Dolar
32.48
Euro
34.85
Altın
2,333.52
ETH/USDT
3,171.50
BTC/USDT
64,558.00
BIST 100
9,716.77
Gündem, arşiv

Çözüm süreci bizim projemizdir

Başbakan Davutoğlu, "Birileri Türkiye'de, kanayan bir yaranın şifa olmaya başladığını görünce başka yaraları kanatarak o kabuk bağlamaya başlayan yarayı da açmaya çalıştı" dedi.

17.10.2014 - Güncelleme : 17.10.2014
Çözüm süreci bizim projemizdir

ANKARA

Başbakan Ahmet Davutoğlu, çözüm sürecine ilişkin ''Birileri Türkiye'de bir yaranın, kanayan bir yaranın şifa olmaya başladığını görünce başka yaraları kanatarak o kabuk bağlamaya başlayan yarayı da açmaya çalıştı. Geriye çekilme durdu. Biz yine de sabırla takip ettik, çünkü bu proje bizim projemiz'' dedi.

Başbakan Davutoğlu, Kanal 7 ve Ülke TV'de ortak yayınlanan ''İskele Sancak'' programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

''Çözüm süreciyle ilgili neler oluyor, hangi bilgileri bizimle paylaşırsınız?'' sorusu üzerine Davutoğlu, süreci yakından takip edenlerin bu konulardaki hassasiyetlerini çok yakından izlediğini belirtti.

Çözüm sürecinin Türkiye'nin en önemli projesi olduğunu vurguladıklarını belirten Davutoğlu, ''Ortadoğu'daki şu anda kargaşalar içinde tek başarı hikayesidir. Bu proje tamamıyla yerli, tamamıyla bu halkın iradesiyle ortaya çıkmış ve hükümet bu halkın iradesine hem tercüman olmuş hem de yönetmiştir. Bunu açık bir şekilde ifade etmek lazım'' dedi.

Türkiye'de etnik ve mezhebi her çatışmanın suni, konjonktürel, arizi olduğunu ifade eden Davutoğlu, ''Asırlar süren beraberliğimiz dolayısıyla çok güçlü bir tarihi harmanda yoğrulmuş bir toplumuz. Bu arizi durumun ortadan kalkması için bir taraftan demokratikleşme yoluyla insanların en doğal haklarını teslim eden ama diğer taraftan da ülkenin toprak bütünlüğünü, siyasi dirliğini, birliğini teminat altına alan bir sürecin adı çözüm süreci'' diye konuştu.

''Buradaki psikolojik bağ çok önemli''

Geçmiş dönemlerde, 90'lı yıllarda şöyle bir çelişki olduğunu ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

''Ülkenin dirliğini, birliğini, toplumun huzurunu temin etmek için son derece gayri tabi güvenlik yöntemleri uygulanması gerektiği düşünülüyordu. Köylerin yakılması, meralarda yasaklar, 90'lı yılları kastediyorum. Bizim getirdiğimiz fark şu, biz insanların özgürleştirilerek ve demokratik bir bilinç geliştirilerek ülkenin dirliğinin ve siyasal sistemin meşruiyetinin temin edileceğine inanıyoruz'' dedi.

Buradaki psikolojik bağın önemli olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şöyle devam etti:

''Aidiyet hissi. 90'lı yıllarda ve de 80'li yıllarda, daha önceki başka dönemlerde de özellikle 30'lı, 40'lı Dersim Olayları'nda hep devleti öne alan ve devletin güvenliğini temin ederek ülkeyi bir arada tutmaya çalışan politikalar benimsendi. AK Parti'nin farkı şuydu, devleti öne alan değil, devletin meşruiyetini halk nezdinde güçlendirecek şekilde insanı öne alan bir yöntem benimsedik. Onun için hiç kimseden bir iltifat, izin ya da bir şekilde takdir beklemeden demokratikleşme paketlerini arka arkaya açıkladık, 12 yıl içinde. Daha önce 90'lı yıllarda yasaklandığında ülke birliği korunacak zannedilen birçok şey, Kürtçe'nin siyasi propaganda olarak kullanılmasının yasaklanması, kasetlerin dahi yasaklanması, annelerin, babaların çocuklarıyla hapishanede Kürtçe konuşamamasından geniş bir spektrumda. Biz bunu değiştirdik.''

''Niye silah kullanılıyor?''

Başbakan Davutoğlu, ''Getirdiğimiz yeni şey, yeni anlayış ve çözüm sürecinin ana omurgasını bu oluşturuyor. Bireylerin hangi etnik ve mezhebi kimliğe ait olurlarsa olsunlar devletle ilişkisinin, siyasal sistemle ilişkisinin restore edilmesi, yeniden tanımlanması ve aidiyetin güçlendirilmesi. Bu yönde biz adımlarımızı attık'' diye konuştu.

O zaman bu meseleler çözüldükçe, Güney ve Doğu Anadolu'da şiddet ortamının ortadan kalkmasını ve silah bırakılmasını beklediklerini ve istediklerini belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:

''Herkes ne hak talep ediyorsa hiçbir şiddet unsuru kullanmadan siyaset üzerinden talep etsin. Nitekim bugün HDP milletvekillerinin TBMM'de ifade ettiği hususlar, 90'lı yıllarda milletvekillerinin apar topar tutuklanmasına sebebiyet veren hususlardı. Öyle görünen hususlardı. Şimdi Meclis çatısı altında konuşuluyor. Kimse de niye bu konular bu çatı altında konuşuluyor demiyor. Bütün bu demokratikleşme yollarıyla her türlü görüş rahatlıkla tartışılabiliyorsa, her tür siyasi parti kuruluyor ve bu partinin kapatılması imkansız hale gelmişse neredeyse, tamamıyla imkansız kılacaktı da BDP o zaman destek veremediği için olamadı. Bütün bunlar olmuşsa şiddetin arkasındaki gerekçe ne? Niye silah kullanılıyor? Niye başka bir vandalizme yol açılıyor?

Son 1,5 yıldır yürütülen çözüm süreci bir taraftan bu demokratikleşmeyle yürürken diğer taraftan iki süreç yaşadık. Bir Oslo süreci, bir de hatırlarsınız Habur'dan geri dönüşler başlamıştır. İki süreçte de farkettik ki bunun milli, yerli ve Türkiye'nin vatandaşları suçlu da olsa, hapishanede de olsa, serbest de olsa, siyaset de yapıyor olsa vatandaşlar arasında bunları görüşülerek halledelim. Bu süreçte İmralı'da yapılan görüşmeler, siyasilerin yaptığı temaslar, biz tabi muhatap olarak siyasileri alırız, hep siyasileri aldık ama çözümde kim katkı yapabilecekse herkesi sürecin içine soktuk.''

''Zihniyet aynı zihniyet''

Buradaki psikolojik sahiplenmenin çok önemli olduğunu vurgulayan Davutoğlu, toplumun da doğunun, batının da bunu sahiplendiğini  belirtti.

Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Siyasi otorite olarak bunun için ne yapılması gerekiyorsa yaptık. Ama şu son olaylar gösterdi ki nasıl 90'lı yıllarda köy yakarak devletin bütünlüğünü koruduğunu zannediyordu yanlış bir zihniyet, şimdi de şehirleri yakarak birileri hak arayacağını zannediyor. Zihniyet aynı zihniyet. Ben CHP'ye ve HDP'ye 'vaaz zihniyeti' derken aslında bunu kastediyordum. Dersim'i bombalarken ülke bütünlüğünü garanti altına aldığını zanneden CHP zihniyeti ile ya da 90'lı yıllardaki Ergenekon vari yapılanmalar, faili meçhullerle ülkeyi bir arada tutacağını zanneden zihniyetle, Diyarbakır, o güzelim Diyarbakır, güzelim Mardin, Batman, Siirt'i ateşe, dumana, kana boğarak Kürtler'in haklarını koruyacağını zanneden zihniyet ayni zihniyet.''

''Çözüm süreciyle bu zihniyet değişmemiş mi oluyor?'' sorusuna karşılık, Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:

''Oraya geleceğim. Biz şu iyi niyetle hep yaklaştık. Demokratikleşme paketlerini yaparız, gerekli adımları atarız. Geçen sene 30 Eylül'de bile bize verilen sözler yerine getirilmediği halde demokratikleşmeden hız kesmedik. Neydi bize verilen söz? Mayıs ayında sınır dışına çekilecekti bu terör örgütü mensupları. Silahlarını bırakıp çekileceklerdi. Silahlarını bırakmadılar, çekilmediler. Çünkü hep bir hesap içindeler. Tam o sırada Gezi olaylarının patlak vermesi bir tesadüf değildir. Birileri Türkiye'de bir yaranın, kanayan bir yaranın şifa olmaya başladığını görünce başka yaraları kanatarak o kabuk bağlamaya başlayan yarayı da açmaya çalıştı. Geriye çekilme durdu. Biz yine de sabırla takip ettik, çünkü bu proje bizim projemiz. Kürdüyle, Türküyle, her kesim projesi. Doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle. Buna cevabımız bizim 30 Eylül'de yeni demokratikleşme paketi açmakla oldu, Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde. Daha sonra Mesut Barzani'nin Diyarbakır'a gelişiyle, gittikçe artık çözüm süreci daha da toplumsal bir karşılık bulunca bu sefer 17 Aralık, 25 Aralık komploları bir başka gölge getirdi. Dikkat edin onu yapanlar aynı zamanda 2 sene önce, 3 sene önce KCK operasyonlarını yaparak yine bu yarayı derinleştiren kesimlerle aynı kesimler.''

''Kimse 'Ben bunu bilmiyordum'' diyemez''

Davutoğlu, ''Derin yapı dediğiniz o mudur efendim?'' sorusu üzerine, ''Öyle veya böyle, vesayet derin yapılarla... Mesele, birisi bir türlü bu yaranın kabuk bağlamasını istemiyor. Sonra o yaranın kabuk bağlamanın ötesinde yavaş yavaş şifa bulması ve yara gibi görülen şeyin organizmayla bütünleşerek bir şifa halini almasını istemiyor. Biz buna rağmen ve bütün bu şeylere rağmen çözüm sürecini kararlılıkla yürüttük. Bize verilen hiçbir söz yerine getirilmemiş olmasına rağmen, bütün bir yaz ve iki seçim geçti, bu seçimlerde nasıl bir baskı uygulandığını biz biliriz, oradaki AK Parti siyasilerine. İl başkanlarımızın kardeşleri öldürüldü, kendileri kaçırıldı, ilçe başkanlarımız, bir terör havası.

Mesaj şu, 'Burada siyaset olacaksa ben yaparım. Özgürlük olacaksa, ki benim anladığım kadar olur.' Bu işte aynı 90'ların şeyi. 'Siyaset yapacaksan sen yapamazsın bizim dediklerimiz yapacak', yani tersinden bir mantıkla bir yaklaşım sergileniyor. Hükümeti kurduk hemen çözüm süreci mekanizmasını ilan ettik. Arkasından Bakanlar Kurulu kararı çıkardık. Bütün bunları yaptık ve yol haritasında da mutabık kalındı. Mutabık kalındı derken, bunun bütün taraflarının bunu bildiğini bilerek söylüyorum. Devletin kanadında da herkes biliyordu, karşı tarafta da HDP vesaire, bu sürecin içinde olanlar. Kimse 'Ben bunu bilmiyordum, şurada şüphe ettim' falan diyemez. Herkesin bildiği bir yol haritasında mutabık kalalım ve bunu biran önce nihayete eriştirelim dedik.''

"Bu barış projesini engellemek için birileri düğmeye bastı"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Bu barış projesinin başarıya ulaşmaması için ve bu ülkenin kanayan yarasını sarması, kabuk bağlamasını engellemek için birileri düğmeye bastı" dedi.

''Şimdi başlayan süreç bu mu?'' sorusuna karşılık Davutoğlu, ''Tabi başlamıştı bu süreç. Yani bir adım öncesinde. Benim Selahattin Demirtaş ile yaptığım görüşmede, Selahattin Demirtaş yol haritasının ne olduğunu biliyordu'' dedi.

Demirtaş'a, "Artık bunu nihayete erdirelim, sürümcemede kaldıkça bölgedeki gelişmeler bunu olumsuz etkiler" değerlendirmesinde bulunduğunu anlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Ona artık bunu nihayete erdirelim, sürümcemede kaldıkça bölgedeki gelişmeler bunu olumsuz etkiler, bölgeden kastım Ortadoğu bölgesi. Daha önce Ada'ya giden heyetle görüşmelerimizde kendilerine söylendi, MİT Müsteşarımızla yaptıkları görüşmelerde söylendi. Fakat bunun için onlara da ifade ettiğimiz şey şu; her türlü konuyu konuşuruz süreç içinde neler yapılacağı karşılıkların ama kanunsuzluğu konuşamayız, biz hukuk devletiyiz. Kanunsuzluk üzerine bir şey inşa edemeyiz. Yani 'çözüm süreci var, siz müsamaha gösterin de şurada şu olaylar devam etsin' olmaz. Şimdi tam da bu konularda mutabık kalınmışken ve toplumda çözüm süreci bir ivme kazanmış denilirken, ne oldu? 1 Ekim'de biz Bakanlar Kurulu kararını çıkartırken Gezi Parkı olayları, 17 Aralık'ta ne olduysa aynısı oldu."

"Bu barış projesinin başarıya ulaşmaması için ve bu ülkenin kanayan yarasını sarması, kabuk bağlamasını engellemek için birileri düğmeye bastı" ifadesini kullanan Davutoğlu, "O birileri kim?" sorusu üzerine, "Önce resmi görelim, arka planına bakarız. Ne oldu bakın. Kobani'ye Türkiye'nin ne yardım yaptığını en iyi kendileri bilir" cevabını verdi.

Kobani olayının ayrıca bir paranteze alınması gerektiğini belirten Davutoğlu, "O önemli çünkü o bahaneydi, aynen Gezi gibi bazı yeri değiştirilen ağaçların yerinin değiştirilmesi gibi bahaneydi ve tam bir şehir terörü estirildi. Soğukkanlı bir şekilde olayları takip ettik, gerekli güvenlik tedbirlerini aldık" dedi.

Olaylarda devlet kurumlarına saldırıldığını, ambulansların, Kuran kurslarının, kütüphanelerin ve müzelerin yakıldığını hatırlatan Davutoğlu, "Yani zihinlerindeki siyasetin ne olduğunu söylediler. Sonra işadamları, özellikle AK Parti'ye mensup veya yakın, işadamlarının yerleri talan edildi. Çözüm sürecinin olumlu atmosferini dağıtmak için. Çünkü oraya çok ciddi yatırım gelmeye başladı.

"Yasin Börü, 16 yaşında bir genç, Berkin Elvan'dan ya da diğer gençlerden bir farkı yok"

Olaylarda yaşamını yitiren Yasin Börü'nün 16 yaşında bir genç olduğunu, Berkin Elvan'dan ya da diğer gençlerden bir farkı olmadığını belirten Davutoğlu, şunları ifade etti:

"Yasin, 3 arkadaşıyla kurban eti dağıtırken, bir hayır işi yaparken, hepsi 16, 18 ve 20 yaşlarında gençler, 3. kattan atılıp, kafası taşla ezildi. Bunun faili kim? Şimdi, 90'lı yıllarda faili meçhul diyerek bir halkı ayaklanmaya çağıran ve terörü bu şekilde meşru kılmaya çalışanlar, şimdi bir faili meçhulü nasıl izah edecekler? 

Şimdi biz 90'lı yıllardaki faili meçhule karşı çözüm sürecini getirdik. Bu faili meçhulü yapanlara karşı da çözüm sürecini öncelikle Kürt vatandaşlarımıza emanet ediyoruz. Onlar sahip çıkacak çözüm sürecine, onlar diyecekler ki nasıl 90'lı yıllarda birileri meraları ya da köyleri yakarak, birileri güvenlik temin edemedi, sizler de şehirlerimizi yakarak bize haklarımızı getiremezsiniz. Onlar diyecekler, Yasin Börü ve o kardeşlerimiz nasıl katledildi, çıkartın faillerini? Biz çıkartmak için devlet olarak elimizden geleni yapacağız. Hükümet olarak dönüp soracaklar, sormalarını bekleriz, siz bizim hakkımızı koruyamazsınız." 

"Nasıl Kobani'de şehit edilen ve hunharca öldürülen Kürt kardeşimizin hukuku bizim için kutsalsa, Diyarbakır sokağında, Kurtalan'da değişik yerlerde öldürülen Kürt vatandaşımızın hukuku aynı ölçüde kutsaldır" değerlendirmesinde bulunan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Olaylarda öldürülenlerin hepsi Kürt, öldürülenler Türk olsa veya Boşnak, Arap olsa meşru görecek değiliz, o anlamda söylemiyorum. Fakat bu faili meçhul zihniyet üzerine soruyoruz, çözüm sürecinin failleri kim? Kim bunun muhatapları? Demeleri beklenir ki; 'biz bunları, bu eylemleri kınıyoruz, lanetliyoruz, bir daha olmaması için elimizden geleni yapacağız.' Fakat şöyle değil sureti haktan görünerek değil, bazı yöneticiler tavşana kaç, tazıya tut, hem gençleri tahrik edeceksiniz sonra da biz engellemeye çalıştık ama olmadı. Peki neden tahrik ediyorsun?

Meclis'te konuşabiliyorsun, barışçıl gösteri yapabiliyorsun istediğin yerde, istediğini yazabiliyorsun, söyleyebiliyorsun. Kim engelliyor seni? Niye yakıp yıkıyorsun? Gösteri yaptığında barışçıl anlamda seni engelleyen olduysa gelin, teminatı bizdedir. İstediğiniz meydanı gösterin istediğiniz şehrimizde gösteri yapabilirsiniz ama o gösteriyi yaparken ya da gösteri yapmadan herhangi bir yeri talan edemezsiniz, insanları katledemezsiniz."

"Biz bu yola, her türlü sonucu göze alarak çıktık"

"Her şerden hayır çıkar" diye bir söz vardır, aslında toplumumuz doğusuyla batısıyla gördü, kim neyi istiyor? Bütün buna rağmen biz bir taraftan güvenlik önlemlerini nasıl artırır, halkımızın güvenliğini koruruz diye çalışırken, diğer taraftan da çözüm sürecinin tekrar nasıl canlandırırız diye çalışıyoruz" ifadelerini kullanan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Dikkat edin birileri hemen Türkiye otoriterleşiyor diye, Batıda demokratik ülkelerde olan kuralları getireceğiz  dediğimizde dahi böyle diyor. Fakat biz aynı saatlerde bir taraftan acaba ne tedbir alırız da vatandaşımızın  can güvenliğini koruruz diye düşünürken, diğer taraftan da çözüm süreci toplantısını hiç aksatmadan 15 günde bir yapıyorum. Arkadaşlarımızı yeni görevlendirmelerle alana çıkartıyoruz.

Bugün de MYK'da konuştuk, her bir santimetrekaresini dolaşma talimatı verdim arkadaşlara, hiç kimse bizi sindiremez, hiç kimse Türkiye'nin herhangi bir santimetrekaresinde siyaset yapmamızı engelleyemez. Biz bu yola her türlü sonucu göze alarak çıktık. Burada bu salonda bölgedeki belediye başkanlarımıza, bakanlarımıza, genel başkan yardımcılarımıza talimat verdim."

Her hafta il danışma toplantıları yapacaklarını, her ile giderek vatandaşla konuşacaklarını belirten Davutoğlu, "Çözüm sürecinin muhatabı olan oradaki vatandaşımızla konuşacağız. Buradaki tek aktör HDP ve onun bağlantılı şeyleri değil. Onlarla da konuşmaya devam edeceğiz. Eğer irade gösterirlerse, eğer çözüm sürecini kanunsuzluk gibi algılamaya devam etmezlerse, yol açık. Yol haritası belli. Herşeyi yapmaya hazırız. Herşeyi derken sınırsız anlamda demiyorum. Yol haritası bağlamında, anlaştığımız konularda devam ederiz. Ancak tekrar aynı olayların yaşanmasına izin vermeyiz" diye konuştu.

"Tam da şimdi onların da devreye girmesini talep etmemizi gerektiren bir vakittir" ifadesini kullanan Davutoğlu, "Hem nihayi sonuca ulaşabilmek için... Görülüyor ki her erteleme bir risk getiriyor. Bizim tarafımızda bir erteleme yok, ne yapılması gerekiyorsa yapıldı ama öbür taraftan da tekrar psikolojik bir üstünlük almak gerekiyor. Tekrar çözüm süreci psikolojisinin olumlu atmosferini yaymak gerekiyor. Akil insanlarda en çok üzerinde duracağımız husus bu. Toplumsal sahiplenmeyi nasıl artırırız, çözüm sürecine nasıl tekrar ivme kazandırırız ve bir şekilde bütün toplumsal mekanizmaları harekete geçiririz" ifadelerini kullandı.

"Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürt kardeşlerimizin haklarına halel gelmeyecek"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Ne karar alırsak alalım, hiç bir zaman bir daha Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt kardeşlerimizin haklarına halel gelmeyecek, onların hukukları zedelenmeyecek. Devlet müşfik gücünü halka gösterecek. Fakat eğer kudret, gücünü göstermesi gerekiyorsa kanunsuz işlem yapanlara karşı, eylem yapanlara karşı, onu da göstermekte tereddüt etmeyecek" dedi. 

