre daha geç adım atan ABD ise kurulu gücünü sınırlı ölçüde artırıyor. İkinci kez göreve gelen Donald Trump’ın izlediği yenilenebilir enerji karşıtı politikası nedeniyle ciddi belirsizliklerle karşı karşıya. Bu durum, deniz üstü rüzgar enerjisi yatırımlarının uzun vadeli istikrar sağlayan ülkelerde büyüdüğünü, belirsiz politikalarla ise zayıfladığını gösteriyor.
Türkiye’nin durumu
Kara rüzgar enerjisi konusunda 20 yılı aşkın süredir yoğun faaliyetler yürüten Türkiye hem kurulu gücü artırmaya hem de teknolojisinin üretimine odaklanıyor. YEKDEM ve YEKA gibi mevzuatlarla yatırımcılara alım garantisi sunarak daha güvenli bir yatırım ortamı sağlamanın yanı sıra yerli sanayinin gelişimini de teşvik ediyor. Bu sayede bugün Türkiye’nin elektrik enerjisi kurulu gücünün yüzde 61’den fazlasını yenilenebilir kaynakları oluşturuyor. Bahse konu kurulu güç de yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam kurulu güce oranı bakımından çok sayıda ülkenin önüne çıkarıyor.
Ancak deniz üstü rüzgarı henüz Türkiye’nin enerji karışımında bulunmuyor. 2018’de düzenlenen ilk YEKA ihalesi, belirlenen sahalarla ilgili yetersiz veri nedeniyle sonuçlanamadı. Bu durumun üstesinden gelmek üzere alandaki çalışmalarını artıran Türkiye, Dünya Bankası’nın teknik desteği ve Avrupa Birliği işbirliğiyle sağlanan finansmanla ülkenin deniz üstü rüzgar potansiyelini belirledi. Yapılan çalışmalara göre Türkiye’nin denizlerinde, 50 metreye kadar sığ sularda 12 gigawat, bin metreye kadar derin sularda 57 gigawat potansiyel bulunuyor. Ege Denizi en yüksek potansiyele sahip alan iken dar iç deniz, yoğun turizm faaliyetleri, balıkçılık alanları, askeri bölgeler ve adacık ve kayalıkların mevcudiyeti sahanın geliştirilmesini zorlaştırıyor. Marmara Denizi ise deniz üstü rüzgar projeleri için en uygun alan olarak öne çıkıyor.
Türkiye neden hızlı hareket etmeli?
Türkiye’nin Ulusal Enerji Planı, 2035'e kadar 5 gigawat kurulu deniz üstü rüzgar kapasitesine ulaşmayı ve bunu 2053 Net Sıfır Emisyon hedefiyle uyumlu hale getirmeyi öngörüyor. Bu hedefe ulaşmanın yalnızca iklim politikasını desteklemekle kalmayıp, aynı zamanda enerji ithalatına bağımlılığı azaltması, enerji güvenliğini artırması ve Türkiye’nin bölgesel ve küresel enerji rekabetindeki konumunu kuvvetlendirmesi bekleniyor.
Deniz üstü rüzgar enerjisini Türkiye için stratejik kılan üç faktörden söz edilebilir. Birincisi, kendi rüzgar kaynaklarını kullanarak ithalata olan bağımlılığı azaltmak, küresel piyasa dalgalanmalarına karşı dayanıklılığı artırmak ve enerji güvenliğini güçlendirmek. İkincisi, limanlar, tersaneler, türbin ve komponent üretimi gibi alanlara yapılacak yatırımlarla ekonomik fırsatlar yaratmak, nitelikli iş gücü ve sanayi modernizasyonunu desteklemek. Üçüncüsü ise, sektöre erken adım atan ülkelerin bölgesel tedarik zincirlerini şekillendirmesi; Türkiye, gelişmiş elektrik enerjisi kurulu gücü ve güneş enerjisi ve kara rüzgarındaki deneyimi ile sadece enerji tüketicisi değil, temiz enerji teknolojisi tedarikçisi konumunda. Deniz üstü rüzgar teknolojileri alanındaki yatırımlarla da bu konumunu güçlendirebilir.
Türkiye, daha şeffaf bir izin süreci, sağlam bir yasal çerçeve ve sadeleştirilmiş ihale mekanizmalarıyla daha çok yatırımcı çekebilir. Kamu kurumları, jeoteknik ve çevresel çalışmaları üstlenerek özel sektörün riskini azaltabilir. Dahası, enerjiyi dış politikasının önemli bir unsuru haline getiren alandaki öncü ülkelerle işbirlikleri yaparak "know-how" geliştirebilir ve daha güvenilir yatırım imkanı sağlayabilir.
Daha önce düzenlenen kara rüzgar enerjisi alanındaki YEKA ihaleleriyle Avrupa’nın önde gelen rüzgar türbini üreticilerinin iç piyasaya yatırım yapmasını sağlayan Türkiye bugün deniz üstü rüzgar alanında en fazla faaliyet gösteren ülkelerden biri olan Çin ile anlaşma potansiyelini değerlendiriyor. Çin’in alanda yapacağı yatırımların Türkiye’ye fayda sağlamanın yanında yakın çevresindeki pazarlara ulaşımını da kolaylaştıracağı, her iki taraf için de kazan-kazan durumunu ortaya çıkaracağı açık.
Küresel enerji dönüşümü çoktan başladı ve deniz üstü rüzgarı bu sürecin merkezinde yer alan enerji kaynaklarından biri. Türkiye, bugüne kadar iddialı enerji projelerini başarıyla hayata geçirdi ve kurulu gücünü yenilenebilir enerji kapasitesine yaptığı yatırımlarla güçlendirdi. Artık denizlerden gelen rüzgar gücünü sürdürülebilir kalkınmaya dönüştürmenin zamanı.