Orta Doğu uzmanı, yazar ve mütercim Zahide Tuba Kor, 1973 Yom Kippur Savaşı'nı, savaşın Filistin'e yansımalarını ve bu savaştan sonra İsrail'in yerleşimci işgalci hedeflerinin nasıl arttığını AA Analiz için kaleme aldı.
***
Bundan yarım yüzyıl evvel Filistin'le ilgili olmadığı halde kaderini doğrudan etkileyen ve 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonuna metot bakımından ilham kaynağı olan bir savaş yaşandı: 1973 Yom Kippur (Kefaret Günü) veya Ekim Savaşı. Bu savaş mevcut, müstakbel seyri ve neticeleri itibarıyla günümüzle bolca benzerlikler taşıyor.
Mısır ve Suriye, 1967’de altı günde topraklarını üç kat genişletmenin kibri ve öz güveniyle işgal toprakları üzerinde hiçbir müzakereye yanaşmayan İsrail’i masaya çekebilmek için Yahudilerin en kutsal gününde (aynı zamanda Ramazan’dı) sürpriz ve sınırlı bir savaş açtılar. İlk başta İsrail ordusunu mevzilerinden püskürttüler. Ancak ABD, tarihin o güne kadarki en büyük hava koridorunu kurup İsrail’e silah ve gıda dahil her türlü ihtiyacını yolladı. Bu sayede bir hafta sonra toparlanan İsrail ordusu, bir karşı saldırıyla çekildiği yerleri geri alıp Mısır ve Suriye toprakları içinde ilerledi. Soğuk Savaş şartlarında süper güçler ABD ve SSCB’nin devreye girmesiyle savaş, net bir galibi olmadan yirmi günde bitirildi.
1973 Savaşı İsrail'in yenilmezlik efsanesine darbe vurdu
1973 Savaşı İsrail’de deprem etkisi yaptı. Araplar ilk kez güce başvurup kısmi başarı elde etmiş ve İsraillilerin onsuz yaşayamayacağı öz güvenine, caydırıcılığına ve yenilmezlik mitine darbe vurmuştu. Savaşın üçüncü gününde Maariv gazetesi başyazısı, adeta 7 Ekim sonrası İsrail ordusunun yapmaya çalıştığı şeyi talep ediyordu: “Karşı saldırımız Arapların kolektif bilinçlerinde ulusal bir travmaya yol açacak şekilde şiddetli, yıkıcı, acımasız ve gaddarca olmalı. Arapların Yom Kippur macerası onlara öylesine pahalıya mâl olmalı ki bu türden bir maceraya bir daha girişmeleri halinde korkuyla titresinler. Aklın sınırlarını aşan öyle bir darbe indirmeliyiz ki Arapların kendilerini koruma güdüsü İsrail’in varlığını kabul etmelerine yol açsın.”
Savaşta ilk kez birçok İsrail askeri esir alınıp aşağılanırken 2 bin 700’ü de öldürüldü. Bu, düşmanı karşısında ezici zaferlere alışmış İsrail ordusu, yönetimi ve halkı için travma oldu. 1973 Savaşı, İsrail’i sadece askeri değil psikolojik, ideolojik, diplomatik ve ekonomik bakımdan da sarstı. Ordu ve siyaset karıştı. Halk sivil ve askeri otoritelere ateş püskürdü. Kurucu Avrupa kökenli Yahudiler (Aşkenazi) ile Doğulu Yahudiler (Sefaratlar ve Mizrahiler) arasında sosyal çatışmalar yoğunlaştı. İsrail’e göç azaldı. Ekonomi öylesine darbe aldı ki ağır kemer sıkma önlemlerine başvuruldu. Ancak İsrail ileriki yıllarda ABD desteğiyle toparlanacaktı. İsrail'e gelen Amerikan yardımı 1968’de 77 milyon dolarken 1975’te 1 milyar doları aştı. İsrail Mısır’la barıştan bu yana ise her yıl 2 ila 3 milyar dolarlık yardım alıyor. Kısacası bu savaş İsrail’e ne denli dışa bağımlı olduğunu gösterdi.
1973 Savaşı İsrail siyasetini vurdu. Arap ordularının hareketliliğini önceden fark edemeyip savaşa hazırlıksız yakalanan ve ülkeyi "ulusal felakete" sürüklediği düşünülen Başbakan Golda Meir 1974’te istifa etti. Yerine 1967 Savaşı’nın muzaffer genelkurmay başkanı İzak Rabin geçti. Ancak asıl şok, 1977 seçimleriyle geldi. Bu, alt sınıf sayılan Sefarad ve Mizrahi Yahudilerinin Aşkenazi elite karşı bir isyanı olup tarihe “İsrail’in deprem seçimleri” olarak geçti. 29 yıl ülkeyi yöneten İşçi Partisi ilk kez yenilirken Siyonizmin fanatik ve yayılmacı kanadı olan revizyonistlerin Likud’u hükümeti kurdu. Bu aşırı milliyetçi sağ kanat, 1980’ler ve 2000’lerde İsrail siyasetine damga vuracaktı. İşçi Partisi’nin bir yandan etnik temizlik uygulayıp diğer yandan Batılı söylemlerle dünyayı aldatma politikasını bırakan ve dünyanın tepkisini umursamayan Likud döneminde İsrail’de militanlaşma ve aşırılıklar arttığı halde ABD, politikalarını gözden geçirmeyecekti. Çünkü Hristiyanlığın siyasallaştığı 1980’lerde Cumhuriyetçi Ronald Reagan’la birlikte İsrail’i korumayı dini vecibe sayan Evanjelikler iktidara taşınacaktı.
Yom Kippur Filistin'i dünya gündemine taşıdı
Bu savaşta ABD’nin İsrail ordusuna hava köprüsüyle tam desteğine tepki olarak Arapların ilk ve son kez petrolü bir koz olarak kullanması sayesinde Filistin dünya gündemine oturdu. Birçok devlet Filistin politikasını gözden geçirdi. Bu sayede Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1974’te Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler'de (BM) Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak tanındı, hatta FKÖ’ye BM’de “gözlemci örgüt” statüsü verildi. BM’de dengelerin aleyhine değiştiği İsrail, dünyada ürkütücü bir diplomatik yalnızlık yaşadı ve tek gerçek dostunun ABD olduğunu gördü. Siyonizmin ve İsrail’in geleceği hakkında derin endişeler ortaya çıktı. Araplar ve Filistinliler gelişmelerin İsrail aleyhine dönmesini kalıcı zannetti. Hatta Siyonizm zirvesine 1967’de ulaştı; 1973, Siyonist gerilemenin başlangıcıdır diye yazılıp çizildi. Ancak İsrail’in Mısır’la barışı bu gidişata darbe vuracaktı.
Orta Doğu'da Mısırsız savaş Suriyesiz barış olmaz söylemi
1973 Savaşı Ortadoğu’daki güç dengelerini değiştirdi; sonuçta bölgede Mısırsız savaş, Suriyesiz barış olmaz denklemini ortaya çıkacaktı. İşçi Partisi hükümetleri müzakereleri oyalarken ülkenin ilk revizyonist Başbakanı Menahem Begin, neden 1979'da Mısır’la barışıp "vadedilmiş" topraklar olan Sina'dan çekildi? En güçlü Arap ülkesiyle barışıp hem Arap ordularıyla birkaç cephede savaşma ihtimalini sona erdirdi hem kapsamlı bir bölgesel barışı engelledi hem de barış görüntüsü altında İsrail’i dünyadaki dışlanmışlıktan kurtardı.
30 yıl evvel Filistin Mandası’nın baş teröristi olan Irgun çetesi lideri Begin, 1978’de Mısır lideriyle birlikte Nobel Barış Ödülü aldı. Sina’dan çekilirken Gazze ve Batı Şeria’da işgali ilhaksız kalıcılaştırma, Kudüs’ü daha fazla Yahudileştirme, 1980’de Suriye ve Golan’ı ilhak ve 1982’de Lübnan’ı işgal imkanına kavuştu ve bölgedeki tartışmasız gücünü yeniden kazandı. İsrail bir daha herhangi bir düzenli Arap ordusuyla savaşmayacak; 1980’lerden itibaren Hamas, Hizbullah gibi örgütlerle mücadele devri başlayacaktı. Ahde vefası olmayan İsrail bir anlaşmaya uyuyorsa mutlaka çok daha büyük kazanımlar elde edeceğindendir. Mısır bunun tipik örneğidir ancak İsrail'in bu anlaşmaya uyması da öyle kolay olmadı.
1977 ve sonrası: İsrail’in yerleşimci işgali genişledi
1973 Savaşı, Filistin uğruna değildi ama onlara yaramıştı. Ancak 1979'da imzalanan Mısır-İsrail barışı ise Filistinlilere darbe vurdu. Mısır, barışa tepkileri dindirme amaçlı Filistinlilerin gıyabında İsrail’le göstermelik bir “Orta Doğu’da Barış İçin Çerçeve Anlaşması” hazırladı ve İsrail Başbakanı Begin ve ABD’ye Filistin “özerkliği/öz yönetimi” planını onaylattı. Buna göre resmen ilhak olmadan işgal altındaki bütün topraklar İsrail’in elinde kalacak; askeri üsler yerinde duracak, yerleşimler genişleyecek, Yahudi göçü ve ekonomik hegemonya sürecek; sadece sivil idare yükü yerel halkın veya kısmen Ürdün’ün elinde olacaktı. İşgal böylelikle fiilen meşruiyet kazandı.
1967 Savaşı’nda altı günde kazanılan mutlak zaferle İsrail’de dini Siyonizm ve apokaliptik-mesihçi beklentiler, revizyonist Siyonist akımla birlikte yükselişe geçmişti. Bu çevrelerin 1977’de iktidar olmasıyla yerleşimci hareketi, özellikle Guş Emunim (İnananların Birliği) güçlendi. 1967’de İşçi Partisi iktidarında daha ziyade güvenlik ve stratejik gerekçelerle ve -Kudüs’tekiler hariç- çoğu Filistinlilerin yaşadığı yerlerden uzakta kurulmaya başlanan Yahudi yerleşimleri, Likud iktidarıyla birlikte dini-tarihi iddialara dayandırılarak her yere yayıldı. Hatta yerleşimci işgalciler Filistinlilerin hayat alanlarının ortasına yerleşmek için kaba güce, ekonomik engellemelere ve yarı hukuki gerekçelere başvurdular.
Mısır’la Camp David Anlaşmaları’nın imzalanmasından bir ay sonra Ekim 1978’de Guş Emunim’in öncülük ettiği yerleşim stratejileri, Dünya Siyonist Örgütü’nün resmi manifestosuna Drobles Planı olarak yansıdı. Buna göre, işgal topraklarında yerleşim merkezleri kurmak bir güvenlik ve hak meselesiydi; bir an evvel mümkün olan azami Arap toprağı ele geçirilmeliydi. Bu, Begin’in ABD’ye sunduğu Filistin “özerkliği/öz yönetimi” planıyla çelişiyor gibiydi. "Dahiyane bir içtihatla" özerkliğin topraklara değil, sadece üzerinde yaşayan Arap nüfusa uygulanacağı duyuruldu. Batı Şeria’daki bütün kamu ve işlenmeyen boş arazilerin ele geçirilmesi için harekete geçildi. Daha fazlası için kamu yararından yol inşasına kadar her türlü kılıfa başvuruldu. Sonuçta Mısır Sina’sına ve ekonomik kaynaklarına kavuşurken Batı Şeria’nın yüzde 55 veya 60’lık toprağı İsrail’in eline geçti.
Liberal ekonomi politikası benimseyen Begin yönetimi, özel müteahhitleri "Büyük İsrail'in" inşası için teşvik etti. Ordu kamu arazilerine el koyup kâr peşinde koşan girişimcilere bu toprakları değerinin yüzde 5’i fiyatla satıyordu. Bu sayede Likud’un seçmen kitlesi orta veya alt sınıflar Batı Şeria ve Gazze’de üçte bir, hatta dörtte bir fiyata ev sahibi olabiliyordu. Güvenlik açısından riskli bölgeler diye burada kurulan işlerde vergi muafiyeti getirildi. Bu şekilde Batı Şeria’da yaşayan İsraillilerin sayısı 1977’de 3 binken 1981’de 21 bini ve 1986’da 100 bini buldu.
Likud döneminde dindar milliyetçi yerleşimcilere hem silah hem de özgürce hareket izni verildi. Onlar da kendilerini yasaların üzerinde saydı ve Filistinlilere saldırıp hayatlarını cehenneme çevirerek göçe zorlama yöntemini benimsedi. Arap karşıtı ırkçılığın ve Yahudi mesihçiliğin karışımı dini propagandalar buralarda yayıldı. Bazıları devlet içinde devlete dönüştü ve devletin laik karakterine de meydan okudu.
1973 Savaşı sonrası şekillenen İsrail ve onun Filistin politikaları, 21. yüzyıl Filistin ve İsrail’i üzerinde belirleyici olmuştur. Tam yarım yüzyıl arayla başlayan Yom Kippur Savaşı ile 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu ve akabindeki Gazze soykırımı süre ve vahşet bakımından çok farklı olmakla birlikte, upuzun bir benzerlikler listesine de sahip. Gazze’de ateşkes ümitlerinin belirdiği bu dönemde gidişatı kestirebilmek için, 1973 Savaşı sonrası ateşkes ve zorlu barış sürecini iyi bilmek gerekir.
Kaynakça:
David Hirst, Silah ve Zeytin Dalı: Ortadoğu’da Şiddetin Kökenleri, İyidüşün Yayınları.
Avi Shlaim, Demir Duvar: İsrail ve Arap Dünyası, Küre Yayınları.
Ilan Pappe, Yeryüzünün En Büyük Hapishanesi: İşgal Altındaki Toprakların Tarihi, Küre Yayınları.
William Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Agora Yayınları.
[Zahide Tuba Kor, Orta Doğu uzmanı, yazar ve mütercimdir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.