Dolar
39.76
Euro
46.60
Altın
3,334.96
ETH/USDT
2,479.50
BTC/USDT
107,416.00
BIST 100
9,418.52
Politika, arşiv

Yeterli şüpheye ulaşılamadı

Dört eski Bakan ile ilgili Meclis Soruşturma Komisyonu Raporu'nda, eski bakanlar ile ilgili isnat edilen suçlarda Yüce Divan'a sevk için yeterli şüpheye ulaşılamadığına yer verildi.

12.01.2015 - Güncelleme : 12.01.2015
Yeterli şüpheye ulaşılamadı

TBMM

Dört eski Bakan ile ilgili Meclis Soruşturma Komisyonu Raporu'nda, eski bakanlar ile ilgili isnat edilen suçlarda Yüce Divan'a sevk için yeterli şüpheye ulaşılamadığına yer verildi. 

Rapor'da, eski Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan hakkında; Rıza Sarraf'tan sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı maddi menfaatler karşılığında, kendisinin İran’a altın ihracatı yapması işlerinde imtiyaz sağladığı ve Gana’dan kaçak yollarla yurda sokulmak istendiği iddia edilen 1,5 ton altınla ilgili adli ve idari soruşturmaları engelleyerek altının Dubai’ye çıkışını sağlamaya çalıştığı konusunda sahtecilik, kaçakçılık ve rüşvet suçlarından dolayı soruşturma yapılmasına karar verildiği ifade edildi. 

Çağlayan'ın "Cumhuriyet savcılığı ve kolluk tarafından yapılan soruşturmaların tamamen geçersiz olduğu, altın ihracatıyla ilgili usulsüz yapmış olduğu hiçbir işlem olmadığı, imtiyaz sağladığı iddiasının tamamen gerçek dışı olduğu, Gana’dan yurda kaçak sokulmak istendiği iddia edilen 1,5 ton altınla ilgili olarak da adli veya idari soruşturmaları engelleme konusunda hiçbir hareketi olmadığı gibi bu konuda yetkisinin bulunmadığı" kaydedilen raporda, "Sahtecilikten bahsedilmekte ise de sahte olarak düzenlediğim bir belge kesinlikle yoktur. Halk Bankası nezdinde banka zararına ve müşteriler lehine olacak hiçbir hareketim olmadığı gibi bazı müşterilerin iş ve işlemlerinin engellendiği iddiası ile de uzaktan yakından bir alakam yoktur. Esasen bu hususlar müfettiş raporlarıyla tespit edilmiştir. Yapılan isnatların tamamı gerçek dışıdır. Ortada bir kaçakçılık suçunun olmadığı Cumhuriyet savcılığı tarafından tespit edildiğine göre, benim bu suça iştirak ettiğim iddiasının da hiçbir mesnedi yoktur. Hediye olarak verildiği iddia edilen saat ve piyanonun parası da tarafımdan elden ödenmiş olup, hediye iddiası doğru değildir"  beyanında bulunduğu belirtildi. 

Raporda, Çağlayan hakkında varılan sonuçla ilgili şöyle denildi:

"Komisyonca yapılan soruşturmada, bahsedilen olaylarla ilgili dinlenen tanıkların beyanları, mal varlığıyla ilgili yapılan araştırmalar ile bilirkişi raporları birlikte değerlendirildiğinde; Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yukarıda yer verilen olaylarla ilgili olarak yürütülen soruşturma sonucunda fiilin kaçakçılık suçunu oluşturmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verilip itirazı müteakip kararın kesinleştiği, dolayısıyla ortada bir kaçakçılık suçunun bulunmadığı, diğer hususlarla ilgili de irtibatlı şahıslar hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yapılıp, kolluk ve soruşturmaya başlangıçta karar veren Cumhuriyet savcılarının yürüttüğü soruşturmada toplanan delillerin hukuka aykırı toplanması nedeniyle geçersiz sayılarak diğer hususların da suç oluşturmadığından bahisle yine detayları başlangıçta yazılı olan ‘Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar’ verildiği, bu kararın da itirazı müteakip kesinleştiği, mal varlığıyla ilgili araştırma sonucu bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere anormal bir durum görülmediği, Bilirkişi raporunda Mehmet Şenol Çağlayan tarafından Mehmet Zafer Çağlayan'ın hesabına aktarılan 2 milyon 465 bin TL’nin şirket hisse devrinden kaynaklanan ve daha önceki mal bildirimlerinde alacak olarak beyan etmiş olduğu 4 milyon 736 bin 810 TL’nin bir kısmına mahsuben yapılan ödeme olduğu beyan edilmiş, ayrıca Rıza Sarraf’a ödediği saatin parası olan 660 bin TL'nin de alacağın geri kalan kısmından ödendiği beyan edilmiştir. İsviçre’den getirtilen saatle ilgili parasını ödediğine dair Rıza Sarraf tarafından imzalanan ve saatin parasını aldığını belirten bir yazı ibraz ettiği, keza yine aynı kişiden aldığı piyanoya karşılık 40 bin Avroyu daha önce mal beyanında bulunduğu listede yazılı olan eşine ait 47 bin Avro'nun 40 bin Avro'su ile ödediğini beyan ettiği, bu şekildeki savunmasının aksine Yüce Divana sevk edilmesini gerektirecek derecede yeterli şüphe oluşturan delil bulunamadığından dolayı Yüce Divan'a sevk edilmemesi yönünde kanaat oluşmuştur."

 Muammer Güler

 Eski İçişleri  Bakanı Muammer Güler hakkında; Rıza Sarraf’tan sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı maddi menfaatler karşılığında araçlarına trafikte emniyet şeridini kullanma imtiyazı verdiği ve koruma polisi görevlendirdiği, kendisiyle gözaltına alınan bazı şüphelilerin ve yakınlarının yasaya aykırı olarak istisnai yoldan Türk vatandaşlığına geçirilmesini sağladığı, adli veya istihbari çalışma yapılıp yapılmadığının araştırılması için talimat verdiği, şahsın usulsüzlükleri hakkında basında çıkacak haberlerin engellenmesi için girişimde bulunduğu ve bu fiillerinden dolayı resmi belgede sahtecilik (TCK 204. maddesi), nüfuz ticareti (TCK 255. maddesi), rüşvet (TCK 252. maddesi), soruşturmanın gizliliğinin ihlali (TCK 285. maddesi) suçlarından soruşturma yapılmasına karar verildiği belirtildi. 

Güler'in savunmasında, "Trafikte emniyet şeridini kullandırma ve koruma tahsis etme yetkisinin illerde valilere ait olduğunu ve koruma tahsis kararının verilmesinde kendisinin bir katkısının olmadığını, keza plaka tahsisinin de hukuka aykırı bir durum olmadığını, İstisnai vatandaşlığa yapılan müracaatın kendi bakanlığı döneminden önce başlatıldığını ve sürecin de mevzuata uygun bir şekilde yürütülerek Bakanlar Kurulu kararıyla verildiğini, Rıza Sarraf hakkında adli veya istihbari bir soruşturma yapılıp yapılmadığının araştırılması iddiasıyla ilgili olarak, ilgili kişinin bazı sivil kişiler tarafından takip edildiğini bildirmesi üzerine konunun güvenlik açısından araştırılmasını istediğini, yapılan adli soruşturmadan haberi olmadığını" beyan ettiği kaydedildi.  

Güler'in mal varlığıyla ilgili yapılan araştırmaya bağlı olarak kızı Burcu Güler'in mal varlığına kendisinin katkıda bulunduğunu bildirdiği, kendi mal varlığı konusunda da anormal bir durum olmadığını, bu hususun bilirkişi raporundan da anlaşıldığını, oğlu Barış Güler'in mal varlığıyla ilgili olarak da uzun zamandır gayrimenkul ticaretiyle ve değişik işlerle uğraştığı sıralarda büyük çoğunluğu Bakanlığı döneminden önce kısmen de kendi yardımıyla edinildiğini belirttiğine yer verildi. 

Soruşturma önergesinde bahsedilen, basında çıkan haberleri engellemeye çalıştığı iddiası üzerine de ilgili şahsın aleyhinde haksız bir yayın yapılacağını kendisine bildirmesi dolayısıyla Bugün Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni ile Yeni Şafak Gazetesinin bağlı bulunduğu grubun CEO’sunu aradığını ve bilgilendirdiğini, bunun dışında herhangi bir haberin engellenmesi ve baskı yapılmasının kesinlikle söz konusu olmadığını beyan ettiği ifade edilerek, "Dosya içinde mevcut diğer delillerin, tanık ifadelerinin ve bilirkişi raporlarının değerlendirilmesi sonucunda savunmaların aksine isnat edilen suçları işlediğine dair yeterli şüphe oluşmadığından Yüce Divan'a sevk edilmemesi yönünde kanaat hasıl olmuştur" denildi.

 Egemen Bağış 

 Eski AB Bakanı Egemen Bağış hakkında; Rıza Sarraf’tan sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı maddi menfaatler karşılığında; turizm belgeli bir otel kiralama girişimi ile yakınlarına vize alınması işleri için aracılık ettiği, hakkında soruşturma olup olmadığı yönünde ilgili kurum ve kuruluşlarda araştırma yapılmasını sağladığı, şahsın faaliyetiyle ilgili olarak basında haber yapılmasının önlenmesi için girişimlerde bulunduğu ileri sürüldüğü kaydedilen raporda, "Rıza Sarraf'tan otel açma teşebbüsünde bulunduğunu, bunun için de kendisinin de tanıdığı bir şahıstan bina satın aldığı yolunda bir bilgi paylaşımında bulunduğunu, kendisinin de hayırlı olsun demek dışında hiçbir ilgisinin ve dahlinin olmadığını, bildiği kadarıyla bu projenin gerçekleşmediğini, kaldı ki otel açmak için gerekli izinlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yetkisinde olduğunu, bu iddiaların asılsız ve saçma olduğunu, bu şahısla ilgili soruşturma olup olmadığı yönünde ilgili kurumlarda araştırma yaptığı yönündeki iddiaların da tamamen gerçek dışı olduğunu,  şahsın faaliyetiyle ilgili basında haber çıkmasının önlenmesi yönünde basın kuruluşu nezdinde bir girişiminin olmadığını konuyla alakalı olarak sadece Hüseyin Çelik'i haberdar ettiğini" beyan ettiği belirtildi. 

Raporda, "Bu savunmalarının dışında dinlenen tanıkların da bahse konu olaylardan dolayı veya başka bir şekilde bir menfaat temin ettiğine dair bir beyanda bulunmadıkları anlaşılmıştır. Bu olaylarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Rıza Sarraf ve diğerleri hakkında rüşvet suçundan yapmış olduğu soruşturma neticesinde haklarında soruşturma yapılan şüphelilerin eylemlerinin rüşvet verme suçunu oluşturmadığı, esasen bu konuyla ilgili teknik takip ve dinleme kayıtlarının usulsüz, kanuna aykırı elde edildiği gerekçesiyle takipsizlik kararı vermiş ve bu karar yapılan itirazların reddedilmesi neticesinde kesinleşmiştir. Komisyonumuzca bununla da yetinilmeyip soruşturmaya devam edilmiştir. Yaptırılan mal varlığı incelemesi sonucunda bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere, dikkati çeken üç adet gayrimenkulün birisinin annesinden intikal ettiği, ikincisinin önceden satmış olduğu bir gayrimenkulün parasıyla satın alındığı, üçüncüsünün de bir inşaat şirketinden taksitle satın alındığı bildirilmiş, buna dair belgeler ibraz edilmiş olup bu savunmasının aksine kovuşturmayı gerektirecek, başka bir deyişle Yüce Divan'a sevk edilmesine yetecek yeterli şüpheye ulaşılamamıştır" denildi.

 Erdoğan Bayraktar  

 Eski Çevre ve Şehircilik  Bakanı Erdoğan Bayraktar ile ilgili olarak "Bir suç örgütünün yönetici ve üyelerinin kendilerine sağlanan ve miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı menfaatler karşılığında, kişiye özel imtiyazlı imar planlarını onaylattıkları, imar planlarına aykırı olarak yapılan bazı projelerin usulsüzlüklerine göz yumdukları ve denetimlerden sorunsuzca geçmelerini sağladıkları ve bu eylemlerin bir kısmının Bayraktar'ın görevde olduğu sırada ve onun bilgisi doğrultusunda gerçekleştirildiği, ayrıca bu Bakanlıktan iş alan bazı şirketlerin yemek işlerinin yakınlarının ortağı olduğu şirketlere verilmesi için tavassut ettiği" şeklindeki soruşturma önergesinin konusunu oluşturan iddialar üzerine araştırma ve inceleme yapıldığı anlatıldı. 

Raporda, "Bahsedilen konulardan dolayı olayın tarafları olan kişiler hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, resmi belgeyi bozma, yok etme veya gizleme, rüşvet almak ve vermek, imar kirliliğine neden olmak, suç işlemek için örgüt kurmak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak ve görevi kötüye kullanmak suçlarından dolayı yapılan soruşturma sonucunda suç işlendiğine dair hiçbir delil elde edilemediği gerekçesiyle takipsizlik kararı verilerek, verilen kararın kesinleştiği anlaşılmıştır. Ayrıca, Komisyonumuz tarafından yapılan soruşturma sonucunda da,  soruşturma önergesinde yazılı fiillerin işlendiğine dair hiçbir delil elde edilememiştir. Bu nedenle Erdoğan Bayraktar'ın Yüce Divan'a sevk edilmesi yönünde bir kanaat oluşmamıştır" denildi. 

 Sonuç ve karar

 Raporun "sonuç ve karar" bölümünde, "Tüm dosya münderecatı (kapsamı) ile gerekçesi detaylı şekilde yukarıda belirtildiği üzere Yüce Divan'a sevk konusunda yeterli şüpheye ulaşılamadığından  Çağlayan,  Güler, Bağış ve Bayraktar'ın Yüce Divan'a sevk edilmemesine Komisyon'un oy çokluğuyla (5’e karşı 9 oyla) karar verildiği" ifade edildi. 

Soruşturma Komisyonu, çalışma süresi içinde 12 resmi toplantı gerçekleştirdi. 13’ü İstanbul Alt Komisyonunda olmak üzere, 23 tanık ifadeye davet edildi; ayrıca, haklarında soruşturma yürütülen eski bakanların savunmaları alındı ve bilirkişiye malvarlıklarıyla ilgili rapor hazırlatıldı.

Komisyon raporunda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca soruşturma sonucunda verilen" kovuşturmaya yer olmadığına" dair karara yer verildi. Kararda; isimsiz, uyuşturucu ve kara para aklama gibi iddiaları içeren ihbarlar, somut vakaya dayanmayan iddialar, Rusya'ya kanunların izin verdiği çerçevede para transfer edilmesi gibi suç oluşturmayan işlemler ve bu işlemlerle ilgili yerel basındaki yayınlar gibi araçların hiçbirisinin, telekomünikasyonun denetlenmesi gibi kuvvetli şüphe nedenlerinin arandığı bir koruma tedbirinin uygulanması için yeterli olmadığı vurgulandı.

2008-2012 yılları arasında, soruşturmaya konu olan şüpheliler hakkında doğrudan doğruya herhangi bir araştırma faaliyeti yapılmadığı, diğer bir deyişle, soruşturmaya başlandığı anda, gerek MASAK tarafından hazırlanan söz konusu raporda, gerekse ihbar mail ve faksları öncesindeki durumda, bizzat soruşturma makamlarının faaliyetiyle Rıza Sarraf hakkında somut fiil isnadını gerektirecek bir bilgiye ulaşılmadığı belirtildi.

Rıza Sarraf ve diğer şüphelilerin kullandıkları telefon numaralarına kadar her türlü detayın bildirilmesinin, kolluk tarafından istihbari dinlemeden elde edilen bilgilerin ve hukuka aykırı yollarla elde edilen delillerin isimsiz ihbarlar yoluyla adli soruşturmada kullanıldığını gösterdiği belirtilen takipsizlik kararında, "İstihbari dinleme veya izleme ya da hukuka aykırı yollardan elde edilen verilerin, isimsiz ihbarlarla soruşturmaya başlanması için delil olarak kullanılması hukuka aykırıdır" denildi.

  "Soruşturma savcılığa haber verilmeden başlamış"

 Kararda, kolluğun soruşturmaya başlamak için Cumhuriyet savcısına haber vermesi gerekirken bunu yapmayıp, tespit edilemeyen bir süreden sonra durumu Cumhuriyet Başsavcılığına bildirdiği, kanundaki düzenlemeye rağmen, ihbar faksından sonra iki ay süre ile hiçbir işlem yapılmadığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın durumdan haberdar edilmediği bildirildi. 

Suçlamalara dayanak üç adet isimsiz ihbar dışında dosyada başka delil bulunmadığı belirtilen kararda, "İhbarda söz konusu altın ihracının uyuşturucu ve kaçakçılıktan elde edilen paranın aklanması amacıyla yapıldığı, işin ucunda uyuşturucu baronları ve PKK olduğu ileri sürülmesine rağmen, bu hususlar tamamen göz ardı edilmiştir. Bu hal, soruşturmanın başında ihbarda bulunan ve aynı ölçüde soyut olan iddialar arasında, keyfi biçimde bir ayrıma gidildiğini göstermektedir" denildi.

Kararda, Rıza Sarraf hakkında 3 Ekim 2012 tarihinde teknik takip talimatı verildiği, talimatın gerekçesinde Sarraf'ın o tarihte yurtdışından iki adet valizle geleceği, bazı şahıslarla kaçak altın ve nakit ticaretine ilişkin görüşmeler yapacağının ileri sürüldüğü kaydedilerek, yapılan teknik takipte Rıza Sarraf'ın havaalanından çıkarak eşi ile görüştüğü, sonrasında da ayrıldığının tespit edildiği bildirildi. Teknik takip kararının dayanağı olan iddianın gerçek dışı çıktığı, bahsi geçen yerde ve zaman diliminde ileri sürüldüğü gibi kaçak altın veya nakit hususunda bir görüşme yapıldığının tespit edilemediği, sözkonusu valizlerin de görüntülenemediği, buna rağmen sözkonusu talimatın yasal zorunluluk gereği hakim onayına sunulduğu, 4 hafta daha teknik araçla takip kararı verildiği vurgulandı.

Mali Suçlar Müdürlüğü'nün 14 Kasım 2012 tarihinde, Sarraf hakkında alınan dinleme kararının uygulanması sırasında elde edilen verilerden hareketle, Ebru Gündeş hakkında CMK’nın 135, Cengiz Kumartaşoğlu hakkında ise CMK'nın 135. ve 140. maddelerinin uygulanması hususunda karar alınmasını istediği belirtilen kararda, "Bu dinleme sırasında, kanunun açıkça yasaklamış olmasına rağmen, Ebru Gündeş-Rıza Sarraf arasındaki görüşme de dinlenmiş ve kayda alınmıştır. Ebru Gündeş şüpheli olarak fezlekede yer almamakta, görüşme içeriğine bakıldığında ise görüşmenin herhangi bir aile içi görüşme olduğu da görülmektedir. Kanuna göre kayda alınması yasak olan, bir şekilde kaydedilmişse bile imha edilmesi gereken telefon görüşmelerine dosyada ve deliller arasında yer verilmiş olması, hukuka aykırı delillere ilişkin bir başka örnektir" görüşüne yer verildi.

Kararda, İstanbul 34. Sulh Ceza Mahkemesi'nce verilen 9 Temmuz 2013 tarihli telekomünikasyonun denetlenmesi kararıyla, geçmiş tarihli telekomünikasyon yoluyla iletişiminin denetlenmesine karar verildiği belirtildi. 

 "32 şüpheli zikredilmiş, ancak 100'den fazla kişi dinlenmiş"

 Soruşturma dosyasında çok sayıda ileri tarihli veya tarihler bakımından sorunlu telekomünikasyonun denetlenmesi kararının bulunduğu vurgulanan kararda, "Hakkında dinleme kararı alınanlardan sadece 32 tanesi şüpheli olarak zikredilmiş, ancak buna karşın 100'den fazla kişi hakkında 300'den fazla numara ve adres hakkında dinleme kararı alınmıştır. Bu kişilerden önemli bölümü ile ilgili ikinci kez karar alma ihtiyacı bile hissedilmemiş ve uzatılmamıştır" denildi.

Kararda, kolluk tarafından hazırlanan 15-18 Nisan 2013 tarihli raporlarda, Rıza Sarraf'a ait e-mail adreslerine girilerek inceleme yapılmasının istendiği, İstanbul 38. Sulh Ceza Mahkemesi'nce verilen kararla da sözkonusu adrese şifresi girilmek suretiyle inceleme yapılmasına karar verildiği bildirildi. Mahkeme kararlarında, üstü örtülü biçimde, şifrenin, dinlemeler sırasında tespit edildiği ileri sürülse de kolluk görevlilerinin şifreyi kırmak diye tabir edilen, sistemi bozmak suretiyle mail adreslerine ulaştıklarının şüphesinin olduğu ifade edilen kararda, "Daha önce gönderilmiş bir elektronik posta içeriğinin, hakim kararıyla ve şifre girilmek suretiyle tespit edilmesi ve dosyaya delil olarak alınması mümkün değildir" görüşüne yer verildi. 

Bu biçimde delil elde etme işleminin, hukuka aykırı olduğu ve bu şekilde elde edilen delillerin kullanılamayacağının açık olduğu belirtilen kararda, "Bu durum, birtakım sakıncaları da beraberinde getirmektedir. Şifre ile girilen elektronik posta adreslerinde bireylerin her türlü bilgi ve belgeleri yer alabilir. Suç soruşturması gerekçesi ile mail adresine girilmesi, delil elde etmenin ötesinde kişinin özel hayatında öngörülemez ihlallere neden olabilecektir. Bu bağlamda soruşturma organının söz konusu e-mailde hangi bilgilere baktığı, hangilerinin kopyasının alındığı denetlenebilir değildir. Şüpheli Rıza Sarraf'ın iki e-mailine şifre ile girilerek inceleme yapılması şeklindeki kararlar, her yönüyle hukuka aykırıdır. Bu biçimde girilen elektronik posta adresinden elde edilen bilgilerin delil olarak kullanılabilmesi mümkün değildir" denildi.

Raporda; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu'nca yürütülen soruşturma neticesinde, "resmi belgeyi bozma, yok etme veya gizleme, rüşvet almak ve vermek, imar kirliliğine neden olmak, suç işlemek için örgüt kurmak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve görevi kötüye kullanmak" suçlarından şüpheliler Abdullah Uçar, Abdullah Oğuz Bayraktar, Ahmet Ayyıldız, Ahmet Emil, Ahmet Özyazıcı, Ahmet Nazif  Zorlu, Ahmet Sedat Artukoğlu, Ali İbrahimağaoğlu, Ali Karaarslan, Ali Akyar, Ali Demirhan, Ali Fahri Gürsoy, Ali Osman Öztürk, Aliseydi Karaoğlu, Arif Yüksel, Aytaç Ölkebaş, Barış Kurt, Cavit Ayrıkaya, Davut Koçlu, Ekrem Eray Arda, Emrullah Turanlı, Ergül Çınar, Erhan Uludağ, Ertuğrul Karaaslan, Fatih Güner, Fuat Kuşcu, Hakan Gedikli, Hamza Dalkılıç, Hilmi Aydın, Hüseyin Avni Sipahi,İlhan Bellek, İsmail Kibici, İsmail Ünal, İsmayil Çakal, Kemal Sevgili, Mehmet Erdal, Mehmet Kıroğlu, Mehmet Ali Kahraman, Mehmet Ali Aydınlar, Mehmet Mustafa Tural, Mesut Pektaş, Murat Kıran, Murat Kurum, Münir Yazıcı, Necmettin Şentürk, Oğuzhan Usta, Okay Dikmen, Osman Ağca, Osman İyimaya, Ömer Derbazlar, Ömer Çamoğlu, Sadık Soylu, Salih Ogur, Savaş Çekin, Sema Uluışık, Şükrü Arslantürk, Tevhide Banu Sargın, Turgay Albayrak, Yaşar Sevgili ve Yavuz Çelik hakkında "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" verildiği ve süresinde itiraz edilmeyerek kesinleştiği bildirildi.

Raporda, İçişleri eski Bakanı Muammer Güler'in savunma özetine yer verildi. Güler, savunmasında, dosyada menfaat temin ettiğine dair hiçbir delil olmadığını kaydederek, yapılan işlemlerin her birinin mevzuata uygun olduğunu ve herhangi bir kişiye ayrıcalık tanınmadığını ifade etti. 

Güler, nüfuz suistimali, resmi belgede sahtecilik ve soruşturma gizliliğini ihlal suçlarının işlenmesinin söz konusu olmadığını, soruşturma dosyasında buna dair hiçbir maddi delil, olgu, bulgu ya da tespitin yer almadığına işaret etti.

