Analiz

Ortadoğu’da krizin şifresi: MbS / MbZ

Körfez’in askeri anlamda en büyük ikinci gücü olan BAE, söz konusu askeri üslerle üç politik hedefi gerçekleştirme amacında.

Mehmet Rakipoğlu  | 21.12.2018 - Güncelleme : 21.12.2018
Ortadoğu’da krizin şifresi: MbS / MbZ

Istanbul

İSTANBUL - Mehmet Rakipoğlu

Körfez bölgesi Ortadoğu’nun bir alt bölgesi olarak nitelendirilir. Bu özellik bölge siyasetinin en azından iki temel dinamikle açıklanmasına olmasına yol açmıştır. Bunlardan ilki, küresel aktörlerin devamlı olarak bölgeye yönelen ilgisinin bölge siyasetini etkileme potansiyeline sahip olmasıdır. Bu anlamda Osmanlı, İngiltere ve ABD hegemonyaları, bölge ülkelerinin iç ve dış politikalarında önemli ölçüde etkinlik sağlamıştır. İkinci dinamik ise çok fazla dile getirilmeyen bölge içi güvenlik dönüşümleri ve güç mücadeleleridir. Bu anlamda bölge ülkeleri arasında yaşanan rekabetler, bölge siyasetini önemli ölçüde etkilemiştir. Rekabetin yanı sıra ittifaklar ve işbirlikleri de bölge siyasetinin şekillenmesinde rol oynamaktadır. Bu noktada özelde Körfez ve genelde Ortadoğu siyasetinin, veliahtlar üzerinden yapılan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan ittifakından etkilendiği söylenebilir.

Fakat bu ittifakta Abu Dabi veliaht prensi Muhammed bin Zayid’in (MbZ) “üst” (superior), Suudi Arabistan I. Veliahtı Muhammed bin Selman’ın (MbS) “ast” (subordinate) olduğu bir hiyerarşik ilişki söz konusu. Öyle ki 2017’de MbS’nin iç siyasette ve ekonomide güç konsolidasyonunu sağlama amacıyla başlattığı, “yolsuzlukla mücadele” adı altında siyasi muhalif ve gazetecilerin tutuklanması operasyonları da MbZ’nin telkinleriyle yapılmıştı. Bu durum, MbS’nin akıl hocasının MbZ olduğunu gösteriyor. Peki MbZ kim?

Asker siyasetçi MbZ

Muhammed bin Zayid, bugün BAE denilince akla gelen ilk isim. El-Ayn (göz) şehrinde doğan MbZ, kariyerine küçük yaşlarda askeri eğitimlerle başladı. İngiltere’deki Sandhurst Kraliyet Askeri Akademisi’nden 1979 yılında mezun oldu. Ülkeye döndüğünde, Emirlikleri oluşturan 7 eyaletten birisi olan Şarika’daki eğitim kursuna katıldı ve daha sonra ilk görevini helikopter filosunda komutan olarak icra etmeye başladı. Daha sonra 1986’da hava kuvvetleri komutanı, 1992’de ise genelkurmay başkan yardımcısı oldu. BAE Hava kuvvetleri pilotluğu, BAE’nin elit güvenlik gücü olan Amiri Birliği’nde memurluk gibi birçok askeri görev alan MbZ, siyasete Emirliklerin kurucusu ve babası Şeyh Zayid’in 2004’te vefat etmesiyle girdi. Üvey kardeşi ve BAE Emiri olan Şeyh Halife’nin sağlık sorunlarından faydalanarak ülke içinde gittikçe güçlenen MbZ, bugün Abu Dabi’nin Veliaht prensi olmasına rağmen, ülkenin de facto kralı olarak anılıyor. MbZ’nin de facto lider olarak Abu Dabi merkezinden BAE siyasetine yön vermesini, bölge siyasetine yön veren liderlerle kurduğu yakın temaslar sağlıyor. Bu yakın temasların bir göstergesi olarak, Abu Dabi Louvre Müzesi’nin açılışına birçok yabancı devlet adamı katılmıştı. Uzman Alexandre Kazerouni’ye göre söz konusu müzenin açılışın, Beni Fatıma kabilesinin lideri olan MbZ’nin aile içindeki hükümdarlığını ve ülke içindeki askeri, ekonomik, istihbari ve dış politik otoritesini ispatlama açısından sembolik bir önemi var.

ABD’nin peşine takılarak gidilen yol

MbZ’nin hiçbir siyasi projesi, ABD’den bağımsız değil. Bu anlamda, Trump dönemi ABD’nin bölge politikasının, İran’ın çevrelenmesi, İsrail’in güvenliğinin artırılması ve Türkiye’nin sınırlandırılması etrafında şekillendiğini ve her üç sütunda da BAE’nin önemli rol oynadığının altı çizilmeli. Üç sütun üzerinden gerçekleşecek gelişmelerin Türkiye’nin bölge politikasını zayıflatacak potansiyele sahip olması Türkiye’yi kaygılandırmıştır. Bu minvalde Türkiye inisiyatifler alarak, Suriye özelinde Rusya ve İran ile masaya oturarak işbirliği yapmaya başlamıştır. Söz konusu “ortaklık” BAE yönetimi tarafından olumsuz karşılanmıştır. Bu anlamda BAE- Türkiye ilişkilerindeki potansiyel gerilimli alanlardan birisi de Türkiye’nin İran politikasıyla yakından alakalıdır. Ankara’nın Tahran’a yönelik ABD yaptırımlarına uymaması ve Suriye’de Rusya paralelinde İran ile belli ölçüde birlikte hareket ediyor olması, BAE’yi ciddi manada rahatsız etmektedir. Bu bağlamda Ankara’nın BAE, İsrail ve Suudi Arabistan’ın “hasım” olarak gördüğü Tahran’a yönelik politikası ikili ilişkileri etkileyecektir.

Üç siyasi prensip

MbZ’nin bölge siyasetinde en az üç ana prensibin varlığından söz etmek mümkün. Her üç prensip de MbS’nin politik hamlelerinin anlaşılması açısından önemli. Bunlardan ilki, kurulan bölgesel ve uluslararası iletişim ağlarının korunması, sağlamlaştırılması ve bölge ülkelerinin mobilize edilerek BAE’nin dahil olduğu siyasi kamplaşmada yer almasının sağlanmasıdır. Bu noktada ABD ve İsrail ile yakın temasları olan MbZ, bölgede agresif politikalar izlemektedir. Söz konusu agresif politikalar birçok ülkede BAE’nin askeri üs edinmesinden rahatlıkla anlaşılabilir. Suudi Arabistan’dan sonra Körfez’in askeri anlamda en büyük ikinci gücü olan BAE, söz konusu askeri üslerle en azından üç politik hedefi gerçekleştirmektedir. Bunlardan ilki, Abu Dabi- BAE ve Körfez’in güvenliğini sağlamlaştırmak, ikincisi, Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu’da bölgesel güç mücadelesine girdiği ülkeleri sınırlandırmak ve üçüncüsü de uluslararası ticaret açısından önemli noktalara inşa edilen askeri üslerle, ABD’nin ticaret savaşına girdiği Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesine engel olmaktır. MbS de MbZ’nin peşinden giderek her üç politik hedefe de hizmet etmektedir.

Ayrıca BAE birçok ülkenin iç siyasetine müdahil olma çabası içindedir. Örneğin BAE 9,4 milyon dolar civarında parayı kaçak yollardan Somali’ye sokmaya çalışmıştı. Paraların BAE tarafından eğitilen Somalili askerlerin maaşı olduğu iddia edilse de açıklama pek inandırıcı değildi. Nitekim MbZ’nin Somali’de gerçekleşen birkaç terör saldırısında destekçi olarak ismi geçmiş ve söz konusu durum Somali’nin 2014’te BAE ile imzalanan anlaşmayı iptal etmesine yol açmıştı. MbZ’nin bölge ülkelerinin iç siyasetlerine müdahil olma politikasının bir diğer aracı da Muhammed Dahlan’dır. MbZ Dahlan gibi karanlık yüzleri kullanarak bölgede sayısız suikast ve saldırı gerçekleştirmiştir. Tam da bu noktada, Yemen’deki Islah Parti’sine mensup önemli siyasetçilere yönelik suikastları fonlayan MbZ’nin izinden giden MbS, Suud rejiminin Yemen ve Katar politikalarını eleştiren gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı vahşi şekilde öldürtmüştür. Dolayısıyla MbS, MbZ’nin ekseninde hareket ederek bir cinayetin azmettiricisi olmuştur.

İhvan düşmanlığı

MbZ’nin ikinci siyasi prensibi, bölgesel ölçekte Müslüman Kardeşler düşmanlığıdır. Özellikle Mısır’da Muhammed Mursi ile iktidara gelen İhvan’ın bölgesel mobilizasyon potansiyeli, Abu Dabi gibi monarşileri ciddi anlamda rahatsız etmişti. Bu noktada BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkeler 3 Temmuz darbesinin en önemli finansörü olmuşlardı. MbZ’nin İhvan düşmanlığı politikasının bir ayağını da Katar düşmanlığı oluşturmaktadır. İhvan’ın bölgedeki destekçilerinden olan Katar, MbZ’nin bölgenin karanlık yüzlerini kullanmasıyla bir karalanma kampanyasına maruz kalmıştı. 5 Haziran 2017’de başlatılan Katar ambargosu, bu anlamda MbZ’nin agresif politikalarının bir çıktısı olarak görülebilir. Dolayısıyla MbS’nin mimarı olduğu Körfez krizinin, MbZ’nin İhvan düşmanlığı çerçevesinde şekillendiğinin altı çizilmelidir. Nitekim MbS, Katar’a yönelik sert adımlarını MbZ’nin telkinleri doğrultusunda atmıştır. Katar’ın, BAE’den ve Suudi Arabistan’dan bağımsız bir şekilde İran ile yakınlaşması, MbZ’nin yeni bir ittifak zinciri kurmasına neden olmuştur. Bu noktada, İran’a karşı kurulan cephede MbS ve Sisi kolay yönlendirilen iki aktör olarak görüldü. Sisi’nin BAE’yi rahatsız eden bir takım İran yanlısı politikaları olsa da, MbS tam anlamıyla MbZ’nin kontrolünde hareket etti ve halen de ediyor. Türkiye ise İran karşıtı kurulan cephede yer almadı. Söz konusu durum MbZ’yi rahatsız etmişti. Öyle ki Katar’a yöneltilen 13 maddelik talep listesinde, Türkiye’nin askeri üssünün kapatılması, ablukanın kaldırılması için şart olarak koşulmuştu. Söz konusu durum, MbS’nin Türkiye karşıtlığının arkasında da MbZ’nin olduğunu gösteriyor.

Bölgenin sekülerleştirilmesi

MbZ’nin üçüncü siyasi prensibi ise bölgeyi sekülerleştirmek [1] ve bu sekülerleştirme projesine katılmayan İslami akımları ve onları destekleyen ülkeleri karşısına almak. BAE, Arap Baharı'yla aktifliği kurumsallaşan ve mobilize olan İslamcı grupların ve ABD hegemonyasından bağımsız olarak yürütülen siyasal projelerin karşısında durmuştur. Dolayısıyla gerek İslamcı gruplar gerekse ABD’den bağımsız siyasi projeler bağlamında Türkiye, Abu Dabi için bölgede önüne geçilmesi ve sınırlandırılması gereken bir aktör olarak görülmüştür. Bu noktada, son dönemde bir hayli gerilimli olan Suudi Arabistan-Türkiye ilişkilerindeki sorunlar önem arz etmektedir. MbZ’nin ABD hegemonyasından bağımsız siyasal projelerin karşısında durma politikasına paralel olarak Türkiye’yi karşısına alan MbS, Türkiye’yi İran ve Katar ile birlikte “şer ekseninde” görmüştür. Ayrıca Erdoğan’ı karalamak için “hilafeti geri getiriyor” şeklinde iddialarda bulunmuştur.

MbS’nin Türkiye karşıtı bölgesel hamleleri de MbZ’nin üç siyasi prensibine paralel doğrultuda ilerlemiştir. Suriye’de Esed rejimi ile istihbari işbirliğinde bulunan, Şam’a tekrar büyükelçilik açma planları olan ve PKK-PYD’ye sempati duyan BAE’nin peşinden giden Suudi Arabistan birçok üst düzey PKK’lı teröristle görüşmüştür. Türkiye’nin Suriye’de desteklediği gruplar, BAE’nin seküler Ortadoğu vizyonuna uymadıklarından dolayı, BAE ve Suudi Arabistan, ABD’nin İran’ı ve Türkiye’yi sınırlandırmak için en elverişli gördüğü “seküler” PYD’yi desteklemiştir. Bu noktada Enver Gargaş’ın BAE’nin Suriye politikasına dair açıklamaları önem arz etmektedir. Gargaş, BAE’nin Suriye’de Esed ve muhalifler arasında bir yerde durduğunu ve çözümün askeri yollarla değil, siyasi yollarla gerçekleşebileceğini dile getirmiştir.

