

Doğaya Kulak Verin.
Ekolojik gündem, sürdürülebilirlik ve çevre mücadeleleri artık cebinizde.
Yeşilhat WhatsApp kanalını takip edin.
İnsan sağlığına zarar veren ultraviyole ışınların yüzde 99'unu emerek canlı yaşamının sürdürülmesinde hayati bir rol oynayan ozon tabakasında incelme olduğu yönündeki endişeler, bilim insanları tarafından 1970’lerin sonlarına doğru gündeme getirildi.
Bu alandaki çalışmalara yoğunluk veren bilim insanları, 1985 yılında, Antarktika üzerinde oluşan ve her yıl 7 Eylül–13 Ekim arasında en ince durumuna gelen ozon deliğini keşfetti.
Bu keşif üzerine Birleşmiş Milletler (BM) tarafından hazırlanan ve 1987’de kabul edilen Montreal Protokolü ile ozon tabakasının incelmesine neden olan kloroflorokarbon gazlarının kullanımı yasaklandı. Türkiye'nin 1991'de taraf olduğu protokol, dünya genelinde 1992 yılında yürürlüğe girdi.
Protokolün imzalandığı tarih olan 16 Eylül, BM'nin aldığı kararla 1995'ten bu yana "Uluslararası Ozon Tabakasının Korunması Günü" olarak kabul ediliyor. BM bu yılki etkinliklerin temasını "Bilimden Küresel Eyleme" olarak belirledi.
Ozon tabakasındaki durumu düzenli olarak takip eden ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesinin (NASA) ölçümlerine göre 1979'da ozon deliğinin büyüklüğü ortalama 0,1 milyon kilometrekareyken bu tarihten sonra artmaya başladı. Montreal Protokolü'nün kabul edildiği 1987'de 19,3 milyon kilometrekare olan ozon deliği, protokolün uygulanmaya başladığı yıl olan 1992’de 22,3 milyon kilometrekareye ulaştı.
Protokolle beraber yeni önlemler devreye girse de mevcut gazların devam eden etkisi hızlı bir iyileşmeyi geciktirdi. 2006 yılında ozon deliğinin büyüklüğü 26,6 milyon kilometrekareyi buldu.
Ozon deliği 2022’de 23,2 milyon kilometrekare, 2023’te 23,1 milyon kilometrekare ölçüldü.
NASA ve ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi (NOAA) verilerine göre 2024'te 19,6 milyon kilometrekare ölçülen ozon deliği alanı, 1992’den bu yana yedinci en düşük seviye olarak kayıtlara geçti.
Dünya Meteoroloji Örgütünün (WMO) geçen hafta yayımladığı rapora göre 2003-2022 uzun dönem ortalamasıyla karşılaştırıldığında 2024'te ortalama ozon miktarı daha yüksek seyretti. Antarktika'ya yakın bölgeler ve 15 derece güney enlemi boyunca uzanan bölgeler dışında ozon iyileşmesinde pozitif bir eğilim görüldü.
Çabaların devamı halinde ozon tabakasının 2066 yılına kadar tamamen iyileşebileceği öngörülüyor.
Bir sera gazı olan ozonun artması küresel ısınmayı tetikleyebilir
Ozon tabakasındaki küçülme başta insan sağlığı olmak üzere birçok gösterge açısından önem taşırken tabakadaki iyileşmenin iklim değişikliğine etkisi çeşitli açılardan değerlendiriliyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) ve BM verilerine göre kloroflorokarbonların azalması küresel ısınmayı yavaşlatabilir. Ancak ozon tabakası kalınlaştıkça bu kez atmosferdeki ozon gazının miktarı da artıyor ve bir sera gazı olan ozondaki bu artış, küresel ısınmayı tetikleyici etki oluşturabiliyor.
