

Daha fazlası için Instagram’dan takip edin
İsrail ve ABD destekli Gazze İnsani Yardım Vakfı’nın (GHF) mayıs ayının sonunda kurduğu yardım dağıtım sistemi, yerinden edilmiş yüzbinlerce Gazzeli için bir can simidi olmaktan çok, sistematik bir şiddet döngüsünün parçasına dönüştü.
GHF’nin Gazze içerisinde dört yardım merkezi bulunuyor ve bu merkezlerin tamamı, İsrail ordusunun “çatışma bölgesi” ilan ettiği ve sivillerin tahliyesini emrettiği güney Gazze’de, aktif askeri denetim altındaki alanlara kurulmuş durumda. Bu da, yardım için başvuranların her gün ortalama 6.6 kilometre yol yürümek zorunda olduğu anlamına geliyor. Üstelik bu yürüyüşler “güvenli koridor” adı altında ilan edilen zaman dilimlerinden önce yapılamıyor; sonra yapıldığında ise merkezler çoktan kapanmış oluyor.
Tanıklar, GHF merkezlerinin açılış-kapanış saatlerinin hem belirsiz hem de aldatıcı olduğunu belirtiyor. Sosyal medya duyurularıyla yapılan paylaşımlar sık sık çelişkili. Mayıs ve haziran ayları boyunca yapılan analizler, yardım merkezlerinin ortalama açılış saati ile gerçekten faaliyete geçtikleri saat arasında 4 saate kadar fark olabildiğini gösterdi. Son haftalarda bu fark 24 dakikaya kadar düşmüş olsa da, çoğu zaman bu kısa aralık içinde yüzlerce belki binlerde kişi, merkeze ulaşma ümidiyle hareket ediyor.
Ancak bu süre alana ulaşıp yardım almak içi yeterli değil bu nedenle birçok kişi merkezin önünde gece boyunca açık arazide yatmak zorunda kalıyor. Açıldığı duyurulan merkezler çoğu zaman sadece 9–13 dakika kadar açık kalıyor ve bu sürede yardım alabilen kişi sayısı oldukça sınırlı kalıyor. Sadece genç ve fiziksel olarak güçlü erkeklerin bu yardıma erişme şansı bulunuyor. Kadınlar, yaşlılar, engelliler ve çocuklar fiilen İsrail-ABD ortak sistemi tarafından saf dışı bırakılmış durumda.
Tanıklara göre, yardımın gerçekten dağıtıldığı zaman dilimleri bir elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar kısa. GHF'nin kendi ilan ettiği saatlere göre bile, yardım merkezlerinin bazı günlerde negatif süreyle açık kaldığı, yani kapandıkları saatin duyurulan açılış saatinden önceye denk geldiği bile tespit edildi.
Sonuç: Mayıs sonundan bu yana geçen süreçte, BM verilerine göre yardım almak için yola çıkan yaklaşık 900 kişi öldürüldü.
İsrail ordusu zaman zaman yardım merkezlerine ateş açıldığını kabul etse de, bunu “şüpheli unsurların yaklaşması”yla gerekçelendiriyor. Ancak tanık ifadeleri ve video kayıtları, silahsız sivillere, çoğunlukla kadın ve çocuklara dahi hiçbir uyarı yapılmadan ateş açıldığını ortaya koyuyor. Keskin nişancıların ve otomatik hareket algılayıcı sistemlerin kullanıldığı bu merkezlerde, yardım arayan insanların "bir kutu mercimek, makarna ve konserve" uğrua hedef haline getirildiği görülüyor.
Yardım alanların sayısı ise sistemli olarak düşük tutuluyor. Tanıklara göre yüzlerce kişinin beklediği noktalarda, sadece birkaç düzine kişiye yardım ulaştırılıyor. İsrail ordusunun planlamasında yer alan eski bir asker bu durumu “ne gerekiyorsa, sadece o kadar dağıtılması—bir gram fazlası değil” şeklinde özetliyor.
Bu nedenle Birleşmiş Milletler ve UNICEF başta olmak üzere pek çok uluslararası kurum bu dağıtım modelini “insani değil, aşağılayıcı ve stratejik bir denetim aracı” olarak nitelendiriyor.
Neticede GHF’nin yürüttüğü sistem, sadece insani yardımı değil, bizzat “insanı” hedef alıyor. Yardım merkezleri birer lojistik nokta değil, askeri denetim altında kurulan kontrol ve infaz alanları gibi işliyor. Bu sistem, yardımın bir hak değil, bir tuzak hAline getirildiği distopik bir oyunun parçası olarak görülüyor.