Dolar
39.41
Euro
45.50
Altın
3,433.40
ETH/USDT
2,549.00
BTC/USDT
105,713.00
BIST 100
9,311.88
Analiz

ABD, İsrail’i İran’a karşı bir “sopa” olarak mı kullandı?

ABD Başkanı Trump’ın bir yandan İran’la müzakere yürütüp diğer yandan İsrail’in saldırısına yeşil ışık yakması doğal olarak kafaları karıştırdı.

Mehmet Kancı  | 15.06.2025 - Güncelleme : 15.06.2025
ABD, İsrail’i İran’a karşı bir “sopa” olarak mı kullandı?

İstanbul

Gazeteci Mehmet A. Kancı, İsrail’in İran’a saldırılarının arkasındaki ABD desteğini AA Analiz için kaleme aldı.

📲 Artık haberler size gelsin
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı

***

İran’ın yaklaşık 22 yıldır tartışılan nükleer programı, en azından benim beklediğim şekilde bir İsrail saldırısıyla yüzleşti. İsrail daha önce de 1981 yılında Irak’ın, 2007 yılında ise Suriye’nin nükleer programlarını ortadan kaldırmak için hava kuvvetlerini kullanmıştı. Orta Doğu hatta Kuzey Afrika’da İsrail haricinde nükleer silah sahibi güç istemeyen ABD, hem Irak hem de Suriye’ye yönelik saldırılara perde arkasından destek vermişti.

13 Haziran’da sorunun silahlarla çözülmeye çalışıldığı yeni bir döneme girildi ve bu durumla ilgili olarak uluslararası kamuoyunun gündeminde iki temel soru öne çıktı; Bu çatışma ne kadar sürecek, çatışmanın çapı coğrafi düzeyde ne kadar genişleyecek? İkinci soru içerisinde aranan yanıtlar arasında Orta Doğu’daki ABD üslerinin İran tarafından hedef alınması durumunda, ABD’nin de İsrail’in yanında aktif olarak saldırılara katılıp katılmayacağı da yer alıyor.

İran, ABD’nin müzakerelere ihanetini affeder mi?

ABD Başkanı Donald Trump'ın bir yandan İran’la müzakere yürütüp diğer yandan İsrail’in saldırısına yeşil ışık yakması doğal olarak kafaları karıştırdı. İran cephesi, pazar günü Umman’da yapılması planlanan 6. tur görüşmeler öncesinde ABD’nin bu saldırıya izin vermesini kendilerine ihanet olarak görüyor ve bir tuzağa çekildiklerine inanıyor.

ABD tarafı ise büyük ihtimalle kendi topraklarında yüzde 60 ve üzerindeki oranda uranyum zenginleştirme konusunda ısrar eden İran’a karşı İsrail’i bir “sopa” olarak kullanarak anlaşmayı kolaylaştıracaklarını düşündüler. Ancak İsrail’in saldırıları muhtemeldir ki onların tahmin ettiği yıkıcılık düzeyinin ötesine geçti.

ABD yönetimi, 13 Haziran’da olmasa bile, eninde sonunda İsrail’in İran’ın nükleer programına yönelik saldırısını desteklemek zorunda kalacaktı. Şunu unutmamak gerekir ki, 1960’lı yıllardan itibaren, İsrail devletinin korunması ABD’de hükümetler üstü bir mesele olarak ele alınmaktadır ve Trump yönetimi de bundan muaf değildir. Trump’ın ikinci kez Başkanlık koltuğuna oturmasında, ABD Kongresi’nin her iki kanadındaki üyelerin yüzde 90’ını finanse eden Yahudi lobilerinin rolleri göz ardı edilemez. ABD’nin İsrail'e desteğinin bir başka sebebi ise İran’ın bugün sahip olduğu nükleer yeteneklere ulaşmasındaki rolüdür.

İran’ın nükleer programının temeli: Made in USA

İran’ın nükleer dünyaya adım atması 1950 yılında ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower’ın başlattığı “Barış İçin Atom” programı ile mümkün oldu. Bu program, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ne (SSCB) karşı Batı’nın yanında yer alan ülkelerin, barışçıl amaçlı nükleer enerjiye ulaşması için tasarlanmıştı.

1967 yılına gelindiğinde ABD, Şah Rıza Pehlevi yönetimine bir nükleer araştırma reaktörü temin etti. Dahası bu reaktörü çalıştırmak için gereken yüzde 93 oranında zenginleştirilmiş uranyum da yine ABD kaynaklıydı. Bu süreçte İsrail ve ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki olan İran’ın nükleer enerjiye ulaşmasının tabii ki bir mahsuru yoktu. Ancak 1979 yılındaki devrimle beraber ABD-İsrail ikilisi, kendi yarattıkları canavarla karşı karşıya kaldılar.

Her ne kadar Irak-İran Savaşı, İsrail ile Tahran’daki yeni yönetimi Saddam Hüseyin’e karşı sınırlı bir işbirliğine yöneltse de İsrail’in 1982 yılında Lübnan’ı işgaliyle, cepheler keskinleşti. İsrail medyası 1984 yılından itibaren İran’ın her an nükleer silah sahibi olabileceği tehdidini işleyerek dünyayı korkutma çalışmalarına başladı.

1990’lı yıllarda Buşehr nükleer santralinin inşaatının yeniden hız kazanması, İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer teknoloji geliştirdiği iddiasına rağmen nükleer silah üretebileceği endişesini daha da artırdı. Nitekim 2003 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının (UAEA) yaptığı denetimlerde, 13 Haziran günü defalarca İsrail saldırılarına hedef olan Natanz nükleer tesisinin varlığı ortaya çıkarıldı.

Buradan yola çıkarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki İsrail en az 22 yıldır İran’ın nükleer programını yok etmeye yönelik sistematik bir çalışma yürüttü. Nükleer programda çalışan İranlı bilim insanlarına dair bilgilerin toplanması, tesislerin yerlerinin tespiti gibi faaliyetler aralıksız devam etti. Uzun lafın kısası, ABD yönetimleri İran’ın nükleer kabiliyetlerinin bu noktaya gelmesinde kendi sorumlulukları olduğu inancıyla karar alıyorlar.

ABD değil ama CENTCOM?

Gelelim, ABD’nin İsrail’e 13 Haziran’daki saldırılarda yardım edip etmediği konusuna. Bu noktada "Hangi ABD?" sorusunu sormakta fayda var. 1985 yılında kurulan ve 1990’lı yıllarda Irak’a yönelik saldırılarla aktif hale getirilen Amerikan Merkez Kuvvetler Komutanlığının (CENTCOM) “devlet içerisinde devlet gibi” hareket ettiğine dikkati çekmekte fayda var.

CENTCOM komuta heyeti 2023 yılından bu yana ABD’nin Orta Doğu’daki askeri gücü olarak davranmaktan ziyade, İsrail’in savunmasını üstlenmiş durumda. Dolayısıyla CENTCOM’un yetki alanındaki üsler, elektronik istihbarat kabiliyetleri, tanker uçakların 13 Haziran’dan başlayarak İsrail’e destek vermediklerini düşünmek fazla iyi niyetli bir davranış olur.

Nitekim İran yönetiminin ilk 48 saatte yaptığı açıklamalara baktığımızda, İsrail saldırılarına ABD’nin desteğine kesin bir inanç içindeler. Peki bu durumda, Körfez ülkeleri ve Irak’taki ABD üsleri İran tarafından hedef alınabilir mi? İran bugün geldiği noktada, vekil güçleri Hamas, Hizbullah ve Esad yönetiminin ortadan kaldırılması ya da etkisizleştirilmeleriyle beraber bir beka mücadelesi ile karşı karşıya kaldığının farkında.

Bu durumda İran, ABD’yi de savaşın içerisine çekmekten kaçınmayacaktır. Ancak burada iki soru ortaya çıkıyor; İsrail’in saldırıları İran’ın nükleer programını ortadan kaldırabilir mi? Ve ABD 1991 yılından sonra 12 yıl boyunca Irak’ı da mütemadiyen bombalamış ve ağır yaptırımlarla yıpratmış ancak işgal edene kadar Saddam Hüseyin’i durduramamıştı. Irak’ta işe yaramayan bombalamalar ve ambargolar İran’da işe yarayacak mı?

Bilim insanı Albert Einstein’ın sözünde ifade ettiği gibi “Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek deliliktir.” Yani İran’da bir rejim değişikliği gerçekleşmediği müddetçe 13 Haziran’da atılan adımın sonuca ulaşması mümkün görünmemektedir.

Rejim değişikliği halinde ise bölge jeopolitiği açısından ortaya çıkacak en önemli soru İran’ın toprak bütünlüğünü muhafaza edip edemeyeceği olacaktır. Doğudan batıya, kuzeyden güneye İran’ı oluşturan farklı etnik ve dini grupların, 20. yüzyıl da dahil olmak üzere, ne Şahlık döneminde ne de Ayetullah rejimi altında totaliter yönetim dışında bir yönetim biçimiyle yaşama tecrübesi olmadığı düşünülürse, içinde bulunduğumuz sürecin sadece bir nükleer programın sona ermesiyle bitmeyeceği açıktır.

[Gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın