NATO 2030 projeksiyonu ve Asya-Avrupa dengesizliği
NATO 2030, bağlayıcı olmamakla birlikte aslında transatlantik ilişkilerin ve küresel güvenlik mimarisinin nasıl şekilleneceğinin bir özeti şeklinde görülebilir.
İstanbul
Son dönemde küresel jeostratejik durum değişiyor: Asya’nın ön plana çıkması Asya’da daha fazla, Avrupa’da ise daha az ABD etkinliği anlamına geliyor. Transatlantik değerler ve çıkarlar da daha kırılgan hale geliyor. Brexit’in de gösterdiği gibi, Avrupa’nın birliği tartışmaya açılıyor. NATO’nun öngörü ve stratejisi Avrupa’nın bu durumla nasıl başa çıkacağı konusunda siyaseti belirliyor. NATO ve ABD, Avrupa’nın hayat sigortası olarak görülüyor ancak çerçeve koşulları temelden değişirse, Avrupa’nın tüm savunmasının yeniden düşünülmesi gerekebilir. Bu ayrıca küresel güvenlik ekosistemini de derinden etkileyecek, siyasi rekabet ve işbirliği alanlarında temelleri tartışmaya açacak bir durum. NATO 2030 stratejisi tüm bu meydan okumalara, Avrupa’nın taleplerine ve ABD dış politika ve güvenlik siyasetine uyumlu şekilde cevap bulma çabasında.
1949’daki kuruluşundan bu yana, ABD önderliğindeki Batı’nın silahlı kolu olarak NATO’nun açık bir düşmanı vardı: Sovyetler Birliği. Bu rakip 1990’ların başında ortadan kaybolduğunda, yeni bir amaç çabucak bulunmalıydı. ABD’de yapılan değerlendirmelere dayanarak o andan itibaren amaç, Batı üstünlüğünü korumak ve mümkünse genişletmek için askeri müdahaleleri kullanmaktı. Bu hedef, Kasım 1991’de Roma Zirvesi’nde zaten kabul edilmiş olan yeni NATO stratejisine yansıdı. Doğu Bloku’ndan kaynaklanan “öngörülebilir” tehdidin yerini artık “çok yönlü” tehditlere bıraktığı belirtildi. O zamanlar bu, kitle imha silahlarının yayılmasını, terörizmi ve aynı zamanda önemli hammadde akışlarının kesilmesini de içeriyordu.
Bu yeni strateji NATO’nun resmî bir savunma ittifakından, ittifak toprakları dışındaki görevler için de bir müdahale ittifakına dönüşmesini, Nisan 1999’da yeni bir stratejik kavramın kabul edilmesiyle birlikte kesinleştirdi ve somutlaştırdı. NATO’nun Yugoslavya’ya karşı Birleşmiş Milletler (BM) yetkisi olmadan operasyon düzenlemesiyle ittifakın yeni temel görevi de ilan edilmiş oldu. İttifak, buna benzer müdahalelerinin Rusya’nın (hatta Çin’in) BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkıyla engellenmesini istemediğinin altını çizmek için, gelecekte muhtemelen BM yetkisi olmaksızın askeri müdahalelerde bulunma niyetinde olduğunu da vurgulamış oldu.
NATO üyesi devletler geçen yıl silahlanma ve ordu için Çin’in harcamalarının dört katına tekabül eden 1 trilyon ABD dolarından fazla para harcadı. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne (SIPRI) göre, Çin, askeri harcamalarını geçen yıl 266 milyar ABD dolarına eşdeğer artırdı. Bu, nüfusuna oranla kişi başı 190 ABD dolarına denk geliyor.
Buna karşılık, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından kabul edilen üçüncü strateji belgesi (Kasım 2010) öngörülmeyen yeni açılımlar getirmedi. Rusya ile ilişkiler bugün olduğu kadar artmamıştı ve Çin’den hiç söz edilmiyordu.
2014 yılından itibaren Rusya ile ilişkilerde büyük ölçüde Batı’dan kaynaklanan artış zamanlama olarak önemliydi. Sonuçta bu, “bir Rus genişleme iradesine karşı” bir siper olarak NATO’nun etkinliğini gösterdi. Yıllar geçtikçe, rakip kümelenmesi odak kaydırdı ve Çin’in ekonomik ve siyasi genleşmesi askerî olarak da dikkat gösterilmesi gereken başka bir özne olarak ön plana çıkmaya başladı.
Bir askeri ittifak olan NATO, kendisini “daha barışçıl bir dünyanın garantörü” olarak adlandırmayı seviyor, ancak son zamanlarda müttefikler arasındaki pek çok siyasi çekişme beraberinde evvela içerideki birliğin sağlanmasına dair eleştiri ve soru işaretlerini getirdi. ABD Başkanı Donald Trump’ın söylem ve eylemleri önce ABD’nin, ardından da bazı ittifak üyelerinin NATO’ya sadakatleri konusunda şüphe uyandırdı. Müteakiben ABD’nin Almanya’dan asker çekme kararı ve iki NATO üyesi Türkiye ile Yunanistan’ın askeri olarak karşı karşıya gelmesi özellikle diğer üyelere ittifakın geçerliliğini sorgulattı. Tüm bu gelişmeler, Kasım 2019’da Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ittifak için yaptığı “beyin ölümü” teşhisi derecesinde eleştirilerin gelmesine neden oldu.
O zaman neredeyse tüm müttefikler bu teşhise tepki gösterdi ve NATO’ya ateşli taahhütlerde bulundular. Fakat yine neredeyse hepsi temel bir soruya cevap vermekten kaçındı: Bu hâlâ gerçek bir ittifak mı? Macron’a göre NATO askeri olarak çalışmasına devam etmekle beraber politik olarak ittifakı sağlayamıyor ve müttefiklerin siyasi ve stratejik çıkarları ister Rusya’ya ister terörizme yönelik olsun, birbirinden gitgide uzaklaşıyor.
Buna müteakip Aralık 2019’da Londra’da düzenlenen NATO zirvesinde ittifakın nasıl daha güçlü hale gelebileceği" konusunda bir "tefekkür süreci" başlatılması kararlaştırıldı ve bunun sonucunda Nisan 2020’de NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg tarafından özel olarak seçilen bir grup uzman, ittifakın yeniden canlandırılması konusunda bir rapor hazırlamakla görevlendirildi. Almanya’nın eski Savunma ve İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere (CDU) ve ABD’nin Avrupa ve Avrasya İşlerinden sorumlu eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Aaron Wess Mitchell, 10 kişilik uzman grubuna başkanlık ettiler.
Bir şekilde Macron’un teşhisine yanıt olarak kurulan bu uzman grubunun eşbaşkanı Maiziere, NATO’nun “kesinlikle bir iç tahribat yaşamakta” olduğunu doğrulasa da beyin ölümü söylemi için, “Bu bir provokasyondu. Ancak bu süreci harekete geçirdiği için faydalı oldu” dedi. Maiziere’e göre dış tehdit durumu da değiştiğinden, ittifakı yenilemenin zamanı gelmişti.
NATO’yu Washington ruhuna uygun şekilde “Rusya’ya karşı daha ileri farkındalık ve tedbirlere, Çin ile de sistematik rekabete” uyumlu hale getirmek için bir çalışma olduğu aşikâr. Bununla birlikte Biden, Donald Trump’ın Çin’e yönelik agresif politikasına devam edeceğini çoktan duyurdu. Avrupa ile güvenlik ve savunma ilişkilerinde NATO’ya bağlılığını da ilan eden Biden, Avrupa’da bazı kanatlar tarafından hoş karşılanmadı.
Belirlenen bu uzman grubu Batı savunma ittifakının uyumlu hale getirilmesi için aylardır eylem önerileri hazırladılar. NATO diplomatlarına göre rapor, Macron’un iddialarına ve ittifakın geleceğe yavaş uyum sağladığına yönelik genel eleştirilere karşı NATO ittifakının Batı’nın temel taşı olarak daha siyasi bir rol üstlenmesi gerektiğini savunan bir cevap niteliğinde.
Daha fazla birlik, daha hızlı kararlar
“NATO 2030: United for a New Era” (NATO 2030: Yeni Bir Çağ için Birliktelik) başlığını taşıyan raporda 138 tavsiye listelenmiş. Uzman grubu, iç birliği güçlendirmek (veya onu yeniden tesis etmek) için, kararların daha hızlı alınmasını tavsiye ediyor. Bu hızlı karar alma sürecini de onlarca yıldır yürürlükte olan ve NATO tarafından neredeyse bir sığınak gibi korunan oybirliği ilkesini yumuşatarak sağlamayı öneriyor.
Maiziere, uzlaşma ilkesinin “koltuğumda kalıyorum ve her zaman ‘hayır’ diyorum” durumuna izin vermemesi gerektiğini söyleyerek bu durumun ittifakın yoluna taş koyacağı uyarısında bulunuyor. Oybirliği ilkesinin tamamen tersine çevrilmesi mümkün görünmese de sadece doğrudan bakanlık düzeyinde veto edebilme yöntemi ile ablukaların daha da zorlaştırılması isteniyor. Ancak Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas, “NATO savaş veya barışla ilgilidir” diyerek oybirliğinden sapmanın olası olmadığını düşünüyor. Bu öneri ayrıca çeşitli nedenlerle özellikle Türkiye, İngiltere ve Doğu Avrupalılar başta olmak üzere birçok üyenin de direnişiyle karşılaşacak gibi görünüyor.
Savunma bakanlarının NATO Genel Merkezi ve müttefik başkentlerinde farklı formatlarda yapacakları daha fazla toplantının yanı sıra dışişleri bakanlarının da sıklıkla resmî toplantılar yapması ittifakın ortak siyaset geliştirmesinde etkili görülüyor. Askeri meselelerin savunma ve güvenlik boyutunu genişleten bu fikir, NATO’nun olgu/olay odaklı etkinliğini artıracağı gibi devletlerin birbirleriyle ilişkilerini de kuvvetlendirmeyi amaçlıyor. Uzmanlar ayrıca NATO ülkelerinin birbirlerini sürekli olarak şaşırtmaması için önemli kararlar vermeden önce birbirlerini bilgilendirmek için bir “gönüllü taahhüt” (voluntary commitment) sistemi öneriyor.
Bir askeri ittifak olan NATO, kendisini “daha barışçıl bir dünyanın garantörü” olarak adlandırmayı seviyor, ancak son zamanlarda müttefikler arasındaki pek çok siyasi çekişme beraberinde evvela içerideki birliğin sağlanmasına dair eleştiri ve soru işaretlerini getirdi. ABD Başkanı Donald Trump’ın söylem ve eylemleri önce ABD’nin, ardından da bazı ittifak üyelerinin NATO’ya sadakatleri konusunda şüphe uyandırdı.
NATO’ya Asya tehdidi: Genetiğindeki Rusya ve yükselen Çin
NATO’nun kuruluş amacı olan Sovyetler Birliği’nin yıkılması, Soğuk Savaş’ın bitmesi ve farklı tehditlere uyum sağlama süreci devam etse de Rusya, ittifakın metinlerinde yer almaya, politika belirlemede etkin olmaya devam etti. Bir süredir sürdürülen o tanıdık, diyalog ve caydırıcılığın karışımından oluşan iki yönlü yaklaşım, Moskova’ya karşı koymanın en etkili yolu olarak görülmeye devam ediyor.
Rusya NATO’nun tehdit odaklarından biri olarak teyit edilse de rapor, ittifakın Moskova ile “barış içinde bir arada yaşama konusunu tartışmaya açık olduğunu” ancak herhangi bir düşmanca harekete derhal yanıt verme yeteneğinden mahrum kalmadığını ileri sürüyor.
Çin ise Batı’nın umduğu iyi huylu ticaret ortağı değil, bu yüzyılın yükselen gücü olarak görülüyor. Raporda Çin, yalnızca ABD için değil, Avrupa için de potansiyel bir askeri tehdit olarak tanımlanıyor ve bu da Pekin’i NATO’nun 30 Batılı ülkesinin toplu savunma sistemine bir meydan okuma haline getiriyor. Rapora göre, Çin’in askeri gücünü uzun vadede yalnızca Avrupa-Atlantik bölgesine değil, aynı zamanda küresel olarak yansıtma olasılığı giderek artıyor.
İttifakın Çin’e karşı artan dikkati, esas olarak Çin’in barışçıl bir şekilde küresel bir süper güce evrilme girişiminin kabullerini yerine getirememesinden kaynaklanıyor. Rapor Çin’in hem askeri modernizasyonunun hızını hem de Hint-Pasifik bölgesindeki komşularına karşı ekonomik baskı ve diplomasi yoluyla güç kullanımını sorguluyor. Çin’in Kasım 2020’de bölgedeki 15 ülke ile imzaladığı Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) serbest ticaret anlaşmasını düşündüğümüzde, hissedilen riskin kaynağı anlaşılmış oluyor.
Çin, Avrupa-Atlantik bölgesine mutlak bir askeri tehdit oluşturmazken, askeri erişimini Atlantik, Akdeniz ve Kuzey Kutbu’na doğru genişlettiği, Rusya ile savunma bağlarını derinleştirdiği, uzun menzilli füzeler, uçaklar ve uçak gemileri ile küresel erişime sahip, geniş uzay tabanlı yeteneklere ve daha geniş bir nükleer cephaneliğe sahip nükleer denizaltılar ile savunma/saldırı kabiliyetini artırma çalışmalarında olduğu biliniyor. Raporda, özellikle nükleer silahlar ve balistik füzeler bağlamında, gelecekteki silah kontrolü müzakerelerinde Çin’le kurulacak temasın dikkate alınmasının çok önemli olacağı vurgulanıyor.
NATO ülkeleri Çin tarafından tehdit ediliyorsa, tabiatı gereği ittifakın koruma sağlamada etkili bir aktör olma yeteneğini gösterebilmesi gerekiyor. Bu nedenle rapor, Çin’in müttefiklerin güvenliğini zayıflatan faaliyetlerini önceden tahmin etme ve bunlara tepki verme yeteneğini artırma ihtiyacını vurguluyor. Rapor, NATO’ya, Çin’in oluşturduğu güvenlik sorunlarına zaman ve siyasi kaynak ayırmasını, somut adımlar atmasını ve bir strateji koordine etme ve müttefiklerin güvenliğini koruma becerisini geliştirmesini tavsiye ediyor.
Belgenin yazarlarına göre NATO’nun, Çin’in teknolojik gelişiminin sonuçlarını değerlendirmek, ittifakın toplu savunmasını, askeri hazırlığını veya direncini etkileyebilecek herhangi bir Çin faaliyetine karşı kendisini hazırlamak ve savunmak için çabalarını genişletmesi gerekiyor. Önümüzdeki on yıl içinde Çin, NATO’nun kritik altyapısını koruma, 5G gibi gelişmekte olan teknolojilere uyum sağlama ve tedarik zincirleri de dahil olmak üzere ekonomisinin hassas sektörlerini koruma kapasitesine meydan okuyabilecek bir seviyeye erişecek.
Rusya NATO’nun tehdit odaklarından biri olarak teyit edilse de rapor, ittifakın Moskova ile “barış içinde bir arada yaşama konusunu tartışmaya açık olduğunu” ancak herhangi bir düşmanca harekete derhal yanıt verme yeteneğinden mahrum kalmadığını ileri sürüyor.
Raporda ayrıca, ekonomik cephede Çin tehdidi konusuna değinilerek, Avrasya’daki ticari altyapıların iyileştirilmesi için stratejik bir proje olan Yeni İpek Yolu ve Çin’in teşvik ettiği 17+1 platformu ve “Kuşak Yol İnisiyatifi (BRI)” formatlarına atıfta bulunuluyor. Bu formatlarda Çin ile ekonomik ilişkiler müttefik ülkelerin siyasetlerine etki edeceği endişesiyle NATO bağlılığını koruma çabası raporda yer alıyor.
NATO’nun ön alma stratejisi olarak temasa geçtiği “Hint-Pasifik ortakları” ve özellikle Çin’in bölgesel rakibi Hindistan, yeni dönemdeki önemli ortaklar olabilir. Stratejik gerekliliklerden dolayı, Tayvan veya diğerleri için bir güvenlik garantisi verilmesi ve diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerin ilerlemesi, NATO’nun transatlantik bir ittifaktan Hint-Pasifik ittifakına geçeceği endişelerine neden olsa da rapor böyle bir öngörüde bulunmuyor.
Atlantik’in iki kıyısındaki durum: NATO ve Avrupa
Rapor, ABD’nin Avrupa’dan çekilmesi ve değişen tehditler karşısında gergin olan AB’nin Haziran 2020’de aldığı karar doğrultusunda 2022’ye kadar kendi “Stratejik Pusula” ve askeri doktrini üzerinde çalışmaya başladığı bir zamanda hazırlandı.
Beyaz Saray’daki değişikliğin Avrupalı müttefiklere karşı düşmanca tavrı tersine çevirme ihtimaline rağmen, Avrupa’nın ABD’den bağımsız olarak askeri gücünü artırması gerekip gerekmediği konusunda giderek artan bir tartışmanın ortasında, rapor ile birlikte, cesurca adımlar atılması gerekiyor. NATO diplomatları, rapordaki tavsiyelerin ABD seçim sonuçlarını tamamen hesaba katmadığını, ama bir başkan değişikliği durumunda da geçerliliğini koruyacağına inanıyorlar.
Uzman grubunun eşbaşkanı Maiziere, AB’nin askeri olarak daha bağımsız hale gelmesi, hatta kendi “Avrupa ordusunu” kurması gerektiği fikrini yok sayamadı. Bu tartışma içinde Alman siyasetçi, NATO dışında bir “stratejik özerkliği” mantıklı bulmuyor. Aksine, AB’nin NATO içindeki yeteneklerini güçlendirmesi gerektiğini vurgulayan Maiziere, “Biraz daha az büyük sözler ve biraz daha fazla eylem, Avrupa güvenlik politikası ve aynı zamanda ittifak için iyi olacaktır” diyerek konu hakkında çokça söylemde bulunan Avrupalı siyasetçileri uyarıyor.
Uzmanlar, NATO ve AB arasındaki ilişkide askeri hareketlilikle ilgili prosedürler de dahil olmak üzere tüm müttefiklere eşit şekilde uygulanması gereken tutarlı bir yaklaşım ve sinerji izlenmesi önerisiyle, işbirliğinin bir adım öteye taşınacağını öngörüyor. Fakat, Avrupa’da NATO’nun, güçlü toplu savunma için, transatlantik çerçeve ile müttefikler arasında güvenlik istişareleri ve kararlarında temel forum olmaya devam ettiğinin kabul edilmesi ön şartı, ilişkilerdeki NATO öncüllüğünü vurgular nitelikte.
NATO’nun “beyin ölümü” teşhisiyle birlikte Fransız Cumhurbaşkanı Macron tarafından dile getirilen “Avrupa stratejik özerkliği” fikri, daha güçlü Avrupa savunmasının NATO’ya sağlayacağı katkıdan dolayı destekleneceği söylemi üzerinden Macron’un vurgulamaya çalıştığı odaktan uzaklaştırıldı.
NATO oybirliğiyle yeni bir döneme girerse, bu, açıkçası, ABD liderliğinde olacaktır. Altmış yedi sayfalık rapordaki birçok maddenin, ABD egemenliğini daha da güçlendirecek ve Avrupalılar için stratejik özerklik önerilerini de buna tabi kılacak şekilde şekillendiği görülüyor. Keza oybirliği ilkesinin kaldırılmasına yönelik düşünceler de nihayetinde NATO’nun (ve AB’nin) büyük devletlerinin küçüklerin fikirlerine daha az önem verdikleri/verecekleri eleştirisi ile birlikte anılıyor.
Transatlantik ilişkilerin alacağı hal Biden yönetimine bağlı
2030 vizyonu için NATO’ya pandemiler, çevre ve sağlık gibi konularda da yeni rotalar çizmesi için öneriler sunan raporda genel olarak yeni tehditlere uyum ve siyasi istişare mekanizmaları öne çıkıyor.
NATO’da transatlantik ilişkilerin alacağı hal, yeni seçilen ABD Başkanı Joe Biden’a bağlı. 20 Ocak 2021’de yemin ettikten sonra, Birleşik Devletler Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı Brüksel’deki zirveye davet edilecek ve ABD Başkanı Donald Trump’ın transatlantik ilişkilerde derinleştirdiği çatlaklar hızla doldurulmaya çalışılacak gibi görünüyor.
NATO’yu Washington ruhuna uygun şekilde “Rusya’ya karşı daha ileri farkındalık ve tedbirlere, Çin ile de sistematik rekabete” uyumlu hale getirmek için bir çalışma olduğu aşikâr. Bununla birlikte Biden, Donald Trump’ın Çin’e yönelik agresif politikasına devam edeceğini çoktan duyurdu. Avrupa ile güvenlik ve savunma ilişkilerinde NATO’ya bağlılığını da ilan eden Biden, Avrupa’da bazı kanatlar tarafından hoş karşılanmadı.
Çin’e karşı tüm bu uyarı ve tedbirlere karşın gelişen reaksiyon, rakamsal bazı veriler ile durumun güvenlikten öte olduğunu kanıtlamaya çalışır nitelikte. Ortaya konulan gerçek şu ki, yalnızca NATO üyesi ABD’nin 5 bin 800 nükleer savaş başlığı varken Çin’in sahip olduğu 320 başlık kabaca NATO üyeleri Fransa (290) ve İngiltere (215) ile aynı seviyede. ABD’nin dünya genelinde yaklaşık 800 askeri üsten oluşan küresel bir ağı bulunurken, Çin’in kendi ülkesi dışındaki tek askeri üssü Cibuti’de.
NATO üyesi devletler geçen yıl silahlanma ve ordu için Çin’in harcamalarının dört katına tekabül eden 1 trilyon ABD dolarından fazla para harcadı. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne (SIPRI) göre, Çin, askeri harcamalarını geçen yıl 266 milyar ABD dolarına eşdeğer artırdı. Bu, nüfusuna oranla kişi başı 190 ABD dolarına denk geliyor. NATO silahlanma politikası bu orandaki artışa karşı çıkıyor ama aynı dönemde ABD’nin askeri harcaması nüfusuna oranla kişi başı 2 bin 200 dolardan fazla. Diğer taraftan, birkaç yıl içinde Almanya askeri harcamada Rusya’nın önüne geçerek, Avrupa’da en çok harcama yapan askeri güç haline gelecek.
1949’daki kuruluşundan bu yana, ABD önderliğindeki Batı’nın silahlı kolu olarak NATO’nun açık bir düşmanı vardı: Sovyetler Birliği. Bu rakip 1990’ların başında ortadan kaybolduğunda, yeni bir amaç çabucak bulunmalıydı. ABD’de yapılan değerlendirmelere dayanarak o andan itibaren amaç, Batı üstünlüğünü korumak ve mümkünse genişletmek için askeri müdahaleleri kullanmaktı.
NATO diplomatları, askeri harcama grafikleri, dış politika vizyonu, ekonomik ilerlemesi ve Arktik’ten Afrika’ya NATO topraklarına yaklaşma stratejisini göz önüne aldığında, ortak Batı değerlerini paylaşmayan Çin’in diğer ülkeleri, özellikle ekonomik olarak sindirmeye çalıştığı yorumunu yapıyorlar. Çin’in BRI gibi formatlarla kalkındırdığı Asya ve Doğu Avrupa ülkelerinde NATO’nun nüfuz kaybetme ve Çin’in nüfuz kazanma olgusu her ne kadar “sindirme” olarak görülse de orta vadede bölgesel dinamikleri değiştireceği tahmin edilebilir.
Avrupa’da ise Biden’ın NATO’ya bağlılığı, stratejik özerklik ve Avrupa ordusu gibi savunma yönetiminde ABD etkisini azaltacak adımları sekteye uğratacak gibi görünüyor. Macron’un NATO aleyhindeki söylemlerinin ardından Fransa ve Almanya’nın yüksek orandaki askeri harcama artışı bu duruma hazırlık gibi görünebilirdi. Fakat bugün yeni bir strateji için çalışmalara başlanması gerekiyor. Özellikle liderler zirvesinde bu konuda vizyon adımları belirlenebilir.
NATO’nun oybirliği ilkesindeki taviz ve ittifak içinde yer almayan AB üyesi devletlerle işbirliği ise tartışmaya çok açık. İttifak içinde iki ayrı taraf olarak görülebilecek Fransa ve Türkiye bile bu dönüşüme ortak direnç sergileyebilir.
NATO 2030, bağlayıcı olmamakla birlikte aslında transatlantik ilişkilerin ve küresel güvenlik mimarisinin nasıl şekilleneceğinin bir özeti şeklinde görülebilir. Yeni dönem NATO’da hem iç hem dış risklerin yönetilmesini gerektiren zorlu bir süreç olacak.
[Dış politika, güvenlik ve strateji konuları üzerinde çalışan Tolga Sakman Diplomatik İlişkiler ve Politik Araştırmalar Merkezi (DİPAM) Başkanıdır]