Muammer Güler, Rıza Sarraf'a koruma kararı ve araç plakası verilmesi konusunda da Sarraf'ın, İstanbul Valiliği'ne verdiği dilekçeyle, şirketlerinin işleri nedeniyle tehditler aldığını ve can güvenliğinin tehlikede olduğunu belirttiğini ve yakın koruma polisi verilmesi talebinde bulunduğunu ifade etti. Güler, bu talep üzerine, ilgili yönetmelik uyarınca bir personel ile yakın korunmasına ve ikamet ve iş yerinde gerekli olan önleyici kolluk tedbirlerinin alınmasına karar verildiğini kaydetti.

Muammer Güler, savunmasında, "istisnai vatandaşlık" konusunda ise şunları söyledi:

"Rıza Sarraf, akrabalarından olan Muhammed Zarrab, Hüseyin Zarrab, Arash Mıandoabehıan ve Mohammad Reza ve ailelerinin Türk vatandaşlığına istisnai olarak kabul edilmesi talepleri vaki olmuş, hatta bu taleplerin bir kısım benim Bakanlığımdan önce de  yapılmıştır.

Söz konusu talepler, ilgili makamlarca inceletilmiş ve mevzuatta öngörülen şartları taşımaları nedeniyle Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürünün, ilgili müsteşar yardımcısı ve müsteşarın uygun görüşleri doğrultusunda Vatandaşlık Kanunu’nu uyarınca Bakanlar Kurulu'na sunulmak üzere tarafımdan imzalanmıştır. Bu, bir ara işlem niteliğindedir. Anılan kişilere ait dosyaların Başbakanlık birimlerince incelenmesi sonucunda söz konusu dosyalar Bakanlar Kurulu'nun imzasına açılmış ve yüksek makamın onayıyla Türk vatandaşlığına istisnai olarak kabullerine karar verilmiştir."

"Gerçek dışı, mesnetsiz"

Muammer Güler, Rıza Sarraf'la ilgili basında çıkacak haberlerin önlenmesiyle ilgili bir iddialara da yanıt vererek, şunları kaydetti:

"Rıza Sarraf, ismi mahfuz bir gazetecinin kendisiyle ilgili bir haber yapacağını ve eğer kendisine 1 milyon lira verirse bu haberi yazmayacağını ifade ettiğini belirterek benden bu konuda ne yapılabileceğini sordu. Kendisine, bu konuda Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunması gerektiğini ve konuyla ilgileneceğimi ifade ettim. Daha sonra, ilgili gazetenin genel yayın yönetmenini arayarak konu hakkında kendisini bilgilendirdim. Basında çıkabilecek haberleri engellemekle ilgili bir görev veya yetkim olmadığı gibi özgür basının hangi haberleri yapıp yapmayacağına karar verme yetkisi Basın Kanunu ve basın ahlak ilkeleri çerçevesinde kendilerince takdir edilecek hususlardır."

Güler, Rıza Sarraf ile ilgili adli ve istihbari çalışma yapılıp yapılmadığının araştırılması için ilgililere talimat verdiği, soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiği ve bu suretle suçluyu koruduğu iddiasının tamamen gerçek dışı, mesnetsiz olduğunu ifade etti.

"Kanuni çerçevede herkese yardım ederim"

Muammer Güler, 2013 yılı Ekim ayında, oğlu Barış Güler ve yakın ilişki içinde olduğu arkadaşlarının sivil kişilerce takip edildiklerinden şüphelendiklerini öğrendiğini, bunun üzerine konunun güvenlik ve koruma yönünden incelenmesi için istihbarat birimlerine talimat verdiğini belirterek, şöyle devam etti:

" Zira, oğlum, İstanbul Valiliği'nce verilen çağrı üzerine koruma kararına tabidir. Oğlum Barış Güler, 2007 yılında, altın ticaretiyle uğraşan ve akrabamız olan Rüçhan Bayar’a değerlendirmesi amacıyla verdiği parayı Rüçhan Bayar’ın işlerinin bozulması sebebiyle alamamış ve buna ilişkin borç tasfiye protokolüne bağlı olarak verilen senetler de maalesef tarihinde ödenememiştir. 

Daha sonra Rüçhan Bayar’ın Rıza Sarraf'ın yurt dışında bulunan şirketlerinde çalıştığını ve düzenli bir geliri olduğunu öğrenmesi üzerine, 2013 yılında tanıştığı Rıza Sarraf'tan bu alacağın tahsili konusunda yardımcı olması talebinde bulunmuş ve bazı ortak dostlarımızın da bu hususta girişimleri olmuştur.

Rıza Saraf'la bu konuda bir görüşme yapılıp yapılmamasında herhangi bir sakınca olup olmadığını ve ilgili hakkında adli veya istihbari bir çalışma bulunup bulunmadığını araştırdım. Rıza Sarraf hakkında herhangi bir adli veya istihbari çalışmanın olmadığı ifade edildi.

Çin’de kurulu bankaların yetkililerine sunulmak üzere düzenlenen referans mektupları, kesinlikle resmi bir evrak niteliğinde değildir. İçişleri Bakanı olarak doğrudan görev alanıma girmediği gibi fiili ve hukuki değer taşıyan ve bir sonuç doğurmaya elverişli belgelerden de değildir.

Bu ilk görüşmede 1-1,5 meselesi... Ben arz ettim. Yani ilk görüşmemde şarta bağlı olarak hangi rüşvet anlaşması yapılmış olabilir? Şarta bağlı rüşvet anlaşması olabilir mi? Oradaki 1-1,5 meselesi, biraz önce size söylediğim alacak konusundan ne kadarının bize bu süre içerisinde veya belli süre içerisinde ödenebileceği konusundaki yardımıyla ilgilidir. Sizin eğer tanıdığınız Türkiye’de otel yapabilecek birisi varsa ben yasal çerçevedeki işlerini takip etmek için onun önüne düşmeye varım. Yani birisi bir iş yapacak… Ben ne demişim efendim: 'Aman, sen otel yapacaksan ben sana yardım edeyim.' Kanuni çerçevede herkese yardım ederim."

Raporda ayrıca, "Mal varlığı araştırması için görevlendirilen bilirkişi tarafından yapılan tetkikat sonucu düzenlenen raporlardan da ilgili bakanın kendisiyle ilgili bakanlık yaptığı süre zarfında mal varlığı ile gelirleri arasında uyumsuzluğa rastlanmadığı anlaşılmıştır" ifadelerine yer verildi.

"Hiçbir maddi menfaat, bir para alışverişi olmamıştır"

Raporda, Eski Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış'ın, hakkındaki iddialara ilişkin savunma özetine de yer verildi. Bağış, savunmasında, hakkında ileri sürülen iddiaları hiçbir şekilde kabul etmediğini, Rıza Sarraf ile ilgili iddialara ilişkin, "Bu şahısla aramda hiçbir zaman bir maddi menfaat ilişkisi olmamıştır, hiçbir şekilde bir para alışverişi söz konusu olmamıştır" dediği belirtildi.

Bağış, Rıza Sarraf'ın babasına İstanbul’daki İtalya Başkonsolosluğu'ndan bir turist vizesi alınması karşılığında 500 bin dolar para aldığı iddiasına ilişkin, "Bir kişinin yetkisi dahilinde bulunmayan ve gerçekleşmeyen, herkesin kolaylıkla yapabileceği bir işlem için 500 bin dolar verilmesi iddiası akla uygun bir iddia olamaz. Şahsım ve Bakanlığım tarafından Avrupa Birliği projeleri kapsamında Avrupa’ya gönderilen 100 binlerce vatandaşımıza vize başvurularında insani çerçevede yardım edilmiştir. Evet, Rıza Sarraf da babası için İtalya vizesi konusunda yardım talep etmiştir. Ancak daha sonra babası vize başvurusu dahi yapmamıştır" dedi.

Egemen Bağış, savunmasında, Rıza Sarraf'ın otel açması konusunda, aldığı yardım karşılığında kendisine maddi menfaat sağladığı yönündeki iddiaya ise "Bu iddia da en az ilki kadar asılsız ve gerçeğe aykırıdır. Kendisi otel yapmak için ortak bir tanıdığımızdan bir bina aldığını benimle paylaşmış, paylaştığında da şahsım her iki tarafa da 'Hayırlı olsun' temennisinde bulunmuştur" yanıtına verdi.

Bağış, hakkındaki diğer iddialara, şu cevapları verdi:

"Hakkımdaki üçüncü iddia ise, Rıza Sarraf'la ilgili basında aleyhe çıkacak haberlerin engellenmesi ve hakkında yürütülen bir soruşturma olup olmadığı konusunda bilgi edinmem karşılığında kendisinden 500 bin dolar aldığımdır. Benim eğer medyada yapılacak bir haberi engelleyebilmek gibi bir etki gücüm olsaydı, herhalde önce medya aracılığıyla şahsıma iftira atılmasını engellerdim.

Bu şahsın evime bir çikolata gönderdiği doğrudur. Çikolata, ben de eşim de evde yokken evde çalışanlar tarafından teslim alınmıştır. O çikolatanın içerisinde çikolatadan başka da hiçbir şey olma ihtimali zaten olamaz. Aynı şekilde evimize bir kıyafet, bir gömlek kravat gönderildiği de doğrudur. Ama hiçbir maddi menfaat söz konusu olmamıştır. Hiçbir şekilde, hiçbir maddi menfaat, bir para alışverişi olmamıştır."

Raporda, Egemen Bağış için "Mal varlığı araştırması için görevlendirilen bilirkişi tarafından yapılan tetkikat sonucu düzenlenen raporlardan da ilgili bakan ve eşinin soruşturma önergesinde belirtilen fiillerden kaynaklanan mal varlığı edindiği yolunda bir bulguya rastlanılmadığı anlaşılmıştır" ifadelerine yer verildi.

"Telefon kayıtları imha edilmeliydi"

Raporda, CMK’nın "Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması halinde, alınan kayıtlar derhal yok edilir" hükmü gereğince imhası gereken telefon kayıtlarının imha edilmeyerek, bakanların dosyalarına eklenmek suretiyle soruşturmanın usulsüz işlemlerle desteklenip güçlendirme kaygı ve çabasının dikkati çektiği belirtildi. 

Ayrıca gözaltılar ve arama-elkoyma işlemlerinin medyayla birlikte yapıldığı, Anayasa ile teminat altındaki masumiyet karinesinin hiçe sayılarak medyaya sızdırılmak suretiyle usulsüz işlemlerin üstünün örtülmeye çalışıldığı kaydedildi.

Suç şüphesi altındaki kişilerle mücadele edilirken kişi hak ve özgürlüklerine saygıda azami gayret sarfedilerek kuralların işletilmesi, yargı mensuplarıyla kolluk kuvvetlerinin mevzuata uygun hareket etmesinin sağlanması gerektiği belirtilen raporda, aksi halde şaibeli bir hal alan soruşturmaların toplum nazarında güvenirliğinin kalmayacağı, toplumsal barışın bozulacağı ifade edildi.

Anayasa'da özel hayatın korunmasına büyük önem atfedildiğine dikkat çekilen raporda, iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasıyla teknik takibin çok sıkı şartlara bağlandığı vurgulanarak, aksi davranış sergileyenlerin cezai yaptırımlarla karşılaşacakları kaydedildi. Raporda, "İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu ve emrinde çalışan Emniyet Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından yasaların hileli yollar denenerek aşılması suretiyle yetkisiz-hukuksuz olarak yürütülen soruşturma neticesinde 4 eski bakan hakkında düzenledikleri rapor ve ekinde yer alan iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve teknik araçlarla takip sonucu elde edilen bulgular yok hükmündedir" denildi. 

Kanun koyucunun soruşturma ve kovuşturma kapsamında yapılan tüm işlemlerin başından sonuna kadar hukuka uygun olmasını istediği anlatılan raporda, "Hukuksuz-yolsuz işlemlere kapı aralamak yeni hukuksuz-yolsuz işlemlere davetiye çıkarmak demektir. Bu nedenle yargı erkini kullananların bu bilinçle hareket ederek, yasa koyucunun muradına uygun davranması elzemdir" ifadesi kullanıldı. 

"Tesadüfi delil değerlendirmeye alınamaz"

Raporda, komisyona aksettirilen iki soruşturma evrakının 4 eski bakan yönünden ihbar niteliğinde olduğu belirtilerek, şöyle devam edildi: 

"Bu düşünceyle tetkik ve tahkikata başlanarak, yeniden usule uygun delil araştırması yapılmıştır. Mahkeme kararına dayanılarak bir kişi hakkında iletişimin tespiti ve denetlenmesi kayda alınırken başka bir kişiyle yapılan konuşma sırasında suç şüphesi verecek bir delil, tesadüfi delil olup dinleme yapanın bu delili derhal Cumhuriyet savcısına bildirmesi ve Cumhuriyet savcısının da bu delille gerekli işleme başlayıp başlamamayı takdir etmesi gerekir. Ancak, bu delil elde edildikten sonra dinlemeye devam edilerek, aynı kişi hakkında yeni deliller elde edilmeye çalışılması halinde sonradan elde edilecek delillerin tesadüfi delil olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, bu kişiyle ilgili yeni bir dinleme kararı almadan, devam edilerek elde edilecek delillerin tamamen hukuka aykırı ve geçersiz olduğunun kabulü zorunludur. Tesadüfi delilden istifade edilerek yeni bir soruşturma açılmadığı hallerde, ilk elde edilen tesadüfi delilin ihbar niteliğinden öteye geçmesi mümkün değildir. Bütün bunların yanında, bakanlarla ilgili elde edilen tesadüfi delilden sonra Cumhuriyet savcısının soruşturma açma yetkisi bulunmadığına göre, artık bu delil de yapılan soruşturmada değerlendirmeye alınamaz.

Bakanlara atfedilen suçlardan özellikle yolsuzluk olarak belirtilen rüşvet suçunun işlenebilmesi için taraflar arasında belirli bir işin yapılması veya yapılmaması konusunda bir anlaşma olması gerekir. Keza, yapılacak işin de ilgili bakanın görev alanında olması esastır. Yapılan soruşturmada her 4 bakana da isnat edilen fiillerin her biri ayrı ayrı değerlendirildiğinde, bu fiillerde hukuka aykırı bir durum görülmemiştir. Dolayısıyla, rüşvet vermeyi ve almayı gerektirecek bir husus görülmemekle birlikte, bir an için bunların hepsini bir tarafa koyduğumuz takdirde dahi rüşvet olarak bir para alışverişinin yapıldığı hususunda dava açmayı gerektirecek kadar yeterli şüpheye ulaşılamamıştır. Esasen yolsuzluk suçlarından sayılan zimmet, irtikap gibi fiillerin işlendiğine dair de hiçbir delil yoktur. Zaten bu konuda bir iddia da yoktur."

Çağlayan savunmasında, şahsına yükletilen suçların tamamen gerçek dışı olduğunu, tarafından da asla işlenmediğini belirterek, şu ifadelere yer verdi:

"Hakkımda toplanan tüm deliller hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş olan delillerdir. Çünkü bir bakan hakkında TBMM Genel Kurulu'nca soruşturma açılmasına karar verilmedikçe soruşturmaya başlanamayacağı ve dolayısıyla da şüpheli sıfatını alamayacağından iletişiminin denetlenmesi tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik araçlarla izlenmesi mümkün değildir. Tarafımdan resmi belgede sahtecilik suçu işlenmemiştir. Her şeyden önce tarafıma yüklenilen bu fiil ve suçlarda hangi resmi belgeyi sahte düzenlediğim ya da içeriğini tahrip ettiğim veya değiştirdiğim ya da kullandığım hususlar fiil, zaman ve yer gösterilerek belirtilmediği için burada size somut bir savunmada bulunamıyorum. Tüm bunlarla birlikte soruşturma önergesinde benim Gana uçağıyla ilgili adli ve idari soruşturmaları engellendiğim iddia edilmektedir. Ancak konuyla ilgili belgeleri incelediğinizde göreceksiniz ki herhangi bir idari ve adli soruşturmaya engel olmam söz konusu olmamıştır. Tarafımdan rüşvet suçu işlenmemiştir.

Türk Ceza Kanunu’nun 252. maddesine göre, rüşvet suçunun failinin görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için kendisine veya bir başkasına menfaat sağlayan bir kamu görevlisi olması gerekmektedir. Suç teşkil ettiği iddia olunan işin Ekonomi Bakanı olarak benim görev alanıma giren bir iş olmaması nedeniyle böyle bir fiili de işlemem mümkün değildir. Ayrıca, ortada konuyla ilgili olarak savcılığın talebiyle Halk Bank tarafından yapılan bir teftiş ve soruşturma bulunmaktadır. Halk Bank tarafından aracılık edilen İran’la ilintili dış ticaret işlemlerine ilişkin iddiaların 4 müfettiş tarafından incelendiği bilinmektedir. Halk Bank müfettişleri tarafından yapılan 22 Ocak 2014 tarih ve 11406 görev kodlu raporda sahte belge kullanıldığı komisyon oranlarının banka zararına olacak ve müşteriler lehine düşük tutulduğu, müşteriler arasında ayrımcılık yapılarak bazı müşterilerin iş ve işlemlerinin kasıtlı olarak engellendiği savlarının gerçek dışı olduğu ve yapılan işlemlerin bankacılık mevzuat ve teamüllerine uygun olduğu, bu hususlarda herhangi bir usulsüzlüğe rastlanılmadığı belirtilmiştir. Tarafımdan Kaçakçılık Kanunu’na muhalefet edilmemiştir. Ben böyle bir iddiayı da kesinlikle huzurlarınızda reddediyorum. Bu konuda altın ticareti hakkındaki mevzuat, teftiş raporu ve kovuşturmaya yer olmadığına dair Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nın vermiş olduğu takipsizlik kararı muvacehesinde benim Kaçakçılık Kanunu’na muhalefet oluşturan herhangi bir fiilim de yoktur.

Bu bağlamda, soruşturma önergesinin dayanağını teşkil eden tüm bu iddialar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü iki ayrı soruşturmada ayrıntılı olarak değerlendirilerek sonucunda 'kovuşturmaya yer olmadığına' kararları verilmiştir. Suça konu saat tarafımdan sipariş edilmiştir. Daha evvel de bunu ifade etmiştim biliyorsunuz. İşlerimin yoğunluğu nedeniyle saati, ismi bilinen, benim tanımadığım Murat Yılmaz getirmiş ancak bedeli, defalarca ifade ettiğim gibi, tarafımdan ödenmiştir. Getirilen saat, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nca yolcu beraberinde getirilen, ticari amaç taşımayan zati eşya kapsamında değerlendirilmeyerek tahakkuk ettirilen vergi de tarafımdan ödenmiştir. Şirket hisselerini devrettiğim kardeşimin bana yapmış olduğu ödemeyle saatin ödemesini yaptım ve bu da mal bildirimimde çok net bir şekilde görülmektedir. Bedelini ödediğim saat dışında, bedelini ödediğim piyano dışında hiçbir hediye almadım. Rıza Sarraf aleyhine haber yapılmaması için Fatih Karaca ile bir görüşme yapmadım. Piyano konusu da konuşuldu. Bu piyano, tarafımdan satın alınmıştır, bunun bedeli de ödenmiştir ve yine muhatap, savcılık sorgusunda bunun bedelini benden tahsil ettiğini ifade etmiştir, bu mal bildirimimde de gösterilmiştir. Piyanoyu da, yine onu da söyleyeyim, hanımımın şahsi 47 bin eurosunun 40 bin eurosuyla ödedim."

"Açık bir darbe girişimi"

 Raporda, eski Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın savunmasına da yer verildi.  Bayraktar, savunmasında, 17 Aralık operasyonunun, aslında adli bir vaka olmayıp özü itibariyle devlete, hükümete ve millet iradesine karşı yapılmış bir komplo ve açık bir darbe girişimi olduğunu ifade etti.

Bayraktar'ın raporda yer alan savunması şöyle:

"Hatta millet iradesinin temsilcisi TBMM'ye karşı yapılmış en vahim saldırı, en büyük saygısızlıklardan birisidir. 17 Aralık darbe girişimi dosyasını hazırlayan savcı kendisini açıkça TBMM Soruşturma Komisyonu yerine koyarak iddianame tarzında bilgi notu hazırlamış, suç isnadında bulunmuş ve fonksiyon gaspı yapmıştır. Açık bir fonksiyon gaspında bulunan savcı, önceden kolluk tarafından hazırlanmış ve anlamı bozulacak şekilde düzenlenmiş telefon görüşmelerini ve hukuken delil niteliği bulunmayan olayları sanki sübut bulmuş gibi kabul ederek adeta fezleke hazırlamıştır. Savcının hazırladığı fezleke tarzındaki bilgi notunun hiçbir hukuki niteliği yoktur. Bu görüşmelerin kırpılarak verilmesine rağmen yine de suça konu olabilecek bir görüşme oluşturulamamıştır. Belli ki çirkin emeller için bir senaryo yazılmış, bu senaryoya göre hayali bir örgüt kurulmuş ve de varsayıma dayalı olarak suç oluşturulmaya çalışılmıştır. Şahsımın da bu sözde örgütün yaptığı eylemlerden haberi olduğu gerekçesi ile suça iştirak ettiğim ima edilmiştir. Bakanlığımızla ilgili olarak süreç, 16 Eylül 2012 tarihinde isimsiz ve imzasız dedikodu niteliğindeki bir ihbar mektubuna istinaden hukuksuz bir şekilde başlatılmıştır. İhbar mektubu üzerine talep edilen iletişim tespiti İstanbul 16. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 24 Eylül 2012 tarihli kararla 'yeterli delil olmadığı' gerekçesiyle reddedilmiş ve yine bu ret kararına yapılan itiraz da İstanbul 40. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 1 Ekim 2012 tarihli kararıyla reddedilerek kesinleşmiştir. Bu kararda da 'mahkemeye sunulan delillerin kuvvetli suç şüphesini uyandırmadığı, e-posta ihbarını yapan kişinin tespit edilip ayrıntılı beyanının alınarak somut delillerin tespitinin gerektiği...' gerekçeleri özellikle belirtilmiştir.

Hal böyleyken ve esasen de bu ret kararından sonra yeni deliller elde edilmeden tekrar talepte bulunulması yasal olarak mümkün olmadığı halde, yeni delil elde edilmeden, birkaç gün sonra aynı ihbarla bu defa İstanbul 33. Sulh Ceza Mahkemesi'nden iletişim tespit kararı alınmıştır. Yani, iletişim tespit kararı hukuki olmaktan uzaktır ve açıkça hukuka aykırıdır. Bütün soruşturma bu minval üzere yürütülmüştür. Savcı hazırladığı fezlekede, sözde örgüt lideri H. Avni Sipahi ve oğlum A. Oğuz Bayraktar ile ilişki kurulmak suretiyle örgütsel bağlantının varlığından bahsetmektedir. Bir an için bu soruşturmaya konu sözde örgütün var olduğunu kabul edelim. Bu sözde örgüt ile benim aramda bir bağ olduğu örgüt lideri olduğu iddia edilen Hüseyin Sipahi ile aramda geçen özellikle iki konuşmaya dayandırılıyor. Nedir bu iki konuşma? Hüseyin Sipahi’nin Belediye seçimlerinde İstanbul Çekmeköy’den, CHP’den aday olup olmama konusunda benden habersiz karar veremeyeceğini söylemesi, benim Bakanlıkla hiç bir işi olmayan 80 yaşındaki bir dostuma yardımcı olması için Hüseyin Sipahi’den ricada bulunmam. Oğlum A. Oğuz Bayraktar ile örgütsel bağlantı içerisinde gösterilen tek telefon görüşmem darbe girişiminin vuku bulduğu 17 Aralık 2013 sabahı oğlumun telefonda 'Baba polisler evi bastı' şeklindeki ifadesinden başka bir şey değildir. Oğlumla başkaca hiçbir telefon görüşmem yoktur.

Bizimle ilişkilendirilen 17 Aralık dosyasına konu olan iddiaların en temelinde iş adamı Ali Ağaoğlu’nun devletten ucuza aldığı arazileri imara açtırması ve keyfi uygulamalar yapması gösterilmektedir. Böyle bir şey kesinlikle yoktur. Ali Ağaoğlu’nun özellikle TOKİ'den aldığı hiç bir arazi ucuza alınmış değildir. Hepsi açık ihaleler neticesinde sonuçlanmış ve piyasa koşullarına göre diğer tüm katılımcılardan çok daha yüksek teklifler verilmiştir. Nitekim Ali Ağaoğlu tarafından kazanılan Kartal ihalesi ile ilgili 25 Aralık 2012 tarihinde Emlak Konut Genel Müdürü Murat Kurum ile yaptığım görüşmemde, ihaleyi kazanan DAP Yapı firmasının Ağaoğlu’nun yan firması olduğunu öğrenmem üzerine, fazla sayıda iş alması Emlak Konutu bloke edebilir endişesiyle, tavsiyem üzerine Emlak Konutun yönetmeliğinde değişiklik yapılarak bir yüklenicinin aynı anda beşten fazla iş almasına yasak getirildi. Kendisine herhangi bir ayrıcalık tanınmadığı da buradan bellidir. Yine dosyada 17 adet imar planından bahsediliyor. Ancak bu planlardan sadece 6 tanesi Bakanlıkça sonuçlandırılmıştır. Diğer 11 tanesi henüz sonuçlandırılmamış ya müracaatta kalmış veya reddedilmiş işlemlerdir. Henüz sonuçlanmayan bu işlemler bile dosyada illegal işlemler olarak yer almıştır. Bu bile başlangıç soruşturmasının hukuksuz ve ne kadar art niyetli olduğunu açıkça göstermektedir.

Bakırköy’de bahsedilen yerde biz bir imar planı onayladık. Bu imar planını 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye istinaden onayladık ve burada yasaya aykırı bir durum kesinlikle yoktur. Yani şöyle bir durum olmuştur, çok samimi olmak gerekirse, bu şahıs, bu imar planını İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden onaylatmak için yaklaşık iki yıl mücadele etmiş, yapamayınca bize müracaat etti. Biz de inceledik, burada, kesintisi konusunda, yüzde 56 civarında -tam bilemiyorum- yüzde 40 kesinti yapılması gerekirken fazla kesinti yapılmıştı, biz de onu usulüne göre onayladık. Askı süresi var bunun, itiraz süresi var, gerekli yasal prosedürlerden geçerek onaylanmıştır. İstanbul’un, Şişli’nin backgroundunu artıracak, marka değerini artıracak şekilde buraya özel proje yaptık. Yasaya göre imar planı zaten geçmez, geçemez. Bu imar planı önce kurullardan geçiyor, sonra komisyonlardan geçiyor, sonra raportörden geçiyor, sonra şef, müdür yardımcısı, müdür ve daire başkanı imzalıyor, ondan sonra genel müdür yardımcısı ve genel müdür, müsteşar yardımcısı ve müsteşar imzalıyor, Bakana geliyor, ondan sonra askıya çıkıyor....Bir imar yaptı diye bir bakanı suçlamak veya bir belediye başkanını suçlamak, bir avukata 'duruşmaya girme' demek, efendim, görevi olan kişilere 'görevlerini yapma' demek anlamına gelir. 'Niye imar yaptın?' Ben bunun mantığını anlayamıyorum. Biz yapmışız, biz kamu kuruluşlarının…

Zorlu Center Özelleştirme İdaresi tarafından satılan yaklaşık 90 dönüm bir yerdir. İmarını Özelleştirme İdaresi yaptı. Buranın projeleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden ve Beşiktaş Belediyesi'nden geçti, ruhsatı Beşiktaş Belediyesi tarafından verildi. Burası bizim önümüze iskan safhasında geldi. Bize müracaat etti. Bu, bizden önceydi, bizim Bakanlık kurulmadan önce bu işler devam etti. Daha sonra, iskan safhasına gelince bizim kurullar Tabiat Varlıkları Komisyonu ve Kültür Varlıkları Kurulu şeklinde ikiye ayrıldı. Bunun yapıldığı yer de Boğaziçi bölgesinde geri görünümde olduğu için Tabiat Komisyonundan geçmesi gerekti iskan alması için. Bize bu saikle geldi. Gelince, biz de binayı oradan görünce, dedik ki, 'bu bina burada -affedersiniz- çok gavur ölüsü gibi duruyor. Yani bunu bir inceleyelim.' Yani bu bina böyle çok sakil duruyor. İnceleyince orada kademelendirmede birtakım hatalar gördüm, binayı çok büyük gördüm. Sonra baktık ki, bu bodrumlardan dolayı, İstanbul İmar Yönetmeliği’nin verdiği imkanlardan dolayı bodrumları yaparak, bodrumları şişirmiş binasını. Bundan sonra, bu önemli bir konu olduğu için bunu gerekli yerlerle paylaştım,  böyle böyle, iskan alacak. Bizim inşaatın denetimiyle, kaçaklığıyla, iskanıyla, ruhsatıyla, imar planıyla uzaktan yakından bir alakamız yok.

Sadece iskan sırasında '26’sında benim açılışım var, ben buraya çok önemli kişileri davet ettim, bunu yetiştirin' dedi. Biz de arkadaşlara dedik ki adam doğru bir iş yapmışsa -'tapelerde var bu-  eğer doğruysa, projesine uygunsa ve yaptığı şey Tabiat Varlıkları Komisyonu'ndan geçecek şekilde uygunsa bunun işini hızlandıralım, adam mağdur olmasın. Sonra dediler ki, 'bunu bir inceleyelim.' Bizim İstanbul İl Müdürlüğümüz tarafından incelendi. Kademelerinde birtakım sıkıntılar olduğunu tespit ettik. Daha sonra bu sıkıntıları Büyükşehirden sorduk, tolere edilebilir olduğu görüldü ve komisyondan geçirildi. Bana gelmedi, benim bir imzam yok burada. Sadece yardımcı olun diye…'Yardımcı olun' dedim. Çünkü  yapılan önemli bir yatırım ve bize de geldi işi. 'Yasalara uygunsa yardımcı olun' diye ifade ettim. Onun dışında bizim orada ne bir yetkimiz var ne yaptığımız bir imar planı var ne verdiğimiz bir inşaat ruhsatı var ne temel üstü ruhsatı var ne iskân müsaadesi var, hiçbiriyle ilgili bizim yetkimiz yok. Zaten buradaki suçlamada da birtakım kaçak inşaatlara göz yumulduğu… Böyle bir yetkimiz yok bizim. Bu yetki tamamen belediyelere ait, bizim böyle bir tasavvurumuz, tasallutumuz olamaz, yasalarda böyle bir şey yok; yapmadık da zaten. Hangi inşaatı mühürlemişiz, hangi inşaata zabıt tutmuşuz, hangi inşaata ruhsat vermişiz, hangi inşaata iskân vermişiz, yok ki böyle bir şey."

Bayraktar'ın, Ataköy sahil şeridinin yaklaşık 1 milyon küsur metrekare bir arazi olduğunu, burasının imar planlarının 1992 ve 1996 yıllarında dönemin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapıldığını ifade ettiği raporda yer alan savunması şöyle:

"Biz oraya imar planı yapmadık ve emsali yüksek. Burasını ben TOKİ Başkanıyken işgalden temizledim. Emlak Bankası malları, Ziraat Bankası malları tahtında TOKİ’ye devredilen mallardan, arazilerden bir tanesi burası. Burası işgal altındaydı. Nasıl işgal altında olduğunu burada bilenleriniz vardır. Yani Rusya’yla bağlantılı, başka yerlerle bağlantılı, nelerin o sahil şeridinde yapıldığını...Biz burayı…Bize ne biçim tehditler yapıldı, nasıl ağır tehditler yapıldı. Biz 'vatan' dedik, 'millet' dedik, 'İstanbul' dedik, burayı işgalden temizledik. Ondan sonra da tabii ki ben burasını… İmar planı olan bir yerin imar planını iptal etsem bana zimmet çıkar. Gönül isterdi ki burasını biz yeşil alan yapalım, imarını durduralım ama buranın bir katma değerle bize geldiği, Emlak Bankası'ndan bize devredildiği…İmarı da vardı, biz imar yapmadık buraya, kesinlikle yapmadık. Dosyada bellidir bu araştırılırsa. Sonra biz bunların bir parçasını Kat Turizme sattık, az önce mevzu ettiğim bu Yeşilköy tarafında olan büyük bölümünü, bir ufak parçayı da bir otelci aldı, ismini bilmiyorum, Rönesans mıdır nedir, bir otelciye verdik, ufak bir parçayı sattık, beri tarafını da yine kat hasılat paylaşımı tarzında ihaleye çıktık, bir sefer çıktık, kimse buraya ihaleye girmedi. Bir daha çıktık, yine giren olmadı. Niye girmiyorlar? Bakırköy Belediyesi 'buraya ruhsat vermem' diye… Orada, Bakırköy’de oturan sakinler devamlı burayı şikayet ediyorlar. Bana geldiler birkaç sefer görüştüm, biz onlarla görüştük, oradaki derneklerle. Nihayet biz bunu gene ihaleye çıktık, ihaleye girmesi için de birilerini teşvik ettik, buraya gelin, ihaleye girin de burayı ihale edelim diye. İhale ettiğim zaman TOKİ Başkanıydım ve yüksek fiyatla ihale ettik burasını. Açık ihaleye gidildi. Ama, Bakan olunca 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de de vatandaş belediyeye müracaat edip belli bir süre içerisinde ruhsat alamazsa, eğer vatandaş da haklıysa valiye müracaat edecek, vali inceleyecek, inceledikten sonra haklı görürse Bakanlığa müracaat edecek. 'Bakanlık bu tip yerlere ruhsat verebilir' diye bizim kanunda var. Onun üzerine ben bunları bakan olduktan sonra çağırdım.

Bunlar çok acıdır. Yani, bunları siz, Komisyon burada… Tabii, ben sizin vaktinizi de alıyorum ama böyle bir ortam oldu, bunları paylaşmam lazım sizinle. Çağırdım bunları, bu iki ortağı, dedim ki, 'Allah sizden razı olsun, siz bu ihaleyi aldınız, devlete para vereceksiniz ama o zaman ben TOKİ Başkanıydım, şimdi Bakanım, ben size yardımcı olacağım, gelin bunun imarını biraz düşürelim. Bakınız, burada evvelden 20 metrekareydi sahil şeridi şimdi 50 metre kanunda. Plandaki haklarınızı boş verin, bunu da biz 50 metreye çekelim, emsali de 2’den 1,5’e düşürelim.' Bunlar orada, inanın, ortağıyla beraber… Dedim ki, 'Eğer emsali düşürürsek daha az para harcarsınız, daireleriniz daha kaliteli olur, daha pahalı satarsınız.' Nitekim öyle satıyor şimdi, 5 milyona mı, 6 milyona mı ne satıyormuş daireleri. 'Daha pahalı satarsınız, gelin bunu kabul edin, ben de size dua ederim' dedim. İnanın, hediyeler gelmişti bana. Bakanım, işte baklava, çikolata mikolata, onlar bana bir şey getirmediler, oradaki hediyelerin hepsini onlara verdim. Kabul ettiler, dediler ki, 'doğru diyorsun, haklısın.' Ben de sevindim. Niye? 'Oradaki millete de bir jest yapalım' dedim. Yani, biz hükümet olduk, orada oturan Ataköy’dekilere de dedik ki: Bakın, buranın katlarını düşürdük, sahilde size bant açtık, terk yaptırdık. Sonra, adam, ne olduysa, on beş gün sonra, yirmi gün sonra geldi “Benim emsalimi düşürdüğünüz kadar bana para iade edeceksiniz.” dedi. Dedim ki: Devlet para iade eder mi ya? İstemiyorsan feshedelim sözleşmeyi, tasfiye edelim seni, zararını da verelim tasfiye edelim, yeniden ihaleye çıkalım. Ondan sonra bu adam böyle tezvirat yapa yapa, tezvirat yapa yapa bizi çok ciddi sıkıntıya… Şahittir, Mehmet Ali Kahraman şahittir, TOKİ’deki Ayşe Çalkan şahittir, onların yanında toplantı yaptık, 7- 8 kişiydi, kabul ettiler. Biz orada bir imar planı yapmadık. Ben onun imarını… Biraz azalttık, gene azalttık. Sonra gitti, nerelere gittiyse gitsin, ondan sonra bize çeşitli şekilde baskı yaptı ama biz gene onun imarını biraz azalttık ama 1,5’e düşüremedim. Yani, 1,5’e düşürüp katını… 2’den 1,5’e. Kabul ettiler önce. Dedim, 'ya, bak, şimdi Bakanlık arkanızda sizin, biz size yardımcı oluruz, gelin bunu düşürelim, etmeyin eylemeyin.' Orada belli o, konuşmalarda belli. Ama konuşmaların hepsini koymadılar ki. Konuşmadan dört tane cümleyi koymuş, öbürünü, alttakileri koymamışlar.

Durum bu, Ataköy’ün durumu yani içler acısı bir durum. Yaptığım bu. Belli zaten, incelense belli. İller Bankası bizim, yüzde yüzü devletin olan, kamu kuruluşu niteliğinde bir şirket. Yüzde yüzü hazineye ait ve benim Bakanlığımın ilgili kuruluşudur. Biz kaynak temini için böyle bir yer aldık. Tamamen rapor yasaya uygundur, rapor düzgündür. Orada yaptığımız her şey dört dörtlük, doğrudur.  Yapılan iş kamunun işi ve yapılan işlerde raporu ben vermiyorum ki raporu bilirkişiler veriyor, bu işin uzmanları veriyor. Rapordan benim haberim olamaz Sayın Başkanım. Rapordan benim nasıl haberim olsun, nasıl ilgileneyim, nasıl bakayım, nereden bileyim? Diyoruz ki bu yer… Sit alanında imar verilmez diye bir şey yok ki. Eğer sit alanı uygunsa, üçüncü derece sitse, ikinci derece sitse, imar şartları da uygunsa, yasalar da müsaade ediyorsa oraya imar yapılabilir. Burada yapılan da, İller Bankası'nın yerine yapılan yer de -daha orada inşaat yapılmadı, eğer yanlışsa iptal edilir imarı.  Beis yok. Boğaziçi ile ilgili biz Büyükşehir'e yazı yazdık, Boğaziçi Kanunu özel bir kanundur, yer ve mekan belli ediyor, ettiği için biz her ne kadar kanun çıkarsak bile sit bölgelerinde, bu kanuna göre bu bölgelerin imar planlarını sizin yapmanız lazım' dedik. Onlar hukuk müşavirliğinden 'Biz bunları yapamayız, sizin yapmanız lazım' diye bize yazı yazdılar, dosyada var bu yazı, onu da size takdim edebilirim. 

Bana Başbakanın hiçbir konuda 'bu işi kesin yapacaksın' dediğini ben hatırlamıyorum. İstanbul’dan KİPTAŞ’tan beri beraber çalışıyoruz. Bize 'işi hızlandır, çabuklaştır, yanlış iş yapma' diye talimat verirdi. Biz de kendisine her konuda yani önemli konularda bilgi arz ederdik. Sayın  Başbakanım, bunun konusu yanlış mıdır, doğru mudur diye tabii ki esas sorumluluğu olan o olduğu için… Yoksa, bize kesinlikle 'Ali Ağaoğlu’nun, yanlış işini yap' der mi? Böyle bir şey yok, var mı tapelerde? Olsa olurdu. Dosyada şahsımla ilgili telefon konuşmalarının bazı cümleleri konuşmanın anlamını bozacak şekilde çıkarılmış, bazı konuşmaların ön ve arka cümleleri alınmış, bazı önemli telefon konuşmaları ise dosyaya hiç konmamıştır. Bu konudaki soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısının 30 Nisan 2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında da delillerin yetersizliği, delil toplama ve iletişim tespitlerinin hukuki olmadığı, varsayıma dayalı olarak bir örgüt oluşturulduğu gerekçeleriyle adeta bir hukuk dersi verilmiştir.

Şahsıma isnat edilmeye çalışılan suçlar hukuken iştirak halinde işlenmesi gereken eylemleri içerip Türk Ceza Kanunu'na göre tek başıma işleyebileceğim suçlar değildir. Hal böyleyken şüphelilerin tamamına takipsizlik verilen bir soruşturmadan ötürü şahsımın suçlanamayacağı açıktır. Esasen soruşturma savcısı kurduğu hayali suç örgütüne tüm çabalarına rağmen beni dahil edememiş, bunun üzerine dosyayla ilişkilendirmek için telefon konuşmalarının anlamını tahrif ederek 'nüfuzumu bu sözde örgüt lehine kullandığım' şeklinde zorlama bir yoruma sığınmıştır. İlişkilendirilmeye çalışıldığım sözde örgüte yönelik yıllarca fiziki ve teknik takip yapılmış olmasına rağmen, ne ben, ne bürokratlarım ne de aile bireylerime yönelik maddi menfaat temini şüphesi uyandırabilecek en ufak bir bulgu dahi bulunmamaktadır. Sonuç olarak, yukarda arz etiğim hususlar, Komisyona verdiğim ifadelerim, ekte sunduğum bilgiler ve tarafımla bağlantısı olduğu iddia edilen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 30 Nisan 2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair karar birlikte değerlendirildiğinde şahsıma yönlendirilebilecek başka bir suç iddiası da bulunmamaktadır."

Komisyon raporunda, Bayraktar'ın malvarlığı incelemesine ilişkin, "malvarlığı araştırması için görevlendirilen bilirkişi tarafından yapılan tetkikat sonucu düzenlenen raporlardan da bakanlık sürecinde ilgili bakan ve yakınlarının malvarlıkları ile gelirleri arasında uyumsuzluk olduğuna ilişkin herhangi bir bulguya rastlanılmadığı anlaşılmıştır" denildi.

Muhabir: Melda Çetiner Karagöz, Coşkun Ergül, Kubilay Çelik, Ali Hakan Der, Esin Işık

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın