

Daha fazlası için Instagram’dan takip edin
Tüketim kültürü, dijitalleşme ve özellikle gençler arasında yaygınlık kazanan hedonizm, toplum içerisinde anlam krizine yol açıyor.
İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Enis Doko, küreselleşme ve hazcılığa bağlı olarak yaygınlık kazanan anlam krizini Ayrımcılık Hattı'na anlattı.
Enis Doko, teknoloji ve tıptaki ilerlemelere rağmen psikolojik sorunların arttığını ve bunun sebebinin insanların yaşadıkları hayata bir anlam bulamaması olduğunu belirterek, "Geçmişte insanlar hayatlarına 'daha adil olmalıyım, daha erdemli olmalıyım' gibi hedefler koyardı. Bu hedefler dinden veya felsefeden gelirdi. Bugün hedefler değişti: Daha çok para kazanmak, daha fazla gezmek, daha çok yemek yemek… Ama hedonizm anlam vermez." dedi.
Hedonizmin insanlara mutluluk, huzur ve tatmin vermediğinin bilimsel olarak kanıtlandığını kaydeden Doko, hedonizmin bağımlılığa yol açtığını ve bu nedenle hep daha fazlasını isteyen insanlarda depresyon ve anksiyeteye neden olduğunu bildirdi.
Doko, gerçek bir maneviyat, anlam ve huzurun ancak sağlam bir inançla mümkün olduğunu ve küresel çağdaki anlam krizi noktasında İslam'ın önemli bir panzehir olabileceğini belirterek, dini terk edenlerin astroloji, kuantum, yeni çağ hareketleri ve kişisel gelişim gibi yerlerde tatmin aramasını rağmen bunların da tatmin sağlamadığını ifade etti.
"İslam alemi, küreselleşmeye hazır değildi"
Ateizm ve deizmin gençler arasında önceki nesillere göre daha yaygın olduğunu ancak bunun gençlerin çoğunun ateist veya deist olduğu anlamına gelmediğini söyleyen Doko, bu durumun Türkiye'ye özgü olmadığını ve tüm İslam ülkelerinde benzer bir eğilim gözlemlendiğini anlattı.
Doko, inançla ilgili bu kararların her zaman rasyonel veya akılcı olarak alınmadığını artan hedonizmle de bağlantısı olduğuna dikkati çekerek şunları söyledi:
"Yani hayatın amacı haz almak olarak görülüyor: Yemek, eğlence, cinsellik, film izlemek… Popüler kültür de bunu pazarlıyor. Sosyal medya, reklamlar, diziler bize hep hedonist bir yaşam tarzı gösteriyor. Bu hedonist yaşam tarzı maneviyatı zedeliyor. Maneviyat zedelenince, kişi 'Müslümanım' dese bile din hayatında etkin bir rol oynamıyor. Sadece kimlik düzeyinde bir bağlılık kalıyor. Dolayısıyla asıl yükselen eğilim bence ateizm ya da deizm değil, hedonizm."
Hedonizmin insanı günaha, dünyeviliğe ve yüzeyselliğe sevk ettiğini ve böyle bir yaşam tarzında kişi inansa bile dinin hayatın küçük bir parçası haline geldiğine işaret eden Doko, bunun sonucunda hem dünyada her şeyin tadını çıkarayım, hem de ibadet edip cennete gideyim gibi bir düşüncenin ortaya çıktığını belirtti.
Doko, ateizmin ve deizmin yükseliş sebepleri arasında hedonizmin yer almasına karşın tek sebebin bu olmadığını ve küreselleşmenin de bu trendde önemli bir faktör olduğunu vurgulayarak, "Eskiden bir köyde doğduğunuzda köy imamı sizin dini otoritenizdi. Bugün ise bir genç internette çok farklı dini yorumlarla, mezheplerle, hatta ateist ve agnostik fikirlerle karşılaşıyor. Bu süreç televizyonla başladı, internetle daha da hızlandı. Bu da sadece Türkiye’de değil, tüm İslam dünyasında benzer bir değişimi açıklıyor. Çünkü İslam alemi küreselleşmeye hazır değildi. Alimler, modern sorunlara, farklı dinlerden gelen eleştirilere yeterince yanıt geliştiremedi." diye konuştu.
"Ahlaki gerçeklerin en iyi açıklaması Tanrı'nın varlığıdır"
İnternet gibi tüketim kültürünün de insanları inançsızlığa ve hazcılığa ittiğini aktaran Doko, sosyal medyada sürekli kendini gösterme, yalancı profiller oluşturma gibi davranışların maneviyatı zedelediğini söyledi.
Doko, nesnel ahlak ile inanç arasında bir bağ olduğunu ve Tanrısız evrensel ahlaki yükümlülükleri bulmanın mümkün olmadığını belirterek sözlerini şu şekilde tamamladı:
"Bunu söyleyerek 'Ateist ahlaksızdır" demiyorum. Ama ateizm nesnel ahlakı açıklayamaz. Toplumun çoğunluğu bir suçu normal görse bile, ona hala yanlıştır diyebiliyorsak, bu nesnel ahlaktır. Tıpkı dünya düz diyene rağmen hâlâ yuvarlak olması gibi. Ahlakın bazı özellikleri vardır: Gözlemsel değildir. Yani 'öldürmek yanlıştır' ifadesini bir yerde görmezsiniz. Ahlaki yargılar deneyle kanıtlanamaz. İkincisi, ahlaki nitelikler sadece bilinçli, iradeli varlıklara atfedilir. Bir sandalyeye 'adil' diyemeyiz, ama bir insana diyebiliriz. Bu da ahlakın temelinin iradeli bir varlıkta olması gerektiğini gösterir. Üçüncüsü, ahlak bize güçlü emirler verir. 'Hırsızlık yapmamalıyım' gibi. Bunlar sadece şartlı emirler değil. Vazgeçilemez yükümlülüklerdir. Bu tür evrensel, bağlayıcı ve zamandan bağımsız ahlaki gerçekliklerin en iyi açıklaması Tanrı’nın varlığıdır."