Dolar
39.85
Euro
46.99
Altın
3,341.74
ETH/USDT
2,576.10
BTC/USDT
109,200.00
BIST 100
10,248.11
Gündem, arşiv

Karadayı hakim karşısında

28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın, yargılandıkları davanın 48'inci duruşması başladı. Duruşmada, dönemin Genelkurmay Başkanı Karadayı da hazır bulunuyor.

12.12.2013 - Güncelleme : 12.12.2013
Karadayı hakim karşısında

ANKARA 

28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın, "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak" suçundan yargılandıkları davanın 48'inci duruşması başladı.

Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya tutuklu ve tutuksuz sanıklar, müştekiler ve tarafların avukatları katılıyor. Duruşmada, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı da hazır bulundu.

Üye Hakim Süleyman Köksaldı, sanık yoklamalarını aldı.

"28 Şubat süreci bir darbe süreci değildir" 

Mahkeme Başkanı Tayyar Köksal, Karadayı'dan, savunması sırasında rahatsızlanırsa bildirmesini istedi.

Kimlik tespiti yapılan Karadayı, iddianamenin özetlenmesinin ardından savunma yaptı.

28 Şubat sürecinde yaşanan olayların iyi anlaşılması için 28 Şubat sürecinin iyi bilinmesi gerektiğini ifade eden Karadayı, "Bu süreç bazı çevrelerde söylendiği bir darbe süreci asla değildir. Ülke genelinde ciddi bir gerginlik yaşanmıştır, bu doğrudur. Bu gerginliğin sebebinde ne vardır, bunun çok iyi değerlendirilmesi ve sebep, sonuç ilişkisine bakılması gerekir" dedi.

"Çeşitli maksatlarla kullanılmıştır"

Anayasa'ya göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışıyla, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu belirten Karadayı, şöyle konuştu:

"Toplumumuzun yaşamı öncelikle bu esaslara dayanır. Bu ilkeler, ayrıca inkılap kanunlarıyla birlikte toplumun bütün kesimlerinde, özellikle siyaset ve yönetim kademelerinde içtenlikle benimsenmesi ve uygulanması temel alınan esaslardır. 28 Şubat aslında bu anlayışa ters düşen siyasal, sosyal ve yönetimsel uygulamaların ortaya çıkardığı bir tablodur, huzursuzluktur. Ancak bu husursuzluğun kaynağı kesinlikle silahlı kuvvetler olmamıştır. Bazı çevreler bunun silahlı kuvvetlerin bir darbe anlayışı çerçevesinde yansıtmak istemiş olsalar da bu tamamen yanlıştır, iftiradır. Bu saçma ve asılsız darbe söylentileri, çeşitli maksatlarla maalesef zaman zaman kullanılmıştır. Silahlı kuvvetlerimizin tecrübeleri, demokrasi dışı darbelerin ülkeye kaybettirdiğini göstermiştir."

"Süreci, siyasi gerginlik başlatmıştır"

54. Hükümetin kurulduktan bir süre sonra, temel anayasal prensiplerin zaman zaman dışına kayarak, özellikle dini siyasete alet ederek, irticai gelişmelere kucak açtığını, laik rejimi yıpratırcasına tavırlar takındığını, bazı çevreleri bu hususta teşvik ve tahrik ettiğini, bir takım olumsuz tavır ve hareketleri ile kamuoyunda ciddi huzursuzluklar yarattığını iddia eden Karadayı, "Süreci, siyasi gerginlik başlatmıştır. Kışkırtma tamamen siyasi boyuttadır, toplumsal boyutta bir süreç hazırlama olgusu yoktur" dedi.

"Erbakan yaşasaydı..."

54'üncü Hükümet kurulurken, zaten dönüşümlü Başbakanlık olacağının belirtildiğini hatırlatan Karadayı, şöyle devam etti:

"Peki,  hangi mantıkla, iddianamede ki bu belgeye rağmen, hükümetin, cebir ve şiddetle değiştirildiği söylenmektedir. Burada şu hususu düşünüyor ve sormak istiyorum; Acaba Merhum Erbakan’ın dilekçesi aynen kabul edilip, Çiller Başbakan olarak görevi teslim alsa idi, bugün bizleri hedef alan bu dava açılacak mıydı? Ayrıca, bu dava merhum Erbakan hayatta olduğu süre içinde neden açılmadı da 16-17 yıl gibi bu kadar uzun bir süre beklendi? Şuna kesinlikle inanıyorum ki şayet o hayatta iken bu dava açılmış olsa idi, Erbakan, taşıyacağı vicdani sorumluluk gereği, asla silahlı kuvvetlerimizin karşısında olmayacaktı. Zira O siyasi hatalarının farkında olduğu gibi, Silahlı Kuvvetlerimizin bu gelişmelerde hiçbir rolünün olmadığını gayet iyi biliyordu."

"Silahlı Kuvvetlerin siyasetin dışında kalması her zaman temel prensibimiz olmuştur"

Görevde oldukları sürede demokrasi dışında bir yönetim asla düşünmediklerini ifade eden Karadayı, "Silahlı kuvvetler her zaman siyasetin dışında kalmalı ve gücünü muhafaza etmelidir" ifadesini kullandı.

MGK'dan çıkacak kararları, hiç kimsenin daha önce bilmesinin mümkün olmadığını ifade eden Karadayı, kararların, toplantı devam ederken, kendiliğinden oluştuğunu anlattı.

"Silahlı Kuvvetlerin siyasetin dışında kalması her zaman temel prensibimiz olmuştur" diyen Karadayı, Atatürk'ün 1908'de telkin ettiği gibi bunun sadece kendisinin değil, bütün arkadaşlarının benimsediği bir husus olduğunu söyledi. Karadayı, "Demokrasi dışında bir yönetim asla  düşünemedik ve hiçbir zamanda düşünemeyiz" diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, Meclis Araştırma Komisyonunda, sizlerinde hatırlayacağı bir sözünü ifade etmek istiyorum. Demirel, 'Bu günkü çamaşırı, dünkü güneşle kurutamazsınız' demiştir. 28 Şubat'ı da bu açıdan da değerlendirmek gerekir."

Sağlık sorunları bulunan Karadayı'nın, savunmasını zaman zaman keserek, ilaç ve su içtiği görüldü.

Raporlar kaygı uyandı

Karadayı savunmasında, MİT'ten, valiliklerden, jandarmadan ve değişik istihbarat kaynaklarından bölücü, yıkıcı faaliyetler ve irtica tehdidi ile gelen raporların, ordu olarak kendilerinde de kaygı uyandırdığını ifade etti.

"Bazı camilere pompalı tüfek depolandırıldığı" iddialarının kendilerini daha da endişelendirdiğini söyleyen Karadayı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Konuştuğum, dinlediğim asker sivil herkes, olaylardan rahatsızlıklarını ve endişelerini belirtiyor, 'Memleket nereye gidiyor' demekten kendilerini alamıyorlardı. Bu durumda, yasal sorumluluğum gereği, haftalık ziyaretimde, bunlar Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile görüştüğümde de gündeme geldi. Bana ulaşan bilgileri, aldığımız raporları ve gelişmeleri izah etmeğe çalıştım. Anladığım kadarıyla kendilerinin de bazı bilgileri ve ciddi endişeleri vardı. Konunun ciddiyeti sebebiyle bizden brifing talebinde bulundu. Kendilerine 17 Ocak 1997'de Genelkurmay'da bir brifing takdim ettik. Brifingle ilgili bu raporları talep ettiler,  sanıyorum, verdiğimiz belgeleri makamında yeniden inceletti ve değerlendirdi. Müteakip görüşmemizde konunun MGK'da ele alınması gerektiği ortaya çıktı ve 28 Şubat 1997'de MGK toplandı. Hatırladığım kadarıyla toplantı MİT'in ve Genelkurmay'ın özet takdimleriyle başladı."

"Gece çok geç olmuştu"

İddianamede, 28 Şubat 1997'deki MGK'ya ilişkin, "Tahminen 9 saatten fazla devam eden bu toplantıda alınan kararların, daha önceden TSK tarafından hazırlandığı ve baskı içeren tavırlarla Kurul'un sivil üyelerine dayatılmış, böylece Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de dahil olmak üzere Kurul'un sivil unsurlarının inisiyatif alması engellenmiştir" ifadesi bulunduğunu kaydeden Karadayı, yine iddianamede dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın kararları geç imzalamasının, "darbe ve müdahale endişesinden kaynaklandığının" belirtildiğini söyledi.

Karadayı, 28 Şubat 1997'de alınan kararların, bilahare 14 Mart 1997'de Bakanlar Kurulu kararları haline getirildiğini ve diğer hükümet birimlerine direktif olarak yayınlandığını söyledi.

"Belge toplumun tüm kurum ve sorumlularını ilgilendirir"

Böylece MGK'nın tavsiye niteliğindeki bu kararlarının Başbakanlık emirleri şekline sokulduğunu ve her birimin de kendi sorumluluğu çerçevesinde çalışmalara başladığını ifade eden Karadayı, "İrticai olaylarda aynen terör ve bölücülük gibi tehdit kavramı içinde kabul edilerek Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde yer almıştır. Dolayısıyla bu belge toplumun tüm kurum ve sorumlularını ilgilendirir" dedi.

Karadayı, emrin bakanlıklara ve ilgili birimlere iletildiğini anlattı.

"Olayların boyutu çok daha ötede"

Bu direktifle Başbakan'ın da ülkedeki huzursuzluğun sebeplerini ve kaynağını bizzat kabul ettiğini öne süren Karadayı, şunları kaydetti:

"MGK kararlarından ve Başbakanlık emrinden sonra mevcut huzursuzluğun geçeceğine dair inancımız arttı. Zira bu direktifte ayrıca her MGK toplantısında, Başbakanlık Genelgesi ile yapılan ve yapılmayan işlerin Kurul'a sunulması da emrediliyordu. Bu hususta, başta İçişleri ve Adalet Bakanlıkları olmak üzere ilgili bakanlıklar kendi birimlerine genelge yayınlamışlardı. Bu genelgeler okunduğunda olayların boyutunun, asker olarak bizim bildiklerimizin çok daha ötesinde olduğu görülecektir.

Hatırladığım kadarıyla kısa bir süre, Genelkurmay da 2. Başkan'a bağlı bir çalışma grubu kurularak, bunlara gerektiğinde yardım imkanı sağlanmıştı. İddianameyi inceleyince gördüm ki bugün suçlanan Batı Çalışma Grubu, muhtemelen o gruptur. O tarihte hem TBMM'de hem de yargıda bu grupla ilgili yapılan şikayetler sonucu, yapılan tahkikatta çalışma grubu hukuka uygun bulunarak herhangi bir yasa dışı oluşum olmadığı kesin hüküm haline geldi. MGK kararlarından ve Başbakanlık emrinden sonra mevcut huzursuzluğun geçeceğine dair inancımız arttı. Bundan sonra bu konularla fazla ilgilenmedik ve çalışmalar kendi akışında devam etti."

"Hayali darbe olgusu yaratıldı"

Aradan 17 yıl geçtiğini, pek çok şeyin unutulduğunu, yanlış yorumlar, varsayımlar, niyet okumaya dayanan tahminlerin ortaya çıktığını iddia eden Karadayı, doğru olmayan, duyumlara dayanan rastgele kitaplar yazıldığını, gazete ve televizyonlarda çoğu gerçek dışı değerlendirmelerin, bilgisi ve ilgisi olmayan kişilerle yapılan röportajların, sohbet toplantılarının, konuşmaların, silahlı kuvvetlere antipati besleyenlerin yalan yanlış suçlamalarının, darbe dedikodularının, iftiraların, basına yansıdığını öne sürdü. 

Karadayı, "Bir bakıma böylece, hayali bir darbe olgusu yaratılarak, yıllar sonra, aleyhimizdeki bu haksız ve inandırıcılıktan tamamıyla uzak böyle bir davanın açılması meşru gösterilmeye çalışıldı" ifadesini kullanarak, şunları söyledi:

"Maalesef son günlerde yine çeşitli çevrelerce ve bir kısım basında yapılan geniş kampanyalar ile de özellikle, o günleri yaşamamış veya unutmuş toplum üzerinde de gerçek bir darbe yapıldığı intibaı uyandırılmaya çalışılmaktadır. Sayın Süleyman Demirel’in açık ve netçe söylediği 'Bunların neresi darbe? Her şey demokrasinin kuralları içinde olmuştur, prosedüre uygun çalışmalardır' sözlerini bugün kimse gündeme getirmemektedir. Bunlar gerçekten son derece üzücüdür. 

Maksatları,Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratma sürecine destek vermektir. Bu da ülkemize yapılabilecek en büyük kötülük ve ihanettir. Oysa hiçbirimizin aklından uydurulduğu gibi yasa dışı bir eylem asla geçmemiştir. Şunu üzülerek söylemek istiyorum ki iddianamedeki yorumlar ve değerlendirmelerde, bunlara benzer gerçek dışı çok şeyler görüyor ve hayret ediyoruz." 

"Maksadı aşan beyanlar olabilir"

 Karadayı, şöyle devam etti:

"Yıllar geçti, unuttuklarım, bana arz edilen veya edilmeyen evraklar olabilir. Hatta maksadı aşan beyanlar, yersiz konuşmalar olabilir. Onlar, o zaman TCK ve Askeri Ceza Kanunu çerçevesinde belki soruşturulabilirdi. Ancak onların zaman aşımı dolduktan sonra, olmayan bir olayın delili diye şimdi, o belgelerin dava konusu yapılması, insafın ve aklın kabul edeceği bir yaklaşım değildir. Kaldı ki o gün bana gösterilen 6 ve 27 Mayıs 1997 tarihli belgelerin, gerçek olmadığı yargılama aşamasında ciddi dayanaklarla ileri sürülmüştür" dedi.

"54. Hükümetle ilişkilerimizde hiçbir problem olmadı"

Hakkındaki iddiaların haksız olduğunu savunan Karadayı, iddianamede, şahsına ilişkin imzalı tutanakların usule uygun olmadığını, delil niteliği taşımadığını iddia etti. Karadayı, şunları kaydetti:

"Hizmetle ilgili olarak, 54. Hükümetle ilişkilerimizde hiçbir problem olmadığı gibi, Hükümetin de gerektiğinde Silahlı Kuvvetlere vermiş olduğu her türlü desteği de inkar etmemiz mümkün değildir.

Kişisel düzeyde de, hiyerarşik yapı içindeki sağlıklı ilişkiler, her zaman aynen devam etmiştir. Bunlara herkes şahittir, aksini kimse söyleyemez. Resmi görevimin gerektirdiği kişiler dışında, iddianamede adı geçen ve mağdur olarak ortaya çıkan hiç kimse ile de hatırladığım kadarıyla, herhangi görüşmem bahis konusu değildir.

Bunun dışında, iddianamenin omurgasını teşkil eden, cebir ve şiddet kullanarak Hükümetin görevini yapmasına engel olan hiçbir icraatımız olmamıştır, bunu asla ve asla kabul etmiyorum. Böyle bir olaya şahit olanlar varsa gelip açıklasınlar. Çoğu bugün hayattalar."

"Onlar asla darbeci değil"

Yargılamanın başladığı 2 Eylül'den itibaren, mahkemede bulunmayı arzu etmesine rağmen sağlık sorunları nedeniyle bunun mümkün olmadığını belirten Karadayı, "Bu benim için de ayrıca bir üzüntüdür. Genelkurmay Karargahındaki bütün arkadaşlarım yasalara uygun davranmışlardır, bu haksızlığa uğrayan bütün silah arkadaşlarıma da geçmiş olsun diyorum, onlar asla darbeci değildir. Adalet er geç tecelli edecektir" dedi.

"Sincan'da tankların yürüyüşünden hiç haberim yoktu"

Duruşmanın öğleden sonraki oturumu, Karadayı'nın sorgusuyla başladı. 

Karadayı, Başkan Köksal'ın, "Sincan'da tankların yürümesi konusunda önceden bilginiz var mıydı? Sonradan bu konuyu araştırdınız mı? Hükümete gözdağı amacıyla mıydı?" sorularına şu yanıtı verdi:

"Tankların yürüyüşünden hiç haberim yoktu. Kesinlikle. Sonra, bunu öğrenince Sayın Cumhurbaşkanı da sordu, ben de arkadaşlara sordum. Hatta kızdım. Onlar da bunun rutin tatbikat olduğunu söylediler. Köprü tadilattaymış, o yüzden oradan geçmişler. Cumhurbaşkanına böyle izah ettim. Tankların gidişinden gelişinden katiyen haberim yok. Bu normal bir tatbikat, onlara da inanıyorum. Yalnız, istismara açık bir zamanda oldu. O zaman gazeteler değişik biçimde yorumladılar. Kesinlikle haberim yoktu. Hiçbir arkadaşım bana böyle bir şey söylemedi. Çünkü söylemeye gerek yok."

Karadayı, tankların yürümesi öncesinde gerçekleştirilen Kudüs Gecesi'ni basından duyduğunu ifade ederek, "hükümetin de olaya el koyduğunu ve geceyi yapanların cezalandırıldığını" kaydetti.

Tankların yürümesi konusunu ne Necmettin Erbakan'ın ne de Tansu Çiller'in sorduğunu bildiren Karadayı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de gelişmelerden son derece rahatsız olduğunu kendisine söylediğini aktardı. Karadayı, "Sanıyorum Başbakan'a bir iki tane mektup yazmış. Onu duydum" dedi.

Duruşmaya daha sonra, Karadayı'nın talebiyle kısa süre ara verildi.



Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın