

Sivil direnişin etkili yöntemlerinden biri olarak kabul edilen boykot eylemi, tarihte farklı isimlendirmelerle çatışmaların ve siyasi rekabetin merkezinde yer aldı. Günümüzde yaygınlaşan boykot kelimesinin hikâyesi ise 1800’lerin İrlanda’sına uzanıyor.
1880’de İrlanda, İngiliz sömürgesi altında zorlu günler yaşıyordu. İngiliz toprak sahipleri, İrlandalı köylülerden fahiş kiralar talep ediyor, ödeyemeyenleri zorbalıkla topraklarından sürüyordu. Halk öfkeliydi ama karşı koyacak gücü yoktu.
İşte tam o sırada, İrlanda bağımsızlık hareketinin önderlerinden Charles StewartParnell, köylülere çok önemli bir tavsiye verdi:
“Şiddete başvurmayın. Bunun yerine onları toplumdan dışlayın.”
Köylüler, Parnell’in çağrısına kulak verdi. Toprak ağalarının temsilcisi olan emekli bir İngiliz subayı, bu yeni yöntemin ilk hedefi oldu. Halk onunla konuşmayı kesti. Çiftçiler ona çalışmayı reddetti. Pazarcılar ona mal satmadı. Postacılar mektuplarını bile taşımadı. Kısacası tüm toplum, onu yok saydı.
Günler, haftalar boyunca bu subay adeta görünmez bir hayalet gibi yaşadı. Koruma için İngiliz askerleri getirtilse de toprak ağası bu toplumsal dışlanmaya dayanamadı. Sonunda İrlanda’yı terk etmek zorunda kaldı.
İşte bu adamın adı Charles Boycott’tu.
Gazeteler bu olayı dünyaya taşıdı. Halkın kullandığı bu yeni yöntem, Boycott’un adından türetilerek “boycotting” şeklinde anılmaya başlandı. O günden sonra, haksızlığa karşı şiddetsiz ama etkili bir direniş yöntemi olarak tarihe geçti.
Tıpkı İrlanda’da olduğu gibi yakın tarihte Güney Afrika’daki apartheid rejiminin devrilmesinde de boykot çok önemli rol oynadı. Bugün de İsrail ve destekçisi firmaların ürünleri, tüketiciler tarafından bilinçli şekilde tercih edilmiyor.
Sadece alışveriş yapmayarak veya suç ortaklarını tecrit ederek yapılan bu sivil duruş, geçmişte İngiltere’yi olduğu gibi bugün de İsrail’i sarsabilir.