Bölgenin sekülerleştirilmesi hususunda ABD’ye bağımlı siyasal projeler üreten MbZ, Türkiye’deki iktidarın İhvan ile yakın ilişkiler kurmasından rahatsızlık duymaktaydı. Bu noktada MbZ’nin 15 Temmuz darbe girişiminde ciddi anlamda rol oynadığı iddia edilmekteydi. BAE’nin Washington büyükelçisi Yusuf el-Uteybe’ye ait maillerin basına sızdırılmasıyla, Abu Dabi’nin darbe sürecindeki pozisyonu ortaya çıkmıştı. BAE, 15 Temmuz darbe girişimini destekleyerek, bir süredir bölgedeki politikasından rahatsızlık duyduğu Ankara hükümeti yerine, ABD ve Siyonistlerle yakın işbirliğinde olan FETÖ’yu iktidara getirmeyi hedefledi. Ayrıca BAE güdümünde siyaset izleyen ve veliaht prens MbZ ile yakın ilişkilerini sürdüren Muhammed Dahlan da, girişim öncesi darbecilere maddi destek sağladı ve örgüt lideri Fetullah Gülen ile görüştü. Öte yandan BAE merkezli Skynews gibi haber kanalları, darbenin başarılı olduğuna ve Erdoğan’ın yurtdışına kaçtığına dair asılsız haberler yaptı. BAE hükümetinin darbe girişiminden 16 saat sonra darbeyi kınayıcı açıklamalar yapması da ilişkilerin daha kötü bir hal almasına neden oldu.

Tam da bu noktada, MbS’nin de MbZ’ye paralel politikalar izlediği görülebilir. De facto lider MbS kontrolündeki Suudi Arabistan da 15 Temmuz darbe girişimini 15 saat sonra kınamıştı. Ayrıca Somali, Sudan, Filistin, Libya ve Yemen gibi bölgesel meselelerde Türkiye’den farklı politikalar izleyen Suudi Arabistan’ın dış politikası da MbZ’nin üç siyasi prensibinden etkilenmektedir. MbS, MbZ’yi takip ederek bölge politikasını şekillendirmektedir.

MbZ’nin İngiltere’de askeri okullarda okuyup bölge siyasetini etkileyen şahıslarla yakın ilişkiler kurmasının aksine, MbS Riyad’da Kral Suud Üniversitesi’nde okumuştur. Söz konusu durum, 32 yaşındaki MbS’nin küresel çapta tanınmasının önünde bir engel oluşturmuştur. Tam da bu noktada, MbZ’nin uluslararası bağlantıları yardımıyla tanıtım çalışmaları yaparak Batı’da ve ABD nezdinde imaj tazeleyen MbS, “ılımlı İslam” söylemleriyle de BAE’nin bölgenin sekülerleştirilmesi projesine hizmet etmektedir. Fakat 2 Ekim’de Suudi Arabistan’ın İstanbul konsolosluğunda gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın vahşice öldürülmesi, Batı’ya şirin görünen MbS imajını yerle bir etmiştir. Bu noktada MbZ, Kaşıkçı cinayetinde MbS’yi savunan bir pozisyon almıştır. Dolayısıyla bölgesel ve küresel ölçekte MbS’nin MbZ tarafından kontrol edildiği ve MbZ’ye endeksli bir siyaset izlediği söylenebilir. Kaşıkçı cinayeti sonrası iç siyasette eleştirilen ve ABD tarafında da soru işaretlerine konu olan MbS’nin, elde ettiği gücü kaybetmemesi için MbZ’ye bağımlı politikalara devam etmesi gerekmektedir.

[Mehmet Rakipoğlu Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde doktora çalışmasına devam etmektedir]

[1] https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/baenin-sekuler-dis-politikasi-ve-gizli-gundemi/1217859

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın