Dolar
32.37
Euro
34.96
Altın
2,233.04
ETH/USDT
3,562.40
BTC/USDT
70,303.00
BIST 100
9,079.97
Analiz

G20 zirvesi ve ticaret savaşlarının geleceği

G20 zirvesinin gündeminde resmi tartışma başlıkları ortaya konmakla birlikte, liderlerin dikkati ticaret savaşları gündemine odaklanmış durumdaydı.

03.12.2018 - Güncelleme : 03.12.2018
G20 zirvesi ve ticaret savaşlarının geleceği

İSTANBUL - Sadık Ünay

Dünya ekonomisine yön veren gelişmiş ve yükselen güçlerin liderleri Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te yapılan G20 13. Liderler Zirvesi için bir araya geldi. 2008 küresel ekonomik krizi sonrasında oluşan katılımcı yönetişim ve krize birlikte tepki verme atmosferinde ciddi bir oluşum olarak öne çıkan G20, elbette aradan geçen sürede öneminden çok şey kaybetti. Tabir caizse, köprülerin altından çok sular aktı ve G20’nin önde gelen üyelerinde ciddi siyasi dönüşümler ortaya çıktı ki bu değişimler de küresel sistemde katılımcı yönetişim gündemini giderek zayıflattı.

ABD yönetiminde George W. Bush’un Obama’ya devrettiği (ve aynen sürdürülen ender projelerden biri olan) G20, Obama yönetiminin küresel krizden çıkış stratejileri içinde önemli bir yer işgal etti. Hatta başta Çin ve Hindistan olmak üzere BRICS ülkeleri gibi, küresel ekonomik sistemi yöneten kurumsal mekanizmalardan memnun olmayan grupları; Avrupa Birliği, Afrika Birliği, ASEAN, Mercosur, Caricom gibi önemli bölgesel birlikleri; Rusya ve Suudi Arabistan gibi önemli enerji oyuncularını bünyesinde barındıran bu platform, küresel problemlere yönelik ortak kararların alınmasını kolaylaştıracak bir iletişim zemini olarak görüldü. Ancak Trump yönetiminin izlediği tek taraflılık, korumacılık ve ticaret savaşları gündemi, G20’nin arkasındaki ana hegemonik gücün geri çekilmesi anlamına geldiği için, katılımcı yönetişim umutlarını büyük ölçüde suya düşürdü. Dolayısıyla Buenos Aires’teki G20 zirvesine gidilirken önceki yılların iyimser beklentilerinden daha çok, özellikle ABD ve Çin arasında tırmanan ticaret savaşlarını yumuşatabilecek adımların atılıp atılamayacağına dair endişeler öne çıktı.

G20 13. liderler zirvesine katılan küresel liderlerin profillerine baktığımızda, ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Almanya, Japonya, Türkiye, İtalya, Brezilya, Kanada, Avustralya, Fransa, Hindistan, Endonezya, Meksika, Güney Kore, Suudi Arabistan, Güney Afrika ve Arjantin’in en üst düzeyde temsil edildiklerini görüyoruz. Ayrıca G20 üyesi olmamakla birlikte G20 zirvelerine sürekli davetli olarak katılan İspanya, Hollanda ve Şili liderleri de Buenos Aires’teydiler. Bu isimlere ek olarak, Avrupa Komisyonu ve Konseyi başkanlarıyla birlikte Caricom adına Jamaika başbakanını, Afrika Birliği adına Rwanda cumhurbaşkanını, NEPAD adına Senegal cumhurbaşkanını ve ASEAN adına Singapur başbakanını da zikretmek gerekiyor. Gerçi Singapur da tıpkı Hollanda, İspanya ve Şili gibi G20 liderler zirvelerinin gedikli davetlilerinden ve bir nevi de facto G20 üyesi sayılabilir.

Bu yılki G20 zirvesinin resmi gündeminde sağlık politikaları, küresel çelik üretiminde fazla kapasite, enerji, finans, ticaret ve yatırımlar, dijital ekonomi, tarım ve bilgi ekonomisi gibi resmi tartışma başlıkları ortaya konmakla birlikte, daha önce de belirttiğimiz gibi, tüm liderlerin dikkatleri ticaret savaşları gündemine odaklanmış durumdaydı.

Zira bu yıl içinde Trump yönetimi ve Çin arasında karşılıklı sert siyasi söylemler, sanayi casusluğu ithamları ve çelik, alüminyum gibi sektörlerdeki tarife artışlarıyla başlayan ticaret savaşları, küresel ekonominin önde gelen tüm aktörlerini endişeye sevk etmiş durumda. Son yıllarda dünya ekonomisinin başlıca imalat sanayi üssü haline gelen Çin ile en önemli tüketim pazarı ve finans ile yüksek teknoloji merkezi olan ABD arasında giderek yükselen tansiyon, küresel ekonomideki büyüme dinamiklerini derinden etkileyebilecek olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyor. ABD ekonomisi büyüme, istihdam ve diğer birçok parametrede tarihi rekorlar ortaya koyup FED’in faiz artışlarıyla ilgili takvime odaklanmışken, Çin’de ihracat rakamları ve büyümeyle ilgili sıkıntıların ortaya çıkmaya başlaması, ticaret savaşları gündeminin, Çin üzerinden tüm gelişmekte olan ekonomileri sarsabilecek küresel sarsıntılara sebep olabileceğine dair endişeleri tetiklemiş durumda. Bu yüzden hem dünya ekonomisindeki büyüme dinamiklerinin gelecek yönelimlerinin tahmin edilebilmesi, hem de yükselen ekonomilerin stratejilerini gerçekçi temellere oturtmaları açısından, ticaret savaşlarının Çin-ABD hattından yayılarak genişleme eğilimine mi gireceği, yoksa konjonktürel gerginliklerin ardından durulup yumuşama belirtileri mi göstereceğinin öngörülebilmesi çok önemli.

Son yıllarda Trump yönetiminin NAFTA ortaklarını adeta tehdit ederek yeni ticaret anlaşması şartlarına zorlaması, göçmen dalgalarını önlemek için Meksika sınırına dev bir duvar inşa etmekte ısrarcı olması, Avrupa Birliği ile ilişkileri tehlikeye atacak ani çıkışlarda bulunması, Birleşmiş Milletler’e maddi ve ekonomik katkı vermekte isteksiz davranması, Paris İklim Değişikliği Anlaşması’ndan çekileceğini açıklaması, NATO ortaklarına karşı kaba tehditler savurması ABD’nin küresel imajına zaten ciddi zararlar verdi. Zaman zaman adeta bir “haydut devlet” gibi davranan ve uluslararası teamüller ile daha önce imzaladığı hukuki metinlere zerrece saygı göstermeyen Washington yönetiminin bu tavrı, başta Çin ve Rusya gibi küresel güçler ile Avrupa Birliği ve yükselen ekonomik güçleri, tek taraflı ekonomik yaptırımlar ve ticaret savaşları gibi konularda ABD’ye karşı birlikte pozisyon almaya itebilir. İran’a karşı uygulamaya konulan yeni tek taraflı ABD yaptırımlarına ve ticaret engellerine karşı Özel Amaçlı Mekanizma (Special Purpose Vehicle-SPV) adı verilen bir alternatif sistem üzerinde ortak çalışmalara başlanması, bu küresel eğilimin ilk işaretlerinden bir olarak da okunabilir.

Ancak dünya ekonomisinin mevcut dengeleri ve yakın gelecekteki gidişatı açısından en kritik mesele, özellikle Çin ve ABD arasında yüksek teknolojili sektörlerde, çokuluslu şirketlerin karşılıklı yatırımları üzerinden tırmanan ticaret savaşlarının ne kadar genişleyip derinleşeceği konusu. Trump yönetimi, düşük üretim maliyetlerinden yararlanmak için çokuluslu Amerikan şirketleri tarafından fiziki üretimin Çin’de yapıldığı, ancak katma değer ve şirket karlarının ABD’de tutulduğu, buna ek olarak bütçe ve ticaret açıklarının finanse edilmesi için ABD hazine bonolarının Pekin tarafından satın alındığı “karşılıklı dengesizlik” modelini bir çırpıda tarihin çöp sepetine atıverdi. Çin’in başta yapay zekâ ve dijital endüstriler olmak üzere bilgi ekonomisinin birçok kritik alanında ABD ile arasındaki gelişmişlik farkını hızla azaltarak yüksek katma değerli bir ekonomi olma yolunda ilerlediğini gördü ve bu süreci yavaşlatmak için de ticaret savaşları gündemini partisinin iç siyasette kullandığı önemli bir manivela haline getirdi.

Trump’ın hem geleneksel sanayilerde ve hizmet sektöründe hem de ileri teknoloji kullanan sektörlerde Çin’in ABD ekonomisine nüfuz etme, patent ve tasarım casusluğu gibi eskiden beri şikâyet edilen pratiklere devam etme ya da artan finans gücünü kullanarak kritik Amerikan şirketlerini satın alarak teknoloji transferi yapma politikalarına çok sert bir şekilde set çektiği görülüyor. Diğer taraftan Trump yönetiminin başlattığı yeni-korumacılık eksenli sanayi ve teknoloji politikalarının İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi Anglosakson dünyasının diğer bölgelerinde de güçlü yansımalar bulması, ticaret savaşları gündeminin küresel bazda yayılımı konusunda endişeleri daha da arttırıyor. Bu bağlamda, Çin’in önde gelen teknoloji şirketlerinden Huawei’nin kullandığı mikro işlemcilerde istihbarat işlevi gören casus yazılımlar bulunduğu iddiasıyla ABD, Kanada ve Avustralya kamu otoriteleri tarafından kullanımının yasaklanması, aynı şekilde İngiltere’nin Çinli ZTE tarafından üretilen modemleri casus yazılım iddiasıyla kullanımdan kaldırması, ticaret ve teknoloji savaşlarının son dönemde yayılımına dair iki güncel örneği oluşturuyor.

G20 liderler zirveleri küresel kamuoyunun ve medyanın gündemini işgal etmeyi sürdürse de, dünya ekonomisinin önümüzdeki dönemde izleyeceği patika büyük oranda “G-2” olarak tabir edilen ABD-Çin ilişkilerinin gelişimi tarafından belirlenecek. Xi Jinping ve Trump arasında diplomatik kanallar işletilerek varılabilecek genel bir uzlaşma, ekonomik stratejiler ve ticaret savaşları üzerinden gerçekleştirilmek istenen bazı politika hedeflerinin ertelenmesi ya da yumuşatılması sonuçlarını doğurabilir. Buenos Aires’teki gelişmeler izlenirken dünyanın gözü kulağı bu tarz bir uzlaşmanın ipuçlarını yakalamak üzerine yoğunlaşıyordu.

Zirve noktalanırken ABD ve Çin yönetimlerinin ticaret tarifelerinde üç ay (doksan gün) süreyle yeni bir artış yapılmayacağı hususunda ortak bir açıklama yapmaları, küresel kamuoyunun gündemini belirledi. Eğer Trump yönetimi son zamanlarda çokça alıştığımız geri dönüşlerinden birini yapmaz ve Çin de misilleme yapacağı yeni durumlarla karşılaşmaz ise, ticaret savaşları gündeminin en azından üç aylık bir süre için dondurulması başarılabilir. Bu üç aylık sürede yapılacak ikili müzakereler, daha öngörülebilir ve makul bir küresel ticaret rejimine giden yolun kapısını aralayabilir. Bu yüzden, küresel finansal piyasalar bu uzlaşma haberlerini büyük bir coşkuyla karşıladı. Tarihin en zor G20 zirvelerinden biri olan ve bazı kesimlerce “son G20 zirvesi” olabileceği dahi seslendirilen Buenos Aires zirvesi, böylece olumlu bir notla sona ermiş oldu.

[Prof. Dr. Sadık Ünay İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesidir]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın