Politika, arşiv

Ülke savunması milli eğitimden geçiyor

Başbakan Davutoğlu,"Bir ülkenin savunmasının da milli eğitimden geçtiğine inanıyoruz" dedi.

24.11.2014 - Güncelleme : 24.11.2014
Ülke savunması milli eğitimden geçiyor

ANKARA

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Başbakanlık Yeni Bina'da, 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ve 81 ilden gelen 81 öğretmeni kabul etti.

"Meslektaşlarım" diye hitap ettiği öğretmenlerin gününü kutlayan Başbakan Davutoğlu, "Bütün hayat planlamasını öğrencilerle beraber geçirmeye ve onların geleceğini planlamaya, onlarla birlikte bir hayat planlamaya adamış birisi olarak şimdi dahi ne zaman öğrencilerimi görsem büyük bir heyecan, şeref, aşk duyarım" diye konuştu.

Hayatta üç ilişkiyi varoluşsal ilişki olarak değerlendiren Davutoğlu, bu ilişkilerin yerini alabilecek başka ilişkinin de bulunmadığını söyledi. Bunların başında çocuk-ebeveyn ilişkisinin geldiğini ifade eden Başbakan Davutoğlu, ikinci ilişkinin ise doktor-hasta ilişkisi olduğunu belirtti.

Bunu eşinden müşahede etme fırsatını bulduğunu dile getiren Davutoğlu, hastaların bazen psikolojik olarak sevdikleri doktorun yanına giderken iyileşmeye başladığını söyledi. Bunun psikolojik bir ilişki olduğunu bildiren Davutoğlu, "Sesini telefonda duyduğunda dahi iyileşen hastaları biliyorum" ifadesini kullandı. Bunların ardından ise öğretmen-öğrenci ilişkisinin geldiğini söyleyen Davutoğlu, bu ilişkinin zihni ve ahlaki varoluşun temelini oluşturduğunu belirtti.

Davutoğlu, anne, babaların biyolojik varoluşun kaynağını oluşturduğunu, öğretmenlerin ise öğrencilerinde zihni ve ahlaki formasyon ile bir şahsiyet oluşumunun öncüsü olduğunu belirterek, "Bu şekilde bakılmayan hiçbir ilişkinin gerçek ve sahici ilişki olacağı kanaatinde değilim" diye konuştu.

"Ne öğretmen sadece mesleğini icra eden ve karşılığında maaş alan bir kişidir, ne de öğrenci, gerçek bir öğrenciyse, öğretmeninden sadece not alarak geçmeyi düşünen sıradan bir nesnedir" diyen Başbakan Davutoğlu, muhabbet, sevgi, misyon, gönül ilişkisi olarak başlayan öğretmen- öğrenci ilişkisinin hiçbir zaman bitmeyeceğini vurguladı.

"Öğretmenlerimin ismini, öğrencilerim yüzünü unutmamışımdır"

Eğitim konusunda sınıfların, akıllı tahtaların, tabletlerin, mekanların önemli olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Ama  onların hepsi yenilenebilir, yeni teknolojiyle değişebilir, değişmeyecek olan tek şey öğretmen-öğrenci ilişkisi, metafizik temelidir. O yoksa, öğretmen-öğrenci ilişkisinin o sınıflara sığmayan boyutu yoksa, ne kadar çok derslik olursa olsun, o ahlaki ve zihni formasyon gerçekleşmez. Eğer o varsa, sokakta yürüyerek de hatta aynı doktor-hasta ilişkisinde olduğu gibi sadece bir selamla bile öğretmen öğrencisine, öğrenci öğretmenine bir görev ifa edebilir."

Bunu kendisinin hayat boyu yaşadığını dile getiren Davutoğlu, "Hala öğretmenlerimin ismini unutmam, öğrencilerimin de değişik yerlerde karşılaştığımızda yüzlerini hiç unutmamışımdır" ifadesini kullandı. 

Öğretmenlerinden örnekler veren Başbakan Davutoğlu, öğretmen-öğrenci ilişkisinin 7 yansıması olduğunu söyledi. Bu ilişkinin anlık, dönemsel, sömestrel olmadığını vurgulayan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Hayat boyu süren bir ilişkidir. Hatta hayat sonrasında da devam eden bir ilişkidir. Çarpıcı bir misal vermek istersem: İlkokul öğretmenlerimi hala hatırlarım, rahmetle hatırlarım. Hacı Süleyman Bey İlkokulu'nda Fitnat Hanım. İlk 4 seneyi onda okudum, 5. sınıfı Müzeyyen hocamla okumuştum. Daha sonra Fitnat hocamı üniversiteye girdiğimde ziyaret ettim, teşekkür ettim. Nasıl bir mutluluk hissettiğini biliyorum. Bir müddet sonra vefat ettiğinde tabii hep rahmetle andım. Müzeyyen Hanım ise, Allah daha fazla ömür nasip etti, hiç ilişkimiz kesilmedi. Yurt dışından döndüğümde mahallelerde dolaşarak evini tekrar tespit ettim, 90'lı yılların ortalarında. Her bayram mutlaka ziyaret ettim. Tam bir cumhuriyet öğretmeniydi, büyük bir idealistti. Son yıllarında biraz da ani bir vefat nedeniyle yalnız yaşamış, evlenmemişti, bütün hayatını öğrencilerine adamıştı. Son ziyaret ettiğimde dedi ki, 'Bir not bıraktım yatağımın baş ucuna' dedi. Sonra notu gördüm, 'Başıma bir şey gelirse oğlum Ahmet'i arayın', cep telefonum. Gerçekten 1,5 sene kadar oldu, vefat ettiğinde onun yakını olanlar onu notu gördüklerinde beni aradılar ve bizzat cenazesine katıldım, arkasından Fatiha okudum ve hala rahmetle anıyorum. Bir sene okudum ama o güzel el yazısıyla hatıra defterime yazmış olduğu notu da hep saklarım bir öğretmen tavsiyesi olarak." 

Aynı okulda görev yapan ama ders almadığı İsmail Hakkı öğretmeninin olduğunu belirten Davutoğlu, onu da her bayram ziyaret ettiğini söyledi. Onun öğretmenlik hatıralarının bir dönemi Türkiyesi ile ilgili bilgileri yansıttığını ifade eden Davutoğlu onun da vefatını öğrendiğinde tüm işlerini bırakarak cenazesine katıldığını söyledi.

"Nasıl vefat eden anneme ve babama her vesileyle Fatiha okuyorsam, onları da Fatiha ile anıyorum" diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bizde zannedilir ki mekanlar ve okulların ismi, konular onunla sevilir. Ben eski geleneği o bakımdan daha insani, daha doğrudan ilişkisel bulurum. Şimdi özgeçmiş yazılır, yazılırken özgeçmişimizi övünerek şu liseyi ya da şu üniversiteyi yazdık dediğimizde iyi bir etki bırakacağını düşünerek kurumları yazarız. Eskiler kendi hayatlarını yazdıklarında ya da kendileriyle ilgili bir kitap yazıldığında, 'Ben şu dersi şu hocadan, şu dersi de şu hocadan aldım' diye yazarlar. Çünkü önemli olan mekanlar, kurumlar değil kimden hangi şartlardan ders aldığınızdır."

 

Büyük düşünürlerin öğretmenlik yapmayı bir mesleğin ötesinde gördüğünü vurgulayan Başbakan Davutoğlu, "Konuyu sevdiren, eğitimi bir aşk gibi aşılayan öğretmendir. Öğrencinin şahsiyetini ve geleceğini o anlamda belirleyen öğretmendir. Okulun ismi ya da ne kadar prestijli bir okul olduğu değil" dedi.

Kendisine tarih sevgisini aşılayan lisedeki tarih öğretmeni olduğunu belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bu sene içinde bir uluslararası toplantı içinde bir hanımefendi geldi ve kendini tanıttı. Ben de o toplantıda veya başka bir vesilede Ayşe hocamdan bahsetmiştim. 'Ben, Ayşe Hoca'nın kızıyım' dedi. Gözlerinde Ayşe Hocam'ın ışıltısı. Tarihi öyle bir anlatırdı ki bize, hiçbir mekanik yönü yoktu, yaşayarak anlatırdı. Aramızda tek ihtilaf konusu benim yazımın kötü olmasıydı. Sınavlarda yazdığım notları okumakta zorlanıp son döneme kadar 9 verirdi hep bir not yazıdan keserdi. En son emekli olduğunda 'Şimdi hak ettiğin notu vereceğim' dedi ve tam not verdi. Allah rahmet eylesin. Tarihi ondan öğrendim. Sizler öğrencilere o dersi sevdireceksiniz. Öğrenciler sizin şahsınızda, eğer edebiyat öğretmeniyseniz edebiyatı, fizik öğretmeniyseniz fiziği, tarih öğretmeniyseniz tarihi sevecek. Emin olunuz, bir öğrenci eğer hocasını severse mutlaka öğrenir. Ama çok sevse bile eğer hocasıyla manevi ve psikolojik bir ilişki kuramazsa o dersten nefret eder. Dersi sevdiren de dersi sevdirecek olan da öğretmendir."

"Bir söz, onlara vereceğiniz en büyük ders olabilir"

Davutoğlu, öğretmenlerin hayat ilkesi olarak öğrencilerin zihninde, bir cümle bile nakşettirebildikleri zaman, bunun öğrencilerde içselleştirebildikleri bir ahlak anlamına dönüştüğüne işaret etti.

"Şu veya bu şekilde öğrencilerinizin, sizin ağzından duyduğu bir söz, bir ilke, bir ahlaki ya da entelektüel duruş, onlara vereceğiniz en büyük ders olabilir" diyen Başbakan Davutoğlu, sadece bilgi ve söz aktarımı değil tutum ve ahlaki davranış aktarımının da önemli olduğunu vurguladı.

Davutoğlu, şunları söyledi:

"Zannediyorum lise 1'inci sınıftaydım. Hala rahmetle andığım, düşünce dünyamızın büyük öncü ve mimarlarından diyebileceğim Nurettin Topçu hocamız. Ben de o sırada müfredat dışında okumalar olduğu için 'hocayı bir ders verse de alsak' diye bekliyordum. Okulda Nurettin hoca yürürken ki o zaman ideolojik farklılıklar var, her düşünceden öğrenciler kenara çekilirdi. Hala hatırlarım Nurettin hocanın öğrenciye bakışını, disiplin ve muhabbeti bir araya getirmesini. Ben, gösterilen gücün güç olmadığı gibi gösterilen disiplinin disiplin olduğu kanaatinde değilim. Bağıran bir hoca kadar, çirkin görüntü sergileyen bir şey yoktur. Hoca ol hocadır ki öğretmen ol öğretmedir ki bağırmadan da öğrencilerini bir disiplin etkisi yapabilir. Öyle bir manevi etki kurar ki gözünün içine baktığında o öğrencinin, ona bir kaç darbe vurmasından daha etkilidir. Bir hoca karşında mahçup olma düşüncesi bir öğrencinin; eğer böyle bir muhabbet ilişkisi varsa mahçup olma düşüncesinin zaten yapabileceği terbiyeden daha büyük bir terbiye yoktur. Gerçek bir öğrenci, gerçek bir öğretmenin karşısında mahçup olma korkusu yaşadığı anda ilişki işte o zaman manevi bir şeydir." 

Başbakan Davutoğlu, soğuk sobalı lise şartlarında 7 sene yatılı okuduğunu da belirterek, "İki sebeple kalkardık sabahleyin. Bir battaniyelere sarılıp derslerin tekrarını yapmak, bir de sabah okulun futbol sahası daha boş olurdu. Sabahın erken saatlerinde kimseyi rahatsız etmeden futbol oynamak için. Ama her ne surette olursa olsun o mahçup olmama duygusu, bütün hocalarımızdan hep bunları aldık, öğrendik. Gece boyu yatakhanede bizimle kalan nöbetçi hocalarımız kalırdı, başka bir ilişki başlardı, bir aile havası. Biz bir aileyiz, evde babam, annem, okulda öğretmenim hep bunu yaşatmak lazım" ifadelerini kullandı.

"Öğretmen-öğrenci ilişkisi sınıftaki mekanik ilişkiye kaldığı zaman ruhunu kaybeder"

Davutoğlu, "Öğretmen-öğrenci ilişkisi sınıftaki mekanik ilişkiye kaldığı zaman ruhunu kaybeder. Öğrencilerle mutlaka okul dışında da görüşmek lazım" dedi.

Üniversitede öğrencileriyle birlikte İstanbul'u gezdiklerini aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Aristoteles'in öğrencilerle yürüyüş içinde ders anlatması hala bir yöntemdir. Tabii fazla liberal gelebilir ama haftada bir gün bahar günlerinde dışarıda bir ders, bir parkta, bir tarihi mekanda, hayatla okul arasındaki irtibatı geçişken kılmamız lazım. Okul ile şehir duvarlarla ayrılmamalı. 

Eskiden hayat bilgisinde şehirlerimiz, mahallelerimiz anlatılırdı. Öyle anlatmak değil de alıp mahalleyi dolaştırmak... Ben ilkokulda okuyup da kendi mahallesini, o eski Fatih semtinde her bir evin her bir külliyenin ya da eskiden kalan ahşap binayı göre göre okula gitmenin hazzı başka. Alıp mahalle içinde eğitim yapmak lazım. O mahalleyle, o şehirle öğrenciyi buluşturmak lazım. Hayatın her safhasına eğitimi yaymak lazım."

Kız istemede hem erkek tarafı hem kız tarafı oldu

Davutoğlu, birçok öğrencinin evliliğine aracılık ettiğini de aktararak, "Hala onların her birinin çocuklarını kendi torunlarım gibi görürüm, her birinin isimlerini bilirim ve her birine sorarım. Genellikle de kız öğrencilerim adına erkeklerden hesap sorarım, varsa bir şikayet..." diye konuştu. 

Başbakan Davutoğlu, öğretmenliğin güzelliğini gösteren ve bir erkek öğrencisine, bir kız öğrencisini istedikleri bir anısını şöyle anlattı:

"İkisi de aile olarak tanıdığım ve ikisini de öğretmen olarak bildiğim için bir müddet sonra malum görevi yapmak görevi geldiğinde, önce erkek tarafının yanında oturdum. 'Allah'ın emri peygamberin kavliyle şu oğlumuza şu kızımızı istiyorum' dedim. Herkes karşı taraftan cevap beklerken kalktım kız tarafına gittim oturdum ve 'şimdi de bu talep karşılığı kızımızı oğlumuza verdim' dedim. Güzel bir hatıra. Şu anda birbirinden güzel çocukları var. Eğer hayatın her aşamasına nüfuz etmişse öğretmen-öğrenci ilişkisi, bir müddet sonra hayat felsefesi haline geliyor ve kopamazsınız."

"Kendi öğretmenlerini unutanlar, öğrencileri tarafından hatırlanmazlar"

Davutoğlu, öğrenci-öğretmen ilişkisine değer kattığını düşündüğü bir başka hususun da bu ilişkinin mekan olarak sadece sınıf, ülke değil, bütün dünyaya aitliğini görmek olduğunu belirtti. 

Filipinler'e ziyaretinde Dışişleri Bakanlığında konferans verdiğini dile getiren Davutoğlu, orada soru soran ilk kişinin 1992-1993'te Malezya'da öğrencisi olmuş bir kız talebesi olduğunu aktardı.

Davutoğlu, Irak ziyaretinde Duhok'taki kampı ziyaret etmek için havaalanına indiğinde Malezya'dan öğrencisi olan Duhok Valisi Ferhadi'nin 'Hocam hoşgeldiniz' dediğini dile getirdi. 

 Maldivler'e 2005 yılında başdanışman olarak indiklerinde diplomat arkadaşlarının her yerde öğrencisiyle karşılaştıklarından 'burada herhalde öğrenciniz yoktur' diye kendisine şaka yaptıklarını aktaran Davutoğlu, ancak Maldivler'de uçaktan indiklerinde kendilerini karşılayan ekipte dışişleri protokol şefi olan bir öğrencisini gördüklerini kaydetti. 

Konunun çok tanınmış olmaktan kaynaklanmadığını dile getiren Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Belki ismim unutulurdu. Ama ben nasıl öğretmenlerimin ismini unutmadıysam, kalbime ve zihnime muhabbetle kazımışsam, onlar da benim ismimi unutmazlar. Eğer siz kendi öğretmenlerinizin isimlerini hatırlıyorsanız, onların yüzleri hala gözünüzün önündeyse eminim sizin öğrencileriniz de sizi hatırlarlar. Ama kendi öğretmenlerini unutanlar, öğrencileri tarafından hatırlanmazlar. Çünkü kendi öğretmenlerini unutanlar, çünkü öğretmenliğin aşkını da yaşamamış olurlar. Sizlerin nezdinde 81 vilayetimizin bütün öğretmenlerine seslenerek şunu ifade etmek istiyorum. İnsanoğlunun en eski, en tarihi, en ahlaki, en onurlu mesleğini icra ediyorsunuz. Her kültür ve medeniyette öğretmen-öğrenci ilişkisi olmuştur. Bu mekanik bir ilişki değildir."

"Sizler bizim için stratejik bir görev de ifa ediyorsunuz"

Dershanelerin dönüşümü sonrasında ortaya çıkan ihtiyaç dolayısıyla takviye kurslarında gösterdikleri fedakarlık için öğretmenlere teşekkür eden Davutoğlu, öğretmenliğin 7 gün 24 saat sürmesi gereken bir meslek olduğunu ifade etti. 

Dışişleri Bakanı olduğunda yaptığı ilk konuşmada, "Türkiye çok vakit kaybetti, bana mazeretle gelmeyeceksiniz, 24 saat yetmiyorsa 25'inci saati bulacaksınız, 7 gün yetmiyorsa 8'inci günü bulacaksınız" dediğini aktaran Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Şimdi aynı talimatı, Başbakan olarak, Milli Eğitim Bakanımızın da buna katıldığını düşünerek, ben, gerçek bir öğretmenin tatili olması gerektiğini düşünmüyorum. Yaz tatili vesaire... Tabii hakkınız olan şeyi kullanırsınız ama yaz tatiline girdikten sonra, haziranın başında tatile girip eylülün başına kadar öğrencisiyle ilişkisi kesilmiş bir öğretmen, öğrencisiyle o ilişkiyi kuramamış demektir, kusura bakmayın. Sizleri itham etmek anlamında söylemiyorum. Eğer öğrenci sizi üç ay boyu aramak, sesinizi duymak, size bir selam vermek ihtiyacı hissetmemişse, bir şey eksik kalmış demektir."

Türkiye'nin bundan sonra insanın da fark oluşturması gerektiğini kaydeden Davutoğlu, "Bizim ne gücümüz varsa kendimizde. İnsan unsurunun kalitesini öylesine yükselteceğiz ki katma değeri artacak. Onun için sizler sadece bir eğitim faaliyeti yapmıyorsunuz, bizim için stratejik bir görev de ifa ediyorsunuz. Sizin göstereceğiniz her iyi performans ülke ekonomisinin kalkınmasına mutlaka bir, üç, beş puan olarak yansıyacaktır. Aksine eğer öğretmenlerimizin performansında bir düşüş olursa biz burada ne kadar makro ekonomik planlamalar yaparsak yapalım bunları gerçekleştirecek insan unsuru bulamayız" değerlendirmesinde bulundu.

"Her bir gencimiz bizim için bir maden"

Ülkenin her bir insanının kıymetli olduğunu söyleyen Davutoğlu, hiçbir gencin şu veya bu gerekçeyle dağda kaybolmasının, hiçbir gencin dışlanmışlık hissine kapılmasının istenmediğini vurguladı. Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Her bir gencimiz bizim için bir maden. Doğalgazdan, petrolden çok daha kıymetli maden, o gençlerimiz. Niye bu gençlerimizi karşılıklı kutuplaşmalar içinde kaybedelim, niye bu gençlerimizin geleceği üzerinde oyunlar oynanmasına izin verelim.

Her birimizin ideolojisi, siyasi düşüncesi, ait olduğu etnik mezhebi, geçmişi olur. Ama belli meslekler vardır ki, o meslekleri icra edenler muhatapları karşısında kör olmak zorundadırlar. Allah kimseye körlük vermesin, amalık anlamında söylemiyorum. Bir hakim, onun niçin adalet sembolünün gözü kapalıdır. Hakim baktı mı karşısında Sünni, Alevi, Türk, Kürt, Arnavut kimse görmez. Şu ülke vatandaşı, bu ülke vatandaşı görmez. İnsan görür, sadece insan. Hükmünü de ona göre verir. İki, doktor. Hipokrat Yemini onun için anılır. Hasta geldi mi, bir gün önce savaşsanız dahi o hastayı muayene edeceksiniz.

Öğretmen-öğrenci ilişkisi de böyle. Benim her milletten, her görüşten öğrencim oldu. Her görüşten öğretmenim de oldu. Biraz önce zikrettiğim öğretmenler, Türkiye'deki her siyasi görüşü yansıtan öğretmenler. Allah şahit ki, bir gün dahi bir öğretmenime, bir öğrencime şu veya bu siyasi görüşten diye farklı nazarla bakmadım."

"Öğretmenlik korkmadan, çekinmeden icra edilmesi gereken bir meslek"

Bir Başbakan olarak, AK Parti'ye oy vermiş olsun olmasın, hiçbir vatandaşı diğerinden ayırt etmediğinin altını çizen Davutoğlu, öğretmenlere, "Nasıl öğrencilerimiz gözümüzün nuruysa vatandaşlarımızın her biri de gözümüzün nuru. O vatandaşlarımızın çocukları size emanet. Bu ülkedeki kardeşliği onlara öğretecek olan sizsiniz. Aynı sınıftaki bir Sünni, bir Alevi, bir Türkmen, bir Kürt veya başka kökenli, Zaza'yı bir araya getirip onlara muhabbeti anlatacak olan sizsiniz. Siz onlara farklılaştırıcı bakarsanız, onlar da farklılaşırlar" diye seslendi. 

Özelikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki öğretmenlerin büyük fedakarlık içinde çalıştıklarını belirten Davutoğlu, 90'lı yıllarda kendisinin de bir akrabasının Doğu'da öğretmenlik yaparken şehit edildiğini, hala şehit haberini aldıklarında duydukları acıyı hissettiğini kaydetti. Davutoğlu, "Öğretmenlik, sonu ne olursa olsun, kutsal bir meslek olarak, korkmadan, çekinmeden icra edilmesi gereken bir meslektir. Yanlış bir faaliyet içerisinde olmuş bir öğrenci sınıfa geldiğinde dahi sizden merhamet, şefkat ve en önemlisi irfan dersi almak durumunda" diye konuştu. 

Öğretmenlerin gerekirse 24 saat çalışacağını, 7 gün yetmiyorsa 8'inci günün bulunacağını dile getiren Davutoğlu, öğretmenlik bir hayat felsefesi haline geldiğinde bunun yapılacağını ifade etti. Davutoğlu, "Bunu yapınca emin olun vaktiniz de bereketlenir, dinlenecek de zaman bulursunuz. Bunu da göz önüne alarak hafta sonu tedarik kurslarındaki ek ders ücretlerini de iki misline çıkardık" dedi.

"Milli eğitim bütçemizde yüzde 726'lık bir artış oldu"

Başbakan Davutoğlu,"Bir ülkenin savunmasının da milli eğitimden geçtiğine inanıyoruz. Milli eğitimi sağlam olmayan bir ülkenin tankları, tüfekleri, uçakları savunmayı temin etmez ama Milli eğitiminiz sağlamsa eksik olan savunmayı tamamlarsınız. Onun için, 2002 yılına kıyasla milli eğitim bütçemizde yüzde 726'lık bir artış oldu, 62 milyar liraya yükselttik" diye konuştu.

İnsanın boşlukta bilgi üretmediğini, insanların geçmişe, mekana ve çevreye karşı borçlu olduğunu ifade eden Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Onun için şöyle bir ormanlık alanda ders yaptığınızda çocukta orman bilinci, çevre bilinci gelişir. Biz her şeyi bir anlamda bir öğretmen gibi görebilmeliyiz. Milli Eğitim Bakanlığını ziyaretimde 22 milyon öğrencimiz olduğu zikredildiğinde, 'eğer herkes haddini bilse aslında Türkiye'de 77 milyon öğrenci var" dedim. Aslında  hepimiz öğrenciyiz. Bir gün öğretmenler 'ben öğrendim ve oldum, hamdım piştim oldum' diyip, öğrencileri sadece ham olarak gördüğünde ve kendi öğrenciliğini unuttuğunda öğretmenliği de biter. Her öğretmen aynı zaman da öğrencidir. Her gün bir şey öğrenir. Her gün bir şey öğrenmeyen öğretmen, öğrencilere de bir şey öğretemez. Bu sürekliliği olan bir ilişki."

Davutoğlu, Başbakan Başdanışmanı olduğu döneminde sosyal bilimler liselerinde ders vermeyi düşündüğünü açıklayarak, Milli Eğitim Bakanlığına çağrıda bulunarak tanınmış sanatçı, bilim adamı ve düşünürlerin fahri öğretmen olarak Hakkari ve Tunceli gibi illerde dersler vermesi gerektiğini söyledi.

"Ülkenin savunması da milli eğitimden geçiyor"

Türkiye'nin büyüyen bir ülke olduğunu, nüfusunun ve imkanlarının arttığını dile getiren Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bir milli savunmada 'milli' vardır, bir de milli eğitimde 'milli' vardır. Çünkü bunların ikisi de gerçek anlamda milli ve bu milletin özüne sadık kaldığı zaman savunmanız savunma, eğitimimiz eğitim olur. Savunma hep bizim bütçede birinci olurdu bizim iktidarlarımıza kadar şimdi milli eğitim. Savunmaya yine hakkettiği şeyi veriyoruz, imkanlarımız gelişti, gayri safi milli hasılamız dört misli arttı. Milli eğitime ayırdığımız bütçe, milli savunmaya göre arttı. Çünkü biz bir ülkenin savunmasının da milli eğitimden geçtiğine inanıyoruz. Milli eğitimi sağlam olmayan bir ülkenin tankları, tüfekleri, uçakları savunmayı temin etmez ama milli eğitiminiz sağlamsa eksik olan savunmayı zamanla tamamlarsınız. 2002'e kıyasla milli eğitim bütçesinde yüzde 726'lık artış oldu ve 62 milyar liraya yükseldi. 62 milyar lira neredeyse Türkiye'nin cari açığı. Enerji harcamaları kadar dışarı giden kadar bir miktar."

Davutoğlu, bekar ve ek ders almayan bir öğretmenin 2002'de 470 lira olan maaşının şimdi 2 bin 148 liraya yükseldiğini bildirerek, iktidarları döneminde 458 bin 496 öğretmenin atamasının yapıldığını, bu sayının da mevcut öğretmenlerin yarısını oluşturduğunu söyledi.

Başbakan Davutoğlu, 12 yıl kesintisiz eğitimi getirdiklerini, sosyal bilimler ve spor liselerinin kurulduğunu, yüze yakın üniversite açtıklarını anımsatarak, 2002'de 346 bin derslik sayısını 649 bin 469'a çıkarttıklarını, bu sayıyı daha da artırmaya çalıştıklarını dile getirdi.

Davutoğlu, Türkiye'nin 21. yüzyıla yüz karası birçok şeyle girdiğini ve sınıflarda 70, 80, 100 öğrenciyle eğitimlerin yapıldığını ifade ederek, Malatya ziyareti sırasında ilkokul öğrencileriyle ettiği sohbette oradaki sınıfların da 25 kişilik olduğunu öğrencilerin söylediğini anlattı.

"Teknoloji iki ucu keskin kılıç"

İnsani bir eğitimin yapılmasının ve öğrenci öğretmen ilişkisinin gerçek zemininde olabilmesinin 30 kişinin altındaki sınıflarda mümkün olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Fatih Projesi kapsamında 3 bin 657 okula 84 bin 921 adet etkileşimli tahta monte ettik, 800 bin adet tablet bilgisayarı dağıttık. Biz tabletleri öğrencilere mekanik bir araç diye vermedik. Teknoloji öyle bir şey ki iki ucu keskin kılıç gibi, nereye doğru kullanırsanız sizi oraya yöneltir. Pek çok yerden benim aldığım bilgi, tabletlerin bir oyun aracı haline dönüşmeye başladığını gösteriyor. Biz oyuncak dağıtacaksak ayrı dağıtırız. Oyun yanlış bir şey diye söylemiyorum ama tabletleri bilgi çağında, bilgi erişim imkanını öğrencilere tanıtmak için veriyoruz. Bu kapsamda dağıtılan tabletlerin kullanımı lütfen takip edin. Öğrencileri dersleri hep tabletler üzerinden, onları kullanacak şekilde verin ki öğrenci onu bir eğitim aracı olarak kullansın. Ne kadar bilgisayar verilirse verilsin, kitap kokusunu duymamış kişi kişi olamaz, başka şey olur. Bazı şeyler vardır başka türlü hissedilmez."

Davutoğlu, günlerce süren yorgunluğun ardından bir sahafta alacağı kitap kokusunun kendisine şifa gibi geldiğini belirterek, Filipinler ziyaretinde programı değiştirerek eskiden bildiği bir kitapçıya gittiğini söyledi.

Çocuklara kitap ve kitapçı  sevgisinin aşılanması gerektiğini ifade eden Davutoğlu, kolay ulaşılan bilginin değerinin de bir o kadar değersiz olduğunu kaydetti.

"Öğrencileri alıp kütüphanede ders yapın"

Davutoğlu, akademisyenliği döneminde incelediği doktora tezlerinde yer alan bilgilerden sıradan ve mekanik olanların bilgisayardan derlendiğini fark ettiğine dikkati çekerek, "Eğer sofistike, daha derinlemesine ve kendisinden özgün katkı yaptığı bir şey varsa bilin ki kitap okumuş. Bunu bilgisayarı kötülemek için söylemiyorum. Bu anlamda teknolojik yeniliklere intibak edeceğiz ama ne olur çocukları alın arada sırada kitapçıya götürün, kütüphaneye götürün o kokuyu hissetsinler. Emin olun sınıfta üç saat ders yapmaktansa, o kitap kokusuyla yapılan yarım saat ders daha bereketli olabilir. Ben bunu bir kampanya olarak başlatalım diyorum. Öğrencileri alıp kütüphanede ders yapın" diye konuştu.

Davutoğlu, çocuklara kitabı sevdirmek için zorla önüne kitap konulup oku denilmemesi tavsiyesinde de bulunarak, kitapları hayatın bir parçası kılmak gerektiğini ifade etti.

Tabletleri kitapları unutturmak için dağıtmadıklarına dikkati çeken Davutoğlu, "Tabletleri dağıtmamız tamamlayıcı bir şey. İşin esası, asli unsuru değil. Kitap sevgisini unuturlarsa bir daha kimse onlara o sevgiyi aşılayamaz" dedi.

Başbakan Davutoğlu, konuşmasının ardından 81 ilden gelen öğretmenlere çeşitli armağanlar verdi.

Muhabir: Özcan Yıldırım

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.