İran'da 1953'te ABD ve İngiltere’nin düzenlediği darbe Tahran-Washington ilişkilerinde kalıcı izler bıraktı

İran'da 1953 yılında ABD ve İngiltere’nin düzenlediği darbe, İran’da petrolü millileştiren Başbakan Muhammed Musaddık’ın devrilmesine neden olurken tüm bölge için etkiler oluşturan bu darbe, İran ile ABD arasındaki ilişkilerde kalıcı izler bıraktı.

"Ajax Operasyonu" olarak adlandırılan ve 19 Ağustos 1953’te gerçekleştirilen darbe, Tahran-Washington ilişkilerinde önemli bir dönüm noktasıydı ve İran’ın siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısında kalıcı değişikliklere yol açtı.

İran'ın devasa petrol rezervleri, ulusal bağımsızlık mücadelesi ve İngiltere başta olmak üzere küresel güçlerin müdahaleleri, bu darbenin zeminini hazırlayan faktörlerin başında yer aldı.

📲 Artık haberler size gelsin
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı

İngiltere ve Rusya’nın İran’daki nüfuz mücadeleleri ve işgali

İran, 19. yüzyıl boyunca hem İngiltere’nin hem Rusya’nın bölgedeki nüfuzlarını artırmak için sürekli rekabet ettikleri bir alan haline geldi. Bu iki büyük güç, İran’ın doğal kaynakları ve stratejik konumu üzerinde kontrol sağlamayı hedefledi.

1901 yılında, İngiliz iş adamı William Knox D'Arcy, İran’ın petrol çıkarma ve işletme haklarını elde etti. Kaçarlar hanedanının son yıllarında yapılan bu anlaşma, İran’ın ekonomik bağımsızlığını ciddi şekilde tehdit etti. İngiltere’nin bu anlaşmadaki baskın rolü, ülkede Batı karşıtı duyguların artmasına neden oldu.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında (1914-1918), İngiltere, İran üzerindeki etkisini daha da pekiştirmeyi amaçladı. 1919’da, İran’a zorla dayatılan bir anlaşmayla, İngiltere İran’ın askeri, mali ve politik kontrolünü ele geçirmeyi planladı ancak bu girişim, İran halkı ve milliyetçi liderler tarafından büyük bir karşı duruşla karşılandı.

Bu dönemde İran’da yükselen milliyetçilik, İngiliz hegemonyasına karşı güçlü bir direnişi de beraberinde getirdi.

İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında, İran tarafsız kalma çabalarına rağmen İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından işgal edildi.

Bu işgal, İran’ın stratejik konumunun ve enerji kaynaklarının Batı için ne kadar kritik olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Sovyetler Birliği ve İngiltere, Almanya’nın bölgedeki etkisini kırmak ve petrol yollarını güvence altına almak amacıyla İran’ı işgal etti.

Bu süreçte, Şah Rıza Pehlevi, Eylül 1941’de Batılı güçlerin baskısıyla görevden alındı ve yerine oğlu Muhammed Rıza Pehlevi getirildi. Bu dış müdahaleler, İran halkı arasında Batı’ya karşı duyulan hoşnutsuzluğu daha da derinleştirdi.

İngiltere'nin petrol sömürüsü ve siyasi müdahaleleri milliyetçilik dalgasını başlattı

1940’ların sonlarına gelindiğinde, İran’ın petrol sektörü büyük ölçüde İngiltere’nin kamu şirketi haline getirilen Anglo-Iranian Oil Company’nin (AIOC) kontrolüne geçmişti.

Bu şirket, İran’ın ekonomik yapısının temelini oluşturan petrol gelirlerinin büyük bir kısmını alırken, İran’a oldukça düşük bir pay bırakıyordu. Bu durum, halk arasında ciddi bir memnuniyetsizliğe yol açtı ve güçlü bir milliyetçi hareketin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.

Soğuk Savaş’ın başlangıcında, hem İranlı aydınlar arasında hem Sovyetler Birliği’nin etkisindeki Tudeh Partisi’nde ortak bir milliyetçilik anlayışı şekillendi. Bu dönemde, İran Meclisinde yer alan Milli Cephe Grubu ve bu grubun lideri, eski Maliye ve Dışişleri Bakanı Muhammed Musaddık, ulusalcı politikaların savunucusu oldu.

Musaddık, Şah’ın döneminde 1933 yılında İngiltere ile imzalanan ve sürekli olarak şirketin lehine düzenlemeler yapılan petrol anlaşmasına karşı çıktı. 1950 yılında, komünist Tudeh Partisi ve Milli Cephe Grubu’nun desteğiyle, İran’ın petrolünün millileştirilmesi talebiyle halk gösterileri başladı.

İngiltere'nin hegemonyasına karşı çıkan Musaddık petrolü millileştirdi

Tam bu dönemde, 1951 yılında ülke siyasetinde öne çıkan bir figür olarak Musaddık, Başbakan seçildi. Hem Sovyetler Birliği hem İngiltere'nin İran'a müdahalelerine karşı çıkan isimlerin başında gelen Musaddık, göreve gelir gelmez İran’ın petrol endüstrisini millileştirmek için hızla harekete geçti.

Bu adım, İran’ın bağımsızlık mücadelesinin bir sembolü olarak görüldü. Musaddık’ın liderliğinde İran, petrol gelirlerinin tamamını İran halkının hizmetine sunmayı hedefledi ancak bu karar, İngiltere için büyük bir tehdit kabul edildi.

Musaddık’ın petrolü millileştirme kararını kabul etmeyen İngiliz hükümeti, İran’a karşı bir dizi ekonomik yaptırım uygulamaya başladı. Bu yaptırımlar arasında, İran’ın petrol satışlarını engellemek amacıyla uygulanacak bir deniz ablukası da vardı.

İngiltere ayrıca, Musaddık hükümetini devirmek için uluslararası destek arayışına girdi. İngilizler, Musaddık’ın kendilerine karşı Sovyetler Birliği’ne yanaşabileceği endişesiyle ABD’yi de bu konuda harekete geçmeye iknaya çalıştı.

Musaddık’a karşı başlangıçta temkinli bir yaklaşım benimseyen ABD, İran’ın Sovyetler Birliği ile yakınlaşmasından endişe duyuyor ancak duruma doğrudan müdahale etmekten de kaçınıyordu.

ABD'nin bu tutumu 1952’ye gelindiğinde, Musaddık’ın AIOC'ye karşı tavizsiz tutumu ve İran’ın ekonomik durumu, Washington’daki endişeleri artırdı. Amerikalılar, İran’daki milliyetçi dalganın Sovyetler için bir fırsat olabileceğini düşünmeye başladı.

Uzun yıllar İran petrolünü sömüren İngiltere ise bu imtiyazını kaybettikten sonra Musaddık’ı devirebilmenin yollarını aramaya başladı. Bu konuda ABD’yi ikna etmek amacıyla yoğun bir diplomatik kampanya yürüttü.

Musaddık’ın iktidarda kalması halinde diğer bölge ülkelerinin de Batı’ya karşı benzer bir tavır alabileceğini tezini geliştiren İngiltere, Musaddık’ın Sovyetler Birliği ile yakınlaşabileceği ve bu durumun Batı Asya'da Batılıların çıkarlarına büyük bir darbe vurabileceği argümanını öne sürdü.

Bu argümanlar da ABD’yi Musaddık’a karşı daha agresif bir politika izlemeye yönlendirdi.

İngiltere ve ABD'nin Musaddık'ı devirme planları

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı'nın (CIA) 2013'te gizliliği kaldırılan belgelerle de kabul ettiği üzere 1953 yılının başlarında, CIA ve İngiltere Askeri İstihbarat Birimi (MI6), Musaddık hükümetini devirmek için bir darbe planı hazırladı. Plan, İran ordusu içinde Musaddık karşıtı unsurları bir araya getirerek hükümeti devirme amacı taşıyordu.

Aynı zamanda, CIA, İran’daki medya ve politikacılar arasında Musaddık’a karşı bir propaganda kampanyası başlattı.

Bu kampanya, Musaddık’ın Sovyet yanlısı bir diktatör olduğu ve İran’ı komünizme sürüklediği algısını yaratmaya çalıştı. Bu süreçte, İran’daki çeşitli aşiretler ve dini liderlerle de temaslar kurularak Musaddık’a karşı bir ittifak oluşturulmaya çalışıldı.

Musaddık’ın devrilmesi için CIA ve MI6’nın üzerinde anlaştığı plan, İran’da monarşiyi yeniden güçlendirmek ve Musaddık’ı görevden almak üzerine kuruluydu. Plan, İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin Musaddık’ı görevden alması için bir ferman imzalamasını ve bu fermana dayanarak Musaddık’a sadık olmayan unsurların harekete geçmesini içeriyordu.

Bu dönemde Musaddık'la ciddi bir iktidar mücadelesi içine giren Şah, Ağustos 1953'te Başbakanı görevden alma girişiminde bulundu ancak Musaddık'ı destekleyenlerin başlattığı büyük tepki gösterileri karşısında ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

İlk darbe girişimi başarısız olunca ikinci plan devreye sokuldu

Bu hazırlıklar sonucunda, 15 Ağustos 1953 gecesi, Musaddık’ı tutuklamak için bir grup asker harekete geçti ancak Musaddık, darbe girişiminden haberdar oldu ve karşı önlemler aldı.

Darbe girişiminde bulunan askerler tutuklandı, Şah ise ülkeyi terk ederek Roma’ya kaçtı. Başarısız darbe girişimi, Musaddık’ın konumunu geçici olarak güçlendirdi ve ülkede halkın büyük bir kısmı ona destek vermeye devam etti.

Başarısız ilk girişimin ardından CIA, İran’daki darbeyi sürdürmek için yoğun bir çaba sarf etti. Bu süreçte, CIA tarafından finanse edilen bir propaganda başlatıldı.

Bu kampanya, Musaddık karşıtı gösterileri teşvik etmek, halk arasında karışıklık yaratmak ve Musaddık’a olan desteği zayıflatmak için kullanıldı. Ayrıca, CIA tarafından tutulan çeteler ve provokatörler, Musaddık’ın karşıtlarıyla sokak çatışmaları başlatarak kaos ortamı oluşturdu.

Ülkede 19 Ağustos 1953’te, ordu içindeki Musaddık karşıtı güçler yeniden harekete geçti. Bu kez, darbeye ordu içinden bazı unsurlardan daha geniş bir destek sağlandı.

CIA’nın finanse ettiği gruplar, Tahran sokaklarında hükümet aleyhinde protestolar düzenledi. Aynı gün, Musaddık’ın evi tanklarla çevrildi ve evine yapılan saldırı sonucu Musaddık teslim olmak zorunda kaldı.

Daha sonra askeri mahkemede yargılanan Musaddık, vatana ihanetle suçlandı ancak mahkeme, Musaddık’ı 3 yıl hapis cezasına çarptırdı. Bu sürenin sonunda Musaddık, siyasi olarak izole edilerek ev hapsine alındı. Hayatının geri kalanını Tahran’daki evinde gözetim altında geçirdi ve 1967 yılında 84 yaşındayken yaşamını yitirdi.

Musaddık'ın devrilmesinin ardından Şah ülkeye döndü

Musaddık’ın devrilmesinin ardından Şah Muhammed Rıza Pehlevi, İran’a geri döndü ve iktidarı tamamen ele geçirdi.

Darbeden sonra Şah, İran’da baskıcı bir yönetim kurdu. Bu dönem, Şah’ın yönetimi, özellikle ABD ve İngiltere tarafından desteklendi.

Şah, Batı’nın çıkarlarını korumak adına petrol endüstrisini yeniden yabancı şirketlerin kontrolüne açtı. Bu durum, halk arasında Şah’a karşı büyük bir öfke ve hoşnutsuzluk oluşturdu.

CIA, darbede oynadığı rolü 60 yıl sonra itiraf etti

Her ne kadar İngiltere, darbedeki rolünü kabul etmese de İran darbesinde ABD'nin oynadığı role, 2000 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, 2009'da da dönemin ABD Başkanı Barack Obama, açıkça değindi.

Daha sonra CIA'nın 19 Ağustos 2013'te gizliliğini kaldırdığı devlet arşivlerinde, bu darbede ABD ve İngiltere'nin rolüne dair kanıtlar ilk kez kamuoyuna açıklandı.

Belgelerde CIA'nın, Musaddık aleyhindeki haberleri İran ve Amerikan medyasına yerleştirmek suretiyle darbeye nasıl hazırlık yaptığı anlatıldı.

Belgelerin birinde "Askeri darbe, ABD dış siyasetinin bir parçası olarak, CIA'nın yönetiminde gerçekleştirildi." ifadeleri kullanıldı.