Stanford Hapishane Deneyi: Rollerin etkisini gösteren en karanlık deney

Halil İbrahim Medet
06.10.2025
İstanbul

Zimbardo’nun aslında iki hafta sürmesi planlanan bu deney yalnızca altı gün içinde sona erdirildi. Rollerin, yani gardiyan ve mahkum kimliklerinin, genç üniversite öğrencilerinin davranışlarını dönüştürme gücü tahmin edilenden çok daha yıkıcıydı.

Daha fazlası için Instagram’dan takip edin

Stanford Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün bodrum katında sosyal psikolog Philip Zimbardo 1971’de tarihe geçecek bir çalışma yaptı. Başlangıçta her şey bir simülasyon gibiydi. 24 erkek öğrenci rastgele seçilmiş, yarısı gardiyan yarısı mahkum rolüne yerleştirilmişti. Gardiyanlara coplar, üniformalar ve aynalı gözlükler verilmiş; mahkumlara zincirli kıyafetler giydirilmişti. Dahası, Palo Alto polisi işin içine katılarak mahkumlar evlerinden tutuklanıp sahte hapishaneye götürülmüştü. Amaç, toplumda rollerin nasıl içselleştirildiğini görmekti. Kendisi de hapishane müdürü rolüne giren Zimbardo gardiyanlara açıkça talimat veriyordu: “Mahkumların bireyselliklerini ellerinden alın, onlarda sıkıntı ve korku yaratın, tüm gücü elinizde toplayın."


İlk gün sakin geçmesine rağmen ikinci gün mahkumlar isyan etti. Bu, gardiyanların giderek daha sertleşen tepkilerini tetikledi. Mahkumlar kısa sürede stres, korku ve çaresizlik yaşamaya başladı. Bazı mahkumlar ödüllendirilerek diğerlerinden ayrıldı, çarşaflar alındı, yemek yemeyi reddedenler karanlık odalara kapatıldı. Bir mahkum, yalnızca 36 saat içinde ağır bir psikolojik çöküş yaşadı. Rol yapıyorlardı ama yaşananlar “gerçek” bir baskı ve şiddet ilişkisine dönüşmüştü. Gardiyanlar sadistleşiyor, mahkumlar uysallaşıyordu. İki hafta sürmesi planlanan deney altıncı günde sona erdi. Deney sonucunda Zimbardo, kendisinin de “hapishane müdürü” rolünden etkilendiğini itiraf etti.

Gardiyan olanlar üstünlük hissi, mahkum olanlar aşağılanmışlık duygusu geliştirdi. İkinci olarak, güç asimetrisi açıkça gözlendi. Deneyde güçlü olan taraf, yani gardiyanlar, keyfi güç kullanımı ile diğerlerini bastırdı. Bu durum, sosyal hayatın birçok alanında gözlemlenen eşitsizliklerin laboratuvar versiyonuydu.

Mahkumlara numaralarla hitap edilmesi, kimliklerinin yok edilmesi onların insanlıktan çıkarılmasını kolaylaştırdı. Buradaki ayrımcılık yalnızca bireylerin önyargılarından değil, hapishane düzeni gibi bir sistemin dayattığı kurallardan kaynaklanıyordu. Deney bu haliyle ayrımcılığın bireysel niyetlerden öte, roller, sistemler ve güç ilişkileri içinde yeniden üretildiğini göstermiş oldu.
Elbette bu çalışma kısa sürede tartışmaların odağına yerleşti.

Deneklerin gerçekten rastgele seçilip seçilmediği, gardiyanların davranışlarının kendi tercihleri mi yoksa Zimbardo’nun yönlendirmeleriyle mi şekillendiği gibi sorular deneyin bilimsel geçerliliğini gölgeledi. Ancak tüm bu tartışmalara rağmen deney, hem etik açıdan bir uyarı hem de toplumsal yapıların bireyler üzerindeki etkilerini çarpıcı biçimde sergileyen bir örnek olarak tarihteki yerini koruyor.