Bu etkinin boyutunu araştıran Avrupalı ve ABD’li bilim insanları, "Gelecekteki ozon değişikliklerinden kaynaklanan iklim zorlaması: Ölçütler ve yöntemlerin karşılaştırmalı analizi" başlıklı bir çalışma yayımladı.
Çalışmada ozon tabakasında yaşanan değişimlerin güneş ışığını tutma ve geri yansıtma kapasitesi, stratosferin, ozon tabakasında yaşanan değişimlere verdiği tepki ve nemlilik, bulutların durumu ile yeryüzündeki yansımaların etkisi incelendi.
Elde edilen veriler üzerinden ozon tabakasında yaşanan hızlı iyileşmenin 2015-2050 yılları arasındaki olası etkileri araştırıldı ve bu iyileşme sonunda, 2050'ye gelindiğinde ozon gazının, karbondioksitten sonra küresel ısınmanın "en büyük ikinci sorumlusu" olacağı öngörüldü.
Buna göre ozon artışı bulutları azaltarak soğutma etkisini düşürürken su buharı ve yüzey değişimleri gezegeni ısıtıyor. Her iki faktör de dünyanın daha fazla ısınmasına yol açıyor.
Çalışmanın başyazarı, İngiltere'deki Reading Üniversitesi Meteoroloji Departmanı Atmosferik Kimya ve Dünya Sistemi Modelleme Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. William J. Collins, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.
"Tam iyileşme 2070'leri bulabilir"
Ozon tabakasındaki incelmenin, artan kloroflorokarbon emisyonlarıyla birlikte 1960'lı yıllarda başladığını belirten Collins, Antarktika bölgesindeki aşırı incelme sonucu "ozon deliği" ifadesinin literatüre girdiğini aktardı.
Montreal Protokolü ve sonrasında atılan adımlarla ozon tabakasının iyileşmeye başladığını anlatan Collins, atmosferde kalan kloroflorokarbonların güneş ışığıyla yok edilmesiyle bu yüzyılın ikinci yarısında tam bir iyileşmenin beklendiğini, tabakadaki durumun 1980 öncesindeki seviyesine dönmesinin ise 2070'leri bulabileceğini söyledi.
Collins, Montreal Protokolü’yle, sera gazı olan kloroflorokarbonların sınırlandırılmasıyla başarılı bir iklim politikası yürütülmesine karşın küresel ısınma boyutuyla bakıldığında bu protokolün iklimi soğutmak yerine ısınmaya yol açabileceği değerlendirmesinde bulundu.
Collins, şöyle devam etti:
"Ozon da bir sera gazı olduğundan atmosferde daha fazla ozon gazının olması daha fazla ısınma anlamına geliyor. Yani ozon tabakasının iyileşmesi iklimi daha da ısındıracak. Bu zaten IPCC tarafından da bildirildi. Çalışmada kullandığımız modeller sayesinde bunun üzerine, ozondaki değişimlerin bulutlar, su buharı ve sıcaklıklar üzerindeki etkisini de eklemiş olduk. Daha bütüncül bir yaklaşım sunan çalışmamız, stratosferdeki ozon toparlanmasından kaynaklanan ısınmanın, IPCC’nin daha önce hesapladığının yaklaşık iki katı olacağını gösteriyor. Ayrıca gelecekteki ozon miktarının iklim üzerindeki toplam etkilerinin IPCC tahmininden yaklaşık yüzde 40 daha yüksek olacağını bulduk."
2050 yılına gelindiğinde karbondioksitin hala en kritik sera gazı olmaya devam edeceğinin altını çizen Collins, "Artan ozon gazı, 2015 ile 2050 yılları arasında küresel ısınmaya yaklaşık 0,1 derece katkıda bulunacak" dedi.
Ozon tabakasının iyileşmesinin sağlık faktörleri boyutuyla önemli bir etmen olduğuna işaret eden Collins, bu noktada hem iklim değişikliğini dengeleyecek hem de ozon iyileşmesini devam ettirecek adımlara ihtiyaç duyulduğunu dile getirdi.