AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Mavruk, dünya genelinde deniz ve iç sular dahil toplamda yaklaşık 37 bin balık türünün kayda alındığını ve bunların 18 bininin denizlerde yaşadığını söyledi.
Bir bölgedeki balık çeşitliliğinin deniz çayırları, kayalık ve kumlu alanlar veya mercan resifleri gibi balıkların yaşadığı farklı habitatların varlığıyla doğrudan ilişkili olduğunu belirten Mavruk, Pasifik ve Hint Okyanusu'nun kesiştiği Malezya, Filipinler ve Endonezya gibi ülkeleri kapsayan Malay Takımadaları'nın dünyadaki en yüksek balık biyoçeşitliliğine sahip bölge olduğu bilgisini paylaştı.
Mavruk, "Burayla karşılaştırılabilir bir balık biyoçeşitliliğine sahip bir diğer denizel alan Atlantik’in batı kıyıları. Özellikle bu bölgede Meksika Körfezi ve bunun güneyinde Amazon Nehri'nin döküldüğü Brezilya kıyılarında bulunan alanlarda oldukça yüksek bir balık biyoçeşitliliği olduğunu görebiliyoruz. Akdeniz ve Atlantik'in doğu kıyıları bu alanlara kıyasla son derece düşük bir balık biyoçeşitliliğine sahip. Özellikle de Doğu Akdeniz, bizim bölgemiz balık biyoçeşitliliği bakımından aslında oldukça fakir kabul edilebilecek bir bölge." dedi.
"Levrek, çipura, lagos ve kalkan gibi balıkların doğal stokları azaldı"
Dünyada en çok avlanan balık türünün Peru hamsisi olduğunu, bunu sırasıyla çizgili palamut ve sardalya gibi küçük ve orta pelajik türlerin takip ettiğini kaydeden Mavruk, bu türlerin besin zincirinin alt halkalarında yer almaları dolayısıyla çok kısa sürede çok yüksek biyokütle değerlerine ulaşabildiklerini aktardı.
Balık stoklarının sürdürülebilir bir düzeyin üzerinde avlanmasının balık varlığı üzerinde baskı oluşturabilecek en önemli faktör olduğu değerlendirmesinde bulunan Mavruk, şöyle devam etti:
"FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) tarafından sonuncusu bu yıl yayımlanan Dünya Balık Avcılığı ve Yetiştiriciliğinin Durumu Raporu'na baktığımız zaman avcılıktan elde edilen balıkların yaklaşık yüzde 75'inin sürdürülebilir stoklardan geldiği görülüyor fakat bu durum şöyle bir yanılgıya düşürmesin, bu, dünyadaki stokların yüzde 75'inin sürdürülebilir durumda olduğu anlamına gelmiyor. Avcılıktan elde edilen balıkların büyük bir çoğunluğu, genellikle kendini yenileme yeteneği son derece yüksek olan, bizim küçük pelajik balıklar adını verdiğimiz hamsi, sardalya gibi türlerden geliyor, dolayısıyla bu türlerde tabii ki avcılık görece daha düşük bir etkiye sebep olabiliyor. Ancak iri cüsseli, daha uzun bir yaşam döngüsüne sahip olan, sofralarımızda sık karşılaştığımız levrek, lagos, çipura, kalkan gibi balıkların doğal stokları ciddi düzeylerde yıpranmış durumda."
Mavruk, Akdeniz'de stokların yüzde 60'tan fazlasının aşırı avlandığına, sürdürülebilir durumdaki stokların, dünyadaki diğer bölgelerden daha düşük düzeyde olduğuna dikkati çekti.
Kirlilik ve bitkisel plankton varlığının aşırı şekilde çoğalması şeklinde kendisini gösteren kıyısal ötrofikasyonu, balık varlığı üzerinde baskı oluşturan bir diğer faktör olarak nitelendiren Mavruk, "Aşırı alg patlamaları neticesinde bir süre sonrasında sudaki oksijen tükeniyor ve bu da toplu balık ölümleriyle sonuçlanabiliyor. Yakın zamanda İzmir Körfezi'nde karşılaşılan durum bunun bir örneği." diye konuştu.
"Akdeniz artık Akdeniz olma özelliğini kaybetmiş durumda"
Yabancı, yayılımcı türlerin farklı ekosistemlere girip yerleşerek bu bölgelerde baskın hale geldiğini, aynı zamanda bu türlerin yayılarak yerli türler üzerinde baskı oluşturduğunu anlatan Mavruk, deniz ticaret yollarını kısaltmak amacıyla yaklaşık 150 yıl önce açılan Süveyş Kanalı'nın Akdeniz'deki balık tür çeşitliliğini bu şekilde etkilediğini işaret etti.
Mavruk, şunları söyledi:
"Bu kanal açıldıktan sonra Kızıldeniz'le Akdeniz arasında bir bağlantı oluşuyor ve bu kanalı kullanarak Akdeniz'e geçen şu anda 120'nin üzerinde balık türü olduğunu biliyoruz. Dahası da var. Bu balık türlerinin bir kısmı artık Akdeniz'in baskın türleri haline gelmiş durumda. Mersin Körfezi, İskenderun Körfezi gibi alanlarda özellikle 0-30 metrelerde yani sığ sularda toplam canlı kütlenin yüzde 90'ı bu türlerden oluşabiliyor. Dolayısıyla biyoçeşitlilik açısından Akdeniz artık Akdeniz olma özelliğini kaybetmiş, bir nevi Kızıl Deniz'in bir parçası olmuş durumda. Akdeniz'de Akdeniz türleriyle nadir karşılaşılıyor."
İklim değişikliğinin dünyada balık varlığını tehdit eden unsurlar arasında yer aldığını vurgulayan Mavruk, yabancı yayılımcı türlerin fazla olmasının nedenini de sıcaklıkların artmasına bağladı.
Mavruk, "Sıcaklıklar arttıkça normal koşullarda tropikal kesimde dağılış gösteren canlılar daha ılıman kuşağa doğru kayıyor, hem güney yarım kürede hem de kuzey yarım kürede yayılım alanlarını genişletiyorlar. Yani buralara doğru kayıyorlar. Mesela şöyle bir örnek verelim. Akdeniz'in güneyi kuzeyinden tahmin edersiniz ki daha sıcak. Akdeniz'in güneyinde yaşayan bazı balık türleri yavaş yavaş Ege Denizi'nin kuzeyine, Adriyatik Denizi'ne doğru yayılım alanlarını genişletiyor." değerlendirmesini yaptı.
"2099'a kadar 54 tür Akdeniz’de artık görülmeyecek"
Küresel ısınmaya bağlı artan deniz suyu sıcaklıkları nedeniyle 30-40 yıllık süreçte Ege'nin ve Adriyatik'in kuzey kesimleri gibi serin bölgelerde yaşayan, görece daha soğuk suları tercih eden türlerin önemli bir kısmının uygun yaşam alanlarını kaybedeceği ve Akdeniz'de barınamayacağı uyarısında bulunan Mavruk, küresel ısınma bu hızla devam ederse 2060'a kadar 20, 2099'a kadar da 54 türün Akdeniz’de artık görülmeyeceğini söyledi.
Mavruk, nesilleri tükenme tehlikesi altındaki türler arasında bazı mersin balıkları ve mezgitler ile dil balıkları ve pisi balıklarının öne çıktığını, bu türlerin Akdeniz’in kuzeyine doğru göç ederek daha dar bir alanda sıkışmalarının ardından tamamen yok olmalarının beklendiğini aktardı.
Dünyada 1990'lardan bu yana yaklaşık 90 milyon ton seviyesinde bir balık avcılığı olduğunu ve bunun mevcut teknikler ve kaynaklarla artırılmasının artık sürdürülebilir olmadığını ifade eden Mavruk, sözlerini, "Artık avcılıktan gelen ürünün bir doygunluğa ulaştığını görüyoruz. Mevcut durumda artan ihtiyacı karşılamanın en mantıklı yollarından biri yetiştiricilik yapmak, yani balık yetiştirmek ve bu yıl baktığımız zaman yetiştiricilik ve avcılık toplamından elde edilen ürünün yaklaşık yüzde 51'inin yetiştiricilikten geldiğini görüyoruz. Bu, hem doğal stokların korunması ve doğal stoklar üzerindeki av baskısını düşürmek açısından hem de alternatif bir protein kaynağı olması bakımından önemli." diyerek tamamladı.