Almanya'da Türk ya da Arap ismi taşıyanlar, kariyer fırsatlarında ayrımcılığa uğruyor

Enes Taha Ersen
14.08.2025
İstanbul

"Siegen Üniversitesinin yaptığı araştırma, isminden Müslüman olduğu belli olan ya da en azından Avrupalı olmadığı belli olan insanların ayrı bir katmanda tutulduğunu ve kariyer fırsatlarında belli ölçüde bir ayrımcılığa uğradığını ortaya çıkarıyor"

Daha fazlası için Instagram’dan takip edin

Almanya'da Siegen Üniversitesi tarafından yapılan ve yabancıların kariyer fırsatlarından Alman olanlar kadar faydalanamamasını inceleyen araştırma, ülkede yaşayan yabancı kökenli kişilerin iş bulma veya işlerinde yükselme ile ilgili ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kaldığını ortaya koydu.

"Eğitim yerleri: Köken, performanstan daha önemlidir" başlığıyla yayınlanan araştırmaya göre, Almanya'da yaşayan ancak köken olarak Alman olmayan kimseler, işverenlerin tercihinde ayrımcılığa uğruyor. Ayrımcılığa uğrayan grupların başında ise Araplar ve Türkler geliyor.

İlgili araştırma kapsamında, çeşitli firma ve kurumlara "Lukas Becker" gibi Almanca isimle gönderilen 100 meslek eğitimi başvurusundan 67'sine olumlu ya da olumsuz bir yanıt gelirken en az yanıt verilen isim "Habiba Mahmoud" oldu. Arapça çağrışımı yapan bu isme yalnızca 36 cevap verilirken, listenin ikinci sırasında ise Türk isimleri yer aldı. "Yusuf Kaya" adıyla yapılan 100 başvuruya, işverenlerden sadece 52 yanıt geldi.

Araştırma kapsamında 50 binden fazla başvurunun yapıldığı belirtilirken, başvuruda bulunan hayali kişilerin okul notlarının dikkate alınmadığı, özellikle kişinin menşei veya dinine ilişkin bir ipucu olabilecek bilgilere daha çok dikkat edildiğine değinildi.

Göç Araştırmaları Vakfı, Türkiye Göç Araştırmaları Merkezi Direktörü Doç. Dr. Ali Zafer Sağıroğlu, Siegen Üniversitesince yapılan araştırmanın bulgularına ilişkin AA muhabirine açıklama yaparken, Alman toplumundaki kurumsallaşan ırkçılık ve yabancıların toplumda kabul görmemesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

"İsminden Avrupalı olmadığı belli olan kişiler ayrı bir katmanda tutuluyor"

Sağıroğlu, bir ülkede yabancı olarak yaşamanın belli başlı zorluklarının bulunduğunu ancak Almanya'da bu sorunun gözle görülür ve verilerle açıklanabilir bir şekilde ortada bulunduğunu, eğitim, gündelik hayat gibi alanlarda halihazırda zorluk yaşayan kişilerin, aynı zamanda iş ve kariyer fırsatlarında da ayrımcılık ile karşı karşıya kalmalarının çok yaygın bir problem olduğunu söyledi.

Siegen Üniversitesince yapılan araştırmanın, bu sorunu kanıtlar nitelikte çıktıları bulunduğunu, yayınlanan bulgularda da Türk, Arap ve Rusların yaptığı iş başvurularına olumsuz dönülmesi veya hiç dönülmüyor olmasının bu ayrımcılığı kanıtlayabilecek, ortaya koyabilecek nitelikte olduğunu vurguladı.

Özellikle Türkler için bakıldığında, ilk göçün üzerinden 60 yılı aşkın bir sürenin geçmiş olmasına rağmen halen Almanya'da bu tarz ırkçılık ve ayrımcılık vakalarının yaşanıyor oluşunun, Almanya'nın bu meseleyi aşamadığının göstergesi olduğuna da dikkati çeken Sağıroğlu, "Avrupa'da görülen bu davranış için başka ülkelerde görülmediği söylenemez. Belki daha ağır biçimde de karşılaşılabilir. Aradan geçen 60-70 yıla rağmen hala Avrupa'da bu türden, hem Müslümanlara hem de fenotipik olarak Avrupalılara benzemeyenlere karşı girişilen bu ayrımcı tutum olduğunu görüyoruz. Siegen Üniversitesinin yaptığı araştırma, isminden Müslüman olduğu belli olan ya da en azından Avrupalı olmadığı belli olan insanların ayrı bir katmanda tutulduğu, ayrı bir tabaka da yer aldığı ve kariyer fırsatlarında belli ölçüde bir ayrımcılığın ortaya çıktığı ifade edilebilir." diye konuştu.

"Avrupa'nın daha bu konuda kat etmesi gereken çok yolu olduğuna işaret ediyor"

Bugün Siegen Üniversitesi'nin yaptığı bu araştırmanın, daha önceden pek çok resmi araştırmanın veya yaşanılan vakaların konusu olduğuna dikkati çeken Sağıroğlu, şunları dile getirdi:

"Daha önce yapılmış bu araştırmaya benzer başka örnekler hatırlıyorum. Hem ismini hem de koyduğu fotoğrafıyla bir Avrupalıdan ayırt edilemeyen bir profil var. İkinci bir profil ismi Alman değil, Avrupalı değil ama başka bir ülkeden. Bir fotoğrafı var, Avrupalıya benziyor. 3. bir profilde de işte başı kapalı örtülü bir bayan ve ismi de Müslüman olan bir profil var. Bu üçünü aynı işe başvuru yaptırıyorlar ve tahmin edebileceğiniz gibi bu araştırmanın sonuçlarına benzer bir sonuç ortaya çıkıyor. En az geri dönülenin Müslüman olduğu ortaya çıkıyor. Şimdi bu ayrımcılığın Müslümanlara karşı özel bir biçimi de var. İslamofobi dediğimiz ayrı kategoride değerlendirilen bir ayrımcılık tutumu. Yani sadece Müslüman olduğu için hem kültürel kültürel olarak hem inanç itibarıyla Müslüman olduğu için ayrımcılığa tabi tutulan insan insanların daha fazla karşılaşıldığı bir gerçek. Bu çok acı ve üzerine düşünülmesi gereken bir mesele."

Sağıroğlu, özellikle Almanya'da 2015 yılındaki büyük mülteci akını ve ardından koronavirüs salgını sürecinde yabancı karşıtlığını körükleyen siyasi oluşumların söylemlerinin ve taraftarlarının çoğalmasının, bugün Almanya özelinde konuşulan ancak tüm dünyada yaşanılan bir problemin ana unsurlarından biri olduğunu söyledi.

Özellikle bu yayılımın durdurulabilmesi adına Avrupa'da ciddi önlemler alınmasına karşılık halen bu vakaların görülebiliyor olmasının yeterince mücadele edilemediği veya kitlelerin bilinçlendirilememesi ile ilgili olabileceğine işaret eden Sağıroğlu, "Araştırmanın ortaya koyduğu sonuçlar ve buna benzer bazı göstergeler, hala Avrupa dışından gelen insanların burada beklediğimiz kadar büyük bir kabul görmediklerini ve hala birtakım ayrımcılıklara maruz kaldığını gösteriyor. Bu kadar uzun süre geçtikten sonra bile hala bunun sürüyor olması Avrupa'nın daha bu konuda kat etmesi gereken çok yolu olduğuna işaret ediyor." şeklinde konuştu.

Özellikle Siegen Üniversitesinin son verilerinin, demokrasi, insan hakları ve eşitlik adına Avrupa'daki sürecin daha da gelişmesi gerektiğini işaret ettiğini vurgulayan Sağıroğlu, şunları söyledi:

"Avrupa'da son 10 yılda da aşırı sağ partilerin yükseldiğini görüyoruz. Bu partiler yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtlığıyla maruf olan partiler. Siyasetin içerisinde daha fazla kendilerine yer açtıkları bir süreçle karşı karşıyayız. Yani 'Biz yabancılarla nasıl yaşayacağız? Yaşayacağız Yaşamayacağız mı? Bunun prensipleri ne olacak? Hukukta ve gündelik hayatın içerisindeki karşılaşılan bu sorunlara nasıl çözüm üretilecek?' diyorlar. Öyle görünüyor ki Almanya ve diğer ülkelerin bunu tekrar düşünmeleri ve yeniden değerlendirmeleri gerektiğini düşünüyorum."

"Kolaylaştırıcı adımların atılması lazım"

Almanya'da yabancıların kariyer fırsatlarından yararlanma konusunda yaşadıkları problemlerin, aslında ülke ile anılan kurumsallaşan ırkçılık ile de açıklayabilmenin mümkün olduğunu belirten Sağıroğlu, göçlerin üzerinden geçen 60 yıl ve yaklaşık 4-5 nesile rağmen halen "entegrasyon problemi" olarak insanların karşılarına çıkartılan bu durumun bir tür kabul problemi olarak görülebileceğini, bu durumu aşabilmek için de Alman devletine vazifelerin düştüğüne vurgu yaptı.

Özellikle yabancı kişilerin istihdam edilebilmesi için kolaylaştırıcı ve teşvik edici uygulamaların da yapılması gerektiğini anlatan Sağıroğlu, şunları ifade etti:

"Devletlerin birtakım bürokratik,, süreçleri kolaylaştırması ya da zorlaştırması ya da yabancılara karşı biraz daha ağırlaştırması yönündeki politikaları da bu insanların işverenler tarafından ne kadar tercih edilip edilmeyeceğini de belirleyen şeylerden birisi. Yani şöyle bir örnek verelim. Almanya'da bir iş yerinde bir Alman'ın çalıştırılmasında ödenen aylık sigorta ücreti, eğer bir yabancıdan daha ucuzsa doğal olarak veya belli ölçüde o işverenin Alman vatandaşlarını aradığı veya tercih ettiği söylenebilir. Diğer taraftan işe alımlarda yabancılarla ilgili bazı özel prosedürler çalıştırılıyorsa ve bu süreçler uzun sürüyor, ayrı işlemler yürütülmesi gerekiyorsa bu gene işverenlerin yabancılara karşı olan işe alım süreçlerinde bir isteksizlik ya da tercih etmeme durumunu ortaya çıkarıyor olabilir. Bunu da gözlemde bulundurmak lazım. Bu noktada Alman hükümetine görev düştüğünü söylemek gerek."

Sağıroğlu, özellikle eğitim meselesinin bu anlamda bu ayrımcı tutumla mücadelede önemli bir yöntem olduğunu, ilk okuldan üniversiteye ve hatta kariyer fırsatlarının başlayacağı günlere kadar bu bilinci aşılanması gerektiğini söyleyerek sözlerini şöyle tamamladı:

"Kurumsallaşan ırkçılık dediğimiz zaman devlet boyutu kadar bir de sosyal boyutu var. Devlet kurumlarındaki bu ayrımcılığın ortadan kalkması için hükümetlerin bu konuda kararlı politikalar izlemesi ve kanuni düzenlemeler yapması beklenir, gerekir. Dolayısıyla bunlara karşı Avrupa'nın düşünmesi gerekiyor. Ama öyle görünüyor ki bu kurumsallaşan ırkçılık dediğimiz şey siyasetin içine de giderek nüfuz eden şu şekilde veya bu biçimde kendi alanını genişleten bir şeye dönüşüyor."