"Kandil de bu şeyin içinde mi, bu yol haritasındaki mutabakatta var mı onlar da?" sorusu üzerine Davutoğlu, "Tabii, HDP ne yapıyor burada? Daha önce BDP idi, bir taraftan muhatabımız o. Diğer çözüm sürecinin bir anlamda veya bu problemin aktörü olanların da devreye sokulması veya bilgilendirilmesi, sürecin içinde doğru rol oynamaları HDP'nin sorumluluğunda. Onlar gidiyorlar, konuşuyorlar ve bize getirdikleri ve herşeyin olumlu yönde değişeceğini göreceksiniz dedikten bir hafta sonra, bunu dedikten, Yalçın beye, ilgili arkadaşlarımıza, MİT Müsteşarımıza bu mesajlar verildikten, HDP üzerinden, HDP bu mesajı verdikten bir hafta sonra bütün şehirlerimizi yangın yerine çevirmeye kalkmak, o bölgede o zaman bir niyet tazelemesine ihtiyaç var" diye konuştu. 

"Hafta sonu tekrar gidiyorlar, yani o zaman bir güven zedelenmesi çıktıysa yeni olarak Kandil'den ne bekliyorsunuz?" sorusuna karşılık da Davutoğlu, "İyi niyet, yani HDP o anlamda muhatabımız onlara şey yaparak, önce iyi niyetlerini görmek istiyoruz, sonra kararlılıklarını, siyasi şey anlamda. Çünkü niyetleri konusunda ciddi şüphe oluşturdular hem bize hem toplumda" dedi.

Çözüm sürecini konjektürel, "şimdilik birbirimizi idare edelim, bir tiyatro oynayalım" diye çıkarmadıklarını, bir acıyı yok etmek üzere çıkardıklarını vurgulayan Davutoğlu, dolayısıyla bunları görüp görmemelerine göre ortaya çıkacağını bildirdi.

Başbakan Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Ancak ne karar alırsak alalım, hiç bir zaman bir daha Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt kardeşlerimizin haklarına halel gelmeyecek. Onların hukukları zedelenmeyecek. Devlet müşfik gücünü halka gösterecek. Eğer kudret, gücünü göstermesi gerekiyorsa kanunsuz işlem yapanlara karşı, eylem yapanlara karşı onu da göstermekte tereddüt etmeyecek. Bunun ikisi birbirine alternatif şeyler değil. Çünkü çözüm süreci adına ortaya çıkartılabilecek boşluğun nelere yol açtığını gördük. Düzen varsa, özgürlük ve o anlamda bir çözüm süreci işler. Hukuk düzeni korunacak."

"Kandil'e giden bazı gazetecilerin de savaş çığırtkanlığı yaptığı" anımsatılarak, "Kandil"in savaş çığırtkanlığı yapmasına vesile olan gazeteciler karşılığında, İmralı ile akil insanların veya gazetecilerin temas kurması konusunda ilerleyen süreçte bir şey yaşanabilir mi?" diye sorulan Davutoğlu, geçmişte Kürtler ile ilgili eserler yazmış, devletin Kürtler'e karşı müşfik olması gerektiğini söyleyen gazetecilerden, şimdi devlet en müşfik yüzünü göstermişken, örgüt de en vahşi barbar yüzünü göstermişken, bir tavır almalarını beklediklerini söyledi.

Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Geçmişte devlete dönük eleştiri oklarını, hemen hemen aynı yöntemleri, geçmişte eleştirdikleri yöntemleri, çok daha şeysiz bir şekilde, yani kargaşa ortamında yapan yapılara karşı niye söylemezler? Niye şunu sormazlar, bu bölgeler sadece HDP'ye mi ait? Sadece bir yapıya mı ait? Bu bölgede başka insanların siyaset yapma hakkı yok mu? Bu bölgede başka insanların fikir söyleme hakkı yok mu? Bu bölgede başka insanların özgürlüklerini kullanma hakkı yok mu? Bu bölgede, oradaki gençlerin kurban eti dağıtırken hayat haklarını yok etmenin bir karşılığı olmayacak mı? Bunları niye sormuyorlar? Çünkü gündem farklı. Çünkü ortada bir kargaşa var, bir puslu hava var. Bu puslu havada Türkiye'ye nasıl zarar veririz, bu puslu havadan dışarıdaki irtibatlar, bağlantılar vesaire de içinde olmak üzere bu ülkenin, birliğini, dirliğini, huzurunu nasıl bozarız diye bir kanaat varsa ki var, bazı çevrelerde en azından, toplumumuz da bunları görüyor."

"Herkes kendisini sorgulamalı"

Herkesin samimiyetle kendisini sorgulaması gerektiğini, kendisinin de Başbakan olarak, üzerindeki ağır emaneti her gün ne kadar yerine getirebiliyorum diye sorguladığını dile getiren Davutoğlu, aslında bu olayların ciddi bir muhasebe ve özeleştiri yapma imkanı da sunduğunu söyledi.

Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Herkes yapsın. Mesela biz bu anlamda baktığımızda vatadaşımızın güvenliğinin teminat altına alınmadığı yerlerde verdiğimiz özgürlüklerin kullanılamaz olacağını gördük. Yani demokratikleşmeyi yaygınlaştırdık, özgürlük alanlarını genişlettik ama birileri o özgürlük alanını kullanarak vatandaşlarımızın can güvenliğini yok ediyor. Şimdi bu da dahil şu günlerde sanki Türkiye bir otoriterleşme eğilimi... Hayır demokratikleşme eskisinden daha hızlı olacak, daha derin olacak ama dediğiniz hususlarda herkesi bir muhasebeye davet ediyorum. Gezi olaylarında veya daha sonraki olaylarda, devlete yönelttikleri o acı dil, niye bazılarının şu anda suskun o acı dil? Bir polisin yaptığı hatayla bütün bir toplumu polise karşı kışkırtanlar, varsa bir hata ki hepsi sorgulandı, hepsi hukuk önüne çıkarıldı. Peki bu başı taşlarla ezilen çocukların hukukunu korumak için, Diyarbakırlı annelerin o ağlayan, yürek yakan annelerin acılarını için niye seslerini yükseltmiyorlar?"

Galatasaray Lisesi önünde kendilerini "Cumartesi anneleri" diye adlandıran annelerin herkesin yüreğini yaktığını anımsatan Davutoğlu, "Peki Diyarbakır annelerinin yüreği daha mı az önemli? Onlar daha mı az anne?" diye sordu.

Kendisinin bu ailelerle bir araya geldiğini anımsatarak, herbirine yüreğinin ağladığını ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bunlar çocuk, genç. Bir tanesi çocuğunun resmini bana göstererek yaşadığı şeyleri anlattı ve Kürtçe konuşuyordu. Fakat hani Kürtçe'yi kısmen anlayabilirim bazı kelimeleri çıkartabilirim fakat gönül diliyle ne söylediğini zaten anlıyorum. Bir kere de gönül dilini konuştursalar hani bu gazeteci. Bakıyorum, takip ediyorum. Bir gazete, ana medya, bir gazete, ben basın eleştirisini böyle şeyde yapmaktan hoşlanmam ama 'şu konularda geri adım' diye yazıyor, manşet atıyor. Neyin geri adımı, daha ortada deklare edilmiş birşey yok. Neyin şeyini soruyorsunuz?  Peki o 'geri adım' dediğiniz ki dediğim gibi doğruluğu daha teyit edilmemiş şeyler, daha üzerinde çalıştığımız bir paket var. Peki aynı cesaretle kararlılıkla bu vandalizmi yapanlara karşı niye tutum alamıyoruz?"

Davutoğlu, bunların herkesin üzerinde durması gereken şeyler olduğuna işaret ederek, hep beraber bir bina inşa ettiklerini, kongrede restorasyon, bina, inşa ifadelerini bilerek kullandığını söyledi.  

Her gün bir devlet kurumunu ziyaret ederek birifing aldığını anımsatan Davutoğlu, bütün yapıların, 12 yıllık tecrübeyi de içinde barındırarak yeni bir inşa dönemine girmesi için çaba sarf ettiğini belirtti.

Başbakan Davutoğlu, şunları kaydetti: 

"Bu inşa faaliyetlerinin en önemlisinin, gönül inşasını içeren çözüm süreci. En önemlisi. Aidiyet duygusunu pekiştirmek. O aidiyet duygusunun içinde semboller var. Onun için bayrağa saldırıyorlar. Çünkü hala bayrak sevgisinin o Ayyıldızın sıradan bir Kürt vatandaşımızın gönlünde ne kadar derin tarihi, kültürel etkisi oluğunu biliyorlar. Onun için Kuran kurslarına saldırıyorlar. Onun için kütüphanelere saldırıyorlar. Yani biz bu kültürü görmek istemiyoruz diyor. O kültür dediği şey sadece ulus devlet olarak bu dönemde üretilen kültür değil. Bin yıl burada bu topraklarda üretilen kültür."

"Herkesin bir muhasebe dönemi geçirmesi lazım"

Yıpratılmak, yok edilmek istenen kültürün, Artuklu'nun, Kürt Mervanilerin, Selahattin Eyyubilerin kültürü olduğunu vurgulayan Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"O kütürel bağı yok etmek istiyorlar. O zaman ben bu harekete yerli bir hareket olarak, bir bölge halkının hareketi olarak bakabileceğimizi düşünebilir miyiz? Şimdi o zaman herkesin bir şey yapması, bir muhasebe dönemi geçirmesi lazım. Bu tam da kritik bir aşamada. Bunu yapmamız halinde iyi niyet de gösterilirse, herkesin eşit şartlarda vatandaşlık hakkını özgürce kullandığı bu bina inşası devam eder. Fakat birileri bu binayı adım adım, gıdım gıdım, üstüne taş koya koya inşa etmeye çalıştığımız bu binayı yıkmaya kalkarsa, önce kendi altında kalır bunu bilsin. Yani çözüm süreci binasından söz ediyorum. Devlet öyle veya böyle badireleri atlatmasını bildi. Yani devlet derken sadece bir şeyi söylemiyorum, ortak kültürden kaynaklanan ortak bilinci. Biz ne badireler gördük. Ancak, bu binayı birisi çökertmeye çalışırsa önce altında kendisi kalır. Herkesin bunu hesap etmesi lazım. Suriye'de ve Irak'ta kamu otoritesinin çökmüş olmasından doğan zararı en fazla kim gördü? Kürtler gördü, Araplar gördü, orada yaşayan Türkmenler gördü. O coğrafya gördü. Sanırlar mı bizim buradaki Kürt kardeşlerimiz bunu görmüyor? Onların oyununa mı gelecekler? Kalkışma tabirleri içinde bir halkı harekete geçirmeye çalışmak. Onlar onu yapacaklar biz de gideceğiz her bir Kürt vatandaşımızı bağrımıza basacağız. Yüreğimizi yüreğine değdireceğiz. Onların taşla ezdikleri o kardeşimizin beynindeki irfanı yeni nesillere aktaracağız. Kimse bundan sonra 90'lı yılların şiddet yöntemine dayalı yaklaşımını devletten görmeyecek. Ancak, mücadele mi sonuna kadar mücadele. Siyaset mi sonuna kadar siyaset. Özgürlük mü, sonuna kadar özgürlük. Bunun mücadelesini verirken de bir an tereddüt etmeyiz."

"İç güvenlik reformuyla ilgili tartışmaların sürdüğü ve bunlarla ilgili 'Kenan Evren kanunları' nitelendirmesi yapıldığı, kısa bir süre önce de dinlemeleri zorlaştıran bazı düzenlemeler yapıldığı" anımsatılarak, "Şimdi ne değişti? Yeni bir ihtiyaç mı ortaya çıktı?" sorusu yöneltilen Başbakan Davutoğlu, "Bir kere tabii ben görmedim kim dedi Kenan Evren yasaları diye ama" dedi.

"Bazı gazetelerde yer aldığı"nın ifade edilmesi üzerine ise Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Herhalde o 80'li yılları görmemiş birileri yazmış olacak. O yıllarda yurt dışındaydı ya da daha doğmamıştı onu yazan. Gitsin onu Diyarbakır hapishanelerinde Kenan Evren döneminde neler yaşandığını bilenlere anlatsın, bizim nesle anlatsın. Üniversitelere girerken dahi ne zaman götürüleceğiz acaba nasıl sorgulanacağız diye. Ben 12 Eylül'den sonra uzun bir süre her gün ayrı evde kaldım. 28 Şubat'ta da aynı tedbirleri almak zorunda kalmıştık. Biz bunları biliriz. Şu anda kimse kanunsuz bir iş yapmadıkça kendisini böyle bir, kapısını çalan hani sabah çalanın sütçü olduğunu bilmek. Şimdi kim bu anlamda bir korku içinde olabilir? Kime böyle bir plan hazırlanıyor? Bunu bir kere daha kamuoyu ile benim paylaştığım, dün İçişleri brifinginden sonra paylaştığım hususlar dışında konular paylaşılmış değil. Burada alacağımız, bütün bu tecrübeden sonra alacağımız bazı tedbirler var."

Hazırlıkların tamamlanması halinde bunu sadece bir iç güvenlik reformu şeklinde değil başka unsurlarla da desteklenmiş bir paket, özgürlük ve reform paketi halinde Salı günü partisinin grubunda açıklamaya çalışacağını bildiren Davutoğlu, aksi takdirde bunu daha ileriki günlerde açıklayacağını belirtti.

Davutoğlu, "Fakat birbiriyle entegre bir reform ve özgürlükler paketi şeklinde olacak" dedi.

"Sadece son olaylarla ilgili bir şey değil" ifadesi üzerine Davutoğlu, şunları söyledi: 

"Hayır ama bu son olayların getirtiği unsular, aldığımız dersler de olacak. Nedir mesela? İstediği şekilde aranma, makul şüphe, somut delil. Şimdi aradaki fark şu. Ben daha önce de bunları takip ederdim tabii ama 15 gündür bu konuda herhangi bir hata yapılmaması için gece veya gündüz bunların delillerini hem İçişleri Bakanımızdan hem Adalet Bakanımızdan hem ilgili birimlerimizden şey yapıyorum, bizzat tetkik ediyorum. Ezbere bir iş yapmadığımı beni tanıyanlar bilir. Haksız bir şekilde herhangi bir gerekçe olmadan bir özgürlüğü kısıtlamayacağımı da bilirler. Bu özgürlükler için gerekirse canımı ortaya koymaktan fedakarlık etmeyeceğimi de bilirler. Dolayısıyla bu konuda bir kere herkesin emniyet içinde olmasını isterim."

"Hiçbir özgürlük kısıtlanmayacak, aksine özgürlükler teminat altına alınacak"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Herhangi bir şekilde hiçbir vatandaşımız mağdur edilmeyecek, hiçbir özgürlük kısıtlanmayacak, aksine özgürlükler güvenlik ortamı içinde teminat altına alınacak. Kimse acaba bu gösteride maskeli biri bana kurşun sıkar mı diye düşünmeden gösteri özgürlüğünü kullanabilecek" dedi.

Arama ve dinlemede somut delil yerine makul şüpheyi yeterli gören düzenlemeye ilişkin soru üzerine Davutoğlu, düzenlemenin ülke ve halkın huzuru için yapıldığını söyledi.

Tedbir ile hukuk arasında, önleme ile bir suç ortaya çıktıktan sonraki süreç arasında görünmez bir çizgi bulunduğunu aktaran Davutoğlu, "Tıpta da vardır bu. Koruyucu, önleyici tıp var. Hastalık bulaştı mı ilaç almaya başlıyorsunuz. Bazen bu ilacın yan etkileri de olabiliyor. Bizim meselemiz suçu işlenmeden önce durdurabilmek. Suç işlendikten sonra... Öldürülecek kişi öldürülmüş, yakalanamayan uyuşturucu yerine ulaşmış oluyor" dedi.

Geçmişte herhangi bir polisin, bir kamu otoritesinin, vatandaşı işlemediği bir suç için suç işlemiş muamelesiyle alıp bir yere götürebildiğini ifade eden Davutoğlu, şunları söyledi:

"Onun için '12 Eylül'ü bunlar bilmiyorlar' diyorum. Hangi arkadaşlarımızın nasıl çilelerle bunu yaşadığını hepimiz biliriz. Şuandaki uygulamada gördüğümüz şey bu ince hattın netleşmesi. Ne oluyor biliyor musunuz? Çarpıcı olduğu için bir iki yerde daha bu örneği verdim. Biz burada otururken, yanımızdan veya dışarıdan, uyuşturucu, bonzai taşıyan bir araç geçiyor olsa, bize de ihbar gelmiş olsa, bunu engellemekle mükellef insanlar olarak, bunun içinde uyuşturucu var ve biraz sonra şuradaki gençleri zehirleyecek. Bu bilgi üzerine ben İçişleri Bakanımı arasam ve desem ki 'Bunu engelleyin, durdurun' Oradaki emniyet görevlilerimiz ne yapacaklar biliyor musunuz? Arabayı durdurup arayamıyorlar, çünkü somut delil yok. Arayacak savcıyı. Savcı diyecek ki 'Somut delilin ne?' 'Bir ihbar geldi.' 'İhbar delil değil' diyecek. Somut delil olmadığı için o araba gözümüzün önünde gidecek, o gençleri zehirleyecek."

"Can güvenliğini tehdit eden bir şey varsa"

Bingöl'de polise yönelik saldırıyı da örnek gösteren Başbakan Davutoğlu, "Bingöl'de şehit edilen kardeşlerimiz. Onunla ilgili ihbar geliyor. Emniyet birimlerimiz o kişilerin gözaltına alınması için savcıya müracaatta bulunuyorlar. Savcı da diyor ki 'Bunun bu saldırıyı yapacağına somut bir deliliniz var mı?' Daha suç işlenmemiş ki delil olsun. Delil ne zaman olur, suç işlendikten sonra delil sorulur" diye konuştu.

Ancak savcı veya hakimlerin bu konuda tümüyle kusurlu olmadıklarını aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti:

"O da diyor ki 'Ben hukukçuyum bana delil getir. Yoksa o delil olmadan ben işleme koymam' diyor. İyi niyetliyse. Bir de kötü niyetlileri var ki var. Onların da örneklerini vereceğim. Hepsini tek tek tespit ediyoruz. Bunların hiçbiri karşılıksız kalmaz. Bir X ilçesinde 50-60 gözaltı oluyor da savcı hiçbirini tutmuyorsa, Y ilçesinde başka bir savcı veya hakim alabiliyorsa, burada hangi standardı uygulayacağız biz. Birinin niyeti farklı, diğerinin farklı olabiliyor ki yargı mensuplarımızın iyi niyetli olanını tenzih ederim. Onlar kanuna bakıyor, somut delil soruyor. Bizim bu husus için getirdiğimiz şu, eğer burada can güvenliğini tehdit eden bir şey varsa, bir şüphe ortaya çıkmışsa, polis, makul şüphe, sıradan bir zan hali değil, arabayı durdurur bakar. Uyuşturucu yoksa 'buyurun kardeşim devam edin' der. Yok uyuşturucu varsa el koyar, somut delil orada oluşur. Sonra onu tutar, o uyuşturucu götüren kişiyi savcıya teslim eder. Savcı da somut delil olduğu için onu tutuklar. Ancak polis burada, seni alıp götüreyim gözaltında ilanihaye tutayım diyemez. İşte fark bu."

"Ülkeyi o standardın gerisine götürmeyiz"

Bu konuya ilişkin diğer Avrupa ülkelerindeki örnekleri incelediğini söyleyen Davutoğlu, "Bizde polisin gözaltına alma diye bir yetkisi yok. Yok. Ne yaparsa yapsın. Orada maskeli mi dolaşıyor, hayır alamaz. Ne yapacak, savcıya soracak. Arabayı durdurup acaba ne var diye soramaz" dedi.

Bu konuda eleştiride bulunanların ABD ve Avrupa'daki uygulamaları dikkate almalarını isteyen Başbakan Ahmet Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bize demokrasi öğretenler, sanki biz hiç Avrupa, Amerika görmedik. Gidin bakalım New York ile Washington arasında kaç tane trafik polisi sizi kaç yolda, kaç kere durdurabilir ve her an bir şey sorabilir. Makul şüphe mi var? Yüzüne bakar, biraz doğulu görünüyorsan sorma dışında yere yatırır, arar seni. Kimse bize ders vermeye kalkmasın. Karşılarında dünyayı tanımayan insanlar yok. Her bir köşeyi biz biliriz, evrensel hukuku da biliriz. Kimse bize yukarıdan konuşmasın. 'Anadolu'dan yetişen politikacılar Avrupa'yı, Amerika'yı bilmezler, Avrupa'da olsa böyle olmazdı derler.' Biz Avrupa'nın her yerini biliriz. O standardın gerisine bu ülkeyi götürmeyiz ama o standardın istismar edilecek ölçüde dışına çıkılmışsa dengeyi sağlarız. Şimdi bir denge geliyor. Burada yapacağımız şey şu, polisin gözaltı yetkisi hiçbir zaman Avrupa'dakinin daha ötesinde olmayacak. Gerekçe olarak da olmayacak, süre olarak da olmayacak. Aynı gerekçe, aynı süre. Bazı Avrupa ülkelerinde 24 saat, bazı Avrupa ülkelerinde 48 saat, bazı Avrupa ülkelerinde 72 saat. Biz mümkün olan en optimumu bulmaya çalışacağız, buna çalışıyoruz."

"Kendilerini o saldırının içinde düşünsünler"

Avrupa ülkelerinde Türkiye gibi güvenlik riski bulunmamasına rağmen bu önlemlerin alındığını aktaran Davutoğlu, "Türkiye hiçbir şekilde bu güvenlik tedbirini almasın deniliyorsa o zaman bu manzaralardan şikayet etmeyeceksiniz. Dönüp ertesi gün devlet neden otorite kullanmıyor diye bu soruyu bana sormayacaksınız ya da sizin kapınıza, sizin iş yerinizin önüne, yani o gazetelerin önüne molotofkokteyli biri geldiğinde polisi aramayacaksınız. Savcıya somut delil göndereceksiniz" dedi.

Uzaktaki bir olay hakkında, İstanbul'dan veya İstanbul'un içinde Sultanbeyli'deki bir olay hakkında İkitelli'den veya Basın Ekspres Yolu'ndan yazı yazmanın çok kolay olduğunu ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Ya o aynı gazetenin, iş yerinin önüne molotofkokteyli ile birisi gelse, oradaki arabaları yakmaya başlasa, duman gözünüzde büyüse ki bunu Doğu'daki iş adamlarımız yaşadı. Bunu Esentepe'de, Sultanbeyli'de, Okmeydanı'nda vatandaşlarımız yaşadı. O zaman arayacağı ilk şey polis ve tedbir isteyecek. Şimdi orada bu şekilde yayın yapan gazete, yapmayan gazeteler de var. Basını bütünüyle suçlamaktan imtina etmişimdir. Bu yayını yapanlar bir kere de kendilerini o saldırının içinde düşünsünler. Biz nasıl engelleyeceğiz o zaman bu güvenlik problemlerini. Molotofkokteyli, patlayıcı nitelikte silah olmasın. Aslında patlayıcı ifadesi daha önceki kanunlarda da var. Fakat yorumla bazı hakimler bu patlayıcı değil. Nihayet yolda birisi bile yapabiliyor. Tekniğini öğrenmişse. Olay esnasında üretiyorlar onu. Peki bu görüntüler var ya, hani neredeyse savaş görüntüleri, onların çoğu molotofkokteyli. Bankaya atıyor, iş yerine atıyor, ambulansa atıyor. Birgün gelip senin evine atılırsa, o özgürlüğü savunacak mısın? Evet molotofkokteyli bir şekilde kanuna girecek ve benzeri diye girecek. Molotofkokteylinin yer almamasının sebebi şu, diyor ki hukukçular molotofkokteyli derse yarın başka bir isimle adlandırılırsa kanuna girmiyor. ''Ve benzeri'' diyerek de benzeri şeyleri içine alacak bir yasaklama gelecek. Onu kullananların verdiği zaiat bugün gördüğümüz için kesinlikle öyle kısa bir sürede çıkmak değil. Silahlı bir saldırı neyse o da odur."

"Bu iç dengeyi kuracağız"

Yüzü maskeyle kapatmanın yasaklanması için de Davutoğlu, "Maskeyi bir insan niye takar gösteride. Ben hayatı gençlik gösterilerinde geçen bir insanım. Bazen gençliğin bu tür şeyleri olur. Yani fikir ifade ederken aşırıya gidebilir, o olabilir, bu olabilir ama maske takmak 'suça hazırım' demek, 'suç işleme iradem var' demek" diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Şimdi bu makul şüphe değil, somut delil değil daha suç işlememiş. Adam maske takacak, hiçbir yerinden tanıyamayacaksın. Çekecek birini vuracak. Sen ondan sonra somut delil oluştu diyeceksin, peşinden koşacaksın, kim olduğunu bile tespit edemeyeceksin. Hukukun esası mümkünse suçu engellemek, değil de suç işlenmişse en kısa zamanda gereğini yapmak.

Ayrıca birşey daha getireceğiz, Hani Kenan Evren eleştirisine cevap mahiyetinde. Bu kanunla birlikte kolluk denetim kanunu da getiriyoruz. Yani bu hakları herhangi bir şekilde istismar eden polis de aynı ölçüde cezalandırılacak. Yani istismar ediyor, birini suç işlemediği halde alıyorsa, onları da denetleyeceğiz. O da cezalandırılacak. Hiç kimse kanunun, hukukun kendisine vermediği yetkiyi kullanamaz. Verdiği yetkiyi de tamamıyla genel insan hakları çerçevesinde kullanır daha ötesine bunu taşıyamaz. Bunların hepsini bir iç dengeye kavuşturuluyor. Onun için zaman alıyor, tartışılıyoruz, konuşuyoruz. Bu iç dengeyi kuracağız. herhangi bir şekilde hiçbir vatandaşımız mağdur edilmeyecek, hiçbir özgürlük kısıtlanmayacak, aksine özgürlükler güvenlik ortamı içinde teminat altına alınacak. Kimse acaba bu gösteride maskeli biri bana kurşun sıkar mı diye düşünmeden gösteri özgürlüğünü kullanabilecek. Çünkü bazen karşıt taraflar aynı yerlerde gösteri yapıyorlar. Bunlar özgürlükleri teminat altına alıcı tedbirler olacak."

"İlk tedbirleri TİB'de almak durumunda kaldık"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Paralel yapı öylesine bu işi stratejik bir araç olarak gördü ki bütün bakanlıklarda ve kurumlarda iletişim bölümlerine ve personel bölümlerine sızıldı. İletişim bölümleri üzerinden bu yüzden ilk tedbirleri de TİB'de almak durumunda kaldık" dedi.

"4 ay önce dinlemeleri zorlaştıran bir düzenleme yaptınız, şimdi ondan vazgeçip başka bir şey yapıyorsunuz. Neden, hangi ihtiyaç ortaya çıktı, o yapılan mı hataydı, şartlar mı değişti?" sorusu üzerine Başbakan Davutoğlu, aslında düşünüldüğü gibi büyük bir radikal değişiklik olmadığını söyledi.

Davutoğlu, daha önceki uygulamalara da baktıklarını belirterek, önleyici istihbari dinleme ile adli dinleme şeklinde iki ayrımın olduğunu dile getirdi.

Birkaç ay önce tedbir alınması gereken hususun adli dinlemenin kolay olmasıyla ilgili olduğuna dikkati çeken Başbakan Davutoğlu, "Adli dinleme görüntüsü içinde binlerce vatandaşımızın potansiyel suçlu olarak dinlenmesi ve müteselsil silsileyle birçok alakasız insanın da bir pota içine alınmasıydı. Yani bir suça dönük olarak, o suçu engellemeye dayalı dinleme, istihbari dinlemedir. Fakat bir suçu, bir kişiyi herhangi bir suç unsuru olmadan ve bir kez dinledikten sonra da sürekli takip ederek, onun konuştuğu başka kişileri de takip ederek geniş bir network içinde suçun oluşmasını beklemek ve suçu neredeyse belirlendikçe şekilde dinleme yapmak ayrı bir şey" değerlendirmesinde bulundu.

"Devlet adamları öyle bir geniş network içinde dinlendi ki" 

Davutoğlu, kesinlikle bu tarz kapsamı genişleten ve sonuçta adli bir sonuç doğuracak hususlarda dinlemeye herhangi bir kolaylık getirilmediğini ve bir alanın açılmadığını vurgulayarak, şöyle devam etti:

"Şu anlama da gelmiyor. Bir şekilde önleyici istihbarat şeklinde mesela, Türkiye'ye karşı casusluk faaliyeti var. Sizin bu casusluk faaliyetini ortaya çıkartacak doneleriniz var. Burada o sınırla ilgili bir şeyi önlemek için belli bir dinleme yapıyorsunuz ya da bir terör örgütü bir şekilde bir patlayıcıyı bir yerden, bir yere götürüyor. Belli bir aciliyet içinde zaten takip ettiğiniz bir suç unsuru ortada, buna dönük bir dinleme yapıyorsunuz. Bunun sıradan vatandaşla bir ilgisi yok. Fakat Türkiye'de son iki üç yıldır yaşanan şey insanların özel hayatlarını dinleyerek, onların zaafları varsa zaafları üzerinden şantaj yoluyla güç biriktirmek, olan buydu. İşadamları, sanatçılar, gazeteciler, devlet adamları öyle bir geniş network içinde dinlendi ki biz bunları engelledik. Kesinlikle bunlara izin vermeyiz, bugün de vermeyiz yarın da vermeyiz."

"Bir suç ya vardır ya yoktur, niye dinliyorsun?" 

İstihbari dinleme konusuna da değinen Davutoğlu, "Mesela, 3 gün vandalizm yaşanıyor. Siz savcıya, hakime gidiyorsunuz işte o yapıların etkisiyle dinleme kararı alamıyorsunuz ama o sırada bir terör grubu, 3-5 kişi bir yerden bir yere hareket ediyor ve bir terörü planlayabiliyor. Siz ise olayı arkadan takip ediyorsunuz. Bu suçu önleyici istihbari dinleme anlamında yine serbest bırakılmayacak tümüyle. Acil uygulama açısından daha etkin, çabuk uygulanabilir hale gelecek. Yoksa gidiyorsunuz izne tabi ertesi gün, suç bittikten sonra izin çıkıyor. Kesinlikle adli dinleme dediğimiz suçu delillendirici veya suçu bir network halinde bütünüyle adli sonuç doğuracak bir dinleme olmayacak" diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, istihbari dinleme ile bir suçlu tespit edildiği takdirde, gidip o suçluyu cezalandırma yetkisinin emniyet müdüründe ve poliste olmadığını belirterek, yakalanması halinde ise hukuka teslim edildiğini aktardı.

Bir suç yoksa da daimi işleyen bir dinleme türü olmadığına işaret eden Davutoğlu, "Bunlar öyle şeyler ki bizi, o kanuni düzenlemeye sevk eden şey de iki, üç yıl bir kişiyi dinliyorsun. Bir suç ya vardır ya yoktur, niye dinliyorsun? 'Bir yıl muhtemelen suç işleyebilir, dolayısıyla dinleyeyim'. O kişinin özel hayatıyla ilgili bir şey de yakalandı, 'bunu da bir kenara koyayım' deniliyor. Bu bizim inancımıza göre de yasaktır. Yani tecessüs biz de yok, ahlaken de doğru değil, hukuken zaten doğru değil. Kimsenin özel hayatıyla ilgili tecessüs etme hakkı sana verilmemiş. Türkiye'de genel başkanlar bu sebeple yerlerinden edildi, siyasilere şantajlar yapıldı. Bu tarz bir dinlemeyi bu hükümet döneminde benim de bu sorumluluğu aldığım şu an ki başbakan olarak kesinlikle böyle bir şeyin bizim dönemimizde yaşanmasına izin vermemiz söz konusu olamaz" ifadelerini kullandı.

"İlk tedbirleri TİB'de almak durumunda kaldık"

Konuyla ilgili eleştirilerin de kendisine sorulması üzerine Davutoğlu, şunları söyledi:

"Bu sadece bizimle ilgili bir konu değil. Dinlemelerle ilgili son dönemde uluslararası krize sebep vermiş onlarca olay sayabilirim. En uzaktakinden başlasam, Avustralya istihbari örgütünün Endonezya'nın first lady'sini dinleme iddiası. Özür dilemeye kadar giden sonuçlar oldu. Her ülke kendisini buna intibak ettirmeye çalışıyor. Paralel yapı öylesine bu işi stratejik bir araç olarak gördü ki bütün bakanlıklarda ve kurumlarda iletişim bölümlerine ve personel bölümlerine sızıldı. İletişim bölümleri üzerinden, bu yüzden ilk tedbirleri de TİB'de almak durumunda kaldık. Bunu elde ettiğinizde sahip olacağınız güç, ahlaksız bir güçtür, bunu devlet yapsa da gayri ahlakidir. Yani insanları tek tek big brother gibi bunu yapmak gayri ahlaki bir şeydir.

Ancak şunu yapmak bizim görevimiz. Muhtemel bir başka insanın hayatını yok edecek başka bir durum varsa, acil bir tedbir alınması gereken noktada alır ve orada biter, devam etmez. Suç işlenmemişse o süreç bitmiştir, yeni bir izin yine gerekir ama suç işlenmişse de işlenilen suçu dinleme suretiyle dinlemenin kendisi delil olmayacak yine. Başka bir yapı bunu istismar ederse aynı ölçüde ceza getirecek, ona da müeyyide gelecek. Fakat bir taraftan düzeni korumak, bir taraftan bu özgürlük alanlarını aynı anda birlikte muhafaza etmek bu hassas dengeyi göz önünde bulundurmayı gerektiriyor."

"Seçim beni rahatlattıysa ortada bir anormallik var demektir" 

"HSYK seçimleri yapıldı Pazar günü. Çıkan sonuçlar sizi rahatlattı mı? Artık siyaset üzerinde bir daha hiçbir zaman yargı vesayeti olmayacak, paralel yapı türü yapıların vesayeti olmayacak kanaati edindiniz mi gelinen noktada?" sorusu üzerine Başbakan Davutoğlu, söz konusu sorunun bile rahatsız edici olduğunu dile getirdi.

Davutoğlu, bir insanı yargıdaki bir gelişmenin rahatlatmaması ya da rahatsız etmemesi gerektiğine işaret etti.

Yargının insana sadece sığındığı zaman adaletin gerçekleşeceği konusunda güven duygusu vermesi gerektiğini belirten Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Eğer bir seçim beni rahatlattıysa ortada bir anormallik var demektir, rahatsız etmiş ise düzensizlik ve kargaşa var demektir. Neden bu HSYK seçimleri önem taşıyor? Ben kongre konuşmasında söylediğimde ertesi gün Yargıtay Başkanı bunu bir müdahale gibi bir kanaatte sergiledi. Yargı mensuplarına seslendim kongre konuşmamda ve dedim ki; 'HSYK seçimleriyle ilgili olarak yargının geleceği, sizin vicdanınıza emanettir. Biz, hakim ve savcıların tek başlarına karar verme ehliyetine sahip olduklarına inandığımız için onlara bu yetkiyi veririz.

Tek başlarına adalet konusunda karar vermeye yetkin olmayan bir hakim olmamalı, seçimini tek başına yapamayan birisi hakim olmamalı. Bir hakim eğer o vicdan terazisini tutacak eli yoksa ve tek başına vicdanıyla hareket edecek ahlaki olgunluğa ya da akli beceriye sahip değilse hükmetmemeli."

"Hakimler, dışarıdan birinin talimatıyla hareket etmeye başladılar"

Davutoğlu, bu inançları dolayısıyla Türk yargı tarihinde verilebilecek en radikal kararı verdiklerini vurgulayarak, 2010 referandumunda "hakimler tek tek oy kullansınlar ve kendi idarecilerini seçsinler" dediklerini hatırlatarak, şunları belirtti:

"Ne oldu? O tek tek karar verilmesini beklediğimiz hakimler, dışarıdan birinin talimatıyla hareket etmeye başladılar. Bir kişinin vicdanı, o dosyalara hiç vakıf olmayan bir kişinin vicdanı, burada o dosyayı gören ve olayı yaşayan hakimin vicdanına egemen olmaya başladı. Burada ne kastettiğim anlaşılıyordur. Savcı, 'Bir de şuraya sorayım' demişse, sistem dışına o anda adalete ihanet etmiş demektir. O sorduğu kişi, melek dahi olsa ihanet etmiş demektir ve yetkisini kaybetmiş demektir. Burada önemli olan o yetkiye sahip olması, o yetkinliğe sahip olması, kendisine olan inancını koruyor olması. O zaman 'ben buna yetkin değilim' demiş oluyor, itiraf etmiş oluyor."

En son yapılan HSYK seçimlerinin çok önem taşıdığının altını çizen Başbakan Davutoğlu, "Çünkü yargıyı güç mücadelesinin aracı olarak gördü, vicdanın ve adaletin aracı olarak değil. 'Ben burayı elde edersem, bunun üzerinden şuralara da nüfuz ederim, şu kişilere de baskı uygularım, en sonunda da hükümete de öyle bir baskı kurarım ki kaybettiğim mevzileri geri alırım.' Biz savaş yapmıyoruz, biz kimseyle makam, mevki mücadelesi içinde de değiliz. Her taşın yerine oturması lazım. Adalet, her şeyin hakkını vermek ve her şeyi olması gereken bir yere koymaktır" diye konuştu.

"Yargıda Birlik Platformunu kabul ettiğimde eleştirildim"

"HSYK seçimleri rahatlattı mı? Rahatlattı. Keşke rahatlatmasına gerek kalmasaydı, keşke HSYK seçimleri olduğu gün ne olacak diye düşünmeseydik, çok sıradan bir gün olsaydı" diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bütün hakimlerimiz tek başlarına karar verseler ve bir örgütlü faaliyet içinde girmeden sonuçlar alınsaydı. Fakat beni rahatlatan husus şu; HSYK seçimleriyle ortaya çıkan tablo, renkli bir tablo, bu güzel bir şey. Ben Yargıda Birlik Platformunu kabul ettiğimde eleştirildim ama görmek, tanımak istedim. Başkaları da benden randevu alsalardı o süreç içerisinde ki Yargıtay, Danıştay, Sayıştay Başkanımızla konuştum; istenmiş olsaydı da düşünebilirdim. Yargıda Birlik bu seçimde, adli yargıyı tam 7 üyeyle alan birliği kastediyorum, baktım ki aralarında Sünni var, Alevi var, Türk var, Kürt var, solcu var, sağcı var. Hatta ben onlara o isimleri vermeyi bile zul addederim, hakim ve savcı bu kimlikleri taşımaz. Hakim oturduğu zaman ideolojisini unutur, dini kimliğini kendi inancı itibarıyla korur ama hüküm verirken unutur, karşındaki insanın 'dinine, mezhebine göre hüküm vereyim' demez. Aklını ve vicdanını kullanır."

"Adalet Bakanı tanımadığı zaman, bu görevi yapamayacağını düşünürüm"

Başbakan Davutoğlu, seçilenlerin hiçbirini tanımadığını da vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Adalet Bakanımız tabii ki Türkiye'deki onları tanıdığı gibi diğerlerini de tanır. Herkesi tanır Adalet Bakanı. Tanımazsa ben Adalet Bakanlığı görevi yani, Bekir Bey'e saygım sonsuz ama tanımadığı zaman bu görevi yapamayacağını düşünürüm. Ben de Dışişleri Bakanıyken Türkiye'deki bütün diplomatları tanırdım. Ancak şu diplomatı bu diplomatın üstünde gördüğüm veya o diplomatı ona karşı desteklediğim sonucu çıkmaz buradan, tabii ki tanır.

Önemli olan burada, benim de görevi aldığımda ilk el attığım hususlardan biri buydu. Bundan sonra da yargı bağımsızlığı ve adalet mefhumunun yerleşmediği bir ülkede kimse kendinden ve geleceğinden emin olamaz. Bunu teminat olarak söylüyorum. Hiçbir şekilde de hükümetin yargı üzerinde baskısı olmaz. Ancak yargıyı hükümet üzerinde baskı aracı olarak kullanmak isteyenlere de izin vermeyeceğimizi de her fırsatta söyledik. Zaten şu anda inşallah böyle bir çaba içine girecek bir çevre çıkmaz."

"Kılıçdaroğlu'nun o sözü tarihe geçecek bir sözdür"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "(Kemal) Kılıçdaroğlu'nun o sözü tarihe geçecek bir sözdür. Altını çizerek söylüyorum, tarihe geçecek bir söz. 'Bir buçuk milyon Suriyeli'yi almak Türkiye'ye ihanettir.' Ben de şimdi söylüyorum. Bunu söylemek, insanlığa ihanettir. Böyle bir sözü sarfetmek insan olduğunu unutmaktır, insanlığa ihanettir. Çok açık ve net. İnsan olmayan Türk de olamaz, Kürt de olamaz" dedi.

Terör örgütü IŞİD'e karşı oluşturulan koalisyon konusundaki görüşmelere değinilerek, gelinen noktada ABD yönetiminin, Türkiye'nin şartlarına yakınlaşıp yakınlaşmadığı sorusu üzerine Davutoğlu, "Ben hep usulü, esasın önüne almayı tercih ederim ya da yöntemi, meselenin muhtevası kadar önemli görürüm" ifadesini kullandı.

Başbakan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Şimdi bizim olaya bakışımızla bazı dost ülkelerin, hatta diğer ülkelerin, dost, müttefik olması da gerekmiyor, farkı özellikle son dönemdeki yaklaşım itibarıyla söylüyorum. Grupların farkı şu; biz olaya bütüncül bakıyoruz. Ortadoğu coğrafyasına bakıyoruz. Sonra onun parçaları içinde Suriye'ye bakıyoruz, Irak'a bakıyoruz, Lübnan'a bakıyoruz. Bu bazen birilerini rahatsız ediyor. Mesela biz diyoruz ki 'Ortadoğu ancak demokrasiyle istikrara kavuşur.' Demokrasiyi ve insan haklarını yok eden bir istikrar, yani darbeler, dikta rejimleri vesair kalıcı bir istikrar getirmiyorlar. Onu gördük. Baas ideolojilerinin, Suriye ve Irak'ta neler yaptıklarını gördük ya da Mübarek rejiminden sonra Sisi rejiminin neler yaptığını görüyoruz. Şimdi bu bizim bir yaklaşımımız. Bu birilerini bölgede de dışarıda da rahatsız ediyor olabilir. Fakat bu, bizim kendimizin de tecrübe ettiği, insani bakımdan da doğru olduğuna inandığımız bir şey. Sonra Suriye'ye bakıyoruz. Suriye'de bunu engelleyen güçler kim diye bakıyoruz. Yani kalıcı istikrarın olması, halkın meşruiyetini..."

"Esed rejimi kendisi o aidiyet bağını berhava etti" 

Davutoğlu, "Bizim çözüm süreci için söylediğimiz şeyi aynen burada tekrar edebilirim. Aidiyet bağı bir toplumda zayıflamışsa çorap söküğü gibi o toplum sökülür gider. Bizim iktidarımız Türkiye'de aidiyet bağını birbirine öylesine kenetliyor ki dışarıdan ve içeriden yapılan komplolar bunu çözemiyor. Suriye'de ise Esed rejimi kendisi o aidiyet bağını berhava etti" diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, "Şimdi o zaman diyoruz ki 'Esed rejimi Şam'da otururken bugün IŞİD gider, yarın KIŞİD gelir. El Kaide, herkes unuttu El Kaide'yi. Nusra, onu da unuttu. IŞİD gelir. Bakın bugün de IŞİD unutulur, yarın başka bir yapıda çıkar. Çünkü o toplumun, artık o siyasal sisteme güveni kalmamış" değerlendirmesinde bulundu.

"Bunu kim yıktı? Kim Halepliler'i, Rakkalılar'ı, Hasekeliler'i, Kobanililer'i, bütün bu şeyin içine soktu?" diyen Davutoğlu, bu duruma öncelikle Esed rejiminin neden olduğunu dile getirdi.

IŞİD'in, Esed rejiminin boşalttığı yerler doldurulamadığı için, o güvenlik boşluğunda ortaya çıktığını belirten Davutoğlu, "Demek ikinci şey burada güvenlik boşluğu doğmaması lazım. Yani bizim önümüze birisi bir noktasal operasyon getirmemeli. Bütününü kuşatan bir şey getirmeli. Esed'e karşı mücadelede ne isteksiziz, ne kararsızız" dedi.

Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"IŞİD bizim sınırımızı ihlal ettiğinde daha ortada koalisyon yokken, Kobani'deki PYD'liler, IŞİD ile işbirliği içindeyken sınırda görüşerek, biz Akçakale'nin karşı tarafındaki IŞİD mevzilerini geçen sene Kasım ayında vurduk ve çok ciddi zayiat verdirdik. Top atışlarıyla. Komşuydular birbirlerine değmiyorlardı. Bir buçuk senedir, IŞİD gidip de Kobani'ye ya da Haseke'ye saldırıyor muydu? Yok. Çünkü rejim hem IŞİD'e, hem PYD'ye birlikte 'Özgür Suriye Ordusu'na saldırın' işareti veriyordu. Kendisi Özgür Suriye Ordusu'nu bombalıyordu, IŞİD de o bombalanan yerlere giriyordu, ya da PYD giriyordu. Resulayn'da PYD girdi, yani Ceylanpınar'ın karşısında, Akçakale'de de IŞİD girdi. Akçakale'nin karşısında Telabyat'ta. Aynı isimdirler. Akçakale de Telabyat aynı, isim olarak Arapça, Türkçe. Resulayn da Ceylanpınar yine aynı şekilde. Şimdi bu Akçakale'nin karşısındaki Telabyat'a dönük IŞİD saldırıları sürerken biz IŞİD'in mevzilerini vurduk. Terör örgütü ilan ettik. Ne oldu biliyor musunuz? Oraları, Telabyat'ı önce rejim vurdu, sonra IŞİD girdi. Resulayn'ı önce rejim vurdu, sonra PYD girdi. Bakın bunlar unutuluyor zannediliyor."

''Biz daha fazla mülteci acısı çekmek istemiyoruz""

Ahmet Davutoğlu, "Tabii Kılıçdaroğlu gibi hafızası olanlar '2013 yılında bile daha katliam yoktu' derler, 2012 yılında kendi heyeti gittiğinde. Fakat hafızası olanlar bilirler, neyin ne zaman olduğunu. Dolayısıyla bizim görmek istediğimiz şey şu, artık yeter. Biz daha fazla mülteci acısı çekmek istemiyoruz" ifadesini kullandı.

Davutoğlu, şunları söyledi:

"Mültecilere kalbimizi açıyoruz, gönlümüzü açıyoruz, paylaşıyoruz. Bunu da yine Kılıçdaroğlu gibi Türkiye'ye ihanet görmüyoruz. Kılıçdaroğlu'nun o sözü tarihe geçecek bir sözdür. Altını çizerek söylüyorum, tarihe geçecek bir söz. 'Bir buçuk milyon Suriyeli'yi almak Türkiye'ye ihanettir'. Ben de şimdi söylüyorum. Bunu söylemek, insanlığa ihanettir. Böyle bir sözü sarfetmek insan olduğunu unutmaktır, insanlığa ihanettir. Çok açık ve net. İnsan olmayan Türk de olamaz, Kürt de olamaz. İnsan olmayı unutan kişi, insanlığı unutan kişinin ideolojisi falan önemini kaybeder. Yani bu kadar kişi gelecek kapınıza... Demek Kılıçdaroğlu hiç bir Tanrı misafirine kapısını açmamış, hiç bir yetimin başını okşamamış. Gerçekten bunlar önemli şeyler. Niye ben bunu yapamıyorum? Yani mümkün değil, bizim."

Büyük büyük dedesinin bıraktığı 400 yıllık bir vakfiyenin bulunduğunu anımsatan Davutoğlu, şu bilgileri verdi:

"O vakfiyede diyor ki 'Şu ev benim erkek çocuğuma, kızları ayırt ettikleri için değil, erkek çocuk koruyabilecek şeyde olduğu için vakıfla emanettir. O evde oturması ancak ve ancak yanındaki misafirhanenin kapısını her an açık tutmasına ve gelen misafire kendi yediğinden getirmesine bağlıdır. Yapmazsa bunu, bu evde oturması da haramdır' diyor. Davutlar Odası. Babamın bana ilk öğrettiği şey 'Bu odaya bakmazsan oğlum, bu evde de dünyanın herhangi bir yerinde oturduğun ev de sana haramdır' dedi. O evde ben dedemin nasıl ağladığını biliyorum. Orada biz parasını göndeririz, şeyini göndeririz. Şimdi kalmadı tabii öyle göçerler falan azaldığı için. İnsan az ama gelirler, gelecek olanın yatacağı imkanlar da vardır."

Davutoğlu, "Böyle bir gelenekten gelen birisi olarak, bu ülkenin Dışişleri Bakanı olacağım daha önce, şimdi de Başbakanı olacağım, benim evim olarak gördüğüm ülkemin önüne gelen, bacakları iki taraftan kırılmış, Nur diye bir kız gördüm ben 17 yaşında. Kılıçdaroğlu görmedi onları, onların başlarını okşamadı. O kızın gözünün içine bakmadı. Eğer o kızı biz içeri almamış olsaydık, o kız ölmüştü. Sürünerek gelenler var" diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, "Gitsin bir kere. Bu tarih burada akıyor. Bir kere git bu mültecileri bir gör. Kim bu insanlar? Ankara'da hükmetme, git bir gör. Git bir yetimin başını okşa. Bir insani duyguyu hisset. Ondan sonra dön, bize söz sarfet, bir eleştir" görüşünü dile getirdi.

CHP heyetinin, 2013 yılı Mart ayında, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed'e yaptığı ziyareti anımsatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Dün ben tabii izleyemedim şeyi meşguliyetimden. Ona ayıracak vaktim yok. Sadece okudum. Çünkü hafıza yok. Ben hep söylüyorum. Kılıçdaroğlu'nun en büyük zaafı sıralama, mantık okuma yok. Yani sıralamayı unutuyor. Hangi olay önce oldu, hangi olay sonra oldu unutuyor. Şimdi o günlerde bunlar yaşandı ve o heyet hani insani, humanizm şeyi serde o heyet. Şimdi soruyorum. Ya hiç gittiniz mi? Harran kampına gittiniz mi? Diğer bölgelerdeki kamplara gittiniz mi? Ceylanpınar'a gittiniz mi? Bir yetimin başını okşadınız mı da şimdi bunları 'vatana ihanet' diyorsunuz. O zaman Kobani'den gelenler de Suriyeli mülteci. Niye 'Onları alalım' diyorsun. Neden biliyor musun? Noktasal ve günü kurtarmaya dönük. Şu anda popüler ya Kobani'ye sahip çıkmak. 'Buna sahip çıkayım, siyasi primi alayım.' Peki Araplar'ın ne suçu var? Türkmenler'in ne suçu vardı? PYD'ye mensup olmayan Kürtler'in ne suçu vardı da onlara sahip çıkmıyorsun? Biz sorduk mu? Biz gelenlere 'Sen Müslüman mısın, Hıristiyan mısın' dedik mi? Süryaniler geldi, Midyat'a aldık. Yezidiler geldi, 36 bin Yezidi var, bir kişiye kimliğini sormadık. İşte insan olmak bu, devlet olmak bu."

''Oyunun sonunu görmek istiyoruz''

Davutoğlu, "Bütün müttefiklerle ve uluslararası toplumla yaptığım müzakerelerde diyoruz ki; 'Tünelin sonunda ne olduğunu göreceğimiz entegre bir stratejide anlaşalım'. Ben bunu CNN'de yaptığım şeyde de söyledim. Şimdi de her zaman söylüyorum" ifadelerini kullandı.

Başbakan Davutoğlu, şu görüşleri dile getirdi:

"Biz oyunun sonunu görmek istiyoruz. Oyunun sonunu siz görüyorsanız ve bizim de 'Görmesen de olur. Ben oyunun sonunu biliyorum, sadece sen katıl' diyorsan olmaz arkadaş. Ben oyunun sonunu göreceğim. Attığım her adımın nereye doğru gittiğini görmeden o adımı atmam. 'Bir kere Kobani'ye gir, IŞİD'i temizleyelim'. Ondan sonra? Niye bunu bana Bayırbucak'tan Türkmenler katledildiğinde söylemediniz? Niye bunu bana Cerablus'tan Türkmenler geldiğinde söylemediniz? Niye bunu bana Telabyat'tan Araplar geldiğinde söylemediniz? Niye bunu bana Rakka'dan Kürtler geldiğinde söylemediniz, Halep'ten Kürtler geldiğinde söylemediniz? Niye Süryaniler geldiğinde söylemediniz de şimdi bir anda tek bir konuya odaklanıyorsunuz. Kaldı ki Kobani önemlidir ve bizim için Kobani'deki her bir kardeşimize sahip çıkmak tarihin emanetidir ve sahip çıktık. Kimse 'Sahip çıkmadı' diyemez."

Davutoğlu, bundan iki üç hafta önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'in, Suruç'tan kendisini arayarak, mültecilerin araçları ve hayvanlarıyla sınırdan Türkiye'ye geçmek istediklerini ilettiğini, kendisinin de bunu kabul ederek, hayvanların bedelinin ödenmesini ve bunların Kurban Bayramı'nda kesilerek mültecilere verilmesi talimatı verdiğini anımsattı.

Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bizim bakışımız bu. Şimdi tabii Kılıçdaroğlu bu incelikleri anlayamaz da en azından şunu anlamasını bekleriz. Bu bir buçuk milyon Suriyeli, sen herhangi birini görmemiş olabilirsin, herhangi bir çocuğun başını okşamamış olabilirsin. Biliyor musun bunların 450 bin tanesi 18 yaşın altında ve onların eğitimlerine biz uğraşıyoruz. Onlara nasıl ilkokul eğitimi, nasıl ortaokul eğitimi verebiliriz diye uğraşıyoruz. Biliyor musun bunların yaklaşık 200-300 bin kişisi 65 yaşın üstünde. Hiç bunu söylerken kendi annen ve baban aklına geliyor mu? Zor bir durumda olsalardı acaba nasıl sahip çıkmak gerekirdi diye. Benim geliyor. Ben her bir yaşlı gördüğümde babamı görüyorum. Her bir yaşlı hanım gördüğümde annemi görüyorum. O zaman da bir yaşlı kadın veya erkek sığındığında 'Hayır' diyemiyorum. Her bir çocuğu gördüğümde kendi kızımı, oğlumu görüyorum. İşte siyasetin insanileştiği yer burada."

"Biz toprak peşinde değiliz ama güvenli bölge peşindeyiz"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, ''Türkiye'de yeteri kadar toprak var. Biz herhangi bir toprak peşinde değiliz ama güvenli bölge peşindeyiz. Çünkü orada o insanların kendi yurtlarında kalmalarını istiyoruz. ''Ne yapılıyor burada biliyor musunuz? Etnik kıyım yapılıyor. Beşar Esed bilerek yapıyor bunu'' dedi.

Güvenli bölgeyi ''tampon bölge'' diye çevirdiklerini belirten Davutoğlu, ''PYD de bunu yapıyor, tampon bölge hani askeri bir tabir... Türkiye'de yeteri kadar toprak var. Biz herhangi bir toprak peşinde değiliz ama güvenli bölge peşindeyiz. Çünkü orada o insanların kendi yurtlarında kalmasını istiyoruz'' ifadelerini kullandı.

''Etnik kıyım yapılıyor''

''Ne yapılıyor burada biliyor musunuz? Etnik kıyım yapılıyor. Beşar Esed bilerek yapıyor bunu'' diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:

''Önce Arapları üzerimize doğru sürdü, bize gelen Arap ve Türkmenler, o bölgedeki nüfus itibariyle toplam 1,5 milyon, zaten yüzde 10'a yakın bir nüfus, yani bize gelen. Yüzde 10-15 de Lübnan'a gitti. Suriye halkının yüzde 20-25'i fiilen sürüldü. Şimdi de Kürtler'i bize sürerek, aslında bir etnik kıyım yapıyor. IŞİD üzerinden kendisi de demografik yapıyı değiştirmeye çalışıyorlar. Biz bunu istemiyoruz.''

Kobani'nin Kürt yoğunluklu şehir olduğunu belirten Davutoğlu, ''Kürtler kalsınlar, Kobani bir Kürt şehridir. İster Ayn el Arap deyin, Araplar'a sorsanız, ister Kobani deyin, ister başka bir isim deyin, Kürtler'in şehridir. O, daha çok Kürt yoğunluklu bir şehir. Fakat Tel Abyad da Arap yoğunluklu, Çobanbey de Türkmen yoğunluklu. Bunların hepsinin bulunduğu yerde kalması, hepsinin de güvendiği bölgede olmasını isteriz'' dedi.

Kılıçdaroğlu'nun Kobani cevabı

Başbakan Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

''Ben bunları sayarken, Konya'daki ilçeleri, bir keresinde mitingte ezbere saydığımda 'acaba nereyi aksatacak diye korktuk' dedi bir arkadaşım. Şu ki ben orayı avucumun içi gibi bilmeden, Konya'da siyaset yapmam. Suriye'yi derseniz şu anda gözümün önünde harita var, tek tek ilçe ilçe dolaştırayım. Şimdi dünkü programda Kılıçdaroğlu'na soruyorlar, 'Kobani nerede?' diye. Cevabını ibret-i alem için bir dinleyin Allah aşkına: 'Bizim sınırda bir yer, Suriye'nin içinde, çatışmalar da oluyor galiba' bu alfabe düzeyinde bir zihin, alfabe düzeyinde. Yani bunu benim 8-10 yaşındaki torunuma sorsanız, çok daha detaylı, Suriye ile ilgili hergün bana hesap soruyor çünkü, 'dede niye  çocuklar ölüyor' diye. Bu mantıkla, Zeytindağı romanını okumuş, oradan birşeyler öğrenmiş ama bir romanla bir dünya keşfedilmez . Yine de ben bunu hayra alamet görüyorum, en azından kitap sevgisini tanımaya başlıyorlar. Bari Meclis Başkanına kitap fırlatmadan önce bir kitap şeyi almış ama bunlar lise çağında okunmuş bitmiş olması gereken şeyler. Ortadoğu'yu da o yolla tanıyacaksa, çok eksik tanır.''

''Biz bu toprakları koruruz''

Bir haftadır özellikle Amerikan basınında ve Alman basınının da bir kısmında, Türkiye'nin IŞİD'e destek verdiği yönünde haberlerin yer aldığının hatırlatılarak, bunu nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

''Burada oyunun detayları çıkıyor, alın o Alman basınını, vurun Kılıçdaroğlu'na. Alın Kılıçdaroğlu'nun söylediğini, vurun Selahattin Demirtaş'a, Selahattin Demirtaş'ı da Amerikan basınına. Fiili vurun demiyorum ama zihinlerini çarpıştırın ortada bir şey çıkıyor. 'Bütün bu işin sorumlusu Türkiye.' Hadi onlar onu söyler de, içeridekiler buna nasıl alet olursunuz, hangi vicdanla  bunu söylersiniz? Dağlıca'ya dönük Silahlı Kuvvetlerimizin Türkiye sınır hattı üzerinde yaptığı hava saldırısı ben Bakanlar Kurulundayken, bilgim dahilimde yapılandır ve mesaja açıktır. Bize dönük olarak, ki o gün doçkalarla bir taciz ateşi yapıldı... Hiçbir şey karşılıksız kalmaz, biz bu toprakları koruruz. Bunun da Kobani ile hiçbir alakası yok. Mahsus bir saptırmayla onu Kobani'yle irtibatlandırıyor. Buradaki şey şu, oyunu biz ilk defa görmüyoruz. Öyle bir uluslararası psikolojik baskı ortamı oluşturacaklar ki, biz diyoruz ki oyunun sonunu konuşalım, ondan sonra yapalım, şimdiden bizi bir şeye angaje etme çabası. O uluslararası baskılar.. Bizim sinirlerimiz sağlam. Konuşuruz, ittifak ilişkisiyle herşeyi konuşuruz. Kobani'ye her türlü yardımı yaparız. IŞİD'i engellemek için her şeyi yaparız,  ama bütün bu oyun sahasını, bir santrancın her bir hamlesine vakıf olacak şekilde görmedikçe, benim şuradan şu taşı şuraya oynatmamı isteyemezsin. Burada bizim tam da bu oyun görmemiz açısından, niye orada çıkan bir husus bir haber, bir Alman basınında, Avrupa basınında bir anda PYD tarafından satın alınıyor.  PYD, HDP'ye ihale ediyor. HDP sokaklara ihale ediyor. Sokaklara çıkılıyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı da 'çıkın sokaklara' diyor, 'HDP ile birlikte.''

''Kürtler'in devleti Türkiye Cumhuriyeti''

Genelkurmay Başkanı ile dün biraraya geldiğini anlatan Davutoğlu, ''Çok çarpıcı bir şey söyleyeyim. Bana bir Türk askerinin güya, son derece laubali bir kıyafette görünen bir Türk asker, IŞİD'lilerle birlikte bir tankın önünde çekilmiş bir resmi diye... Bunu da Batı basını alıyor ve yayınlıyor, sonra da tekrar Türk basınına geçiyor. Jandarma kriminoloji ve bütün kriminolojiden geçirdik, fotomontaj çok açık. Zaten baktığınızda bir şeye de ihtiyaç yok. O kıyafet yine benzer bir şey, Türk askeriyle ilgili 2008'den beri kullanılmayan bir kıyafetli bir askeri gösteriyor ve bir ithamda bulunuyor. Bütün bunlar ne kadar çirkin bir oyunun oynanmakta olduğunu gösteriyor'' şeklinde konuştu.

Suriye'den, Suriye'deki halk kesiminden kendilerini uzaklaştıracak her şeye karşı olduklarını ifade eden Davutoğlu, onların her kesimine de sahip çıkacaklarını söyledi.

Davutoğlu, ''Yine ifade ettiğim için bana sorduklarında 'peki Kürtleri kim koruyacak, Kürtler'in devleti nerede?' Kürtler'in devleti Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bunun da gereğini yaparız ama herhangi bir Avrupa veya Amerikan basını bize Türkiye'deki herhangi bir halka bizden daha şefkatli olamaz'' ifadelerini kullandı.

''Bizim performansımızı seçimler ölçer''

Başbakanlık görevini aldığından bu yana bir performans ölçümü, yeni bir anket ölçümü yapılıp yapılmadığının sorulması üzerine Davutoğlu, ilk ay içinde birkaç anket geldiği, tekrar yaptıracaklarını söyledi.

Davutoğlu, şunları kaydetti:

''Yani hükümet kurulmasından sonraki şey, yüzde 52 civarında. Bu, parti olarak geldiğimiz en üst nokta. Cumhurbaşkanlığı seçimi yüzde 52, referandum yüzde 58 ama orada iki adaylı, üç cumhurbaşkanı adayı. Tabi cumhurbaşkanımızın şahsi ağırlığı malum. Referandum da evet ya da hayır gibi çıkan bir şey. Çok alternatifli parti şeyinde partimizin ulaştğı en üst nokta. Tabii bu nihayet halkın teveccühüdür. Biz bunu kazanmak için çaba sarf ederiz. Bizim performansımızı seçimler ölçer. Ben performans iyidir, kötü gibi bir değerlendirme yapmam ama yaptığım tek şey bütün gücümü, performansımı, taşıdığım ağır sorumluluğun hakkını yerine getirmek için devreye sokmak. Onun ötesi Allah kerim, Allah rahim, millet kerim. Onlar tatbik eder, sonu hayır olur.''

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.