Avrupa'da İslamofobi Raporu 2024: Müslüman karşıtlığı normalleşiyor

Şule Özkan
25.12.2025
Ankara

Rapor, Gazze'deki savaşın ardından Müslümanlara yönelik ayrımcılığın, medya, siyaset, hukuk ve güvenlik politikaları üzerinden kurumsallaştığını ortaya koydu

Daha fazlası için Instagram’dan takip edin

Avrupa İslamofobi Raporu'nun 2024 edisyonu, kıtada Müslümanlara yönelik ayrımcılığın artık münferit vakaların ötesine geçerek, devlet politikalarına, medya söylemlerine ve güvenlik uygulamalarına nüfuz ettiğini ortaya koydu.

Prof. Dr. Enes Bayraklı ve Doç. Dr. Farid Hafez editörlüğünde yayımlanan, Avrupa'da Müslümanlara yönelik ayrımcılık, nefret ve dışlama pratiklerini sistematik biçimde kayıt altına alan Avrupa İslamofobi Raporu 2024, Müslüman karşıtlığını (İslamofobi) hukuk, siyaset, medya, güvenlik ve eğitim politikaları üzerinden ele aldı.

10. yılına ulaşan rapor, Avrupa'da Müslüman karşıtı ırkçılığın artık istisnai bir sorun olmaktan çıktığını, aksine kurumsallaşarak normalleştirildiğini ortaya koydu.

Raporda, Avrupa'daki Müslüman karşıtlığı, alanında uzman akademisyenler ve araştırmacılar tarafından ülke bazlı incelendi.

Çalışmada, Arnavutluk, Avusturya, Belçika, Bosna Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İrlanda, İtalya, Kosova, Litvanya, Karadağ, Hollanda, Kuzey Makedonya, Norveç, Portekiz, Romanya, Rusya, Sırbistan, Slovakya, İspanya, İsviçre ve Birleşik Krallık ülke raporları yer aldı.

Rapora göre, 2024 boyunca Gazze'de yaşanan soykırım, Avrupa'daki İslamofobik atmosferi belirleyen temel bağlam oldu. Birçok Avrupa ülkesi, sivillerin hedef alınmasını açık biçimde kınamaktan kaçınırken, Filistin'e destek gösterileri yasaklandı, protestolar kriminalize edildi ve özellikle Müslüman aktivistler yoğun biçimde gözetim altına alındı. Bu süreçte Müslümanlar, yalnızca dış politik tartışmaların değil, aynı zamanda "güvenlik tehdidi" söylemlerinin merkezine yerleştirildi.

Devlet eliyle normalleşen Müslüman karşıtlığı

Raporda, Müslüman karşıtlığının Avrupa'da giderek devlet eliyle kurumsallaştığı vurgulandı.

Fransa'da İçişleri Bakanlığının uyguladığı Bireysel İdari Kontrol ve Gözetim Tedbirleri (MICAS) kapsamında idari aramaların bir önceki yıla göre yüzde 510 artması, bu sürecin çarpıcı örneklerinden biri olarak öne çıktı. Bu uygulamaların büyük çoğunluğu, Müslüman aileleri ve dini liderleri hedef aldı.

Almanya'da ise İsrail'e koşulsuz siyasi destek sürerken, göç politikaları sertleştirildi ve üniversitelerde Filistin'e dair akademik ifade alanı daraltıldı.

Danimarka'da "getto yasası" olarak bilinen ve "Batı dışı" kategorisini esas alan düzenleme ise Müslümanları dolaylı biçimde hedef alan yapısal ayrımcılığın hukukileşmiş hali olarak Avrupa Adalet Divanının gündemine taşındı.

Amsterdam'da 2024'te yaşanan olaylar, Avrupa medyasında Müslüman karşıtlığının nasıl yeniden üretildiğini açık biçimde gösterdi. İsrailli futbol taraftarlarının provokatif ve ırkçı saldırıları büyük ölçüde görmezden gelinirken, yaşanan çatışmalar "antisemitik kıyım" anlatısıyla servis edildi.

Bu çarpıtılmış çerçeve, aşırı sağcı siyasetçiler tarafından Müslümanlara yönelik daha sert politikaların gerekçesi haline getirildi. Sonradan bazı uluslararası medya kuruluşları hatalı haberlerini düzeltse de ilk anlatının yarattığı siyasi ve toplumsal etki döndürülemedi.

Ayrımcılık ve nefret suçlarında alarm verici artış

Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansının (FRA) verileri, Avrupa'daki Müslümanların neredeyse yarısının son 5 yılda ayrımcılığa maruz kaldığını ortaya koydu.

Buna göre, Avrupa genelinde Müslümanların maruz kaldığı ayrımcılık belirgin biçimde arttı. Son 5 yılda ayrımcılığa uğradığını belirten Müslümanların oranı yüzde 47'ye yükselirken, bu oran 2016'da yüzde 39 idi. Son 1 yılda ayrımcılık yaşadığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 35 olarak kaydedildi.

Ayrımcılığın en yoğun hissedildiği alanlar, istihdam ve konut oldu. Müslümanların yüzde 39'u iş ararken ırkçı muameleyle karşılaştığını bildirdi. Avrupa'da doğan genç Müslümanlar ve özellikle başörtülü kadınlar, daha yüksek risk altında yer aldı. 16-24 yaş grubundaki başörtülü kadınların yüzde 58'i iş piyasasında ayrımcılığa uğradığını belirtirken, bu oran başörtüsü takmayanlarda yüzde 38 oldu.

Fiziksel saldırı ve taciz oranlarında ise önceki yıllara kıyasla kayda değer bir iyileşme görülmedi. Ayrıca polis tarafından durdurulan Müslümanların neredeyse yarısı, bunun etnik ya da göçmen kökenleri nedeniyle gerçekleştiğini düşündüğünü ifade etti.

Avusturya, Almanya ve Finlandiya, en olumsuz tabloya sahip ülkeler arasında yer aldı. Birleşik Krallık'ta ise Müslüman karşıtlığı vakalarının izlenmesi ve raporlanmasında kritik rol oynayan Tell Mama tarafından kaydedilen saldırı sayısı, izleme faaliyetlerinin başladığı 2011'den bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. Fiziksel saldırılar, tehditler ve camilere yönelik vandalizm vakaları dikkat çekici biçimde arttı.

Rapora göre, Müslüman karşıtlığı yalnızca aşırı sağın değil, ana akım siyasetin de belirleyici unsurlarından biri haline geldi. Avusturya'da Avusturya Özgürlük Partisinin (FPÖ) yükselmesi, Hollanda'da ırkçı lider Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisinin (PVV) hükümete girmesi ve benzer eğilimlerin Portekiz, İspanya ve Finlandiya'da güç kazanması, bu dönüşümün göstergeleri arasında yer aldı.

Eğitim ve akademi: Yeni mücadele alanı

Eğitim kurumları da İslamofobik politikaların yoğunlaştığı alanlardan biri oldu. Fransa'da abaya yasağı onaylanırken, okul gezilerinde başörtülü annelerin refakatçi olması dahi tartışma konusu haline geldi. Almanya ve Birleşik Krallık'ta Filistin'e dair görüş bildiren öğrenciler ve akademisyenler, disiplin soruşturmalarıyla karşılaştı.

Geçen yıl çevrim içi İslamofobi de yeni bir boyut kazandı. Yapay zekayla üretilmiş görseller, deepfake içerikler ve organize dezenformasyon kampanyaları, Müslümanları şiddetle ilişkilendiren komplo teorilerinin yayılmasını hızlandırdı. Özellikle sosyal medya platformlarında bu tür içeriklerin hızla dolaşıma sokulması, nefretin sınır tanımadan çoğalmasına neden oldu.

Birleşmiş Milletlerin (BM) "15 Mart İslamofobi ile Mücadele Günü" ise Avrupa'da neredeyse tamamen görmezden gelindi. Bu durumun tek istisnası Birleşik Krallık oldu.

Raporun editörleri Bayraklı ve Hafez, Avrupa'da Müslüman karşıtı ırkçılığın resmi olarak tanınması, ulusal eylem planlarına dahil edilmesi ve terörle mücadele yasalarının insan hakları temelinde yeniden gözden geçirilmesi çağrısında bulundu.

Sivil toplumun güçlendirilmesi, veri toplamanın şeffaflaştırılması ve temel özgürlüklerin korunması, raporun öne çıkan politika önerileri arasında yer aldı.